Tragedya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tragedya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Aristoteles ve Sanat: Mimesis, Katharsis, Poetika ve Güzel


Poesis ve Poetika
Platon, sanat objelerini, taklit nedeniyle İdea’ların eksiltili ve kusurlu kopyaları olduğu için estetik yanlarına rağmen önemsiz; hatta insanda pasif duygular geliştirdiği için -özellikle şiir- sakıncalı görürken; Aristoteles, sanatı, insan varoluşunun zemini, hakikatin yansıması ve varlığa gelme alanı olarak açıklamıştır. Sanat hakkında görüşlerinin temeli “Poetika” adlı eseridir, ayrıca “Metafizik” adlı kitabında sanatı ve meydana gelmesini epistemik kökeniyle işlemiştir. Poetika’daki sanat kuramı, şiir ve özellikle tragedya üzerinedir. Tragedyada estetik hazdan önce, ahlaki etki önemlidir ve “Yüce” olanı sorgular sanat eserinde. (Tragedya ve Poetika hakkında bir başka yazı için tıklayınız)

İnsan olmanın üç edimi olduğunu söyler: bilme (episteme), eyleme (praxis), yaratma (poesis). Yaratma (poesis) ile ortaya çıkan poetika dır. Poetika, teknik beceri ile iyiyi ve güzeli ortaya çıkarma amacındaki “yapma-yaratma” eylemidir. “Sanat, akıl tarafından belirlenen amaçların gerçekleşmesini, varlığa gelmesini sağlayan bir yapma-yaratma yetisidir.” der Aristoteles. Poetika, insan el emeğinin (tekhne) müdahalesi ile doğanın nesnesinde bulunan özün, gücün (dynamis) yeni bir form içinde görünüm kazanmasıdır. Sanat eseri, maddenin form ile dönüşerek, gerçekliğe dahil olmasıdır. Toprak maddesi, tuğla formuna dönüşür; tuğla maddesi duvarda başka bir forma evrilir. Sanatın ortaya çıkmasında iki temel neden vardır Aristoteles’e göre: insanın taklit etme dürtüsü ve taklit edilmiş şeylere karşı duyumsanan hoşlanma duygusu.


Mimesis

Sanatın kökenini Mimesis (taklit, öykünme yetisi) ile açıklar Aristoteles. Mimesis’i meydana getiren kuvvet, insanın doğal yatkınlığından ortaya çıkar. Şöyle der: “Herkesin hem taklit etmesi, hem de taklitlerden hoşlanıyor olması, çocukluktan itibaren gelişen bir özelliktir. Çünkü insan, taklit etmeye en yatkın canlıdır ve öteki canlılardan bu bakımdan ayrılır ve ilk bilgilerini taklit yoluyla edinir. Bunun kanıtı ise eserlerde ortaya çıkan durumdur. Resimlere bakmaktan zevk almamızın nedeni, bakarken öğrenmek ve her birinin neye ilişkin olduğu konusunda sonuç çıkarmaktır. Öğrenmek, yalnızca filozoflar için değil, diğer insanlar için de en haz verici şeydir.” Bilen insan (homo sapiens) taklit ederek dil öğrenir, bilgiyi aktarır. İnsan ve tarih, mimetik iç tepinin bağlarından kurulmuştur.
Mimesis, öykünen özne (sanatçı) ve nesnesi arasında vuku bulur. Peki, mimetik şey nedir? Nesneye yönelen özne, onu üç durumda taklit edebilir. 1- Nesne ne ise, o olarak 2- İnsanların nesneye dair inanç ve duyguları ne ise, o olarak 3- nesne nasıl olması amaçlanıyorsa, Güzel İdea’sına nasıl yakınlaşmak isteniyorsa, o olarak. Yani sanat; gerçek, mit ve ideal -olasılık olarak- üzerine inşa edilebilir. Sanatın objesini, ne ise o olarak yani gerçeklik ile taklit etmeye atlet heykelleri, portre resimleri örnektir. Ama Myron’un “Disk Atan Atlet” heykeline baktığımız zaman; hem doğal gerçeklik, hem mitik inanış, hem de görünür hale getirilmek istenen ideal uyum, ahenk ile birlikte tek bir yontu üzerinde sanatın tüm izleğini görmek mümkündür. Ne ise o olarak taklit eylemini, sadece kopyacılıktan, zanaatçılıktan sıyırıp; etik ve estetik düzleme taşımak ister ve sanatı, idea’ların izlerinin fenomenler dünyasında form kazanması olarak görür Aristoteles ve idealisttir. Bu sebeple gerçekliğin yanı sıra “olması lazım gelen”, “imkânsızlık” ve “akla aykırılık” kategorilerini de sanatın, poetika’nın amacı sayar.
Ortaya çıkacak sanat, gerçekliğin ve doğanın üstündedir ve ideal olanın yansısıdır ona göre. İdeal olana yönelmiş mimesis, realite içinde olmayan imkânsız ve saçmayı nesnenin formuna yansıtmalıdır. Ereğine uygun ama realite içinde imkânsız (a dynatos), imkânın yokluğunda ideale yönelmiş olarak ortaya çıkan eser, sadece ideal olarak bile realiteden üstün ve değerlidir Aristoteles’e göre. Mimesis, erekliliği içinde, nesneyi olması istenene taşıdığı, idealize ettiği zaman; sanat, bize doğanın fiziğinde henüz ortaya çıkmamış varlıkların yetkin formlarını (eidos-hyle) verdiği, görünür kıldığı için realiten üstündür. İmkânsız ve saçma olanın eserde görünüm kazanmasının, kamunun görüşüne (izleyici) sunulmasının; logos’u geliştireceğini, etik düzlemde iyi olana bağlanıp, iyi olduğu içinde güzeli yansıtacağını söyler.


Katharsis

Eski Yunancada kötü ve zararlı maddelerin vücuttan atılması anlamına gelir Katharsis, aynı zamanda etik ve dini edimlerin amacı olarak “ruhsal temizlenme ve arınma” anlamı taşır. İnsanda birikmiş aşırı duyguların hatta dürtülerin akıtılması, boşaltılması ve saflaştırmasıdır. Mimesis ile ortaya çıkardığı eser, seyircide meydana gelen haz, acı ve benzeri duygulardan arınma (katharsis ton pathematon) ile tamamlanmalıdır Aristoteles’e göre.
Sanatı, estetikten önce etik (ephos) içinde değerlendirir ve özellikle tragedyanın temel işlevinin arınma olduğunu düşünür ve şöyle der: ”Tragedyanın ödevi; uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu, tutkulardan temizlemektir.” İzlemenin hatta görmenin vereceği katartik etki sonucu, seyirciyi yani Polis yurttaşının duygusal olarak iyileşmesini, uyumlu hareket etmesini amaçlamıştır Yunanlılar. Aristoteles seyircide kathartik etki oluşturması için tragedyanın realitenin dışına çıkan mimesis sunması gerektiği söyler; bu sebeple asil kahramanlar, belirsiz kader ve şiirsel dil kullanılmalıdır. Diğer sanat eserlerini de, örneğin müzik, bu bağlantıyla açıklar: “melodilerin tesiri altında ruh boşalır, temizlenir (katharsis) ve rahatlar. Temizlenme veren melodiler, bütün insanlara saf zevk verir.” Sanat etkinliğinde, mimesis sebep; katharsis tepkidir.

Aristoteles’te Güzel

Metafizik’te “Güzel” için şöyle der Aristoteles: “Güzel’in en üstün formları yasalara uygunluk, simetri ve belirlenimdir.” Güzel, evrensel matematiğin formel yasalarına uygunluk içinde, simetri ve uyum gözeterek, tek tek parçaların bütünlük oluşturduğu bir harmoni zemininde ortaya çıkar. “Güzel, düzen ve büyüklüğün içinde bulunur.” der. Güzellik düzen, sınırlılık ve parçaların uyumlu biçimde birleşmesinden doğar. Arınma ile ortaya çıkacak denge, antik Yunan’da aklın (logos) izleği yolun ve sağduyunun ön koşuşudur çoğu kez. Yunanlılar için iyi, güzeldir veya güzel olan iyidir. İyi olup da güzel olmayan yâda güzel olup da iyi olmayan şey, onlar için değersiz, hatta geçicidir. Sanatın güzellik ereğinin, aynı zamanda “en iyi”yi yapma-ortaya çıkarma amacı taşıması gerektiğini düşünür ve şöyle der: “Sanat, doğanın yarım kalmış mükemmelliğinin tamamlanmasıdır.” 


Elektra, Medea, Bakkhalar ve Euripides



Euripides’in Tragedya Dili


İlk tragedyalar klan ritüellerinin ve efsanelerin etkisinde gelişmiş, sonrasında trajik unsur -tanrıların bilinmez etkileri- tragedyanın merkezini oluşturmuştu. Euripides (M.Ö. 485-406) ile birlikte tragedya, efsane ve trajik unsur bağından, şiirselliğinden belli oradan uzaklaştı ve dramaya doğru evrilen bir süreç başladı. Euripides’in 90’a yakın tragedyasından 18’i günümüze ulaşmıştır. (en önemlileri: Elektra, Medea, Bakkhalar, İphigenia Aulis'te, Troyalı Kadınlar, Helena, Resos, Orestes) Eserleri, Polis insanını kızdırmış; kutsal değerlere saygısızlıkla suçlanmıştı. Euripides, kahramanlık efsanelerindeki eylemden çok karakterlerin kişiliğine yoğunlaştı ve dili sadeleştirdi; farklı konulardan eserler vermiş olsa da, kadınların trajik konumuna odaklandı. Kadınları, genellikle aşırı tutkulu, egoist ve kötülüğe istekli tasvir ettiği için kadın düşmanı olarak kabul edildi. Oyunları gerçekçi tasvirlerle ilerlese de, karakterden çok o kişiliği trajik olana sürükleyen tutkunun, hatta akıldışının etkisini anlattı. Onun karakterinin ortak noktası, ölçüsüzlük ve şiddete yönelim idi; acının (pathos) açıkça serinlenmesine dönüşmüş eserleri, tragedyayı melodramlaştırdı. İnsanın karmaşık ruh dünyasını, tutkularını ve zaaflarını işledi. Bakkhalar oyununda Polis içinde yapılması yasak gizli Dionysos ayinlerini, sahnede görünür kıldığı ve eski inanışın önemini vurguladığı için ölüm cezası ile yargılandı Euripides. Nasıl öldüğü bilinmemektedir.

Elektra Tragedyası

Öncesinde Aiskhylos ve Sofokles’te işlemişti Elektra efsanesini ama Euripides ise, mekân ve eylem koşullarını değiştirdi; diğerlerinde Argos sarayında geçen anlatı; burada Argos dağlarında bir köyde başlar. Babası ve Argos Kralı (Akhaların komutanı) Agamemnon’nun öldürülmesinden sonra Elektra soylu geçmişinden uzak, köylü bir adamla evlendirilmiş; kırda çalışıyor olmaktan mutludur. Erkek kardeş Orestes ise, cinayetten sonra ihtiyar eğitmen tarafından başka şehre götürülmüştür. Elektra, öz annesinden intikam almak için kardeşi Orestes’in dönmesini bekler, tanrılara yakarır ve babası Agamemnon için gözyaşı döker yıllarca; ölçüsüz ve öfkeli yas tutmaktadır hala. Orestes ülkeye geri döner ve kız kardeşini bulur. İki kardeş babalarının ve çileye dönüşen hayatlarının intikamını almak için plan yaparlar. Kurban töreni sırasında Orestes, annesinin aşığı Aigisthos’u öldürür. Sonrasında iki kardeş, anneleri Klytaimnestra’yı kulübede öldürürler ve intikam alırlar. Cinayet sonrası kardeşler, birbirlerinden ve Argos şehrinden ayrılırlar.
Euripides, Elektra ile Polis yaşamı için gerekli olan ölçüyü, hukuku, ilkeyi araştırmıştır. Koro bile -Polis insanını yansıtmaktır- adalete ve eyleme dair ölçütü belirlemekte ve düşünmekte kararsızdır. Bir yerde “Anne kanı yerde kalmamalı” der, arkasından “Ölçüsüzlük, bir başka taşkınlığı doğurmamalı” diye uyarır. Eserin sonunda pozitif ile doğal hukuk çatışması uzlaşamaz, trajik unsur çözümsüz kalır. 

Euripides’in Getirdiği Yenilikler

Evreni yöneten mutlak Akıl (Nous) düşüncesinden etkilenmişti Euripides ve “İnsan her şeyin ölçüsüdür” diyen Pratogoras’ın öğrencisiydi. Soylu ve egemen sınıftan insanların anlatıldığı kendinden önce tragedya anlayışına radikal olarak karşı çıktı Euripides ve vatandaşlık (demos) hakları olmayan kadınları, köleleri, dilencileri eserlerine taşıdı; Polis yasalarını eleştirdi. Tüm bunlara rağmen tiyatroda halktan yeterli ilgiyi görmedi ve yöneticileri kızdırdı. Euripides birçok yenilik getirmişti tragedyaya. Efsaneleri keyfince değiştirmiş, yap-boz etmiş; ahlak ve trajik hata arasındaki çatışmada çözümsüz finaller kurgulamış; prolog –giriş- bölümünü bozmuş, Koro’nun aksiyon içinde etkisini ortadan kaldırmış, tragedyada önemli olan kader ve baht döngüsünü temel aksiyon olmaktan çıkarmış, normal insanları ve gerçekçi tasvirleri tragedyaya dâhil etmişti. Diğer tragedyalarda haberci, sahnede gerçekleşmeyen aksiyon hakkında izleyiciye bilgi verirken onun eserlerinde haberci, yazarın yani Euripides’in sesi olmuştu. Ve tragedyayı komediye doğru evrilen ironiye dönüştürmüştü. 

Medea Tragedyası

Medea tragedyasında trajik unsur, annenin çocuklarını öldürmesidir. Medea, Karadeniz’in doğusunda yer alan Kolkhis Kralının kızıdır. İason, Argonautlar’dandır ve Kolkhis Kralının himayesinde bulunan ve Tanrı Ares’e adanmış ve bir ölümlü tarafından ele geçirilmesi imkânsız olan Altın Post’u getirmek üzere Kral Pelias tarafından görevlendirilir. Argo Gemisiyle yapılan uzun ve tehlikeli yolculuk sonrası Iason, Kolkhis’e varır.
Medea, Iason’a görür görmez âşık olur ve ona yardım ederek kral babasına karşı gelir, vatanına ihanet eder. Medea’nın hileleriyle Altın Post’u ele geçirir Iason ve iki âşık, yanlarına Medea’nın erkek kardeşi Apsyrtos’u alarak gemiyle kaçarlar. Yolda peşlerine düşen babası kral Aietes’i durdurmak için Medea kardeşini parçalara ayırıp denize atar, oğlunun parçalarını toplamakla meşgul kral, onları yakalayamaz. Kaçan çift Korinth’e gelir, Medea’nın Iason’dan birçok çocuğu olur. Iason, zaman içinde sevgilisinden soğur ve iktidar hevesi ile Korinthos Kralı Kreon’a yakınlaşmak için kızı ile evlenmeyi planlar. Tanrıça Hekate’nin kızı olan Medea, büyücü (cadı) kadındır; zehirli taçla ile kralın kızını öldürerek intikamını alır. Öfkesi geçmeyen Medea, aşığını cezalandırmak için çocuklarını öldürür. Sonrasında yurtsuz kalan Medea, Atina Kralı Aigeus’a sığınır. En sonunda Medea’yı yargılamak için, deus ex machina ile Apollon göklerden iner ve Medea’yı kutsar.
Medea about to Kill her Children - by Eugène Delacroix, 1838
Medea çocuklarını öldürürken - by E. Delacroix
Medea, bir kadının arzuları uğruna anneliği ve etiği yok saymasını temsil eder. Medea ölçü tanımazdır, kaderine razı olmaz, haksızlığa uğradığında kendi adaletini sağlamak için tüm etik değerleri yıkar, intikamını güçlendirmek öz çocuklarını dahi öldürür. Peki, Apollon Medea’yı neden kurtarır? Tanrılar işlenen suça neden duyarsızdır? Euipides etik olanın askıya alındığı, boşluğa düştüğü noktada haberci ağzından şunu söyler: Tanrıların, insanlar hakkında hükmü bilinemez”. Medea ile Tanrıların yasasının zalim, adaletsiz ve akıl dışı olduğunu söyler gibidir Euripides. Tanrılar, insana karşı duyarsızdır. İnsan olmak, trajik olandır.

Deus Ex Machina: Tanrı Makinesi

Yunan tragedyalarının son dönemlerinde, trajik çıkmazı çözümlemek için sahneye bir araç iner. Sahnede aşağı ve yukarı iki yönlü hareket eden araçla yapılan göksel müdahaleye; Yunanca Mechanes Theos, Latince Deus Ex Machina, Türkçe Tanrı Makinesi denmiştir. Tanrıların müdahalesinin Euripides’in buluşu olduğu –tartışmalı da olsa- kabul edilir; eserlerinde Deus Ex Machina'yı, dramatik yapıyı güçlendirmek ve çatışmanın uzlaşmaz kaldığı yerde karar unsuru olarak tanrılarının hükmünü ve kahramanların sonlarını belirlemek için kullanmıştır. 

Bakkhalar (Çığırtkan Kadınlar)

Yunanlılarda kadınların söz sahibi olduğu yer, cenaze idi; toprağa gidişi, yakarış ve çığlıklarla şiirleştiriyordu cenazelerde kadınlar. Gizli ve şehir dışında yapılan Dionysos ayinlerinde şarap içip tapınan ve esrime yaşayan kadınlara “Bakkhalar” denirdi. Esrime ritüelleri, Anadolu’daki Ana Tanrıça Kybele kültünden gelmekteydi ve tapınakları yoktu. Tanrı Dionysos (Bakkhus) için geceleri çimenlerde yatar, açık havada gökyüzüne doğru çığlıklar atar, ormanların karanlık köşelerinde ve dağlarda koşarak kendilerinden geçer, doğayla birleşip önlerine çıkan vahşi hayvanları avlayıp Tanrı adına parçalardı Bakkhalar.
Günümüze kalan son tragedya, Euripides’in Bakkhalar eseridir; Tanrı Dionysos ile ona tapınmayı reddeden Tebai kralı Pentheus arasındaki çatışmayı anlatır. Kral Pentheus, Polis’in düzeni için akılcı (lojik) yaşamdan ve yasadan yanadır; klan dönemi inançları, şehir dışını ve esrimeyi içeren Dionysos ayinlerini tehlikeli bulur; yasaklamak ister. Yabancı biri gelir şehre, yabancı kılığında gelen, Tanrı Dionysos dur. Yabancı, şehirdeki tüm kadınları baştan çıkarır; bu durumu öğrenen Kral Pentheus’da yabancıyı merak eder, tanımak ister ama o da onun cazibesine kapılır. Yabancının, Dionysos’un peşinden şehir dışındaki ayine merak içinde katılan Kral, ayin sırasında kendinden geçen kadınlar tarafından çığ çığ parçalanır ve yenir. Kralı öldüren kadınlardan biri, annesidir. Anne, Dionysos’u kutsamak için kendinden geçmiş ve oğlunu öldürüp yemiştir.

Tragedyanın Sonu

Tanrı Dionysos içgüdülerimizin ve dürtülerimizin sesi olsa dahi, ona hizmet etmek bile mutluluk getirmemektedir. Aklı, dengeyi ve dürtülerin denetimini vaaz eden Polis’in tanrısı Apollo’nun karşısında Dionysos’a bağlılık, içgüdülere teslimiyet körleşme yaratmaktadır, yıkıcı ve üretici duyguların tam tatmini dahi trajik olanı perdeleyemez. Bağbozumu şenliklerindeki Satirik dans-şiirlerle etkisini gösteren Dionysos, tragedya sanatının doğuşuna neden olduktan sonra; Yunan Polis’lerinin ahlaki ve pedagojik etki sağlamak amacıyla halka sunduğu tiyatro temsillerinde görünmez olmuş ama Atina’daki son tragedyada “İnsan kılığında Tanrı” olarak tekrar ortaya çıkmıştır.
Bir yandan ilk dram yazarıdır; diğer yandan tragedya çağının sonunu getirendir Euripides. Karşıtlıklardan öte çelişkilerle dolu eserlerinin etik olarak hangi düzlemi, hedefi amaçladığı çoğunlukla belirsizdir ve yazarın kişiliği de belirsizdir. Nietzsche bile Euripides’in sanatı karşısında karmaşık düşünceler geliştirir, yaratıcılığını ve tragedyaya kattığı yenilikleri önemser ama aynı zamanda, Sokratesçi dünyanın sözcüsü sayar ve tragedyanın mezarını kazdığını söyler: “Sen ne istiyorsun ey suçlu Euripides, tragedya senin güçlü ellerinde öldü…” Dionysos’un ortaya çıktığı Bakkhalar ile tragedya dönemi sona erer, komedya üretimi başlar. Euripides, aklın öncülüğünde bile devam eden adaletsizliği ve tanrının kayıtsızlığını vurgulamış; hiçliğin altını çizmiştir.

                                                                          -----------Son----------

Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta

Tragedya ve Unsurları ve Aristoteles’e Göre Tragedya



Tragedya, tragos (keçi) ve ode (şarkı) kelimelerinin birleşimi tragoidia yani “keçi şarkısı”ndan türemiştir. Keçi şarkısı, tanrı Dionysos adına düzenlenen bayramlarda, ayinlerde (Dionysia) maskeli Satirlerin dans ederek söylediği şiirli müzik idi. M.Ö. 7. yüzyıl Yunan havzasında, Dithyramb adı verilen koro şarkı yarışmaları ile Dionysos kültüne ait Satirik ritüeller, Atina şehrinde bir araya gelmiş ve sonrasında efsanelerin (mitos) yeniden anlatımında kullanılmış ve ortaya tragedya sanatı çıkmıştır. Tragedya prolog, epizot, koro alt birimlerden oluşur. Prolog giriş bölümünde seyirciye öykü hakkında bilgi verilir; Epizot kahramanların başından geçen olayların daha çok tekil diyaloglarla anlatıldığı sahnelerdir ve oyunun büyük bölümünü oluşturur; Koro, oyuncu ve eylem ile bazen çatışma içinde olan, yorumlayan, hatta yargılayan bazen de methiyeler düzen şiirli şarkılardır. Tragedyada aksiyon pek yoktur, eylemler daha çok nöbetçi yâda ulağın anlatımı ile seyirciye sunulur.

Tragedya iki kutup üzerine kurulmuştur; kahraman yani baş aktör (protagonist) ve onun karşılaştığı kişi veya olaylar (antagonist). İki kutup arasında iyi ve kötü, doğru ve yanlış en önemlisi de kader ve tecelli arasındaki uyum yâda bitimsizlik anlatılır. Kahraman ve olay arasındaki iyi kötü dengesi, Yunan tragedyasının ahlak eksenini yansıtır. Antik dönem Yunan şehirlerinde tiyatroya gitmek, vatandaşlık görevi olmuştur. Tam bir tanımı, biçimi olmasa da ve dönemi içinde değişim gösterse de; Attika tragedyası, ortasında bir Dionysos sunağı (themele) bulunan tiyatro alanında, aktörler ve koro eşliğinde, dramatik teknik ve şiirsel dil ile yarışmalarda seyirci önünde sergilenen, genellikle kahramanlık efsanelerine dayalı ve hikâye bütünlüğü taşıyan taklit sanatı idi.


Taklit (Mimesis) ve Arınma (Katharsis)

Doğayı, yaşamı ve insanı taklit ederek, öykünerek gerçekliği yeniden kuran veya kurgulayan sanat üretimi mimesis; heykel, resim gibi tragedyayı da biçimlendirir. Tragedya insanın diğer insanlar ve doğa ile arasındaki trajik unsuru, sınır durumu ve çelişkiyi çarpıcı biçimde seyirciye yeniden sunarken mimetiktir. İzleyicinin tragedya izlerken psişik etkiyle şiddet, korku ve acıma duygularından arınmasını ifade eder katharsis. Sanatın işlevi ve ahlaki (ethos) görevi, katharsis olmuştur Yunan tragedyasında ve özellikle Aristoteles düşüncesinde.


Aristoteles'e Göre Tragedya

Poetika” adlı eserinde tragedyayı şöyle tanımlar Aristoteles: “Tragedya, sahnede insanlar tarafından gerçekleştirilen, belirli bir uzunluğu olan, süslü bir dilin kullanıldığı, acıma ve korku yoluyla bu gibi duyguların sağılımını (katharsis) gerçekleştiren, ciddi ve tamamlanmış olaylar dizisinin (praxis) taklit ile yeniden sunumudur (mimesis).” Tragedyanın seyirci üzerinde arınma yaratması için acı ve korku uyandıracak eylemin ve trajik hata’nın (hamartia) önemini vurgular. Acıma, o konuma layık olmayana; korku, bize benzeyen kişilerin durumuna karşı duyulur. Trajik hata’nın ve bilinmez kaderin etkisindeki karakter ile seyirci kendisinde birikmiş olan kötücül duygularından arınır etik düzlemde Aristoteles’e göre.


Tragedyanın Unsurları


Trajik Hata (Hamartia)

Bazen bilinmez güçlere, daimonlara; bazen de tanrıların çizdiği ve hesabını insanların yapamadığı kader ve felek döngüsüne bağlı olarak; kahramanı, eylemin öznesi yada nesnesi olması fark etmeksizin yıkım, kayıp ve acılara sürükleyen ve de yazgıyı dönüştüren şeydir trajik hata. Aristoteles şöyle açıklar trajik hata’yı: “Tragedyanın konusu olan kişi, ne erdem ve adalet bakımından öteki insanlardan üstündür, ne de kötülüğü ya da acımasızlığı yüzünden mutsuzluğa düşmüştür. Ama bir yanılgı nedeniyle, mutsuzluğa yuvarlanmış kişidir. Sözgelişi Oedipus ve böylesi insanlar.”

Efsane (Mythos)

Normal insan, komedyanın kahramanıdır ve arınma, etkilenme için uygun değildir Yunanlılar için; çünkü özgür değildir. Apollonik konumu ile iktidara ve bilgiye sahip arkaik dönem efsane kahramanları, tragedyalara taşınmış ve kahramanın düşüş anlatısı ile seyircide katartik arınma amaçlanmıştır. Komedya’nın ise seyirci üzerinden dönüşüm yapacak değeri, ahlaki etkisi yoktur; Satirik danslı, gülünç hatta tanrılarla alay eden eğlence unsurlarından türemiştir. Arkaik dönemin tanrılarının devam eden etkileri, kahramanlar çağına (Akhalar) ait komutan, savaşçı, kral ve çocuklarının düşüşü temaları; o dönem ki Yunan vatandaşı için pedagojik ve ahlaki sonuç verebilmesi için seçilmiştir tragedyada.

Baht Döngüsü (Peripeteie)

Baht döngüsü, kahramanın kaderinin kötüye evrilmesi (Peripeteie) ve olayların mutluluktan mutsuzluğa dönüşmesidir. Kahraman içine düştüğü trajik konum nedeniyle idrak edemediği gerçekliğini, zaman içinde anlamaya (Anagnorisis) başlar.

Zorunluluk (Ananke)

İnsan, yaşama zorunluluk ile bağlıdır. Tragedya kahramanları tanrı-kral, bilge Oedipus yada Antigone de olsa en nihayetinde zorunluluğa, doğaya, kaderin belirsizliğine tabidir.

Kibir ( Hybris)

Kendini beğenmişlik ve haddini bilmezlik hybris, Tragedya kahramanını yıkımına götüren ölçüsüzlüğün nedenidir. Hybris içindeki kahraman, aşırılığa kaçar; kendini tanrılarla bir tutar, insanlığın en büyük hedefine sahip olduğuna inanır. Oedipus’un hatası, bilge-kral olmak ile yetinmeyip, haddini aşarak kaderini değiştirmek istemesi; tanrılara ve daimonlara kafa tutmasıdır. Hybris içindeki kahraman, trajik hataya düşüp sonunda suç işleyecektir.

Suçun Doğması (Ate)

Kibirli ve ölçüsüz davranış ile suç (Ate) doğacaktır. Sınırını, haddini bilmeden hareket etmesi suçudur Oidipus’un. Ate’nin doğması körleşmeyi, bilmeye rağmen ortaya çıkan basiretsizliği ifade eder. Kendini beğenmişlik içindeki insan, gerçekliğe ve kaderine savaş açar ama körleşme sonucu, suça düşer.


Kötü Ruhlar, Belirsiz Güçler (Daimon)

Daimon, birçok anlam içerir. Eski Yunancada kişileştirilmiş belli bir tanrıdan (Theos) ayrı olarak insanüstü, arkaik tanrısal etkinlikleri olan ama aynı zamanda akıl ile kavranılamaz, fizik üstü güçlere daimon denirdi. Daimonlar, tanrı ile insan, gökle yer arasında bulunan, kendi aralarında iyi ve kötü ruhlar olarak ayrılan varlıklar idi. Daimonların kötü ruhlar olduğuna ve insandan ayrılmayıp hep etkilediğine inanırdı Yunanlılar. İnsan için “Dünya, daimonlar ile çevrili” idi tragedyalarda.


Acı Çekmek, Çile (Pathos)

Acı çekmek ve çileye katlanmak anlamına gelen pathos, insanın halidir. Tragedya kahramanları, ölümsüzlüğü arzulayarak sınırlarını aşmak ister ama sınırın öte yanında insanın ölümlü olduğu bilgisinden başka bir şey hiçbir yoktur. Trajedide ilerleme duygusu ve katharsis ile sona ulaşma vardır, pathos’da ise çözüme erişmeyen, duygusal olarak rahatlamaya elvermeyen sonuçsuzluk hâkimdir. Trajedi, karakterin kararlı ve kahramanca eyleminden doğar. Pathos, kahramanın dünya ile ayrı düşmüşlüğü ve kişisel bölünmüşlüğü üzerinden; edilgen bir acı çekmeyi, hatta koşullara boyun eğmeyi içerir. Trajedide kahramanının zaferi yâda uzlaşması mümkündür; ama pathos’da karakter, başarma olasılığı olmayan bir mücadeleye girmiştir.



Antigone Tragedyası; Geçmişin İzi ve Adalet


Sofokles

Yaşamı eski Yunan’ın en parlak günlerine denk gelmiş, savaşlara katılmış, komutanlık yapmıştır Sofokles. Seçimle yönetime gelen Perikles ile yeni düzenin siyasetçisi olarak kurucusu, tragedya yazarı olarak da savunucusu olmuştur. Yazdığı 100’e yakın oyundan sadece 7 tanesi (Aias, Antigone, Trakyalı Kadınlar, Kral Oedipus, Elektra, Philoktetes, Oedipus Kolonos’ta) günümüze ulaşmıştır; günümüze ulaşan oyunlarının korunmasındaki amacın, aynı içeriklerle tragedyalar yazmış olan Aiskhylos ve Euripides ile karşılaştırılması olduğu düşünülür. Koro’nun oyun içindeki rolünü azaltmış, karakteri ön plana çıkarıp; trajik hata ile kahramanı oyunun merkezine konumlandırmıştır Sofokles. 

İzleyicinin bildiği, Koro’nun kısmet vakıf olduğu ama kahramanın farkına varmadığı yâda anlayamadığı trajik hatanın etkisini anlatır genellikle Sofokles. Diyalogları belirsizlik ve çifte anlam taşır çoğu zaman. Anlatı dili, ilk etapta yaşanan olayı kısmen açıklarken; oyunun ilerleyen bölümlerinde gizli gerçeğin yâda geçmişin yansımasına dönüşür. İkili dil yapısını özellikle Koro’nun söyleminde ironileştirir Sofokles. Koro büyük acılardan, yıkımdan önce şen şakraktır, neşelidir; kahraman ise kendine güven veya öfkenin girdabında yıkıma doğru bazen bilmesine rağmen sürüklenir. (Tragedyanın temel unsurları hakkında bir başka yazı için tıklayınız)

Eserlerindeki muğlak anlatım dili, Akha ve Troya efsanelerini ve arkaik dönemin şiirini içerir; bu nedenle bir yanıyla Logos’u ilke edinmiş yeni Atina düzenini yansıtırken; diğer taraftan şehrin dışında kalan ama etkisi devam eden inanışların, Diyonizyak kültün ve yazılı kültür öncesi ritüellerin psişik, fiziksel etkisini ve izlerini taşır ister istemez. Bugün için pek anlaşılmayan ama o gün için Dorik geçmişin izlerini süren mitleri, tragedyanın temeline taşımıştır Sofokles. Başta Oedipus olmak üzere kahramanları, sadece tanrıların bildiği kaderin cilvesi sonucu trajik hata ile baş başa kalırlar.

Antigone Tragedyası ve Efsanesi

Antigone, Oedipus ile başlayan Oedipus Kolonos’ta ile devam eden üçlemenin kronolojik olarak ters de olsa son tragedyasıdır; M.Ö. 440 yılında yazmıştır. Bilmeden babası Laios’u öldürüp öz annesi Iokaste ile evlenen Kral Oedipus’un iki erkek (Eteokles ve Polyneikes) iki kız (Ismene ve Antigone) çocuğu olur. Yaşananlar karşısında Tanrılar, Oedipus’u lanetlerler ve Thebai şehri felakete sürüklenir; acılar karşısında anne Iokaste kendini asar, suçluluk duyan Oedipus kendini kör eder. Halkını acılara sürükleyen Oedipus, gönüllü sürgüne çıkar, Kolonos’a gider ve topraklarından uzakta ölür. Thebai’de kalan çocukları Eteokles ve Polyneikes büyür ve krallığı dönüşümlü olarak yönetmeye başlarlar. Ancak iktidar hırsına kapılır Eteokles ve sırası geldiğinde yönetimi kardeşine devretmez ve onu şehirden sürgün eder. Sürgün olan Polyneikes, hakkı olan tahtı tekrar ele geçirmek için mücadeleye başlar, Argos Kralı’nın kızı ile evlenir ve kralı, Thebai’ye karşı savaşa ikna eder. Argos Kralı’nın altı komutanı ile Polyneikes, Thebai şehrine yedi kapısından saldırır. Savaş meydanında kardeşler karşı karşıya gelirler ve birbirlerini öldürürler.

Kardeşlerinin ölümü ile Antigone’nin hikâyesi başlar. Tahtın veliahtları ölünce, amcaları Kreon kral olur. Kreon, iktidara gelir gelmez vatanını savunurken ölen Eteokles’i kahraman; doğduğu şehre saldıran kardeşi Polyneikes’i vatan haini ilan eder. Kral, Eteokles’in kahramanlara yakışır bir törenle gömülmesini; Polyneikes’in Thebai şehiri dışında izbe bir yere toprağa dahi gömülmeden atılmasını, vahşi hayvanlara yiyecek olmasını emreder. Antigone, kralın yasasına karşı çıkar. Hakkı olan krallığı elde etmek için verdiği mücadelede ölen kardeşi Polyneikes’in vatan haini ilan edilmesini kabullenmez. Kardeşini tören eşliğinde toprağa gömerken yakalanır; kralın emrine itaatsizlik ettiği için amcası tarafından cezalandırılır. Bir mağaraya kapatılır ve önüne duvar örülerek ölüme terk edilir. Kreon’un oğlu Haimon, Antigone ile nişanlıdır ama kral, oğlunun evleneceği kadın da olsa şehir ve düzen adına emrinden vazgeçmez. Sonrasında Antigone mağarada kendini asar ve sonunu kendi belirleyerek bir kez daha kralın yasasını ihlal eder. Onu kaybetmenin hüznü ile nişanlısı veliaht Haimon’da kendini öldürür; oğlunun ölüm haberini alan kraliçe de intihar eder, böylece Kreon, yasa uğruna ailesini kaybeder.

Geçmişin İzi ve Adalet

Kreon’un koyduğu yasak, Polis’in yasası (nomoi) dir; Antigone ise bu yasanın, Tanrıların yasasına (thesmoi) uymadığını söyleyerek karşı çıkar. Polis için en büyük tehlike, yasalarının çiğnenmesi ve otoritenin zayıflamasıdır. Bu sebeple Kreon yasasını, tanrıların yasasından üstün tutar. Onun için Antigone sadece bir kadındır ve kadın, Polis içinde yerini bilmelidir; Kreon’un iktidarını ancak bir erkek ondan alabilir. Kralın geçici ve başına buyruk yasasına değil; tanrıların kalıcı yasalarına karşı sorumlu olduğunu söyler ve kendi itaatsizliğini meşrulaştırır Antigone. Adalet, insanların yaptığı yasalarda değil; tanrıların yasasında evrensel ve ezel dir. Şöyle der Kreon’a: “Senin buyrultunun, bir ölümlüye Tanrıların başlangıçsız sonrasız yasalarına karşı gelme gücünü vereceğine inanmıyorum. Asıl bu yasaları çiğneyemem; bir ölümlüye boyun eğeyim derken, Tanrıların kargışına uğramak istemem.”

Ölümü göze alan Antigone’nin kardeş duygudaşlığı, aile ve erkek dili üzerinden geliştiği için, aslında etik düzlemdedir ve düzen içi tepkidir. Kreon’un yasası,  ona göre ölçüsüzdür ve ölmek, tanrıların ve ailesinin sevgisine kavuşmaktır; bu sebeple ölümünü de kendi belirler. Kardeşi Polyneikes’in ölüsünü gömmek, arkasından gözyaşı dökmek ve yas tutmak; akrabalık ve aile ocağı bağından dolayı Antigone’nin hakkı ve aynı zamanda sorumluluğudur. Yas, hem tragedya da hem de dönemin Yunan dünyasında hakikate dair iç görünün olmaz ise olmazıdır. Hakkı olanı gerçekleştirmek, Yunan dünyasında yurttaşlıktan uzak tutulmuş, ev işi ve alanı ile sınırlandırılmış (oikos) kadının öz-bilincine evrilmesi için sınır durumdur.

Fakat, ölmek üzereyken Antigone trajik çıkmaza düşer. Evlenmeden, anne olmadan ve gerçekten kadın olmadan ölmektedir ve ölürken Tanrılar yanında değildir. Yalnızdır ve yaptıkları karşısında pişman olmasa da şüphe içindedir. Tek avuntusu yeraltına indiğinde babası Oedipus, annesi ve kardeşlerine kavuşmaktır ama bu sadece bir ihtimaldir, ölümden sonrasını kimse bilmemektedir. Tinin evrenselliğinin tecellisi, Adalet olmalıdır. O, adalet için yasayı çiğner.


Orestia Tragedyası: Agamemnon, Ölü Sunakları, Eumenidler


Oidipus'un Oğulları: Tebai’ye Karşı Yedi Kişi

Aiskhylos'un Tebai'ye Karşı Yedi Kişi tragedyası, Oedipus'un ölümünden sonra iki oğlu arasındaki iktidar mücadelesini anlatır. Argos’tan harekete geçen Polineikes askerleriyle birlikte kardeşi Eteokles’in kral olduğu Tebai şehrine yedi kapısından saldırır. Savaş anında iki kardeş yüz yüze gelir ve birbirlerini öldürürler. İki erkek kardeşinin cesedi ile baş başa kalır Oedipus’un kızı Antigone ve bu bir başka trajik unsuru ortaya çıkardır: aile ve devlet bağı. Böylece Oedipus'un babası Laios'un haddini aşıp tanrıların belirlediği kadere karşı gelmesi ve sonrasında tanrılar tarafından lanetlenmesi ile başlayan kötü baht; önce Oedipus’u sonrada onun çocuklarını yıkıma sürükler. Oedipus efsanesi, İbranilerden Greklere uzanan kaderine veya verilmiş olana karşı gelenin başına gelecek gazabın bir başka veçhesi gibidir. (Oedipus tragedyası hakkında bilgi için tıklayınız)

Orestia Üçlemesi

Sofokles eserlerinde trajik hali, kahramanlarının dahi anlayamadığı sınır duruma taşırken; Aiskhylos, Atinalı demokratların ve Polis yaşamının savunucusu olmuştu çoğunlukla metinlerinde. Aiskhylos en önemli eseri Orestia trilogyasını (Agamemnon, Adak Sunucuları, Eumenidler) M.Ö. 458’de yazmıştı. Eser Atina şehir devletinin oligarşiden demokrasiye geçtiği dönemde ortaya çıkar. Bu sebeple, antik Yunanı ve değişimi en iyi yansıtan tragedya, Orestia üçlemesi dir. Orestia’nın çatışma ekseni; şehir dışı göçmen kavimler ile (Yunanlılar kendilerinden ve yerleşik olmayanlara “Barbar” demiştir) şehir devleti (polis) yaşamı arasındaki gerginlik üzerine kuruludur. Oedipus söylencesine kıyas ile Orestia, hem antik hem de modern yaşam hakkında bize daha fazla bilgi ve sorgulama olanağı verir gibidir. Orestia Üçlemesi:
1-     Agamemnon
2-     Ölü Sunakları (Khoephoroi -Adak Taşıyanlar)
3-     Eumenidler (Hayırlı Tanrıçalar)

Troya (Truva) Savaşı: İlyada ve Odysseia

Troya efsanesi, arkaik Yunanlıların ataları kabul ettiği Akhalar’ı anlatır; fakat gerçekliğine dair kesinlik yoktur.  Homeros, İlyada ve Odysseia destanlarında anlatmıştır Troya Savaşı’nı. Efsanede Troya'lı Paris, Sparta Kralı Menelaos'un karısı Helen'i kaçırır; sonrasında Yunanlılar Troya kentine saldırır. İlyada Destanı, on yıl süren savaşın son dönemini anlatırken; Odysseia Destanı, kral Odysseus'un Troya savaşı sonrası vatanı İthaka'ya dönüş yolculuğunu konu edinir. Troya'nın mitolojik bir kent olduğu düşünülürken, 1870 yılında Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından başlatılan kazılar sonucu, Çanakkale Boğazı'nın güney sahillerinde, bugünkü Hisarlık tepesinde dokuz tabakadan oluşan çok eski bir ticaret şehri bulunur. M.Ö. 15. ile 12. yüzyıla arasına ait olan 6. tabakanın, Homeros’un anlattığı Troya Savaşı dönemine (M.Ö. 1180’li yıllar) ait olduğuna dair iddialar vardır.

Agamemnon’un Hikâyesi

Orestia tragedyası, babasının katili olan annesinden intikam alan Orestes’i anlatır. Üçlemenin ilk tragedyası Agamemnon Truva Savaşından Argos şehrine dönen Kral Agamemnon’un, karısı Klyteimnestra ve aşığı tarafından öldürülmesini anlatır. Efsaneye göre Agamemnon, Troya savaşını kazanabilmek için öz kızı İphigeneia’yı kurban etmiştir. Agamemnon savaşı kazanmak, kendi krallığını ve iktidarını sürdürmek için çok kan dökmüş; en sonunda kızını dahi kurban vermiştir ama suçsuz insanın kan döküldüğünde Erinys’ler (yer altı, intikam tanrıçaları) doğanın sesi olarak harekete geçecektir. İntikam tanrıçaları, kraliçe Klyteimnestra görünümüyle sahneye çıkar. Kraliçe gizli aşığı Aigisthos ile birlikte Troya zaferi sonrası şehre dönen kral Agamemnon’u sarayda öldürür. Kralın ölümünden sonra saraydaki değişim, Argos şehrine özgürlük ve huzur getirmez. 

Kasandıra’nın Laneti

Troya Savaşı’nı kazanan Agamemnon, esire olarak Troya Kralının kızı Kasandıra’yı Argos’a getirir. Kasandıra, güzelliği ile Helen’i kıskandıracak çekicilikte bir kadındır. Kasandıra, aynı zamanda geleceği işiten kulaklara sahip kâhindir. Kasandıra, Apollon kâhinlerindendir ama Apollon tarafından lanetlenmiştir. Kasandıra’nın laneti, geleceği görmesine rağmen kimsenin ona inanmamasıdır. Agamemnon iki büyük günah işler; savaşı kazanmak için kızı İphigeneia’yı kurban eder ve Kasandıra’yı ölüme sürükler. Agamemnon ve Klyteimnestra trajik figür değildir; ikisi de tutkularına, iktidar hırslarına yenilmiştir. Kasandıra’nın trajedisi, kâhin olmasına ve geleceği bilmesine rağmen kimsenin ona inanmamasıdır.

Ölü Sunakları (Adak Taşıyanlar - Khoephoroi)

Özgür Yunalılar içi kadın, doğaya bağımlılıktı çoğu zaman. Yunan idealizmi kadına olan bağımlılığı, doğa tabi olmak kabul ettiği için aşmak istemişti, homoseksüel aşk bir yanıyla bu isteğin izdüşümü oldu. Aiskhylos, Orestia tragedyasının ikinci oyunu Adak Sunucuları’nda dünyadaki felaketlerin nedeni olarak kadınları gösterir sanki. Koro, eylemleri yorumlamanın ötesinde yönlendirir eseri, ama aynı zamanda trajik unsur karşısında kararsız ve muğlaktır. Kötü günler, artık bitmiştir ama eskiden kalan suçlar, henüz cezasını bulmadığı için felaketlerin sonu gelmemektedir. Kısasa kısas adaleti, yeterli midir? Aradan yıllar geçse dahi tarih, geçmiş yâda doğa kan istemektedir. Ölü Sunakları’nda Orestes, sürgündeyken babasının katili olduğunu bilmediği annesinin adağını, kız kardeşi Elektra’dan öğrenir ve intikam için Argos’a geri döner. Anne, oğlunun öldürüldüğünü sanmaktadır ve onu tanımaz. Orestes, babasını intikamını alır ve annesini ve aşığını öldürür.

Eumenidler (Hayırlı Tanrıçalar)

Orestia üçlemesinin sonuncusu Eumenidler ile Orestes’in trajik konumu belirginleşir. Orestes, annesi kraliçe Klytaimnestra ve aşığı Aigisthos'u, kız kardeşi Elektra'nın yardımıyla öldürmüştür ama peşine takılan Erinys'lerden dolayı oradan oraya  sürüklenir, kaçmak zorunda kalır. Erinys’ler anne katili Orestes’en öç almak ve doğa hukukunu yerine getirmek isterler. Sonunda Orestes için mahkeme kurulur. Eğer şehir yaşamı, sözleşme hukuku ve devletin bekası doğru ise; Orestes, babasının intikamını almak için annesini öldürerek doğruyu yapmıştır.  Fakat doğa hukuku, arkaik inanç ve ailenin bekası doğru ise; Orestes, annesini öldürmüştür ve ana toprağına karşı suç işlemiştir, kanı ile bedelini ödemelidir. Mahkemen sonucu, trajik unsur daha da keskinleşir, oylar eşit çıkar! Orestes’in suçlu olup olmadığına karar verilemez. Devreye mahkemeyi kuran tanrıça Athena girer ve oyunu Orestes’ten yana kullanır; Orestes suçsuz bulunur ve serbest kalarak Argos şehrine döner. Karara uymak zorunda kalan Erinys’lerde yeraltı ve intikam tanrıçaları olmaktan çıkıp, Eumenidler’e yani Hayırlı Tanrıçalar’a dönüşürler.

Doğmamış Tanrıça Athena

"Bir kadın doğurmadı beni, o yüzden tüm benliğimle erkeğin  yanındayım. Hiç de umurumda değildir benim, kocasını öldürdüğü için öldürülen bir kadın " diyen Athena oy hakkını Orestes'in aklanması yönünde kullanır. Athena’nın kararı, Yunan dünyasındaki dönüşümü gösterir; Atina yaşamında toprak ve doğa hukuku değil, seçkin demokratlarla gelen eko-politik belirleyicidir artık. Yunan şehir devletlerinin koruyucusu ve zafer tanrıçası Athena doğmamış tanrıçadır; Zeus’un başından çıkmıştır ve kadından doğmadığı için doğadan bağımsızlığın sembolü olmuştur. Athena, arkaik ana tanrıça inancına ve doğa hukukuna karşı, şehir düzeninin tanrıçasıdır. Athena hem aklı temsil eder hem de geldiğinde ahlakı, doğruyu hiçe sayar; şartlarına göre hareket eden yalancı, bezirgân Yunan insanına yol gösterir. 

Geçmişin Trajik Etkisi

Erinysler arkaik olanı, ana toprağını, doğa hukuku ve kan ile kısasa kısası isterken; karşısında yerleşik hayat ve köle ekonomisi ile sözleşme hukukunu savunan Demokratlar vardır. Orestia’nın yazıldığı dönem, Atina’da altın çağ olarak anılan Komutan Perikles dönemidir. Atina’da demokratik diktatörlük kuran Perikles sözleşme hukukunu, doğal hukuktan üstün tutar. Arkaik insanın kozmolojik bütünlüğünden kopuşu, sınıf tabanlı kent düzenin özgür olmayan insanlardaki yıkımı, buna rağmen sönmeyen ve hala geçmişten gelen doğal enerjisi; bilinmeyen güçler biçiminde Atinalı özgürleri, demokratları endişelendirmiştir. Orestia üçlemesi ile antik Yunan dünyasında en yüksek noktaya ulaşan tragedya, Sokrates ve Platon etkisindeki logos merkezli düşünce ile son bulur. İlerleyen dönemde trajik olanı değil, komediyi ortaya çıkarır yazarlar. Orestia üçlemesinin sonunda doğal hukuk, sözleşme hukuku ile aşılır. Şehir devletinin bekası için gerekir ise, anne öldürülmelidir; Atina demokrasisi bunu gerektirir. Şehir yaşamı ile soy bağı, kan bağı aşılır; arkaik-ilkel ve komünal olanın üstü kapatılır, bu medeniyet kafesini kuranlar ise çalışmayan toprak sahibi erkek (demos) Atina vatandaşlarıdır.


Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta

Kral Oedipus ve Oedipus Kolonos'ta


Sokrates, Platon ve İdea Öğretisi

Sokrates’in Atina’ya geldiği dönem içinde tragedya yazımı sona ermişti. Sokrates’ın öğrencisi Platon, “Sokrates’in Savunması” adlı eseri ile tragedya çağını bitirmiş, felsefe dönemini başlatmıştır. Platon’un “idea öğretisi”nde insan, akıl ile ideaların özüne uygun hareket ederek iyi, doğru insan olur. Platonik düşünceye getirilen en önemli eleştiri, aklı ve bilimi amaç olarak görmesine rağmen, sınıflı toplum yapısını meşrulaştırmasıdır.

Trajik Unsur

Apollonik idea’ya göre insanın, ideal biçimini ancak rüyalarda ve heykelde görebiliriz. Dionysoscu inanışa göre ise doğmuş olmak, insanı bütünlüğünden koparmıştır; eğer insan doğmuş ise sarhoş olması gerekir. Trajik olan insan için, birey olmaktır. Birey olan insanın bütünlük içinde yaşadığı gerilim trajiktir. Tragedya kahramanları, genellikle trajik bilincin ağırlığı altındadır ama “ölümü istemek” anlatının hedefi değildir, yaşam olumlanır. Nietzche’nin açıkladığı biçimde Apollonik ve Dionysoscu imge iç içe geçerek, tragedyanın ve kahramanlarının oluşumuna temel kaynak olmuştur. Her tragedya, trajik unsurlar ile yazılmamıştır, ilk tragedya olan “Persler”  trajik unsurları değil, dönemin içinde Perslerle olan savaşı anlatır. Ama tragedya formunu, etkileyici, cazip ve iç kavurucu olmasının nedeni, trajik unsurdur. Modern dünyada, trajik olanın deneyimi, iki dönem içinde yaşanır: gençlik ve orta yaş. İnsan, gençlik ve orta yaşlılık döneminde, yaşam koşulları karşısında seçim yapmak zorunda kalır. Genç insan, ya yola çıkmalı ya da yuvada kalmalıdır.

Kral Oedipus ve Hikâyesi

Sofokles’in Kral Oedipus tragedyası, hakkındaki kehanetin gerçekleşmesini önlemeye çalışan bir kahramanın kaderine yenilmesini anlatır. Kral Laios kendi geçmişindeki laneti, oğluna taşıyan bir babadır. Kehanete göre: ”Kralın bir oğlu olacak, oğul büyüdüğünde öz babasını öldürüp, öz annesiyle evlenecektir.” Efsanenin psikanaliz açılımı ve önemi, babanın çocuğunu öldürme arzusudur.
Kâhinden, kehaneti öğrenen Kral Laios, baba olunca çocuğunu kehanet korkusu ile öldürmek ister ama kraliçe razı olmaz. Kraliçe, kraldan gizli olarak, cellâda çocuğu uzak bir yere bırakması söyler, cellât çocuğu ayaklarından ağaca asıp uzak bir diyara bırakır. Yoldan geçen çobanlar, çocuğu kurtarırlar. Ağaçta asılı kalmaktan ayakları şiş kalan çocuğa “şişik ayak” anlamına gelen Oedipus adını verirler. Çobanlardan biri, yaşadığı şehrin kraliçesinin çocuğu olmadığı için, onu saraya görür. Kraliçe çocuğu kabul eder ve Oedipus’u öz evladıymış gibi büyütür. Çocuk ergenlik çağına girdikten sonra, Delpoi Kâhininden, gelecekteki kaderini öğrenir. Kral ve kraliçeyi gerçek ailesi sanan Oedipus, kehaneti bozmak ve kaderini değiştirmek için şehri terk eder. Oedipus, bir gün yolda çıkan çatışmada, bir başka şehrin kralı olan tanımadığı öz babası Kral Laios'u öldürür. Kehanet gerçekleşmeye başlamıştır. Oedipus daha sonra baba ocağı, Thebai'ye gelir. Bu dönemde şehre korku salan Sfenks adında bir canavardır ve halka zor günler yaşatmaktadır. Canavar, sorduğu bulmacaları bilemeyenleri acımasızca öldürmektedir. Oedipus, korkusuzca Sfenks’in karşısına çıkar. Oedipus akıllı, güçlü ve yenilmezdir.
Sfenksin sorduğu bilmece şudur: "Önce 4, sonra 2, sonra da 3 ayaklı olabilen nedir?" Oedipus "İnsan" cevabını vererek soruyu bilir, cevap karşısında çaresiz kalan Sfenks, kendini uçurumdan aşağı atar. Bu olay Thebai şehrinde büyük bir sevinçle karşılanır, zaten kralsız kalan şehir halkı, Oedipus’u kral yaparlar. Kral Oedipus, Kral Laios öldüğü için dul kalan kraliçe, yani öz annesiyle bilmeden evlenir. İkisi de gerçeğin farkında değildir. Anne ve oğlunun bilmeden yaptıkları bu evlilikten dört çocukları olur. Bu duruma çok öfkelenen Eski Tanrılar, kentte veba salgını başlatırlar. Çaresiz kalan Oedipus, felaketin nedenin öğrenmek için bilge büyücüye danışır. Öz babasını öldürüp, öz annesiyle evlenmesinin neden olduğunu söyler Bilge. Kehaneti bozmak isterken, kaderine yenildiğini anlayan Oedipus, gerçek ile yüzleşmek zorunda kalır. Annesi olan kraliçe, gerçeği öğrenince kendisi asar. Annesini ölüsünü gören kral, annesinin elbiselerinin üzerindeki iğnelerle gözlerini kör eder. Şehirdeki felaketin sebebi Oedipus, Kolonos’a sürülür. Son günlerinde yanında hem kardeşi, hem de kızı Antigone vardır. Sofokles’in üçlemesinin diğer iki eseri, Oedipus Kolonos’da ve Antigone’dir.

Oidipus Kolonos’da

Oidipus tragedyasının devamı olan eserde Oedipus, kızı ve aslında kardeşi olan Antigone ile kendisine gömülecek yer, sadece toprak aramaktadır. Hiçbir yer kabul etmemektedir onu ve en sonunda Kolonos şehrine gelir. Yollara düşen Oedipus, artık ölümlülüğü kabullenmiştir; özgür ve bilge insandır ama Dionysoscu hakikat, sonunda kendini ona kabul ettirir. Tragedyanın sonunda doğru ve kader üzerine şunu söyler Oedipus: “Tanrı, benim için, benim istediğimden daha iyisini yapmıştır.Akıl ve kibir (hybris) ile kaderine karşı gelmesinin hata (ate) olduğunu sonunda kabul eder; aşırılığa kaçma ve kendini büyük görmek, tanrılara yaklaşmış olmaktır ve hatasını anlamıştır. Peki, Oedipus’un başına bunlar niye gelir? Bu sorunun cevabı tragedyada şöyle verilir: “Yaşam, tanrıların yollarıdır ve biz bilemeyiz. Oedipus Kolonos’a geldiğinde değişerek, dönüşerek kendini bilmiş ve öğrenmiştir; kaderini sev (amor fati) onun hakikatidir artık.

Oedipus’un Trajedisi

Oedipus, doğadan bağımsızlaşmaya çalışan ve hakikate yönelen Yunan idealini temsil eder ama kaderini bilmek bile, onu kaderinden kurtaramaz. Kral Oedipus, Aristoteles’e göre mükemmel tragedya örneğidir. Trajik unsur, iki eşit konum-hal-değer arasında seçim yapmaktır. Kral Oedipus, ya tanrıların kendisine biçtiği kadere razı olacak yâda kaderine yön verecektir. Lanetli kaderini değiştirmeyi tercih eder; ama en sonunda tanrılara (Tanrı’ya) ve kadere (trajik unsur) mağlup ve razı olur. Oedipus’un trajedisinden çıkan sonuç; kendi hakikatini bulacağını sanan insan, kaderine en nihayetinde doğaya tabi olmak zorunda kalır.


Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta