fenomen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fenomen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kant Felsefesinin Temelleri


'Aklını kullanma cesaretini göster!’


Modern felsefenin miladı ve aydınlanmacı filozof İmmanuel Kant (1724-1804) sistem kurucu olarak akıl, epistemoloji ve metafizik arasında geniş bir dizge ortaya koyar. Felsefe dizgesinin açılımını ‘Kritik Üçlemesi’ olarak bilinen eserlerinde açıklar: Salt Aklın Eleştirisi (1781), Pratik Aklın Eleştirisi (1788), Yargı Gücünün Eleştirisi (1790) dir. Matematiği ve Newton fiziğini yöntem olarak bilgi felsefesine taşır; Leibniz ve duyumcu Hume’un nesne ve bilgi kuramını analiz eder. Kant’ın dili tekrarların ve parantezli ifadelerin yoğun olduğu uzun metinlerden oluşur.

‘Aydınlanma nedir?” sorusuna yanıt‘ adlı makalesinde Kant şöyle der: ‘Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. ‘Aklını kullanma cesaretini göster!’ Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.’

Kant kritik üçlemesi ile üç temel meselenin cevabını arar. Salt Aklın Eleştirisi ‘Neyi bilebilirim?’ sorusuna yanıt arar, konusu Bilgi ve Doğru dur. Pratik Aklın Eleştirisi ‘Ne yapmalıyım?’ sorusuna yanıt arar, konusu Ahlak ve İyi dir. Yargı Gücünün Eleştirisi, ‘Neyi umabilirim?’ sorusuna cevap arar, konusu Güzel ve Yüce dir.

Birinci kritik ‘Salt Aklın Eleştirisi’ ile felsefesinin temelini ortaya koyar. Epistemoloji ve metafizik arasındaki yönteme ilişkin araştırmadır. Bilgi ve nesnesinin analizini yapar. Dış dünyadan sağlanan duyusal veri ile öznenin zihinsel formları ve salt akıl yetileri arasındaki ayrımı belirler. Kant’a göre, ‘Bilgilerimizin hepsi duyum ve deneyden gelmez; onları, biçimlendiren salt akla ait formlar vardır’. Formlar, a priori (önsel) dir ve dünya algımızı ve benliğimizi şekillendirir. Deneyim koşullarını belirleyen ve fenomenlerin temsillerini biçimlendiren a priori formlar, Zaman ve Mekân dır. Kant zihnin diğer a priori formları için ayrıma giderek Kategoriler adını verir.

Anlama yetisi (Anlak-Verstand) ile birlikte akıl, formları kullanarak nesneyi tanımlar. Anlama yetisi formlar üzerinden analitik ve sentetik yargılar kurar ve bilgiyi üretir. A priori koşullarda anlama yetisi ve kategoriler arasındaki sentez ile oluşan bilgilerimiz, sadece görüngüler dünyasına (Fenomen) aittir. Görüngüler dünyasının dışında kalan Kendinde-Şey (Numen, Ding as Sich) olarak Tanrı, Ruh, Evren hakkında salt akıl yoluyla kesin bilgiye ulaşamayız. 1. Kritik fenomenlerin belirişi, algı, formlar, kategoriler ve anlama yetisi arasındaki sentezin meydana gelişini açıklar. Salt akıl bilgisinin, gerçeklik ve doğa içindeki kesinliğini ve de sınırını gösterir. ‘Bilim olarak metafizik nasıl mümkündür?’ diye sorar Kant ve bunun, sentetik a priori yargı ile olabileceğini ve eski metafiziğin aşılması gerektiğini söyler. Transandantal felsefe, sentetik a priori yargıları inceler. ‘Nesneleri değil de, genel olarak nesneleri a priori olarak bilişimizle uğraşan her bilgiye, transandantal diyorum.’ diyerek bunu tanımlar Kant.

Duyarlılık ile algılanan görünüşler, zaman-mekân zemininde belirir ve sonrasında aklın formlarında ve sentezinde bilgiye dönüşür. Salt akıl, bir şeyi kesin ve genel-geçer olarak bilmenin ilkelerini kapsayan akıldır. A priori bilme yetimiz, salt akıldır. Salt aklın sınırlarını çizmek ve yokluğunu ortaya koymak demek, onu özsel olanaklarını belirlemektir. Analitik yargı, bilgi-nesne arasındaki ilişkiden çıkan ve doğruluğu kendi içinde açık olan yargıdır.

Anlama yetisi, kavramları deneyimden (fenomen) uzaklaştırır ve kendinde-şey (numen) hakkında anlam ve yargı üretmeye başlar ise, doğruluğunu kaybeder. Sentetik yargı, deneyim bilgisidir ve kendinde-şey’ler ile ilişkin bilgi veremez, görünüşlerin dışına çıkamaz.

Sentetik a priori yargı, özne-nesne ve bilinen bilgi üzerinden yeni kanı, hatta bilgi meydana getirir. Sentetik a priori, belki spekülasyon bakımından negatif olacaktır; çünkü bilgi ve deneyim olarak aktüel içinde hiç gelişme göstermeyecektir. Ama diğer yandan a priori formların öncülünde şekillendiği için; bilginin, boş inanç ve duygulardan arınmasını sağlayacaktır. Kant’a göre ‘Hiçbir bilgi, bütün içeriğini kaybetmediği sürece; yani tüm hakikatini yitirmediği sürece aşkınsal hakikate zıt düşmez.

İkinci kritik ‘Pratik Aklın Eleştirisi’ ahlak, yasa, özgürlük ve ödev olgularını inceler. Kant’a göre, ahlak yasasına bağlanma ile meydana gelen yükümlük, aklın iradeyi yönlendirmesi olduğu için düşünen varlık için özgürlüktür. İyiye (ya da Tanrı’ya) ulaşmayı amaçlayan ahlak anlayışına göre insan, içgüdü ve ihtiyaçları ile araçlara yönelmemelidir. Pratik aklın buyruklarını amaç gözetmelidir. Pratik aklın ahlak buyruğunu şöyle kategorileştirir Kant: ‘Öyle davran ki, eylemlerinin maksimi evrensel, genel-geçer yasa olarak gösterilsin.Ahlak yasası, nesnenin araçlılığı üzerinden amaca yönelmiş eylemi buyurur. Buradan şu kategorik buyruğa ulaşılır: ‘Öyle davran ki; insanlığı, kendinde ve bir başkasında, asla bir araç olarak değil, her zaman bir amaç olarak gör.” Fakat Kant da kabul etmektedir ki, insan doğası gereği salt ve pratik aklın çatışmasına ve ahlak yanılsamalarına meyillidir.

Üçüncü kritik ‘Yargı Gücünün Eleştirisi’ ile  akıl ve ahlak arasındaki bütünlüğü sağlamak için estetik deneyimi inceler ve diğer iki kritik ile bağlantı kurar. Beğeni, fenomenler karşısında ortaya çıkan özneye ait yargıdır. ‘Beğeni bir nesneyi yâda bir tasarımı, hiçbir çıkar olmaksızın hoşlanma veya hoşlanmama sezgisiyle yargılama yetisidir. Hoşlanmanın nesnesine, Güzel denir.’ Beğeni bilgi yargısı değildir, estetiktir ve özneldir. Ama aynı zamanda beğeni tüm insanlarda ortaya çıkması sebebiyle, deneyim bilgisinden bağımsız olarak genel-geçer salt akıl formlarından beslenir. Doğa’nın erekselliğinin ve kendinde potansiyelinin, insan zihninde sezgilenmesi ile beğeni yargısı ve güzel ortaya çıkar Kant’a göre. Bu bağlamda güzel, Doğa’nın insanda sezgi ile meydana getirdiği Uyum duygusudur.

Yüce, güzelden farklıdır. Yüce, anlama ve yargı yetisine aykırıdır ve sadece düşünce olarak zihinde ve duyguda ortaya çıkar. Şöyle der Kant: ‘Yücenin duygusunu uyandıran şey; biçime göre yargı yetimizin amacına aykırı, sergileme yetimiz için uygunsuz ve imgelem yetimiz için dehşet verici görünebilir. Ve salt bu nedenle daha da Yüce olarak yargılanır.

Kant 1792 yılında ‘Salt Aklın Sınırları İçinde Din’ kitabını yayınlar, daha sonrada ‘Din Üstüne Deneme’ adlı eserini yayınlamak ister ama sansürlenir ve basımına izin verilmez. Dönemin Prusya Kralı, Kant’ı din konusundaki çalışmaları dolayısıyla mektupla tehdit eder, şöyle der Kral:Kutsal kitapların öğretilerini ve önemini yıkmak için felsefeyi kullandığınızı gördük. Atalarınızın amacına uygun biçimde hünerinizi kullanmanızı istiyoruz. Bu buyruğa karşı gelirseniz, istemeyeceğiniz sonuçlarla karşılaşacaksınız.’ Tehdit karşısında Kant teolojik çalışmalarına ara verir; krala bağlılığını ifade eder.

Metafizik duyuüstü var olanın bilgisidir, doğaya ve insana ilişkin deneyim ve bilgi ile ona ulaşamayız. Kant’a göre, ‘Metafizik bilimden sonra gelen bilimdir ve metafizik düşünce ‘doğal yatkınlık’ olarak insanda vardır’. Metafiziği sorgulayan Kant şöyle der: ‘İnsan aklı, bilgilerinin çeşidinde, bazı sorular tarafından rahatsız edilme kaderi ile karşı karşıyadır. Çünkü bu sorular, aklın doğası tarafından verilmekte fakat aynı zamanda da yanıtlanamamaktadır; zira bu tür sorular, insan aklının tüm kuvvetini aşmaktadır.

Metafiziğin olanağı, üzerine şu soruyu sorar Kant: ‘Sentetik yargılar, önsel (a priori) olarak nasıl olanaklıdır?Ontolojik hakikat (kavram) olmaksızın; ontik bilgi (deneyim) beliriş olanağına sahip olamaz. Çünkü sentetik bilgi ontik olanı yansıtırken, ortaya çıkmasını sağlayan a priori koşullar onun ontolojik zeminidir. Kant’a göre İde, aklın saf ve doğuştan yapısından gelir. ‘İnsan aklı, çözemeyeceği sorunlarla yüklüdür; buna karşın onlardan kurtulamaz, çünkü bunlar aklın saf yapısının gereğidir.’ Tanrı, Evren, Ruh deneyimde olmayan, belirmeyen ama düşünülen ve sezgilenen saf akıl ideleridir. İnsanlık tarihi, var olanlar hakkında edindiği bilginin alanını genişletmek istemiştir. Bunun sonucunda duyumda ve görünüşte olmayan salt aklın idelerini, anlama yetisi kavramlarını kullanarak pratiğe ve nesnelere yüklemiş ve böylece metafizik adı altında çoğunlukla boş inanış, çelişki ve yanılsama üretmiştir.

Kendinde-şey’leri açıklamaya ve kanıtlamaya yönelik tüm yargılar, aklın doğal sınırını aştığı için antinomi (çelişki) dir. Çünkü bu yargılar, eşit ölçüde geçerli ya da geçersiz karşıt önermeler üretir. (tez: Evrenin zamanda bir başlangıcı ve uzayda bir sınırı vardır. anti-tez: Evrenin zamanda bir başlangıcı ve uzayda bir sınırı yoktur.) Aklın ideleri, görüngüleri ve anlama yetisini aşmak ister ve koşulsuz birliği arar. Düşünen öznenin mutlak birliğe yönelişi olarak Ruh, görüngüler dünyasının mutlak birliği olarak Evren, varlıkların mutlak birliği olarak Tanrı İde’si salt akıldadır.

Akıl ve felsefenin evrenselliği adına bazen kendi içinde çelişkilere ve çıkmazlara sürüklenir Kant. Ama yine de, felsefenin modernite ile akademilere, sırça köşklere çekişmesine karşı çıkar; düşünce eylemini akıl ve gündelik yaşam içine taşır.


Hegel Felsefesinin Temelleri

 

Felsefe, Herakleitos’un ‘Yaratılış (physis) saklanmayı sever.’ ifadesindeki gibi Varlık’ı, zamansız-mekansız ontoloji olarak konumlandırır. Varlık’ın gizliliğini ortaya çıkarma gelişkin biçimde ilk kez Platon’un İdealar Öğretisi ile felsefeye yansır. ‘Batı felsefesinin genel niteliği, Platon’a düşülmüş bir dizi dipnotlar serisidir.’ diyen N. Whitehead’ın belirttiği gibi Batı düşüncesi, bu metafizik açıklamayı izler. Bu izin devamında Hegel’in felsefe dizgesinin temeli Tin (Geist) dir. Hegel felsefesinde Tin farklı anlamlar içerir: Kendinde ve kendi-için Varlık, İde, Tanrı, Evrensel Akıl, Mutlak, Kavram. Batı felsefesini derinden etkileyen Hegel’in (1770-1831) başlıca eserleri şunlardır: Tinin Fenomenolojisi, Mantık Bilimi, Felsefi Bilimler Ansiklopedisi, Hukuk Felsefesinin İlkeleri, Tarih Felsefesi Üzerine Dersler.


Tin var olan her şeyin özüdür; maddeyi ve insandaki bilinci ortaya çıkarandır. Gerçeklik dünyası; Tin’in dış-varlıklara açılmasıdır. ‘Tin’in temeli ve özü, özgürlüktür. Tin kendinde, kendi-başına ve kendi-için Varlıktır. Tin, bilen gerçekliktir. Tin, maddenin yaşayan gerçekliğidir, onun özüdür. Evren, Tin’in kendi kendisini seyrettiği varlıklar âlemidir.’

 

Felsefe şudur Hegel’e göre: ‘Felsefe, objelerin düşünce ile görülmesidir. Bu düşüncenin kendi dışından gelecek gereçlere, duyuların sağladığına ihtiyacı yoktur; o kendi kendisinden beslenir, kendi kendisini işler; bilgisinin maddesini de, formunu da kendinde bulur.’ Betimlediği ve mantık yürüttüğü Varlık deney ve duyu dışıdır; spekülatif ve metafiziktir. Hegel ‘Düşünce, varlığın kendisidir’ der. Bu dizgede düşünce öznedir, varlık yüklemdir. Oluş içindeki varlıklar, düşünce ile açıklanabilir ve Hegel’e göre ‘Her felsefe, kendi çağının düşüncede kavranılmasıdır. Dünya üzerine düşünme olarak felsefe, ancak gerçekliğin kendi oluşum süreci tamamlandığı ve kendisini sona erdirdiği zaman ortaya çıkar.’

 

‘Her akıl ile ilgili olan gerçektir; her gerçek olan da akıl ile ilgilidir.’ diyen Hegel’e göre bütün varlıklar, Tin’in kendini, kendiliği dışına açmasından meydana gelmiştir. Evrensel Akıl (Vernünfting) insanı, doğayı, tarihi kendinde özdeşliği içinde dönüştüren Mutlak’ın düzeni veya kozmosun işleyişidir. Mutlak’ın dolayımsızlığını dolayıma açması gerçekliktir. Mutlak varlıklar âleminde belirmediği için Hiçlik dir.


İde, diyalektiğin kendisidir.’ Hegel’e göre. İde, varlıkların oluş imkânıdır. Diyalektik olumsuzlama, olumsuzlamayı yadsıma ve yadsımayı kapsayarak aşma sürecinde var-oluştur. Doğruluk ve bilgi, deneyim ve ölçü içinde belirdiği noktada doğru olsa bile, diyalektiğin sonraki uğraklarında artık eksilmiş doğru olacak; hakikati özünde taşısa dahi kendinde gerçeğini vermeyecektir. Diyalektiğin çelişki yasası, kesintili geçiş ve sıçramadır. Önce kendini olumsuzlama ile ortaya çıkaran görüngü; sonra onun karşıtının belirmesiyle ortaya çıkan yadsıma; en sonunda kendini ve karşıtını hem muhafaza edip, hem de yadsımayı kapsayarak aşma (Aufheben) var-oluş sürecinin uğraklarıdır. Diyalektik, her tikel gerçekliği değişimi ve bitimliliği içindeyken özündeki evrensel olan ile bağında bilmektir. Dünya diyalektiği, sınırsız oluşlar içinde belirmiş sınırlı var-oluşların ayrılma ve yeniden birleşme hareketidir. (moment)

 

Oluş içinde belirmiş her varlık, yalnız belirmediği ve değişerek başkalaştığı için varlıkların A=A ifadesi, kavram olarak doğru olsa da, gerçeklikte doğru değildir. Belirmiş varlık, kendiliğinde kalamaz ve değişir; tohumun ağaca dönüşmesi gibi. Nicelik-Nitelik yasasına göre, belli bir gelişme kademesine ulaşan basit nicelik değişikleri, sıçrama ile nitelik farkları haline dönüşür. Doğada açıkça görülen niceliğe sıçrayış, tarihte olgular düzeyinde nitelik ile ortaya çıkar. Bu bağlamda ‘Tarih, Dünya Tini’nin zaman içinde gelişmesidir.’ ve tarihteki olgular, tıpkı fenomenler gibi özünde evrensel akıl ile uyumludur.


Hegel ‘Bütün, Gerçek olandır.’ der. Gerçek, anlama yetisi ve neden-sonuç yargısı ile değil; tüm bağları içinde ve birlikte kavrandığında gerçektir. Doğa, Tin’in kendisine çelişik ve yabancı halidir; Tarih, onun ereğinde dünyalaşmasıdır. Doğadaki mekanik, kimyasal, organik ilişkilerden insan bilincine doğru ilerleyen Tin, kendini tarihte akıl olarak ortaya koyar. Tin’in özü özgürlüğüdür ve insan, bilinciyle doğada özgürlük olanağına sahip tek organizmadır ve bu zorunluluk ile insan, Tin’in taşıyıcısıdır. İnsan, duyuları ile çevresini tanıyarak, sezdiklerini kavramlaştırarak ilkel benlikten bilince evrilmiştir. Dil ile insan kavramsal düşünceye ulaşmıştır. Hegel’e göre insanı, insan yapan; gerçeklik dünyasını yadsıması ve onu değiştirmek için kavramlarla, imgelerle düşünmesi ve emek göstermesidir.


Ereğine doğru kendini dünyaya açan Tin, bilinç ile insanda özneleşir. Bilinç, doğadaki ve tarihteki oluşları içine yansıtarak yaşadığı tekâmül ile Tin’in betimlenmesinin gerçeğidir. Tin, kendini üç oluş içinde dünyaya açar: Öznel Tin, Nesnel Tin, Mutlak Tin. İlkel benlikten öz-bilince evrilirken insan, kendini kendilik olarak hissetmeye başlamış; doğayı ve karşısındaki güçleri yadsımış, böylece ortaya Öznel Tin çıkmıştır. Tanınmak ve kendini kabul ettirmek için insan, diğer insanlarla kıyasa mücadeleye girişmiş ve bu çatışma Efendi-Köle Diyalektiği ile olmuştur. Ölümü göze alan bağımsız efendi ile doğaya bağımlı köle arasındaki bilinç ve varlık mücadelesi sonucu, tarih sahnesinde Nesnel Tin ortaya çıkmıştır. Öznel Tin ile nesnel Tin’in birbirlerini kapsayarak aşması Mutlak Tin dir ve toplumun var-olma aracı devlet ile gerçekleşir. Özgürlük insanda bilinçtir, zorunluluk doğadaki bilinçsizliktir. Özgürlük bilincin kendini, kendi-için varlık olarak olumlamasıdır. ‘Özgürlük, yalnızca kendi özünü istemektir. Özgürlük, bilincin kendi özü neyse, yalnızca onu istemesidir. Özgürlük, kendinden başka bir şey istememektir.’


Halkların, ulusların tarihi Dünya Tini (Welt-Geist) için araçtır. Tarihin her aşaması, diğer aşamalardan farklı ve kendine özgü bir ilkeye sahiptir. ‘Bu ilke, tarihte Tin’in zorunlu belirlenimidir. Tin bu belirlenim içinde istencinin bütün yanlarını ve gerçekliğini somut biçimde ortaya koyar. Dünya Tini’nin bu ilerleyişi içinde devletler, milletler ve bireyler iyice belirlenmiş olan kendi özel prensipleriyle tarih sahnesinde boy gösterirler. Onların bilinci bu prensiple sınırlıdır ve kendi menfaatleri olarak görürler. Ama aynı zamanda bir gizli faaliyetin, kendi içlerinde çalışan Dünya Tini’nin bilinçsiz aletleri ve momentleridirler. Bu gizli faaliyet içinde özel şekiller yok olup giderken, kendiliğinde ve kendisi-için Tin, bir sonraki yüksek aşamaya geçişinin yolunu hazırlar.’ Dünya Tin’inin ulusları ve insandaki içgüdüleri, tutkuları gayesi için kullanmasına Aklın Kurnazlığı der Hegel: ‘İsteklerden, ilgilerden ve etkinliklerden oluşan bu muazzam kütle (insanların tutkuları), Dünya Tini’nin kendi ereğine erişmek, onu bilinç düzeyine çıkarmak ve gerçekleştirmek için kullandığı araçlar ve gereçlerdir. Genel’in, Dünya Tini’nin, insandaki tutkuları kendi amacı için kullanmasına Aklın Kurnazlığı denebilir.’


Hegel’e göre Hukuk, bilincin kendinden hareketle ürettiği ikinci dünyadır. Bilincin özgürlük yolundaki uğraklarının eylemidir hukuk düzlemi. Öz bilinç, aile ve sivil toplum içinde akla göre örgütlenmiş devlet ile gerçekleşebilir. Akla uygun devlet, bireylerin uzlaşmasının somutluğudur. İnsan özgürlüğü, öznelerin birbirlerini hukuk düzleminde karşılıklı tanıması ve sınırlaması içinde vatandaşlık hürriyeti ile olur.


Hegel ‘hakikat olarak hakikat’a, deneye başvurulmadan ve spekülatif olarak sadece felsefe düşüncesinin sınırları içinde kalarak ulaşmaya çalışır. Felsefe dizgesi gerçeği, yalnızca töz olarak değil; aynı zamanda özne olarak düşüncede kavramaya ve anlatmaya dayanır. Felsefi düşünme, duyu nesnesi herhangi bir şey üzerine düşünmeden (reflexion) farklı olarak; varlıkların, kendisi bir fenomen olan zihne yansıması ile ortaya çıkan ve devamlı gelişen kavramlar ile düşünmedir. Kavramlarla düşünmenin etkileşimi içinde nihayetinde felsefe, ‘varlığın kendi kendini düşünmesidir.’


Hegel Tin’in Fenomenolojisi‘ndeki diyalektik yöntemle, deneyimde ve bilinçteki olumluluk ile varoluş ve tarih zemininde ortaya çıkan çelişkiyi, bütünleştiren gayesine ve kendinin mutlak bilgisine doğru hareket eden Evrensel Akıl’ı betimlemeye çalışır. Dolayımsız duyu kesinliğinden, nesne dünyasındaki dolayım içindeki bilince, benliğini somutlaştırmak isteyen bilinçler arasındaki efendi-köle mücadelesi ve sonrasında devlet ve hukuk düzleminde uzlaşma süreci ile özbilince evrilen insan zihni, özündeki Tin’in özgürlüğüne doğru değişen varlıkların yansımasını içeren fenomen dir. Tin özne ile nesne, bilinç ile dış dünya arasında etkileşimlerle hareket eder. Tin hem varlığa, hem de varlık olan bilince etki eder.


Tümel kavram Varlık (Cevher ya da Tanrı), manevi ve soyut olması sebebiyle, varlıklarda belirmemiş olduğu için varlığını, dünyalaşan ve dışlaşan Tin (Geist) ile varlığa açar. Varlık, var-olanlar zeminindeki yokluğu ile aynı zamanda Hiçlik dir. Kozmos içinde ve kozmos olarak Tin’ın amacı, kendi kendisini varolan varlıklar içinde bulmak; kendisinin bilincine ve özgürlüğüne erişmektir. Evren ve gerçeklik, belirmeyen ve kendinde ve kendi-için Varlık’ın, kendisi dışındaki kendinde varlıklar (fenomen) halinde belirmesi ve oluşmasıdır.

 

Fenomenoloji: Felsefe ve Bilim


20. yüzyıl başlarında felsefe, insan ve dünya problemleri karşısında çıkmaza düşmüştü. Fenomenoloji (Görüngübilim), bu çıkış arayışında ortaya çıktı. Alman filozof Edmund Husserl, bu alanında önemli çalışmalar yaptı. Felsefenin yaşadığı çıkmaz karşısında, onun çalışmaları ile felsefeye yeni bir yön verdi. Husserl şu ifadesi ile amacını açıkladı: ‘Felsefe, felsefelerden değil; şeylerden hareket etmeli, fenomenlere dönmelidir.’ Sonrasında Martin Heidegger ve Takiyettin Mengüşoğlu gibi çok sayıda felsefeci, fenomenoloji alanında değerli çalışmalar yaptılar.
 
Öz (Essentia) Fenomen
Bilimler için fenomen, zaman-mekan birliği içinde meydana gelen olay, burada ve şimdi (hic et nunc) şey, görüngü ve bilinçte belirmiş varlıktır. Fenomenoloji ise, fenomene diğer bilimlerden farklı yaklaşır. Fenomenolojinin fenomeni, ‘öz (essentia) fenomeni’ dir. Öz fenomenleri, gerçeklik (real) içermeyen, olay olmayan, varlık tarzı ve minval göstermeyen fenomenlerdir. Fenomen real içinde doğal tavır ile bilince yansır. Öz fenomen, fenomenolojinin kendine has tavır ve yöntemi ile saf bilinçte kavranır.
 
Refleksiyon ve Redüksiyon
Fenomenolojinin tavrı, refleksiyonlu tavırdır. Fenomenoloji, bilim gibi deney-olay bilgisini değil; öz bilgisini araştırır. Fenomenolojinin, öz fenomen bilgisini elde etmek için uyguladığı yöntem, reduksiyon (ayıklama) dır. Fenomenoloji, diğer bilimler gibi görünenleri (real fenomen) değil, redüksiyon ile fenomenlerin öz bilgisini ortaya koymaktır. Redüksiyon ayıklama yöntemi ile real olayları değil, olayların irreal olarak varlığını, yani ‘öz’ halini kavramaya çalışır. Deduktiv, temel bir ilkeden hareket etmek ve açıklamayı bu ilkeden çıkartmaktır. Fakat fenomenoloji, betimleyici bilimdir. Onun açıklayacağı, deduktiv olarak çıkarım yapacağı temel ilkesi yoktur. Husserl’a göre fenomenoloji, varlıkları öz olarak kavramak ve kesin bilim olmak adına, kendisini her türlü teoriden uzak tutmalıdır. Fenomenoloji, ‘betimleyici öz bilimi’ dir.
 
Öz Alanı
Fenomenolojinin betimlemesi, duyulara dayalı (emprik) neden-sonuç merkezli deneyim betimlemesi değildir; onun yaptığı ‘öz betimlemesi’ dir. Öz betimlemesi, öz alanında yapılır. Öz alanında reailitenin, fenomen olay bilgisinin, rastlantısal gerçekliğin yeri yoktur. Görünen, deneyim edilen, rastlantısal olan redüksiyon ile ayıklanır. Refleksiyon tavır ile geriye sadece öz ile ilgili sorular kalır. Fenomenolojinin alanı, olayların değil; olayların özü ile ilgili soruların ve cevapların alanıdır. Örneğin psikoloji, algı üzerine araştırma yapabilir; algının gerçekliği ve deney-bilgi verileri üzerinden açıklama yapabilir. Fenomenoloji ise refleksiyon tavır ile algı, algı olarak hani öz değerleri içerir? gibi sorular sorup, cevap arar.

Teori ve tümdengelim (deduksiyon) yöntemleri, fenomenolojide yoktur. Geometri, bilim olarak fenomenolojiye yakındır; çünkü ikisi de real varlık hakkında yargıda bulunmaz. Fenomenoloji algı ve deneyim verilerini değil, fiksiyonu temel alır. Fiksiyon (yapıntı) reel gerçekliğin, bilgi-deneyim  verilerinin dışında ve bağlamında düşünülmesidir. Anlam merkezli tin bilimlerin (eidetik) temeli fiksiyondur.
 
Özgörü
Peki, zaman-mekan koşullarına bağlı olmayan öz fenomenleri, nasıl görülebilir hale gelebilir? Bunun için Husserl’a göre, özgörü gerekir. Her özgörünün temelinde tabi ki, reel ve deneyime dayalı fenomen görüsü vardır. Tabi ki kırmızı renk özgörüsü için, kırmızı bir nesnenin görüsünden hareket ederiz. Ama öz, tekil ve duyuma dayalı deneyim olan gerçeklik ile ilgili her şeyi ayraç içine aldığımızda ortaya çıkacaktır. Akt, bilinç-fenomen arasında bağ kurmaktır. Öz, redüksiyon aktı ile bilincimize verili hale gelir.

Bu sebeple genel olan özler, hem gerçek nesnelerden, hem de hayal ürünü (fantazma) şeylerden hareketle betimlenebilir. Burada fiksiyon yönetimi etkindir. Çünkü, öz bilim betimleyici olarak fenomenolojinin tekil ve rastlantısal olaylarla doğrudan ilgisi yoktur. Öz hakkındaki bilgi, real ve güncel varlık hakkında bir şey söylemez, yargıda bulunamaz. Öz alanı, gerçeklik ve duyum dahil, ‘Hayat Aktı’ içindeki şeyleri kapsadığı için alanı çok geniştir.
 
İçkin ve Aşkın Özler
Öz bilgisi ikiye ayrılır: İçkin (immanent) ve Aşkın (transcendent) öz. Fenomenolojinin çalışma sahası içkin özlerdir. İçkin öze yönelirken fenomenolojinin amacı dolaysız, açık-seçik ve kesin bilgiye ulaşmaktır. İçkin ve aşkın özün varlık biçimleri birbirinden farklıdır. Aşkın özlerin alanı, göreceli varlık alanı olarak, real varlıkların yani şeylerin alanıdır. İçkin özler, mutlak varlık olan saf ben özleridir. Örneğin adalet hakkında soru, gerçekliğin aşkın özü hakkında olur. Adaletin anlamına, imgelemine dair soru, onun içkin özü ile ilgilidir. İçkin öz, saf bilinçte belirir ve saf bilinç, fenomenolojinin araştırma alanıdır.
 
Öz Algısı
İçkin ve aşkın özlerin, kendileri gibi içkin ve aşkın fenomenleri vardır. Gündelik yaşam ve bilim aşkın fenomenleri konu edinir. Fenomenoloji ise, içkin fenomenlerle ilgilidir. Bilim, duyu algısı üzerinden nesnesini seçer ve veriye dönüştürür. Doğal tavır, bilgi sağlayan algı olarak deneyim ile oluşur. Özel tavır ise, öz algısını ortaya çıkartır. Öz algısı, duyu algıdan farklıdır, deneyim algısı değildir. Doğal tavır ile gelen algı ve deneyimin varlık tarzlarının ayraç içine alınması ile öz algısı ortaya çıkar.

Doğal tavır olarak algı, tek tek nesnelerin bilgisidir. Öz algısı da bir şeyin bilgisidir, fakat yöneldiği varlığı öz olarak kavramanın bilgisidir. Öz algısı, varlığın varlık tarzlarını içermez. Fenomenoloji varlığı, hiçbir teori ve varsayıma dayanmadan kavramaya çalışır. Doğal algı, tavır ve deneyimi ayraç içine alarak çalıştığı için bilinç alanında yapılması ve ortaya konulması zordur. Özel eğitim ve ilgi gerektirir fenomenolojik bakış


Hegel - Tinin Fenomenolojisi

                    

 

Tin, ölümün, yani olumsuzun suratına gözlerini kırpmadan bakabilen, olumsuzun yanında konaklayabilen güçtür. İşte bu konaklamadır olumsuzu, varlığa dönüştüren büyülü güç."

Tinin Fenomenolojisi Önsöz

 

 

Hegel’in en önemli eseri 1807 tarihli Tinin Fenomenolojisidir. Alman felsefesinde Geist (İng. spirit) varlıkların, var olagelmesini sağlayan tözdür; insan ruhunun ve bilincinin özüdür. Geist’in dilimizdeki karşılığı Tin, eski Türkçede “Tın” kökünden gelir. Tin, evrendeki güçlerin tümüne içkin cevher dir. Tin, Türkçede ruhsal anlamında da kullanılır. Arapça ‘Ruh’ ve Farsça ‘Can’ kelimeleri de, Tin kavramını yansıtır. Tin (Geist), mekan-zaman içinde dünyalaşan ve varlıkları, oluş zeminine taşıyan ve onlarla değişen, çelişen, birleşen ve en sonunda kendine dönen İde’nin (Mutlak, Kendinde-Varlık, Tanrı, Evrensel Akıl) hareketidir. Tin, Kendinde ve kendi için Varlık dır. Tin, İde’nin evrendeki hareketinin özüdür. Doğa, İde’nin kendi dışına açılması ve kendine çelişki ile somutlaşması, madde kazanmasıdır. Tinin uzamda açılması Doğa, zamanda açılması Tarih dir. Tarih, insan ve kültür dünyası; Tinin dünyalaşmasıdır. Tinin gayesi, kendi özgürlüğünün gerçekliğini bilmek ve görmektir.

Tinin Fenomenolojisi adlı eser bilincin değişiminin ve tarih içindeki yolculuğunun betimlenmesidir. ‘Tin, insan ile varolur. Gerçeklik dünyası, sınırsız oluş içinde eksiltili ve değişen fenomenler bilgisidir. Bu sebeple Hakikat, bütündür.’ der Hegel ve Felsefenin görevini şöyle açıklar: ‘İde’yi yâda Mutlak’ı düşünce ile kavramak.’ Fenomenoloji, doğada dışlaşan ve tarihte olgulara dönüşen Tin’in görüngü sürecini; bilincin deneyimi olarak, kültür dünyasının antropolojik katmanlarını içinde betimler. Tinin tarihte kendisini gerçekleştirmesi, tinsel varlık olarak insana ve bilince bağlıdır. Kitap uzun bir önsüzün ardından Bilinç, Özbilinç, Akıl, Tin, Din, Mutlak Bilme bölümlerinden oluşur.


Bilinç, Fenomen, Fenomenoloji

Fenomenoloji, bilginin olanaklarını ve koşullarını araştırır; zihnin işleyişinin ve evrensel bilincin betimini sunar. Fenomenoloji, bilincin kendisini de fenomen olarak ele aldığından; algı ve deneyim ile ortaya çıkan özne-nesne ikiliğinin aşılmasını ve şeylerin özüne dair bilgi olanakları betimlemeyi hedefler. Fenomenoloji, yargı ve neden-sonuç kesintilerine uğratmadan, bilincinin geçirdiği değişimin bilimidir. Bilim, Tinin varlıklara açılmasının bilgisidir. Gerçeklik, diyalektik oluş düzleminde, zaman-mekândaki çelişki ve kapsayarak aşma (Aufhebung) ile gerçekleşir. Gerçeklik, kendinde gerçeklik olarak şeylik kazanmaz. Çünkü gerçeklik, her zaman kendine yönelmiş bir bilinç tarafından bilinen gerçekliktir.

Bilinç deneyimi ile soyut ve dolayımsız Kavram (mutlak), dolayıma girer ve gerçekliğe yansır. Bilinç, kendinde belirmiş fenomenlerin ortaya çıktığı varlıktır. Dış dünya nesnelerinin kendinde ve öz gerçekliğe sahip oldukları savunmak çelişkilidir. Şeyler, rastlantısaldır. Tekil nesneler, tikel kavramlar; şeylerin özündeki evrensel aklı ortaya çıkarmadığı için; dolaysız olarak verilmiş olanı betimleyeme dayalı yöntem olarak fenomenoloji, deney ve pozitivist argümanları yadsıyarak, şeylerin özünü ve bunların ortaya çıktığı evrensel bilinci araştırır.

Fenomenoloji, bilincin yâda zihnin özünün betimlenmesi, araştırma sahası yapılmasıdır. Hegel, Kant’ın phenomena (beliren şey) ve noumena (kendinde şey) biçimindeki epistemoloji ayırımını kritik eder; fakat çözümü belli minvallerde belirsiz kalır. Bilinç tarihte ilk önce kendi kendini deneyimler; hem özne, hem de nesnedir. Öznelliği ‘ben’ olarak ayrışmamıştır. Tarihin diyalektiği ve uğrakları içinde bilinç gelişme gösterir; karşısındaki bilinçleri tanır,  mücadele eder ve öz bilinç olur. Bilincin gelişmesi, aynı zamanda ona varlık imkânı veren Mutlak’ın kendisini dünyaya açması, özünü göstermesidir.


Mutlak, İde, Evrensel Akıl

İde, hakikatin kendisidir. İde, kendinde ve kendisi için hakiki olandır; kavram ile nesnelliğin mutlak birliğidir.’ Özne ile nesne, reel ile ideal, sonsuz ile sonlu oluş minvalleridir İde’nin. Mutlak, varlıklar için olanak ve güçtür. Mutlak, gerçekliğin henüz olmadığı durumdan, başlangıçta olmayan durumdan, olmaya geçmiştir; oluş ile gerçekliğe olanak (energeia/dynamis) vermiştir. Mutlak, varlıklar âleminde kendini, kendinden başkalaşarak gösterir. Tin, değişme, çelişme ve bütünleşme ile uğraklardan geçerken; aynı zamanda özdeşliğinde kendinde-Varlık dır. Gerçeklik (realite), İde’nin dünyada kendini gerçekleştirmesidir. Tinin doğada, tarihte ve bilinçte gerçekleşmesi özgürlük olacaktır. Tin, aslında hep kendisine geri dönen ve özdeşliğini koruyan İde’dir. İde’nin mutlak ve kendilik bilincine sahip görümündür Tin.

İde ile Akıl özdeştir ve bu sebeple “Akli olan gerçektir ve gerçek olan aklidir. Gerçeklik, akıl ile anlaşılabilir olandır. Gerçeklik, akıl ile ortaya konulan İde’dir.” der Hegel. İde’nin özdeşliği içinde dünyalaşır Akıl. Tarih, aynı zamanda İde olan Evrensel Akıl’ın (Tanrı Yasası) gerçekleşmesinin mekânıdır. Aklın Gayesi, tarihte ilerlerken Tinin kendi gerçekleştirmesi, kendilik bilincine varmış Tin olmasıdır. Tarih ile Tin dünyalaşır ve özü İde’ye geri döner; böylece kendi kavramını gerçekleştirir, gerçeklik olur İde. Mutlak, ancak sonda ortaya çıkar. Fenomenoloji’nin önsözünde bunu şöyle ifade eder: 'Hakiki olan bütündür. Bütün ise, kendi gelişimi yoluyla, kendini tamamlayan özden başka bir şey değildir. Mutlak hakkında, onun aslında bir sonuç olduğu, ancak sonda gerçekten olduğu şey olduğu söylenmelidir.'


Öznel, Nesnel ve Mutlak Tin

Gerçeklik, Tinin dünyalaşmasıdır ve “Gerçek, nesnel Tindir.” Var-oluş uğraklarında Tin, tekil bilince yansırken Öznel Tin; tekil bilinçlerin mücadelesi içinde Nesnel Tin, aynı zamanda evrenselliği ile Mutlak Tin dir. Varoluş zemininde belirerek kendini öznenin bilincine açan Tin, aynı zamanda özünü taşıdığı Mutlak’ın tümelliğini de zaman içinde açar. Öznel, nesnel ve mutlak Tin, varlık zemininde belirişleri ile ayrım olsa da, aslında Mutlak olanın özdeşliğinde ortaya çıkar. Tümel ve tekil, sonsuz ve sonlu uğrakları içinde barındıran Tin; aynı zamanda, Mutlak’tan eksilerek somutlaşır.

Dünya Tini, sürekli oluş halinde ve çelişki ile madde ve form kazanır; belirir ve ayrım ile somutlaşır. Özdeş ve tümel İde; doğada nesnel Tin, insanda öznel Tin olur. Kendisini olumsuzlayarak varlıkları hem muhafaza edip, hem de kapsayarak (Aufhaben) ilerler. Doğa, düşünceden yoksun madde olduğu için özgürlüğü veremez; bu yüzden Tinin amacı, özünde özgürlük taşıyan insan bilincine, düşünceye yansımaktır. Tinin saltık gerçeği, aktüelde tamamlanmış değildir. Tin nesneleşmesi sonludur ve bu sonluluk, özbilinç ile bütünleşen Mutlak Bilme ile ortaya çıkar.


Tarih ve Özgürlük

Özgürlük, Tinin kendini gerçekleştirmesidir. Tarih, inişli çıkışlı ilerler ve çelişkiler sonrasında bütünleşerek evrilir. Hegel’e göre Dünya Tini (Welt-Geist), siyasi liderleri, komutanları (kral İskender, Sezar, Napolyon) ve kavimleri, halkları ve özellikle de ulusları; kendi son amacını gerçekleştirmek, özgürlüğünü somutlaştırmak için araç olarak kullanır. Doğu toplumlarından, antik Yunan’a, Roma döneminde Cermen dünyasına ilerlemiştir Dünya Tini. Protestanlık ve Reformasyon sonrası, ilk defa Cermen Dünyası ile insan, öz-bilinç kazanmıştır Hegel’in Batı merkezli tarafgir tarih felsefesine göre.


Birey, Sivil Toplum, Devlet, Etik

Devlet, birey ve sivil toplumun çatışan öğelerini hem içinde alan, hem de diyalektik ile üst bir uğrağa taşıyan etik düzlemdir. Birey özgürlüğü, önce doğal ihtiyaçlarını bağımsız biçimde sağlayabilmesi, sonrasında özgürlüğünü toplumdaki diğer bilinç sahiplerinin özgürlüğü ile sınırlayabilmesidir. Hegel’in devlet düşüncesi bireyi değil, tümel olanı savunur; etik anlayışı da pratik olanı değil, olguyu temel alır. Toplumsal güç ile bireyin özgürlüğünü uzlaştırmak, modern devlet ile gerçekleşir. Devlet, birey ve cemaatlerin özgürlüklerini sınırlayarak uzlaştırdığı için aynı zamanda sivil toplum dur.


Mutlak Bilme - Zamanın Sonu

Son, Tinin kendisini Tin olarak doğru ve kesin biçimde bilmesidir.Mutlak Bilme’ bölümünde Hegel şöyle açıklar: ‘Tinin bu son biçimi –aynı zamanda kendi tam ve hakiki içeriğine kendilik formu veren ve bu yolla kendi kavramını gerçekleştiren, bu gerçekleştirmede de kendi kavramı içinde kalan Tin, mutlak bilmedir.’ Tinin dünyalaşmasının sonu, aynı zamanda Zaman’ın sonudur.

Tin, kendini zamanda dışsallaştırır; ama bu dışsallaşma tinin kendisinin dışsallaşmasıdır; negatif kendisinin negatifidir.’ Bu dışsallaşma yoluyla, çeşitli form ve içerikler üzerinden kendine geri döner ve ‘Tin, kendi varoluşunun saf öğesini, kavramı elde eder.Kavramın tam gerçekleşmesi, yâda kendi hakikati içinde Mutlak; Tin kendinin bilincine varmadan önce zamanda görünmez. ‘Zaman, orada olan kavramın kendisidir. Tin zorunluluk ile zamanın içindedir ve zamanda görünür. Ta ki kendi saf kavramını bulacağı, yani zamanı sileceği ana kadar.” Hegel kendi dönemi ve felsefesinde özbilinç ve özgürlüğün düşüncede elde edildiğini söyler.


Varlık ve Hiçlik

Kendinde ve kendi-için Varlık, varoluş zemininde belirmediği için, bilim ve gerçeklik ile tamlığında bilinemez ve kavranamaz. Kendinde-Varlık, tümel Kavram olarak, varlıkların dışındadır. Kendi-için Varlık mekanik, kimyasal ve organizma var-oluş ile dış-varlıklara olanak vermiştir. Doğaya, tarihe ve bilince yansıyarak Tin ile dünyalaşmıştır. Onun özünü, imkânını içermeyen hiçbir şey; var-oluş bulamaz, gerçeklik olamaz. 

Kendinde-Varlık’ın sonsuz özdeşliği ile sonlu Tin’in özne bilincindeki belirmesinin ve uzlaşmasının sonucu Kavram ile Gerçeklik bütünleşecek ve Tin, kendinin kendinde-bilincine ulaşacaktır. Tin dinde Tanrı, sanatta İmge, felsefede Düşünce dolayımı ile kavranır. Kendi-için Varlık özgürlüğünde sınırsız olduğundan, sonlu insan bilinci için sonsuzluğu ile Hiçlik dir.


Kant-Salt Aklın Eleştirisi: Sezgi, Tam-Algı, Anlama Yetisi, Analitik, Sentetik ve A priori Sentetik Yargı


Varlık alanında beliren her şey, zaman-mekân koşulları görüngüdür. (Kant felsefesinde zaman-mekan hakkında bilgi için tıklayınız)


Analitik ve Sentetik Yargı


“Bütün yargılarda, bir kavramın bir yükleme bağlantısı söz konusudur. Bağlantı iki biçimde olabilir. Ya B yüklemi, A kavramına aittir; yani A kavramında içerilmiş herhangi bir şey dir. Yâda B yüklemi, A kavramının bütünüyle dışında olmakla beraber, gene de onunla bağlantılıdır. Birinci durumdaki yargıya analitik, diğerine ise sentetik diyorum.” (SAE) 

Analitik (çözümleyici) yargı, deneye başvurmadan a priori ve tümel olandır. Sentetik (sentez) yargı, görüngü ve deney ile bilgimizi çoğaltandır. Kavram (konu) ile yüklem arasındaki bağlantısına göre bir yargı, analitik veya sentetiktir.

Kavramlardan biri ötekini tam içerdiğinde, bu iki kavram arasındaki ilişki analitiktir. Analitik olumlu yargının en basit örneği, “A, A dır” dediğimde gerçekleşen özdeşliktir;  kavram, yüklemi tam olarak içermektedir. Analitik yargılar, a priori dir; çünkü deneyden ve yanılsamadan bağımsız, ne ise o olmaları ile belirlenmiştir. 

Analitik yargı, kavramın dışına çıkmadığı için yeni bilgi vermez, mevcut bilgiyi çözümler. Sentetik yargı, kavramın dışına çıkarak yargıdaki niteliği, bir başka konuya-kavrama taşır ve yeni bilgi oluşturur. Sentetik yargı, deney ile ortaya çıkar ve aynı türden olmayan iki kavram arasında bağlantı kurar. Bu bağda, kavramlardan biri ötekini, tam olarak içermez. Örneğin “Gül kırmızıdır” sentetik bir yargıdır; kırmızı ile gül arasındaki bağı içerir ama kırmızı olmayan gül, gül olmayan kırmızı şeyler dışarıda kalmıştır. Sentetik yargı  “A, B dir” ifadesidir ve deneye bağlı (a posteriori) bilgidir.

Analitik yargı açıklayıcıdır ama bilgiyi genişletmez, çünkü yüklem kavrama yeni bir şey katmaz. Örneğin, “bütün cisimler yer kaplar” dediğimde “yer kaplama” yüklemi, “cisim” kavramının tümelliğindedir, içindedir. Bu yargıdan yeni bir şey öğrenemeyiz çünkü yer kaplama kavramı, zaten cisim tanımı içinde yer almaktadır. Analitik yüklem, konu hakkında yeni bilgi vermez, yalnızca açıklar ve zorunluluğun bilgisidir. 

Sentetik yargı, kavram ve pratik olarak bilgimizi genişletir. Örneğin “tüm cisimler ağırdır”, ağırlık yükleminin niteliği üzerinden “tüm cisimler” kavramına eklenmiş sentetik yargıdır. Kavram olarak ağırdır, tüm cisimleri kapsamaz ve tüm cisimler, kavram olarak ağırlık niteliği altında toplanmaz. Öyleyse, ağırlık yükleminin cisim kavramı ile birleşmesinin olanağını veren zemin deneyimdir. 

Sentetik yargı, deneyim ile kavramının dışına çıktığı için yüklem, yeni bilgi verir. Sentetik yargı, deney koşullarında ölçebilir. Ancak deney koşullarında şimdi-burada ölçülen ve tespit edilen bilgi, her zaman ve koşulda gerçekleşmez, bu yüzden evrensel ve mutlak bilgi değildir. Kant sentetik bilginin izafîliğini aşmak için a priori sentetik yargıyı geliştirmiştir. 


A priori Sentetik Yargı


Kant’ın geliştirdiği a priori sentetik hem deneyim ile bilgimizi genişleten içeriğe, hem de zorunlu ve tümel olan bilgiye sahiptir. A kavramı tam olarak dışında olduğu B kavramına bağlanarak, zorunluluk ilkesi ile A kavramı hakkında bilgi üretir. Örneğin “Her olan şeyin bir nedeni vardır” önermesi; “olan şey” kavramı ile “neden” kavramı (A ve B kavramı olarak) birbirlerinden bütünüyle ayrıdırlar. 

Neden kavramı, olan şey kavramının dışındadır veya olay şeyin görünümü içinde değildir; belirmesinin koşuludur ama deneyin kapsamında değildir. Peki, Neden kavramı, olan şey kavramı içinde bulunmadığı veya görünmediği halde ilintisini, hem de zorunlu ilişkisini nasıl çıkarsıyorum?  Sezgi ve anlama yetisi meydana getirir bu yargıyı Kant’a göre.  “Her olan şeyin bir nedeni vardır” deney yargısı değildir, a prioridir ama aynı zamanda deney gerçekliğinde zorunluluğu gözlenebilir.

A priori sentetik, deneyden gelmeyen (a priori) ama deney-nesne bilgisiymiş gibi bilgimizi genişleten (sentetik) yargıdır. Örneğin “Doğru çizgi, iki nokta arasındaki en kısa yoldur yargısı ile “doğru çizgi” kavramının niteliği üzerinden “en kısa yol” bilgisine ulaşırız. Bu yargı hem deney dışıdır, hem de deneyle yanlışlanamaz tümellik taşır, yani mantıksaldır. Bu nedenle doğru çizgi, hem sentetik hem de a priori dir. 

Matematik ve fizik bu tür yargılardan oluşur Kant’a göre. Sentetik a priori yargı deneyden elde edilmez, çünkü öncülü akıldan gelir ama her türlü deneye de uygulanabilir. Metafizik, eğer güvenilir bilgi olmak iddiasını gerçekleştirmek istiyorsa, a priori sentetik yargılardan oluşmalıdır.


Sezgi - Kavram


Sezgi, a priori ve a posteriori bağlam içerir. Duyum, sezginin a posteriori yanıdır; sezginin formunu belirleyen a priori yanı ise, zaman ve mekânın verdiği zemindir. Zaman, iç duyum üzerinden sezgiyi şekillendirirken; mekân, dış duyum üzerinden sezginin koşullarını biçimlendirir. Nesnenin bilgisini olanaklı kılan iki koşul vardır. Birincisi, nesnenin ancak bir görüngü olarak belirmesini, verilmesini sağlayan Sezgi; ikincisi, bu sezgiye karşılık nesnenin düşünülmesini sağlayan Kavram.” (SAE) 

Nesnelerin belirmesini sağlayan ilk koşul sezgi, nesnelerin gerçekliğini, biçimini mümkün kılan zamanda neşet eder. İkinci koşul kavram, sezginin elde ettiği görüngüyü, deneyime dönüştüren salt aklın bağlantısıdır. Herhangi bir deneyim nesnesi, ancak kavramlar aracılığıyla düşünülebilir. Deneyim ile kavramlar arasında zorunlu bağ olmadıkça görüngü, nesne ve bilgisine dönüşemez. 

Görünüşlerin, bilgiye dönüşmesi için salt aklın iki kuvveti sezgi (duyarlılık, seziş) ve anlama yetisinin (kategoriler) uyumlu çalışması gerekir. Kant, sezgi ile anlama yetisinin sınırını belirler. Duyu ile veri, izlenim alınır zaman-mekan formlarının zorunluluğunda algıya taşınır ve sezgiye dönüşür. Sezgiye dönüşen veri, artık görüngüdür; anlama yetisi bu görüngüyü sentezler ve yargıya varır.


Tam-Algı


Ampirik (deneye dayalı) algı; rastlantıya, duyu yanılgısına açıktır. Kant ise, transandantal (deneyüstü) tam-algıyı öne çıkarır. Transandantal tam-algı, kategorilerin tümel ve zorunlu birliğine dayanır. “Transandantal tam-algı, tüm insan bilgisi alanının en üst ilkesidir. Tüm birleşme kavramlarını, önceleyen ve kavramsal olmayan birliktir.” (SAE). 

Tam-algı, sezgiden farklıdır. Sezgi, düşünme ediminden önce meydana gelen veri olmuş, belirmiş tasarımdır. Anlama yetisi, kategoriler aracılığıyla tam-algının a priori birliğini sağlar. “Tasarımların çokluğu olarak sezgi, bulunduğu öznede “Ben düşünüyorum” ile zorunlu bir ilişkiden yoksun ise, sezgi anlamsızdır.” (SAE) “Ben düşünüyorum” tam-algının kendiliğinden ve özgür etkinliğidir. Tam-algının, “ben düşünüyorum” etkinliği ile sezgi, bilgi nesnesine dönüşür. Ben düşünüyorum eylemi, insan canlısının doğa içindeki ayrıcalığıdır.


Anlama Yetisi ve Kategoriler


Bilginin iki kaynağı, akıl ve anlama yetisidir. Kategoriler, görüngü (fenomen) üzerine düşünmenin temelini oluşturan a apriori zorunluluklardır. Kategoriler, sezgide belirmiş görüngüyü; nesneye, bilgiye dönüştürmek için aklın kullandığı düşünme biçimleridir, formlardırlar. “Anlama yetisi, a priori yasalarını doğadan almaz; onları doğaya buyurur.” (SAE) 

Kategoriler, deneyim süreci içinde anlama yetisi ile ortaya çıkarlar. Kant’a göre anlama yetisi (verstand); birbirlerinden ayrı on iki salt formdan, kategoriden oluşur. Duyum ve sezgi içinde ortaya çıkan veriler; içi boş şema olan kavram kategorileri ile dolarak yargıya, bilgiye dönüşür. Dış duyumlara ve iç sezgilere, anlam yüklemek için bekleyen boş kalıplardır kategoriler. Bu nedenle Kant: “Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür” der. Anlama yetisi, “ben düşünüyorum” ile görüngüler üzerinden sentez yargılara ulaşır.  

Dört temel kategori vardır: Nicelik, Bağlantı, Kiplik, Nitelik. Her kategori, anlama yetisini de belirleyen a priori koşullar içinde üç alt kategoriyi ortaya çıkarır. Nicelik: birlik, bütünlük, çokluk üretir. Bağlantı: öz, nedensellik, karşılıklı olma üretir. Kiplik: olanak, varlık, zorunluluk üretir. Nitelik: gerçeklik, olumsuzlama, sınırlama üretir. 

Nesneleri ayrıştıran, düzenleyen ve bilgi haline getiren evrensel yüklemdir kategoriler. Kant, anlama yetisinin ve kategorilerin sadece görünüşlerle ilintili olduğunu, deney dışına çıkmasının ve kendinde şey’ler (numen) hakkında yargıya varmasının, aklın yanlış kullanımı olduğunu söyler ve ekler “Çünkü kategoriler, yalnızca uzay ve zamandaki sezgilerin birliği ile bağlantı içinde anlam taşırlar.”



Kant - Salt Aklın Eleştirisi: A priori: Zaman-Mekan, Deneyim ve Kendinde-Şey



Kant’ın kritik üçlemesinin ilk eseri “Salt Aklın Eleştirisi” dir. Kant felsefesinin ölçütü, akıldır. Aydınlanma filozofu olarak matematik kesinliğe sahip felsefeyi amaçlamıştı. Felsefenin tüm sorunlarını, çelişkileri ile birlikte analiz etmek için eleştirel yönetimi kullandı. Yaklaşık 800 sayfalık Salt Aklın Eleştirisi, bilgi ve nesnesi üzerinden aklın ve bilginin sınırlarının belirlenmesidir; metafizik olanağının araştırılmasıdır. 

Önsel (A Priori) ve Deneyim (A Posteriori)

Deneyden bağımsız salt bilgiye “a apriori”; deneyden gelen bilgiye “a posteriori” denir. Klasik felsefede bir yargı, ya analitik (apriori) dir; ya da sentetik (aposteriori) dir. Zorunluluk, kesinlik ve tümellik a priori bilginin kavramlarıdır. Deney, doğru bilgiyi belirleyebilir ama bu öznel, rastlantısal da olabilir

Bu nedenle deney tümevarımı, görece yargıdır ve hiçbir zaman tümellik veremez. Evrensel ve zorunlu olan bilgi, apriori dir; çünkü deneyimde verilmemiştir. A priori olan “her zaman” ve “kesinlikle” kavramlarını içerir. 

Zaman-Mekân

“Her bilgi deneyle başlar ama tümüyle deneyden çıkarılamaz.”(SAE) Bilgilerimizi biçimlendiren akıl formları, a priori (önsel) dir. Deneyim koşullarını belirleyen ve fenomenlerin temsillerini biçimlendiren, Zaman ve Mekân dir. Bilgi, zaman-mekânda olandır. Zaman-mekân; insanın duyum, kendilik ve gerçeklik zeminidir; insanın varlık koşuludur. Zaman-mekân, görünüşleri mümkün kılandır. “Görünüşleri zamandan ayıramayız. Çünkü tüm görünüşleri mümkün kılan, a priori verilmiş zamandır. 

Zaman tek boyutludur. Farklı zamanlar, sadece bir tek zamanın parçalarıdır. Zamanın prensipleri, deneyim tarafından veriliyor olamaz.” (SAE) ”Mekân, dış deneyimlerimiz ile ortaya çıkan kavram değildir. Bizdeki temsil, nesneler arasındaki ilişkilerin görünüşlerinden deneyim ile elde ediliyor olamaz. Aksine Mekânın temsili, görünüşlerin zemininde yer alıyor olmalıdır ki; bu görünüşleri, duyularımıza verilebilsinler.” (SAE)

Zaman-mekân, belirmiş olanın belirmesini sağlayan koşulları meydana getiren mutlak kategorilerdir. Diğer kategoriler ise, anlama yetisi ile ortaya çıkar ve deneyimin yüklemlerini meydana getirirler. Yüklemleri ve kavramlarını ortaya çıkartan, mümkün kılan a priori olan zaman-mekândır. Akıl, zaman-mekânda ortaya çıkan tasarımları çeşitli bağlantılara tabi tutar. Kant’a göre aklın (vernunft) iki farklı yetisi vardır: duyarlılık (sinnlichkeit), anlama yetisi (verstand). 

Duyarlılık ile görüngü (fenomen) algıya ulaşır; anlama yetisi, görüngüyü kavramlarla sentezleyip; yargıya dönüştürür. Görüngünün beliriş koşullarına bağlı olarak farklı sentetik bilgiler üretilir. Kant’a göre zaman-mekân, duyularımızı aşan transandantal gerçektir. Duyumu, görüngüyü ve sezgiyi olagetiren zaman ve mekân; töz olarak nesnelere yüklenemez; yani zaman-mekân, nesnelerin öncesinde a priori dir. Zaman-mekan algılanan, anlaşılan ampirik şeyler değildir; zaman-mekan, şeyleri sezme ve görüngüleri anlama yetimizi belirleyen zorunluluklardır.

Kendinde-Şey (Ding as sich - Noumenon)

Kant’a göre bilmek ve düşünmek, iki ayrı akıl eylemidir. Bilmek, deneyim ile gelen kesin ve kanıtlamış bilgidir. Düşünmek, salt aklın metafiziğe doğal yatkınlığıdır ve idelere dayanır. Bilim, görünüşler dünyasına (fenomen) aittir. 

Kendinde-Şey (ding as sich - noumenon) hakkında bilgi sahibi olamayız. Kendinde-Şey, duyarlılık ve anlama yetisi içinde görüngü olarak belirmez ama salt akılda “İde” olarak vardır. İdeler, Kendinde-Şey’lerdir; onları bilgi olarak bilemeyiz ama doğal yatkınlıkla düşüncenin nesnesi olarak düşünürüz.

Klasik felsefe, duyumsanır görünüşler (fenomen), düşünülebilen özler (noumenon) arasındaki ikilik çevresinde gelişmiştir. Fenomen, her zaman özeninin deneyimi olduğu ve yanılsama da içerdiği için mutlak doğruyu veremez. Bu nedenle Kant fenomenin görünüş değil, beliriş olduğunu söyleyerek; onu algıdaki öznelliğini tam-algı kavramı ile aşmaya çalışmıştır. 

Belirmiş olan -görünüş yâda öznellikten farklı olarak- kendini beliren olarak ortaya koyan koşulların bir şeyidir, mutlak olana bağlıdır. Fenomen, duyumsanır. Kendinde-Şey, düşünülebilir öz, düşünce olarak şeydir. Kendinde Şey, zaman-mekan ve kategoriler ile bilinemediği için, beliriş ve deneyimin dışındadır. Kendinde-Şey’e ancak pratik akıl buyrukları (postulat) ve ahlak yasası ile ulaşılmaya çalışılır.

Bugün, Bilim-teknik alanında yaşanan gelişmelerle Kant epistemolojisi önemini kaybetmiştir. Onun öğretisi, Newton fiziğine ve Öklit geometrisine dayanan matematik kökenli bir felsefedir. Newton fiziği göre, zaman-mekân evrenin değişmez ve mutlak koşullardır. 

Fakat modern fiziğe ve geometriye göre zaman-mekân (uzay), birbirinden bağımsız ve değişmez değildir; aksine birbiri içine girmiş, dinamik, göreli ve esnektir. Bu sebeple Kant’ın fenomenlerin özünü oluşturan numenlerin bilinemeyeceğine dair görüşü, bilimsel geçerliliğini kaybetmiştir. Diğer taraftan Kendinde Şey’lerin salt aklın düşünce yetisinde ortaya çıkan ideler olmasının metafizik mümkünlüğü olarak Tanrı, özgürlük ve ruh hala modern felsefenin gündemini oluşturmaktır.