Varlık ve Zaman: Heidegger Felsefesinin Temelleri


 
M. Heidegger için Varlık, felsefenin asli meselesidir. ‘Varlık’ın anlamı nedir?’ sorusu ve sorgulama ile Heidegger, insanın varoluş tarzlarını analiz eder. Ona göre, Platon ile başlayan metafizik gelenek, varlık meselesinin üstünü örter; ontolojik ve ontik çıkmaza sürükler. Heidegger modern felsefenin, epistemoloji çatısı altında metafizik yapmaya devam ettiğini söyleyerek, bunu besleyen Kartezyen bakışa karşı çıkar. Antik Çağ doğa filozoflarının yaptığı gibi Varlık’ı, dolaysız hali ile kavramaya çalışır.
Heidegger, Descartes ile başlayan Kartezyen bakışın, özne-nesne merkezli bölünmüş bilgi yönteminin; varlığın neliğini anlamakta yetersiz olduğunu söyler. Kartezyen bakış ile gelen ‘Cogito’ merkezli felsefe ve bilim bilgi (epistemoloji) yeniden sorgulanmalıdır. Varlık’ın sorgulaması, epistemolojinin değil, ontoloji felsefesinin alanı olmalıdır artık. Heidegger, hocası E. Husserl’ın fenomenolojik yöntemini kendine dayanak alır; yaşam felsefesi (Kierkegaard, Nietzsche) ekolünden etkilenir. Fenomenoloji, ‘varlıkları, kendinde-şeyler olarak kavrama’ bilimidir. Heidegger’e göre, herhangi bir varlığın anlamanın ya da doğru kavranışının olanağı, ‘zamansallık’ ile açığa çıkar.

Dasein
Almanca ‘insan varlığı’ anlamındaki dasein kelimesini Heidegger kendi felsefe dizgesinde geliştirir. Almancada ‘Da’, ‘hier/dort’ bağlamında ‘orada/burada’ demektir. ‘Sein’, varlık, varolmak veya varoluş demektir. Dasein bu bağlamda, burada veya orada varolan varlık anlamındadır. Ama fenomen olarak incelemede görülecektir ki Dasein, ihtimam gösterme ile dünyada varoluş kazandığından ve zamansallıkta öne koşmaklık içinde hal olduğundan, onun için ‘Orada Varolan Varlık’, daha doğru tanımdır. ‘Varlık’ın anlamı nedir?’ sorusunu sadece, kendisini Varlık’a ve varlığına açabilen Dasein sorabilir.

‘Varlığın neliği’ sorusu, ‘varolmanın anlamı nedir?’ sorusuna açılır. Ama varlığın neliği, günümüzde belirsizdir ve unutulmuştur. Verilen cevaplar, metafizik yorumlardır. Heidegger, yetersiz olduğu gerekçesi ile geleneksel 3 varlık tanımını yeniden sorgular: a) En genel evrensel kavram olarak Varlık, b) Tanımlanamaz şey olarak Varlık, c) Kanıtını kendi içinde taşıyan Varlık. Bu tanımlar ön-koşul ve yargı koyduğu için, varlığın neliğini daha belirsiz ve karmaşık kalmıştır. Her sorgulama amaçlıdır; çünkü bilinç, her zaman bir-şeye-yönelim içindedir. O halde, soruşturulacak olan, sorgulama yapan varlığın kendisi, yani Dasein’dir. Dasein, kendisini var edebilen, açığa çıkaran ve farkında olan tek dünya varlıktır. Bu sebeple ‘Dasein’in özü, onun varoluşudur’.

Ontolojik – Ontik
Heidegger’e göre fen bilimleri, sosyal bilimler, hatta metafizik, Varlık’ın anlamını veremez. Çünkü bilimler varlığı, bilgi ve nesnesi yapar ve ona kavramsal açıklama getirir. Amaç, Dasein’nın ontolojik yapısını açımlayarak, ontik halini anlamak olmalıdır. Varlık (sein) hakkında ‘Varlık’ın anlamı nedir?’ sorgulaması ontolojiktir. Varlık hakkında ‘Varlık nedir?’ sorgulaması ontiktir. Ontolojik sorgulama varoluş, olgu, anlama, varoluşsal (existential) ile ilerler. Ontik sorgulama kategoriler, nesne betimleme, gerçeklik ile yol alır. Ontik olan nesnel ve bilimsel iken; ontolojik olan anlam temelinde felsefe sorgulamadır. Heidegger, felsefe tarihi üzerinden başladığı sorgulamaya fundamental (temel) ontoloji der.

Heidegger’e göre Dasein, ontik hali içinden ontolojik olana açılabilen ve var-olmaklığın anlamını olanaklı kılan varlıktır. Bu bağlamda Dasein insan varlığı değil, ‘insan olmanın olanağı’dır. Zaman tüm varlıkların ufku olduğu içindir ki, Varlık’ın anlamı zamansallık fenomeni ile sorgulanmalıdır. Fundamental ontolojinin görevi, felsefe tarihindeki gibi varlığı kavram ve soyutlama olarak değil, Dasein’nın kendini kendi dünyasallığı içinde ve zamansallığında açıklamasını sağlamaktır.  Zaman, varolanların olanağıdır. 

Fenomen  - Logos - Fenomenoloji
Eski Yunanca ‘phainomenon’ ‘kendisini gösteren (apaçık olan) şey’ kelimesinden gelir fenomen. Salt görünüş, fenomen değildir. Örneğin bir fenomen olarak hastalık, semptomlar gösterir ama kendisini gösteren apaçıklığı göstermez, vermez. Eski Yunanca ‘noiein’ doğru (hakikat) anlamındadır. Noiein saf doğruluk içindeki ve hiçbir şeyini gizlemeyen varlıktır. Doğru, varlığın sadece kendi muhteviyatı ile ve dolayımsız elde edilendir. Ama doğru, başka ilenekleri üzerine almadığı ve diğer varlıklarla ilişki kurmadığı zaman kavranması da zor olandır.

Logos akıl, kavram ve yargı ilişkilerinin taşıcısı olmakla birlikte, sahih olmaklığı ile sözdür. Logos yani söz, hakkında ‘konuşulan varlığı açık hâle getiren’, ona izin veren ve keşfedendir. Logos hakkında konuşulan şeyi görmemize izin verir. Fenomenoloji ‘Kendini kendinde gösteren varlığı, dolaysız hali ile kavrama’  bilimidir. Fenomenoloji, logos ile bilgi ve kavram içindeki varlığın örtük yanlarını açığa çıkarmak için betimler, tasvir eder. Heidegger’e göre fenomenoloji, varlığı zamansallığı (tarihsel) ve varoluş açıklığı ile analiz ve yorumlama (hermeneutik) çalışmasıdır. Var olanın, üstünün örtüldüğü ve unutulduğu, betimlemenin yetersiz kaldığı durumda; fenomenoloji onu ‘yorumlayarak açıklığa’ çıkarmalıdır. Hermeneutik, Dasein’in var-oluş halini, zamansallığı içinde yorumlayarak açık ve anlamlı kılar. Sorgulama, varlıktan  hareket ederek, yine varlığa dönmelidir.

İhtimam Gösterme
Dasein, ihtimam gösterme zemininde sahih ve gayrisahih olarak varoluşa açılır. Dünya çerçevesi ve herkes-ile-birliktelik içinde kendini anlar. Ben’ dediğinde Dasein, ihtimam gösterme ile kendini dile getirir. Varolanlara ilişkin Dasein’ın ontik deneyimi, ihtimam göstermenin bütünlüğü zemini içinde nereye yöneldiğine bağlıdır. El-altında-olanlar, bir-şey-için-bakış ve onlara ait varlık tasarımları ile varolanları deneyimler. Masa, çekiç vs. bütünlüğün işlevinde, gelecek kipine yönelik olarak anlaşılır, tasarlanır ve alet yapılır. Ve Dasein kendini varolarak anladığı için mesele eder; varoluşu için kaygılanır.

Herkes ve Gündelik Dasein
Dasein, kendi benliği ile var değildir. Onun ‘Ben’ olmaklığı, herkes-benliği içinde yoğrulmuştur. Onun benliği, ön belirmedir ama ‘özü’ var-olmaklığı ile yaptıklarıdır. Herkes olmak, Dasein’ın için huzurdur, kaygıyı azaltır. Gündelik içinde, kamusallığın bütünlüğünde algılar, yargılar, eylem yapar, sevinir, üzülür. Herkes, Dasen’in kendi olmaklığı üzerine eylemlerine ve kamusallık dışına çıkmasına izin vermez. Olağandışı kendilik eylemi, herkes tarafından engellenir. Herkes içinde olmak, hiç kimse olmaktır. Gündelik Dasein, kendi varlığını, herkes kamusalı üzerinden tefsir eder. İlgilenme, meşgul olmak ve lakırdı içinde sahih olanın üstünü örtülür. Herkes ile hiç kimse olurum/oluruz.

Dünyaya Fırlatılmışlık
Dasein, dünyaya fırlatılmışlık içinde varolan varlıktır. Dünya'ya fırlatılmış ve onun zemini, mesafesi, çerçevesi içinde tefsir edilmiştir. Onun bilgi-deneyim zeminindeki duygu-durum ontik halidir. Duygu durum, varoluşun minvalidir.  Dasein fırlatılmışlık içinde, mekan ve zamanın olanakları ile tasarladığı ve kaygılandığı ile varoluş kazanır. Varoluşyapabilmedir Heidegger’e göre.

Söz  - Lakırdı
Söz, anlamanın minvalidir. Söz, karmaşık dünyayı anlar, belirler, tanımlar. Söz, Dasein’nın dünyayı tefsiridir. Ama çoğunlukla gündelik konuşma içinde söz, varlığı apaçık hali ile sunamaz. Her günkü kamusal içinde söz, çoğunlukla lakırdı olur. Lakırdı, gerçekliği kendi açıklığından uzaklaştırır, görünüşünün üzerini örter. Söz lakırdı olunca; manipülasyon, gerçek; safsata, bilgi hatta felsefe olabilir. Lakırdı her şeyi, herkes dili içinde anlanmış ve bilinmiş hale getiren ön-kapalılıktır.

Kaygı
Dasein kendini, herkes-içinde anlar ve tasarlar. Kamusal içindeki olgular dizisi, ona gayri-sahih tezahürler sunar. Herkes, Dasein’nı hem belirler; hem de kendilik oluşunu örter. Herkes içindeliğinde ontik olarak iki varoluş modusu etkilidir: İhtimam ve Kaygı. Kendi var olmaklığını tasarlamak isteyen Dasein için sahih varoluş kaygıdır. Kaygının kaynağı, en asli ve sahih gerçek ölümdür. Onu eyleme ve geleceğe yönelten kaygıdır. Kaygı, varlık minvallerinin olanaklılığını sağlar. Kaygı ile Dasein, dünyalaşmıştır. Dasein, kendisine kaygılı ama ketum biçimde ‘kapalılığı-açma-kararlılığı’ içindeyken; asli yalnızlığı ile sahih olarak kendisi olur.

Vicdan – Ölüm - Hiçlik
Hiçlik (niclıts) Dasein’da varolandır. Hiçliğin-hiçliği içindeki varoluş zemininde Dasein için kaygı, asli duygu durumdur. Can sıkıntısı, kaygı ile kendini gösteren hiçliğin minvalidir. Dasein, hergünkülük içinde kendini bırakarak hiçliğin hiçliğini örtmeye çalışır. Ama Dasein ancak, hiçlik ile kendi varlığının anlamını tüm belirsizliğine rağmen kavrayabilir.

Varoluş olgusaldır. İhtimam gösteren Dasein’in dünyasal olmasını olgular ortaya çıkartır. Dünyaya fırlatılmış Dasein için 3 varoluş olgusu sahih gerçektir: kaygı, vicdan, ölüm. Kaygı (angst), tedirginlik içinde ve gelecek yönelimli Dasein’in bütünlüğünü oluşturan asli bilinmezliktir. İhtimam gösterme ile kaygı, korkuya dönüştürülür ve üstü kapatılır. Kaygı tekinsizdir; korku ile olgulara, el altında olanların etkisine tefsir edilir.

Hiçliğin hiçliğine kendini açan Dasein için sahih gerçeklik vicdan olur. Vicdan, kendi-olmaklığını-istemek dir. Vicdan,  Dasein'a borçlu-suçlu-olmak halini çağırır ama bu yüklem, kendinde olmak isteğinin sesidir. İnsanın varlığı, kendine meseldir. İnsan, ölümü herkes-içinde-olmaklık ile paylaşamaz. Ölüm, yaşamın bütünlüğünü ve sınırını verir. Ölüm zamansallıkta bilinmez olduğundan, Dasein için dünyada oluşun her anı değerli, anlamlı olur.

Sonsöz : ‘Varlık ve Zaman’ adlı eseri yaptığı çeviri ile daha değerli hale getiren ve bu yazıya dil olarak kaynak sağlayan Kaan H. Ökten hocamıza çok teşekkürler.

Varlık ve Zaman’da Korku ve Kaygı

Martin Heidegger’in ‘Varlık ve Zaman’ eserindeki korku ve kaygı hallerine baktığımızda. Dasein ‘şurada olan varlık’ olarak insandır. O hergünkülük ve zamansallık içindeyken, farklı ama iç içe haller içinde kendini bulur. Fırlatılmışlık, bir-hal-içinde-bulunma, anlama ve söz onun yaşam halleridir.


Bir-Hal-İçinde-Olma

Hergünkülük içinde Dasein, ihtimam ve ilgilenme zemininde bir-şey-için-bakış hali ve minvali içindedir. Bakış duyuma, duyum bilgiye, bilgide anlamaya dönüşebilir. Her bir-hal-içinde-bulunma, pozitif aksiyon içerse de dünyaya düşmüşlüğün minvalindedir. Her bir-hal-içinde-bulunma, kendi duygu durumunu üretir. Her bir hal-içinde-bulunma, anlama momentine sahiptir. Her bir hal içindeki duygu durum ve anlama, tefsir etmek için söz ile dile gelir.

İlgilenme ve Anlama

Anlama, Dasein için ‘kendi uğruna varolduğunu tasarlayarak var olması’ halidir. O ilgilenme hali ve minvali içinde, karşılaştıkları ile kendini anlar. Ama bu çoğunlukla gayrisahih anlamadır. Çünkü, gayrisahih anlama, onu hergünkü meşguliyetler, sorunlar, ilgilenmeler ve hevesler içinde tasarlar.

Hergünkü ilgilenmeler, gelecek ve kendine-beklentilendirme getirir. Ve ilgilenmeler içinde olduğu içindir ki, o hep beklenti içindedir, bekler. Beklenti ile kendini öne-koşma halinde zamanlaşır. Onun varlığı, zamansaldır. Ama hergünkülük ile gelen anlam tasarımları, Dasen’in dolaysız var-olmaklığına dair değildir ekseriyetle.

Anlama ile o, duygu-durumunun ne olduğunu bilir, ama düşmüşlük içinde bu çoğunlukla gayrisahih bilmedir. Çünkü onun kendini bir hal ve duygu içinde zamansallığın zemininde sahih bilmesi için, kendi sorgulanır kılması ve kapalılığı-açma-kararlılığı halinde olması gereklidir.

Kapalılığı-Açma-Kararlığı ve Öne Koşma

Dasein çevresindeki dünyayı anlayarak, var olur. Onun asli ve sahih varoluşu ise, kapalılığı-açma-kararlılığı hali olmadan gerçekleşemez. O şimdinin zamansallığında, kendi var olabilirliğini yaşamak için, gelecek yönünde hareket etmek zorundadır. Geleceğe yönelen o, ihtimam-göstermenin yapı momenti içinde kendini-önceler. Kendi önceleyerek varoluşuna olanak ararken, hep öne-koşma içindedir.

Duygu-durum, Dasein’ı dünyaya fırlatılmışlığı ile karşı karşıya getirir. Ruh hali, varlığının birincil minvalini temsil eder. O kapalılığı-açma-kararlılığı içindeyken, içinde-bulunulan-an fenomeniyle ilgilendiği çevresinin yarattığı varlıklardan kendi çekip alabilir. Kendini şimdiden kurtarırken, böylece gelecek kipi ile kendi oldum-olasılık haline yönelebilir.

Korku

Dasein için korku, gayrisahih bir-hal- içinde-bulunmadır. Korkmak, hergünkülük içindeyken, tehdit edici olana karşı bir- şey-için-bakış minvalinde ortaya çıkar. Korku, başa gelebilecek bağlamında ‘müstakbel olan’ şeylere ilişkindir. Korku içindeki o, ilgilenme hali ile bir olanaktan diğerine koşar, çünkü kendini unutmuştur zamansallık içinde. O korku içinde kendini unutmaya, çevresinde karşılaştıklarını kafa karışıklığı içinde şimdileştirmeye çalışır. Korkunun nedeni, çerçeveleyen-dünya içinde ilgilenilen varolanlardır. Korku gündeliktir. Korku ile dünya dahilinde karşılaşılanlar üzerine çöker.

Umut, çaresizlik, neşe ve hüzün onun duygu-durum olarak zamansallığıdır. Umut, gelecek kipi üzerine gelişen fenomen olarak kabul edilse de, aslında şimdi ve korku ile oluşur. Bir-hal-içinde ve oldum-olasılık modusu içindeyken; şimdi ve umut ile ilişkilendirdiği şeyler vasıtasıyla, gelecek ve zamansallık kökenli kaygının üstünü örter. Günübirlik yaşanan duygusuzluk, unutmanın şimdideki görünümüdür. Fırlatılmışlığa duygusuzluk ile teslim olmak, gayrisahih oldum-olasılıktır.

Kaygı

Kaygı, hergünkü dünya-içinde-varolmanın tekinsizliğini açığa çıkarır. Dasein, kaygı ile en saf hali fırlatılmışlığı ile karşı karşıya gelir. Kaygının nedeni, ilgilenme ile belirgin varolan şeyler değildir. Kaygı ile gelen endişe, belirgin el-altında-olanlardan ya da mevcut-olanlardan gelmez. Kaygı halinin, çerçeveleyen-dünyadaki varolanlar ile hiçbir ilintisi kalmamıştır. Kaygı halinde, içinde var olduğu dünya, hiçbir şey ifade etmeyen ilintisiz dünyaya dönüşür. Dünyanın hiçliği, kaygının kaynağı olur.

Hiçlik ile kaygı halindeki Dasein, hep şuradadır ve kendisidir artık. Korkarken ve gayrisahih gündelik halindeyken; kaygı da dünyasallıktan kopmuş olduğu için, kendi sahih var oluş olanağı açığa çıkar. Korku için tesis edici olan unutma ile onun kafası karışır ve dünyevi olanaklar içinde devamlı gider gelir. Korku onu öne koşturur ve şimdileştirir. Kaygı ise, onu fırlatılmışlığına geri götürdüğü içindir ki, durmasını ve şimdiye mesafe koymasını sağlar. Kaygı, korkunun aksine, ilgilenme ve bir-şey-için bakış içinde kendini kaybetmez. Kaygı, onun kendi olmaklığından doğar.

Kaygı, hep şuradadır ama hiçbir görünümde değildir. Kaygı o kadar yakındadır ki, endişe onun tüm bedenine yayılır. Ama yine de, hiçbir yerde belirmiş değildir. Kaygı, onun sınırlı zamansallığının ontik cevheridir.

Gelecek anlamayı, oldum-olasılık duygu-durumu, düşmüşlükte şimdide olmayı sağlar. Korku, kaybedilmiş ve edilecek şimdiden ve gelişmelerden doğarken; kaygı kapalılığı-açma-kararlığının geleceğinden ve gelecek olmasından doğar. Kaygı, aslidir. Kaygı, ‘fırlatılmış ölüme-doğru-varlık olarak dünya içinde varolmaktan’ ortaya çıkar.

 

Sonsöz: ‘Varlık ve Zaman’ adlı eseri yaptığı çeviri ile daha değerli hale getiren ve bu yazıya dil olarak kaynak sağlayan Kaan H. Ökten hocamıza çok teşekkürler.


Mühürlü

ıstıraba metanet

faniliğe anlam

kapsayarak aşmaktı

insanın eksik bekleyeni.

 

duvar diplerinde arsız otlar

mahalle göçmeni leylekler

oynanmayan saklambaçlar, gözlerden ırak ebeler

kendini hatırlatan esinti poyraz

niteliğe hasret dört yol ağızları

kalbi mühürlü 4. tekil şahıs.

 

dilimizde hemzemin geçit

çok sayıda kiralık merhabalar

manipülasyon bizde alamet-i farika

keyfinin peşinde koşar

kendiliğini unutacak kadar

Sen söyle, ben kanayım muhasebeleri.

 

varoluş boşluğunda yoğrulan anlam-sız-lar

gün boyu ara sıra hevesler sızlar

gönye eş güdülüyor günlerin getirdiğinde

birileri anlamın değerini elleri ile arıyor.

 


Mantık ve Akıl Yürütme İlkeleri


Mantık Ve Felsefe İlişkisi
Mantık, düşünme ve doğru akıl yürütme formlarını inceleyen bilimdir. ‘Felsefe, insanlığın çözülememiş meselelerinin bilimidir.’ tanımı bağlamında; Varlığı açıklamayı ve anlamayı hedefleyen felsefe, epistemik (doğru bilgi) için mantığı kullanır. Mantığın alanı sınırlıdır, bilgi üretme kapasitesi azdır ama sonuçları ile evrensel ve objektiftir.
 
Mantık ile felsefe arasında modalite sorunu aşikardır. Zorunlu, imkansız ve mümkün gibi ana modelitelerin yaşam fenomenlerindeki karşılığı ve yansıması, kıyas sorunu yaratır. Kıyas sorunu hem nicelik (biçim), hem de nitelik (içerik) katmanlarında mantığın sorunsalıdır. Mantık çelişkili ve saçma değil, apaçık ve objektif olmalıdır. Aristoteles’in ‘Organon’ isimli eseriyle başlayan klasik mantığının içerdiği metafizik öğelerin (mantığa yabancı biçim ve içerik unsurları) arındırılması, 19. yüzyılda ‘sembolleştirme’ ile mümkün olmuştur. ‘Sembolik mantık’ ile mantık, nesneleri bakımından Matematik, bütünlük olarak Fizik bilimi ile benzeşir.
 
Mantığın Ana İlkeleri
Asırlar boyunca, ‘akıl ilkeleri’, ‘düşünme yasaları’ ‘bilgini kanunları’ v.b. biçimde tanımlanan mantığın ana ilkeleri 4 tanedir. Bu ilkeler, birbirleri ile bağlantılıdır ve zorunlu olarak birbirlerini gerektirir. İlk ve temel ‘Özdeşlik’ ilkesini Parmenides, ‘Çelişmezlik’ ve ‘Üçüncü Olanağın İmkansızlığı’ ilkesini Aristoteles, ‘Yeter-Sebep’ ilkesini Leibniz ortaya koymuştur.
 
Akıl Yürütme ve Kıyas
Mantığın konusu ve kapsamı kıyastır. Kıyas ile önce önerme, sonra önermeyi oluşturan kavram irdelenir. Kıyas, yani akıl yürütmenin 4 biçimi vardır: Tümevarım (İndüksiyon), Tümdengelim (Dedüksiyon), Dışaçekim (Abduction), Benzerlik (Analoji). Tümdengelim hariç, diğer akıl yürütmeler kesin bilgi ve doğruyu vermez, ama olası mümkün bilgisi içerir. İnsan zihni, gündelik alışkanlık ve tekrar dinamiği ile hareket ettiği için kavram ve önermelerden, genel kavramlara yönelir. Daha genel kavramlar, kategorileri oluşturur. İnsan zihni, Kant’ın açıkladığı gibi algı ve bilgiyi kategorileştirerek, zihin şemaları oluştur ve bunlar ile anlama gerçekleşir.
 

Mantığın 4 Temel İlkesi:

 
1 - Özdeşlik İlkesi: ‘A, A’dır.’
‘Bir şey kendisidir.’ ifadesiyle dile gelen özdeşlik ilkesi, mantık ve doğru düşünme için temeldir, zorunluluktur. İlk defa Parmenides’in ortaya koyduğu özdeşlik ilkesi, önseldir (a priori). Diğer tüm mantık ilkeleri, ancak özdeşlik ilkesinden neşet edebilir. Diğer ilkeler varlıklarını ve içeriğini özdeşlik ile uyumlamak zorundadır. Özdeşlik ilkesine uymayan akıl yürütme, anlamsız ve çelişkili sonuç verir. Özdeşlik ilkesi ile varlıklar dünyasını tanımlarken Parmenides ‘Var olan vardır, var olmayan da var değildir.’ derken, Leibniz ‘Bir şey ne ise odur.’ biçimde ifade etmiştir.
 
Özdeşlik İlkesine İtiraz
Özdeşlik hakikatine rağmen, eski çağda Herakleitos ve sonrasında Hegel, her şeyin sürekli değiştiğini söyleyerek itiraz ettiler. Madde ve onun bilince yansıması ile oluşan diyalektik gerçeklik sonucu ile özdeşlik ilkesinin mutlaklığına karşı çıktılar. Örneğin benlik, beden-zihinde özdeşlik olarak varlığını sürdürse dahi, geçmiş ve gelecek deneyimleri sonucu hep değişmektedir. ‘Her şeyin kendisi olması’ zihin için doğru düşünme aletiyken, bu karşın görünüşler dünyası (fenomen) devamlı dönüşmektedir.
 
Özdeşlik Kaybı: Anlam Belirsizliği
Peki, gündelik hayat ve iletişim sürecinde, özdeşlik ilkesi nasıl gerçekleşebilir? Burada mantığın çözümü, ‘kavramda anlam birliği’ dir. Buna göre, bir iletişim ve eylem sürecinde akıl yürütme başlangıcında bir kavram ne anlam taşıyorsa, tüm iletişim-kıyas boyunca kişi veya kişiler, zorunlu olarak o kavramı, aynı anlamda kullanmalıdır.
 
Birey ya da grup çıkarları çoğunlukla akıl kullanımı değil, dürtüsel arayışlar olduğu için; çoğu zaman iletişim ve eylem içerisinde uzlaşma olamaz. Çünkü kavramda anlam birliği olmadığı için özdeşlik zemini kaybedilmiştir. Bilim, özellikle felsefe tarihi de özdeşlik ilkesinden sapma sonucu ‘anlam belirsizliği’ içeren tanım, kavram, bilgi üretmiştir. Kavram muğlak kaldığı sürece anlam kargaşası, yanlış anlama, ‘yanlış anlamı doğru anlam olarak kullanma’, mantıksız sonuçları mantıklı olarak sunma, manipülasyon, safsata ortaya çıkar. Kavram muğlaklığı mantık ve akıl yürütmeyi engeller ve en nihayetinde ‘apaçıklığı belirsizleşme’ temel ilke haline gelir.
 
Özdeşliğin Gerekliliği: Apaçıklık
Herakleitos dediği gibi, Yeşilırmak orada ve akan suyuyla her an değişmektedir. Peki değişmeyen özdeşlik içeren nedir? Özdeşlik, Yeşilırmak kavramının apaçıklığı ve onun Kızılırmak olmamasıdır. Akıl ve aleti zihin, değişen dünya görünüşleri içinde algılamak, kategorize etmek, anlayıp bilgiye dönüştürmek için o şeyin kavramına, yani ‘gerçekliğin değişmeyen haline’ yönelir. Olgusal dünya ve değişimlerini anlamak için özdeşliğin kavramına ve apaçıklığa ihtiyacımız vardır. Anlamak, o şeyin kavram oluşturması, o şeyin aynı kalması, özdeşliğini taşıması ile olur.
 
2- Çelişmezlik İlkesi: ‘A, A olmayan değildir.’
Çelişmezlik ilkesine göre, aynı zaman-mekan ve nitelik koşullarında bir şey hem kendisi, hem de kendisinden başka bir şey olamaz. Akıl mantık melekesi ile, bir şeyi evetlediğinde, diğer şeyi değillemek zorundadır. Çelişmezlik ilkesi gereği, bir şey doğru ise, diğeri yanlış olmak zorundadır.
 
Diyalektik ve Klasik Mantık Çatışması
Klasik mantık çelişmezlik ilkesinin varlık dünyası ile uyumunu açıklarken; Diyalektik mantık, çelişmezlik ilkesinin varlık dünyasına uyumlu olmadığını söyler. Diyalektik mantık ile çelişmezlik ilkesine şerh düşen Hegel olmuştur. Hegel’e göre varlık, oluş sahasında devinim halindeyken kendiyle çelişerek, değişim gösterir. Mantıkçılar, Hegel diyalektiğinin çelişki diye, farklılığı baz aldığını ve bu yüzden mantıksal açıdan yanlış olduğu söylerler. Farklılık, çelişmezlik ilkesinin ihlali değildir. İnsan aklı ve tarihi çelişmezlik ilkesini kullanarak, farklılıkları kategorize ederek, tarih ve teknoloji ortaya koymuştur.

3- Üçüncü Halin İmkânsızlığı İlkesi
Özdeşlik ve çelişmezlik ilkesini uygulayan zihin, doğanın ve insanın tabiatı gereği, üçüncü şıkkın imkânsızlığına varmak zorundadır. ’A ile A olmayan arasında üçüncü bir hal yoktur.’ Şey ya kendisi ya da kendisinin dışında bir şeydir; üçüncü bir hali olamaz. Aristoteles bu durumu ‘Çelişik önermeler arasında bir aracının olması imkânsızdır.’ biçimde açıklar.
 
Üçüncü Hal Uygulanma Sorunu
Üçüncü hal ilkesinin, varlık dünyasına uygulanması bazı sorunlar yaratır. Burada tartışma konusu, bazı nitelik ve nicelik değişimlerinin hal olarak kabul edilmesi ile ortaya çıkar. 3. halin evrensel uygulama sorunu, onun yanlışlığından değil; sınırlı olmasından kaynaklanır. Yanlış akıl yürütme örneği ‘Sıcak ile soğuk arasında üçüncü bir şık olarak ılık vardır.’ biçimindedir. Ilık, 3. hal olamaz, doğru ifade ‘bir şey ya sıcak ya sıcak değildir.’ olmalıdır. Ilık niceliğe bağlı nitelik değişimidir, ama değilleme değildir. Eğer ılık gibi değişimleri, görece unsurları hal olarak kabul edersek; dış dünya ve varlık sahası sadece ‘çelişki içerir’ demek durumda kalırız.
 
4 - Yeter-Sebep İlkesi
Üç mantık ilkesinin ardından yeter-sebep ilkesi gelir. Leibniz’in ortaya koyduğu yeter-sebep ilkesine göre; ‘Bir şeyin başka türlü değil de, bu şekilde olmasının yeterli bir sebebi yoksa; hiçbir olgunun mevcudiyetine ve hiçbir ifadenin doğruluğuna hüküm vermek mümkün değildir.’
 
Yeter-Sebep İlkesinin Farkı ve Önemi
Yeter-sebep ilkesi diğer ilkelerden farklıdır. Çünkü diğer ilkeler kendi aralarında bağlantılıyken; yeter-sebep diğer ilkelerle doğrudan bağlantı taşımaz. Farklılık, yargıların içerik ve formları ile ilgilidir. Leibniz’e göre ilk üç ilke, aynı kategori altındadır; önermeler arasında doğru ya da yanlış beyanı ile kıyas getiren formel ilkelerdir. Yeter-sebep ilkesinin farkı ve önemi, önermelerden hangisinin doğru olduğunu ortaya çıkarmaktır. Yeter-sebep ilkesi, klasik mantığın en büyük sorunu, önermelerin içerikleriyle ilgilidir. Yeter sebep, varlık sahası ilkesidir aynı zamanda. Bu bağlamda, varlığa uygulanan yeter-sebep ‘Her olgunun bir nedeni vardır. Meydana gelecek her şey, her değişim bir nedene bağlıdır.’ biçiminde ifade edilir.
 
Nedensellik ve Amaçsallık
Yeter-sebep varlık dünyasında iki ilke ile hareket eder: amaçsallık ve nedensellik. Nedensellik ilkesi, ‘Heisenberg’in kesintisizlik ilkesi’nin ortaya çıkışıyla kriz yaşamıştır. Kuantum ve mikro fizik bilimiyle, nesnenin olasılık ile hareketi ortaya çıkmıştır. Modern fizik bilgisinin gelişimi ile mantık bağlamında mutlak nedensellik ortadan kalkmıştır. Aynı biçimde, insanın ruhsal varlık yapısı, beden bütünlüğü ve fenomen içkinlikler sahasında da, nedensellik ilkesi evrensel değildir. Nedensellik ilkesinin tamamlayıcısı olarak, Aristoteles’in ortaya koyduğu her şeyin bir amaca yönelmiş olması hali, amaçsallık ilkesidir. Fakat mantık açısından amaçsallık ilkesi önsel olarak kabul edilmedikçe, doğanın amaçsallığı da tartışma konusudur.
 
Mantık, metafizik alandan uzaklaşmalıdır. Mantığın nesnesi, tıpkı fiziğin nesne gibi somut, tıpkı matematiğin nesnesi gibi zihinsel kesinlik taşımalıdır. Sonuç olarak, 4 mantık ilkesinin de varlık sahasında uygulanması güçlüklere, sorunlara neden olmaktadır. Fakat mantık ve ilkeleri olmadan, onun rasyonel tavrı olmadan bilgi ve kültür birikimi yapmak mümkün değildir. Tabi ki, mantık ve bilimin Nietzcshe’nin açıkladığı gibi, insan ve doğada ulaşamayacağı akıl dışı nicelik ve nitelikler vardır ve olacaktır.
 
Mantık ilkeleri, Kantçı anlamda doğuştan gelen saf aklın yapısında bulunan önsel (a priori) zihin yapıları olmasına rağmen, gündelik yaşamda az ve hatalı kullanılır. ‘yanlış akıl yürütme’ fenomeni, veya bir başka ifade ile Lakırdı; insan duygu-davranış dinamiğinde aklın değil, daha çok dürtü ve heveslerin motive edici olmasının tezahürüdür. İnsan, insan olarak akıl yetilerini amaç değil de, dürtü ve ihtirasları için araç yaptığı sürece; insanlığın tutuğu günlük, mantıksızlıklar üzerine kurulur. Bu bağlam insanlık tarihi, doğru akıl yürütmenin yapıl-a-mamasının tarihidir.
 
 
Kaynakça:
Klasik Mantık - Necati Öner, Vadi Yayınları
Mantık - A. Kadir Çüçen, Asa Kitabevi
Mantık ve Gerçeklik - Teo Gürünberg, Yapı Kredi Yayınları

Puşt Ahali

herkes kendi kendinden firaridir
değerli kağıt ve keyif peşinde
telaşımız malumdur
birilerinin bir yerleri acısa
sevinç çığlıkları dolanır durur içimizde.

moloz kamyonları geçiyor içimizden
yastıklar ıslanıyor gözlerimizin ferinden
her gün büyüyor köşe başı emeklerimiz
çünkü biz dalkavuk bir aileyiz.
 
iyiyim maskesi çıkmaz
yüzümüzden gece yatarken bile
kültürün infazına bazı günler sela okunur
ezan okundu diye durur gidip gelmelerimiz.
 
umursamazlar alayı toplanıyor ana caddede
iki cinsli yavşaklar ip gibi dizili
erk mabedi önünde.
 
boşvermişler sınıfında kalabalık
teneffüs zili ile gelen seraplar
Gobi Çölü dersin konusu
karma sergiler, grup yalanlar
4. tekil şahıs hariç kimse dersine çalışmamış
ne hikmetse.
 
puşt ahali meclisine düştü melekler
ücret mukabilinde gülüştü ahali gönlünce
meleklerin gülümsemelerinde hale
lal oldular leşler içinde.

ben ama ben demekten başlayamayan
karbon monoksit sohbetlerimiz
yanlış anlamanın kurnazlığı ile haftaları deviririz
bayram sonrasına kalmış barış sözleşmelerimiz
çok şey dilimize önceden verilmiştir.

sevgi duvarını aşmış birileri
kurşuna dizilmiş gövdeleri
büyümekten başka bakiyesi olmayanların çerçevesinde
kendi halinde olanların 
gönlü kesilmiş zar gibi ince ince
düşüyorsak az çok hep beraber
sorumlusu ağız tadıyla sev-iş-emememizdir.

gündelik harman

herhangi bir O’na

cumhuriyet, rantiyeyle şantiyenin buluştuğu kavşakta intihar etti.
sırat köprüsünde denge bilekliği satan milli gururumuz kadın halterci
siyah-beyaz taytını giyip tazı köpeğine sarılan hibrit kenevirci
umut adına goygoy mesai
şuradaki kaldırımlarda hiç şölen görmedi hayat.
 
haber vermeden gülümseme dizleri titrer
endişeli kıskanç gözyaşlarını sakar saklar
o gerdanı ve yüksek ökçeleri severdi
sinemadan çıkıp filmin etkisinden çıkamadığın bir gün belki,
sezgiyle kal.
 
tek kişilik kapı aralığı
90'ların harika çocuğu
ve gözlerinin feri bitti  ve yarına zayi
olsun,
gül cemali yalnız pişti.
 
Senin gözlerinden akanlar Dicle’nin şahsiyeti
eti kesik, sana güldeste.
 
kendine sağır 4. tekil şahıs
film biter
ve sen ona kalırsın aziz Balthazar.
 
kimlerle konuştu
anlayanlar ters pranga bağladı
o ağladı
buram buram değişmedi
kıstı gözünü ağladı.
 
yelkovandan azade zaman
alsan, savursan iki Ahmet'i durmadan
saadet o zaman, şecere o zaman.
 
resmi küfürler geçidi ve günlerden pazar
hazır kıtayız rütbe rütbe öbek öbek
bozma moralini hemen
bu sarhoş, şu uyurgezer
bak geliyor işte Espriler.
 
kimileri uzaklara gitti
kimler uzaklara gitti?
maarifli yapraklar duvardan döküldü
ot-luk kaldı, o kaldı
o gelmeyen yaz, yine bitti.
 
babadan yazgı, anneden hayat
tereddüt, endişe ve birtakım mahfiller
sana söz, harmanız   
üç vakit böyle geçmemeli
dualar bitti, biz kaldık
azık ve yazık zaman.
 
insanı yiyen eti miydi?

Saygı Duruşu Arayışı

İsmet Özel’e

ben yaşarken öldü ata soyum
ben yaşarken oldu resmi ve mikro gayri resmi darbeler
ben yaşarken geçti hayat analogdan dijitale
ben yaşarken gelişti akıl tutulması, gönül protezleri
içimizden bin bir minvalde çığ süt kamyonları geçti.

Bulut’un mezarına şarap döktüm vasiyeti gereği bayram seyran
kaç cuma allah’a dua ettim isyan hali ve beyaza düştüm ve gücendim.
acizlik ile kapı komşusudur inatçı kibirim
lakin ederimi bildim, etmedim ihtiyari saygısızlık
fanilasız gezdim, mütevazi oldum, gerçek sandılar
bolca sıvazladım aletimi
4. tekil şahıs bir insan gibi.

ödül-ceza iç makinem bozulmuştu mücbir sebeplerle
haytanın tekiyim elime dilime ve belime
oyun dolu yüzlere ve kalçalara aşık oldum
kader gibi cilveli, doğa gibi diri
kafese alındım, yem verdiler ve sirkte yedek bekledim.

kimyasal araştırmalar yapıldı üzerimde, derin bir sessizlik ikliminde
teselliler güdük, avuntular paraya nispi
fethiye’de norveçli kadın, kadıköy’de slav sarışın eskort
hepsinin bende emeği çoktur, ete vefasız değilim.

başardım, bazı kendinden düşmüşlerin nefretini kazanmayı
çünkü haklıydılar, kimse ilk önce insan olarak sevmemişti onları
kendime tescil kavramlarım ve argolarım vardır
küfür gibi yaşayan bizlere, tebliğ ettiğim
bir ben bir allah bilir
ve estetik içerir ana avrat sövmelerim.

çok kalabalık dolaşır oyunlarda sessiz dilim
ruhumun peşindedir neo-liberal ekonomi
oyunda olmak milli parkında
gündüz oyunları, gecelerle sevişmeli.

kendime yokuş ruhum ve süredurum
bilakis ölümüm olsun
minimal ama afili
beni anlayana mucizeyim
anlamayana zayi ve fani.

Rüya Metni: Taşkışla Semineri

Aralık Derneği’nin salonundayım. İskender hoca içeri giriyor, bana dönüp, ‘Eylül hanım seni, İTÜ Taşkışla’daki kemoterapi seminerine çağırıyor’ diyor. Eylül hanım kim? Tanımıyorum. Merak edip, çıkıp Taşkışla binasına gidiyorum.
 
Taşkışla’nın arka kapısından içeri giriyorum. Kiliseye benziyor giriş katı, Kiliseleri severim. Camlarda çok sevdiğim renkli boyama vitray desenler. Gölge oyunu izler gibi, vitraylardan yansıtan ışık huzmelerini seyrediyorum. Çok sevdiğim Sarı pastel ışık huzmesi çok güdük de olsa görünüp kayboluyor. Huzur veriyor.
 
Yürüyorum, karanlık döner merdivenden çıkıyorum. Sahne arkası, kulis benzeri bir dar alandayım. Karartı çok, önümü göremiyorum. Kör gibi önümdeki şeyleri tutmaya ve az ışık kırıntısı ile yolumu bulma çalışıyorum. Boğulma hissediyorum, endişeleniyorum. Can havli ile kendimi dışarı atıyorum. Seminer salonu karşımda duruyor.
 
Salonda az sayıda insan ve bir konuşmacı var. Dinlemeye başlıyorum, konu ile konuşulanlar aynı değil sanki? Kemoterapi, kanserde ilaç tedavisi konuşuluyorken; sanki başka gerçekler tartışılıyor gibi geliyor bana. Tıbbi terimler ile konuşuluyor, fakat başka bir konunun konuşulduğunu ve benim asıl konun diline ve bilgisine sahip olmadığımı hissediyorum.
 
Entelektüel-yazar izlenimi veren konuşmacı 40’lı yaşlarda tanımadığım birisi. Ama cinsiyeti ne? Kadın mı, erkek mi? Ayakta tüm sahneyi kullanarak sunum yapıyor. Vücut hatlarına dikkatli bakıyorum. Şaşırıyorum, cinsiyetini seçemiyorum? Seminere ara veriliyor, insanlar dışarı çıkıyor. Konuşmacı sahnede oturup dinleniyor. Yüzünü yakından görmek için ön sıraya yaklaşıyorum. Yaklaştıkça, içimde keyif var. Yakınlaştıkça cinsiyetini öğreneceğim hissi ile gelen meraklı keyif.
 
Gürültü oluyor, panikle geriye dönüyorum. Salonun gerisi kafeye açılıyor. İlginç, kafe hareket ediyor. Salona içine doğru girip, sonra dışına çıkıyor. Kafe akordeon misali hareket ediyor. İnsanları izliyorum. Moladalar ama çoğu yorgun, sohbet bile edilmiyor, sigara ve içecek içiliyor. Garsonu görüyorum, o yorgun değil; makine gibi çalışıyor tempolu. Bir an duruyor ve göz göze geliyoruz.

‘Ya Tükendiysek ve Haberimiz Yoksa’


Şamil Saribaş & Ahmet Usta

 
Popüler bir TV dizisinde, Osmanlı Sarayı’ndaki entrikalar tarihini takip ederken; ki ne Hürremler, ne Süleymanlar yaşanıyor ve yaşatılmak isteniyorken çoğunlukla bünyemizde, gündeme geldi tükenmişlik sendromu. Tükenmişlik, yaklaşık 50 yıl önce ilk kez ortaya atıldığında “duygusal bitkinlik, motivasyon kaybı ve adanmışlıkta azalmayı” tarif etmek için kullanılmıştı. Şimdilerde üç boyutta tanımlanıyor: kişinin yaşadığı; fiziksel, zihinsel ve ruhsal yorgunluk sonucu gelen “duygusal tükenme”, iş-meslek anlamında yetersiz hissetme ile gelen “kişisel başarı duygusunun azalması” ve kişinin yaşadığı kendine ‘’yabancılaşmanın aleni hale gelmesi’’ ve alaycılık ile gelişen “duyarsızlaşma” boyutları.
 
Hayal kırıklığının bir durak sonrası ve depresyonun hemen öncesi bir yer diyebiliriz tükenme için. ‘Köprüden önceki son çıkış’ metaforu ile düşünürsek; tükenmişlik, girilmek istenmeyen ama son çıkışı da kaçırılan, mecbur üzerinden geçilecek köprüdür. Kırgınlık ile üzüntü arası bir ara form, bir nevi ‘öğrenilmiş çaresizlik’ hali. Halk arasında ''senin için geçmiş” denen durum, bezginlik...
 
Neden Olur?
Bizi iyi hissettirebilecek şeyleri; kariyer, iş, kredi vesaire nedenlerle erteliyoruz. Erteledikçe, tükenmişliğe doğru bilmeden sürükleniyoruz. Temel neden kronik stres! Stres kâfi koşullarda sağlıklı bir uyaran, katalizör iken; çözümsüzlük durumunda, çalmaya devam eden sabah alarmı misali süre uzadıkça ruh-beden sistemimizi bozuyor. İnsana ve bizim kültürümüze özgü bittiğini anlamama, kabul etmeme halleri durumu daha vahim hale getirebiliyor. Tüpü sallamak, TV’ye PC’ye yazıcıya vurmak, pili ıslatmak, biten şampuan kabına su koymak gibi durumlar “yokluğu/sorunu kabul etmeme” durumunu daha da zorlaştıran öğrenmelerimiz. Markette ‘tonik var mı?’ sorusuna, ‘yok’ cevabı alınca ‘’hiç mi yok?” demek de, bunun karikatürize bir hali.
 
Nasıl Ortaya Çıkıyor?
Her şey çok güzel olacak duygusuyla; işe yüksek beklenti, umut ve enerji ile başlanır. Bazı olumsuzluk ve zorluklar kişiyi rahatsız etmeye başlar. İnsanları, sistemi ve şartları değiştirmenin zorluğu ile karşılaşılır. Son evrede ise artık mecburiyet ve çaresizlik vardır sadece. Sosyal Darvinizm’in ilk kuralı: uyum sağlamayan canlı, habitat evriminde durayazar durağına gelinmiştir. Son çıkış kaçırılmış, kişi tükenmişliğe yakalanmıştır.

Ya Tükendiysek ve Haberimiz Yoksa

Görünmeyen Belirtileri Var Mıdır?
Hem evet, hem hayır. Tükenmişlik olgusunu fenomen olarak tanımlarsak, kendisi ile doğrudan ilişki kurulamayan belirtiler gösterir, kendini saklayabilir. Örneğin mide, sırt ağrısı fazladan taşıdığımız stres ve yüklerin sinyali olabilir. Ruhumuz, beden aracılığıyla “taşıyamayacağın kadar yüklendin” uyarısı veriyor gibidir. 4 kişilik asansöre, 6 kişi biniyoruz diyelim. 2 kişiyi indirmek yerine, asansör ikaz sinyali susturmanın yolunu bulmaya çalışıyoruz tükenmişlikte.

İşaretler: dinlenemiyorsak, esnekliğimizi yitiriyorsak, yorgunsak, hastaysak, hayır demeyi beceremiyorsak, hele ki mizah dili ve duygusu çıkmışsa hayatımızdan durup düşünmeliyiz. Kendimize şu soruları sorabiliriz: Bu yaşadığım kimin hayatı? Mutlu muyum? Yorgun hissediyor muyum? İşimi seviyor muyum; değiştirmeyi düşünüyor muyum? Yeni, farklı, eğlenceli bir şeyler yapmak için heyecanlanıyor muyum?
 
Kimlerde Daha Sık Görülür?
Hangi hal, iş ve pozisyon olursa olsun herkes tükenmişlik sendromu için bir adaydır. Hizmet sektörü ve insan ilişkileri yoğun meslek grupları daha fazla risk altındadır. Deneyim ve sosyal destek eksikliği nedeniyle, gençlerde ve bekârlarda daha sık görülür. Çalışan kadınlarda da, ikinci iş evde devam ettiği için olağandır.
 
Tükenmişliğin Depresyondan Farkı Nedir, Nasıl Ayırabiliriz?
Ayırmamız elzem değil ama farkı bilmemiz önemli. Kişinin kendinde farklılık, anormali, gariplik olduğunu görmesi ve bunun için yardım arayışına girmesi önemli. Gözlenen durumlara baktığımızda, neredeyse fark yok gibi diyebiliriz depresyon ile tükenmişlik arasında. Ancak şöyle farklılıklar var tabi: depresyonda kişiyi işten uzaklaştırmak ya da anlık bazı değişimler farklılık/iyileşme yaratmazken; tükenmişlikte bu tür anlık müdahaleler hemen sonuç verebilir.
 
Kırık-çıkık meselesindeki espriyi hatırlayalım. ‘’Kırık (depresyon) değil, çıkıktır (tükenmişlik) o. Kırık olsa yerinde duramazsın’’ gibi. Depresyon kişinin her şeyine rengini veren, gölgesini düşüren kara güneştir. Olumsuz hisler depresyonda kişinin hayatının tüm alanlarına yayılırken; tükenmişlikte olumsuzluklar genellikle iş alanında kalır. Depresyonda özgüven kaybı, suçluluk duygusu, kendinden nefret etme gibi durumlar söz konusu olabilir. Oysa tükenmişlik hissinde kişinin kendine bakışı ve algılayışında değişiklik pek olmaz. Tükenmişlik ile depresyonun en belirgin farkı, ‘’söyleyememek’’ diyebiliriz. Depresyonda psikiyatrik takip gerekliyken, tükenmişlikte sadece psikoterapi desteğiyle değişim mümkün olabilir. Tükenmişlik yaşayan biri yaşadığı tüm zorluklara rağmen bu hayatı bırakmakta gönülsüzdür, tam da bu nedenle kişiyi tüketir.
 
Tükendiysek ve Tükenmemek İçin Ne Yapabiliriz?
-‘’Hayatta her şey insan için’’ şiarı ile herkesin başına gelebileceğini ve yalnız olmadığımızı bilin.
- Her ilişkinin ve hayatın bitmeye yazgılı olduğunu kabul edin. ‘Her şey fani’ ifadesi ile ontolojik gerçekliğimizi kabullenip yola devam edin.
- ‘’Yeterince iyi’’ kavramı hayatımızda kilit rol oynayabilir. Psikanalist D. Winnicott’un tanımına göre evde, ilişkide, işyerinde yani her hali ve karşılaştıklarımızı “yeterince” bağlamında tanımlayın. Mükemmeliyetçilikten vazgeçin; yeterince iyi, kafi ve makul olanı içselleştirin.
-‘’Kendini tanımak’’ her zamanki gibi, burada da kritik önem taşır. Kendini tanıyan kişinin yaşamının kontrolünü eline alması ve dolayısıyla tükenmişliğe neden olan konuları daha net belirlemesi pekâlâ mümkün. Oruç Aruoba’nın ‘Yakın’ kitabındaki ‘Ateş Yakana Kılavuz’ bölümü size bu konuda feyz verebilir. Yanmak ve tükenmek kavramlarını düşünürsek, yaşam rehberi olarak da okunabilir bu eser.
- Bizi tüketen ‘’katılık’’ içinde kalmaktır. İş yerinizde karşılaştığınız yeni durumlara açık olun, kendinize ‘’esneme payı’’ bırakın. İş ve sistem izin veriyorsa, işinize kendinizden bir şeyler katın, inisiyatif alın.
- Herkes işe başka bir motivasyon ve arzu ile gelir. Hayatındaki sıkıntıyı size yüklemek, yansıtmak isteyen çalışma arkadaşlarınız olabilir. Ya da bu kişi siz olabilirsiniz. Bu tarz tuzaklanmalar ve manipülasyonlardan kendinizi koruyun.
- Herkesin her şeyi kabul etmesini beklemek, kişiye ve çevresine yüktür. Gündelik hayatın olağan temposunun sizden beklentilerini iyi analiz edin. İş yükünüzü gerçekçi boyutlarda tutun. Mola ve tatil süreçlerinizi yeniden tanımlayın, planlayın. Kendiniz ile ilgili kararları görev olarak değil, tutku ile yapmaya çalışın.
- Sevdiklerinizi, yakınlarınızı ‘’sevmeyi yeniden deneyin’’. Sevgi depolanır ve gelecek zaman içinde yakıt olarak siz geri döner, besler sizi.
- Cinsellik, mutluluğun önemli bileşeni. Cinsellik iyiyse, her şey biraz daha kolay olur. Cinsellikte aynılaşmayı, rutinleşmeyi kabul etmeyin; yenilik arayın ve bulun.
- Son olarak, yardım isteyin ve yardım edin. Dayanışma yaşatır...
 
 
Kasım 2022
https://dalginsular.blogspot.com/2022/12/tevafuk.html