erken-ben etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
erken-ben etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Haset ve Şükran - Melanie Klein


Ölüm ve zulmedilme kaygısı ile dolu doğar, rahim içi ortamını kaybeden bebek. Annenin kendisini itkiden, kaygıdan ve acından kurtarmasını ister bebek. Oral dönem ve erken-ben için meme, yaşam kaynağıdır. Eğer ilk nesne ilişkisi -meme ve anne ile ilişki- güvenli ve yeterli zeminde gelişirse, bu zemin haz yetisine serbestlik sağladığı için benlik; yaşamın diğer evrelerinde olumlu, yapıcı, yaratıcı duygu ve nesne ilişkilerini zaman zaman ortaya çıkan yıkıcı deneyimlere, kayıplara rağmen yeniden kurabilir. Meme iyi de olsa, doğum öncesi rahimdeki doyumu ve güveni veremeyeceği için, erken-ben için doyumsuzluk kaçınılmazdır aslında. Ve sonrasında yetişkin birey içinde imkânsızdır mutlak doyum.

Haset, kıskançlık ve açgözlülük arasındaki farkları görmek gerekir. Haset, arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil de ona haz verdiği inancının yol açtığı kızgın bir duygudur; hasetli itki, o istenen şeyi sahibinden çekip almaya yada bozmaya, kirletmeye yönelir. Şu da var: Haset, öznenin sadece bir kişiyle olan ilişkisiyle ilgilidir ve kökeni de anneyle o herkesi dışlayan eski ilişkide yatıyordur. Kıskançlık da hasete dayanır, ama öznenin en az iki kişiyle ilişki içinde olmasını gerektirir: Özne, kendi hakkı olan sevginin rakibi tarafından elinden alındığına yâda alınma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna inanıyordur. Kıskançlığın günlük kullanımında, sevilen kişiyle özne arasında bir üçüncü kişi girmiştir.” (M. Klein)

Kıskançlık, Açgözlülük, İdealleştirme

Kıskançlık, sahip olduğu şeyi kaybetmekten korkmaktır ve olağandır. Hatta bir yönüyle insan arzulayamaz, sevgi ilişkisine yönelemez kıskanmadan. Açgözlülük, kişiyi sürekli uyaran ama doyurulması imkânsız istek halidir. Nesneler, ortaya çıkan isteği doyurmaya yetersiz kalır açgözlü kişide. Açgözlülük bilinçdışı düzlemden yansır çoğu zaman bilince ve memeyi sonuna kadar emmeye, boşaltmaya yönelik itkinin iç yansımasıdır. Kıskançlık, açgözlülük ve haset erken-benliğin güdümünde, yaşam boyunca yakın duygular olarak belirir. Beğenilen yâda idealleştirilen kişilere yöneliş; bilinçdışı yıkıcı itkilerden kaçınmanın, ilk ilişkideki meme-anne ile yeniden bütünleşmenin ve onları korumanın bir yoludur. Fakat idealleştirme bazen negatife dönüşebilir; iyi nesne zaman içinde ortaya çıkan kusurları, eksikleri ile bu sefer yıkıcı itkilerin, nefretin figürü olabilir. Ve ilk başta idealize edilen nesne, kişi yâda âşık; süreç içinde zulmedici olur benliğe.

Haset

İyi-kötü nesne bölünmesini ve bütünlük içinde yeniden kurulmasını engelleyen içgüdünün yıkıcı itkisidir haset. İçgüdünün itkileriyle erken-benliğe ve dış dünyaya yansır, saldırır haset. Açlık ve zulmedilme kaygısı ile bebeğin fantazmik zihninde tükenmeyen nesne olur meme. Memede arzuladığı her şeyin var olduğunu, memenin sınırsız süt ve sevgi verdiğini ama aynı zamanda tam doyuma ulaşamadıkça, memenin kendini bu doyumdan alıkoyduğunu sanır ve ona hasetlenir bebek. Memenin sütü ve sevgiyi kendine sakladığı sanrısındaki erken-ben için iyiyi ve kötüyü içeren ikircil, muğlâk zemin olur böylece meme ve anne.

Yansıtma konumunda açgözlülükten ayrılır haset. Sadece karşısındaki nesne yâda kişiye sahip olmakla kalmaz; onu kirletmek ve bozmak ister haset. Açgözlülük, nesneyi içe yansıtıp onu sömürme ama tatmin olamama hali iken, içindeki yıkıcılığı dışarıdaki nesnenin içine koymaya ve onu bozmaya kararlıdır haset. Bozarak, kirleterek ilerlemek ister haset. Kadınlardaki penis hasedinin kökeni, meme ve anneye duyulan hasete dayanır Klein’a göre. İmkânsızdır çok hasetli insanın tatmin edilmesi. O tatmin olamaz, çünkü iyi nesnesi eksik yada yitirilmiştir. Diğer insanların keyif, tatmin, başarı görüntüleri karşısında; kendini nesnesiz hisseder ve acı duyar hasetli kişi. Başkalarının acısı, sefaleti dinginlik verir hasetli kişiye.

Haset duygusuna karşı koyabilmek için değersizleştirir benlik karşısındaki nesneyi, kişiyi. Haset duyulan olmaktan çıkar, değersizleştirilen nesne. İçe alınmamış, hâkim olunup bozulmamış nesne, benliğine zulüm eder hasetli kişinin; o yüzden elzemdir değersizleştirme. Ve çoğunlukla kendine yansıtır değersileştirmeyi depresif kişilik. Yoğun baskısı altındadır hasetin ve yıkımıyla mücadele etmek için benliğini, yetilerini değersizleştirmek zorunda kalır; kötücül talebi dindirmek için. İlksel nesneyi, anneyi, memeyi yaralamış olduğunu hissetmekten doğan suçluluk duygusu, zedeler yaşamın ilerleyen dönemlerinde kendini sevme ve güven duygusunu. Karşısında rekabet edilecek kişi-konum ile karşılaştığında depresif kişilik, kendi yeteneklerini değersizleştirerek hem hasedi yadsır, hem de hasetlendiği için duyduğu suçluluk hissinden dolayı cezalandırır kendini. Gündelik öfkelerin yoğun ve kontrol edilmez hale gelip, kişinin ilişkilerini yıkıma götürmesi; ilk haset itkisinin yeniden canlanmasıdır. Haset tüm bu sebeplerle, ağır mutsuzluğun kaynağıdır.

Şükran

İyi nesne ilişkisinin zeminidir, şükran duygusu. Bebeğin yeterince haz almasına, memnun olmasına bağlıdır sevgi yetisinin gelişmesi. Şükran duygusu, erken-ben döneminde anne ile kurulmuş yeteri kadar iyi ilişkinin izidir ve sonraki tüm olumlu, yaratıcı ilişkilerin temelidir. Şükran, anneden lütuf olarak gelen iyi memeyi koruma istediğidir bebek için. Şükran, iyi nesneye sahip benliğin sevgisidir. Hayattan zevk alma, üretken ilişkiler kurma ve mücadeleci kişilik; anne ve meme ilişkisinde doymuş ve memnun olmuş geçmişten türer. Maddi zeminler sarsılsa da, kendini ve nesneler dünyasını kusurları içinde yeniden bütünleştirip, yaşamı olumlayabilir şükran duygusu gelişmiş insan.

İyi Nesne: Meme, Anne, Analiz - Melanie Klein


Psikanaliz “nesne ilişkileri” ekolünün kurucusu Melanie Klein (1882-1960), klasik Freudyen görüşten oldukça uzaklaşan çalışmalarında, çoğunlukla insan yavrusunun erken dönemine odaklanmıştır; Freud ile arasındaki teorik ve klinik ayrışma, nesne ilişkilerine dayanır. Freud’a göre haz ilkesinin etkisindeki dürtü ile nesnesi arasında kesinlik taşıyan bağ yoktur; dürtü nesnesi gelişim dönemindeki deneyimlerle, rastlantılarla şekillenir. Klein’a göre ise dürtü, içgüdünün yıkıcı itkileriyle doğumdan itibaren nesne bağımlıdır, yönelimlidir.
Freud ile Klein arasındaki bir diğer ayrım; üst-ben oluşumudur. Freud’a göre üst-ben (super-ego) aile kurallarıyla, toplumsal yasaklarla oluşan ve benliğin gelişimi için zorunlu evredir. Klein’a göre ise üst-ben, bebeğin saldırganlık -ölüm içgüdüsü- ve libido -yaşam içgüdüsü- itkileri ile nesneye yönelmesi ve içine düştüğü çift kutup (ambivalans) ile oluşan suçluluk duygusudur. Oral dönemin önemi üzerinde duran Klein; sonraki dönemlerin bu erken evredeki salınımlarla belirlendiğini söylemiştir. Kaygıyla başa çıkmada, rahim günleri de etkilidir Klein’a göre, doğuştan savunma mekanizmalarında güçlü yâda zayıf olabilir benlik.

İyi Nesne: Meme, Anne

Klein’in nesne ilişkisini tanımladığı oral dönem, yaşamın ilk yılıdır. Oral dönem; dil öncesi, ilkel ve fantazmatik dünyadır. İnsan yavrusu, benliğindeki çatışmanın ölümcül kaygısını ve içindeki yıkıcılığı, dış dünyadaki iyi nesneyi (meme-anne) içine alarak yatıştırmak ister. Bu dönemde bebek, erken-ben ve “paranoid-şizoid konum” içindedir. Erken-ben, nesneler dünyasını bütünleştirme yeteneğine sahip değildir; iç dünyasındaki parçalanmış-fantazma itkilerin basıncı ile dışa yönelmektedir. İç kaygılar paranoid, kaygılara karşı geliştirilen savunma mekanizmaları ise şizoid niteliktedir. Doğumla birlikte başlayan açlık, içgüdüsel yıkım olarak hissedilir; anne ve sunduğu ilk ilişki nesnesi meme ile bebek içindeki yıkıma karşı koyar. Besleyen ve anne ile sevgi ilişkisini başlatan iyi meme, yaşam içgüdüsün temsilcisi olur Klein’a göre.
Aynı zamanda bebek, içindeki yıkıcılığı aşabilmek için saldırganlığının bir bölümünü dış dünyaya, anneye yöneltir. İçtekini dışa yansıtma sürecinde anne, iyi ve kötü nesne olarak ikiye bölünür. Açlık yatıştığında iyi anne; açlığın dehşeti ortaya çıktığında kötü anne duyumsanır. Paranoid-şizoid konumun ardından, depresif konum gelir. Depresif konum ile birlikte erken-ben, ilk dönemde fantazmatik olarak duyumsadığı bölünmeyi aşar ve ilk nesnenin zıt yanlarını bütünleştirir. Böylece bebek için anne, artık hem yıkıcı, zulmedici; hem de libidinal, sevilen tek nesnedir artık. Bütünleşme ile iyi nesne korunur ve nesnenin ikili değeri arasında duygu sentez yetisi gelişir.
Yıkıcı itki haset, iyi ve kötü meme bölünmesini ve iyi nesnenin bütünlük olarak kurulmasını engelleyen duygudur. Haz duyumu ile ortaya çıkan sevgi, hasedin yıkıcı etkilerini azaltır. Sevgi yetisinin en önemli yansıması, şükran duygusudur. Yıkıcı itkinin, hasedin yoğunluğu benlik gelişimini sekteye uğratır ise; dirençle birlikte yaşam boyu sürecek ruhsal rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bebekte hiçbir iyi-kötü nesne çatışmasının olmaması imkânsızdır. Benliğin güçlenmesi, kişiliğin ortaya çıkması için yaşanması gereken iç devinimdir nesne çatışması. Süt, meme ve anne ile kurulan ilk ilişkinin derinliği, benliği şekillendirecek ve kişinin duygularını yönlendirecektir.

Analiz-Aktarım

Analizde (terapi) amaç, kişinin iyi nesne ilişkisinde karşılaştığı direnç zeminini esnetmektir, kırmaktır. Analiz ortamında, erken-ben döneminde yarım kalmış bütünleşmeye doğru atılan her adım ve aktarım süreci; danışanın bünyesinde yeni dirençler, kaygılar ve savunmalar ortaya çıkaracaktır. Analist, danışan için ilk nesne, meme, anne konumundadır. Haset, analizin çözüm veya esneklik bekleyen en önemli sorunudur, güçlüğüdür. Yeterli düzeyde gerçeklememiş iyi nesne ilişkisinin yeniden inşasına yönelik analiz sürecinde tekrar tekrar karşılaşılacaktır haset engeli ile. Analistin görevi, bu itkilerin girdabında kalmış danışanın, iyi nesne bulma ve sevgi yetisini yeniden canlandırmak, geliştirmektir.
Analist, iyi nesnenin yerini tuttuğu sürece aynı zamanda bölünmeyi aşma ve bütünleşmeyi sağlama nesnesi olduğu için danışan, zaman zaman yıkıcı itkilerle ona düşmanca tavır alır. Bu durum terapi ortamı ve analist için oldukça yıpratıcıdır ama sürdürülmesi, aşılması gereken temel dirençtir. Bütünleşme sağlanana kadar yıkıcı itki, tekrar tekrar bölünüp nesne üzerinden ayrışacak, ortaya çıkacak ve hem analiste hem de danışana yansıyacaktır. Bu yıkıcı bölünmeler, suçluluk ve depresyon duygularının aktarımı anında saf ve yoğun olarak yaşanmalıdır. Aktarım sürecinde oral-dil öncesi dönemin bilince yaptığı baskı ile yüzleşme ve çatışma gerçekleşmelidir. Aktarımın verimliliği ile; yıkıcı hislerin azaltılıp haz duygusunun ve dürtülerin serbestlik kazanması; iyi nesne, şükran yetisinin gelişmesi; içgörü, bütünleşme ve kendini kabullenme hedeflenir.