Psikanaliz “nesne ilişkileri”
ekolünün kurucusu Melanie Klein (1882-1960), klasik Freudyen görüşten oldukça
uzaklaşan çalışmalarında, çoğunlukla insan yavrusunun erken dönemine
odaklanmıştır; Freud ile arasındaki teorik ve klinik ayrışma, nesne
ilişkilerine dayanır. Freud’a göre haz ilkesinin etkisindeki dürtü ile nesnesi
arasında kesinlik taşıyan bağ yoktur; dürtü nesnesi gelişim dönemindeki
deneyimlerle, rastlantılarla şekillenir. Klein’a göre ise dürtü, içgüdünün
yıkıcı itkileriyle doğumdan itibaren nesne bağımlıdır, yönelimlidir.
Freud ile
Klein arasındaki bir diğer ayrım; üst-ben oluşumudur. Freud’a göre üst-ben
(super-ego) aile kurallarıyla, toplumsal yasaklarla oluşan ve benliğin gelişimi
için zorunlu evredir. Klein’a göre ise üst-ben, bebeğin saldırganlık -ölüm
içgüdüsü- ve libido -yaşam içgüdüsü- itkileri ile nesneye yönelmesi ve içine
düştüğü çift kutup (ambivalans) ile oluşan suçluluk duygusudur. Oral dönemin önemi
üzerinde duran Klein; sonraki dönemlerin bu erken evredeki salınımlarla belirlendiğini
söylemiştir. Kaygıyla başa çıkmada, rahim günleri de etkilidir Klein’a göre, doğuştan
savunma mekanizmalarında güçlü yâda zayıf olabilir benlik.
İyi Nesne: Meme, Anne
Klein’in nesne ilişkisini
tanımladığı oral dönem, yaşamın ilk yılıdır. Oral dönem; dil öncesi, ilkel ve fantazmatik
dünyadır. İnsan yavrusu, benliğindeki çatışmanın ölümcül kaygısını ve içindeki yıkıcılığı,
dış dünyadaki iyi nesneyi (meme-anne) içine alarak yatıştırmak ister. Bu
dönemde bebek, erken-ben ve “paranoid-şizoid konum” içindedir. Erken-ben,
nesneler dünyasını bütünleştirme yeteneğine sahip değildir; iç dünyasındaki
parçalanmış-fantazma itkilerin basıncı ile dışa yönelmektedir. İç kaygılar
paranoid, kaygılara karşı geliştirilen savunma mekanizmaları ise şizoid
niteliktedir. Doğumla birlikte başlayan açlık, içgüdüsel yıkım olarak
hissedilir; anne ve sunduğu ilk ilişki nesnesi meme ile bebek içindeki yıkıma
karşı koyar. Besleyen ve anne ile sevgi ilişkisini başlatan iyi meme, yaşam
içgüdüsün temsilcisi olur Klein’a göre.
Aynı zamanda bebek, içindeki yıkıcılığı
aşabilmek için saldırganlığının bir bölümünü dış dünyaya, anneye yöneltir. İçtekini
dışa yansıtma sürecinde anne, iyi ve kötü nesne olarak ikiye bölünür. Açlık yatıştığında
iyi anne; açlığın dehşeti ortaya çıktığında kötü anne duyumsanır. Paranoid-şizoid
konumun ardından, depresif konum gelir. Depresif konum ile birlikte erken-ben, ilk
dönemde fantazmatik olarak duyumsadığı bölünmeyi aşar ve ilk nesnenin zıt yanlarını
bütünleştirir. Böylece bebek için anne, artık hem yıkıcı, zulmedici; hem de
libidinal, sevilen tek nesnedir artık. Bütünleşme ile iyi nesne korunur ve
nesnenin ikili değeri arasında duygu sentez yetisi gelişir.
Yıkıcı itki haset, iyi ve kötü meme
bölünmesini ve iyi nesnenin bütünlük olarak kurulmasını engelleyen duygudur. Haz
duyumu ile ortaya çıkan sevgi, hasedin yıkıcı etkilerini azaltır. Sevgi
yetisinin en önemli yansıması, şükran duygusudur. Yıkıcı itkinin, hasedin
yoğunluğu benlik gelişimini sekteye uğratır ise; dirençle birlikte yaşam boyu
sürecek ruhsal rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bebekte hiçbir iyi-kötü nesne çatışmasının olmaması
imkânsızdır. Benliğin güçlenmesi, kişiliğin ortaya çıkması için yaşanması
gereken iç devinimdir nesne çatışması. Süt, meme ve anne ile kurulan ilk
ilişkinin derinliği, benliği şekillendirecek ve kişinin duygularını
yönlendirecektir.
Analiz-Aktarım
Analizde (terapi) amaç, kişinin iyi
nesne ilişkisinde karşılaştığı direnç zeminini esnetmektir, kırmaktır. Analiz
ortamında, erken-ben döneminde yarım kalmış bütünleşmeye doğru atılan her adım
ve aktarım süreci; danışanın bünyesinde yeni dirençler, kaygılar ve savunmalar
ortaya çıkaracaktır. Analist, danışan için ilk nesne, meme, anne konumundadır.
Haset, analizin çözüm veya esneklik bekleyen en önemli sorunudur, güçlüğüdür.
Yeterli düzeyde gerçeklememiş iyi nesne ilişkisinin yeniden inşasına yönelik
analiz sürecinde tekrar tekrar karşılaşılacaktır haset engeli ile. Analistin
görevi, bu itkilerin girdabında kalmış danışanın, iyi nesne bulma ve sevgi
yetisini yeniden canlandırmak, geliştirmektir.
Analist, iyi nesnenin yerini
tuttuğu sürece aynı zamanda bölünmeyi aşma ve bütünleşmeyi sağlama nesnesi
olduğu için danışan, zaman zaman yıkıcı itkilerle ona düşmanca tavır alır. Bu
durum terapi ortamı ve analist için oldukça yıpratıcıdır ama sürdürülmesi,
aşılması gereken temel dirençtir. Bütünleşme sağlanana kadar yıkıcı itki,
tekrar tekrar bölünüp nesne üzerinden ayrışacak, ortaya çıkacak ve hem analiste
hem de danışana yansıyacaktır. Bu yıkıcı bölünmeler, suçluluk ve depresyon
duygularının aktarımı anında saf ve yoğun olarak yaşanmalıdır. Aktarım sürecinde
oral-dil öncesi dönemin bilince yaptığı baskı ile yüzleşme ve çatışma
gerçekleşmelidir. Aktarımın verimliliği ile; yıkıcı hislerin azaltılıp haz
duygusunun ve dürtülerin serbestlik kazanması; iyi nesne, şükran yetisinin gelişmesi;
içgörü, bütünleşme ve kendini kabullenme hedeflenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder