Nietzsche etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nietzsche etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yunan Tarihi ve Sanatı: İdea ve Güzel, Atina ve Altın Çağ, Apollo ve Dionysos


Logos ve Yunanlılar

Arkaik sanat, pagan inanışların ve özellikle kozmolojinin etkisinden neşet ederken; Antik Yunan sanatının oluşumu, mitos’dan logos’a doğru ilerlemeyle açıklanır genellikle. M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Ege havzasının aldığı evrimleşme ile mitik-pagan inanışlardaki değişim, temsil ve sanat pratiğine yansır. Ve devamında ayrılır, kutsal olan ile temsil. Logos dil, akıl ve bilim gibi birçok anlamı içermekle beraber, öncelikle derlemek ve kalıcı hale getirmektir. Kalıcı yapılar kurmaya yönelir Yunanlılar, güzelliği ortaya çıkarmak için. Göze gelen, beğenilen, estetik duyum olarak algılanan güzellik; Yunan insanı için ölüm ve doğa ile mücadele etmek hatta karşısında durmak hissine geldiği için önemliydi hayatında. Yunan kültüründeki sıçrama, hem teknik hem de estetik olarak özgündü ve tarihin sonraki dönemlerde birçok felsefe-sanat hareketleri, hep o dönemin yani Altın Çağ’ın biricikliğini anlamak, izini sürmek hatta yeniden kurmak istedi.
Afrodit'in doğuşunu gösteren heykel panel, "Ludovisi Tahtı" olarak da bilinir, M.Ö.460


Arkaik Yunanlılar Kimlerdi?

Yunanlıların kökenini oluşturan Neolitik çağ halklarının nereden geldiğine dair kesin bilgi yoktur. M.Ö. 2000’li yıllardan itibaren Asyatik-Germen kabilelerin, Ege’deki halklar ile karışıp üstünlüğü ele geçirdikleri düşünülür. M.Ö. 1400-1150 arasında istilacı Akhalar, yerleşik hayata geçerek kendilerinden önceki Girit medeniyetinin üzerine kendi şehirlerini, ticaret kolonilerini ve Miken krallıklarını kurar. Sonrasında yine kuzeyden gelen Dor kabilelerinin istilasıyla Akha Uygarlığı yıkılır. Savaşçı Dorlar, Sparta; İyonlar ise, Atina şehrini kurar. M.Ö. 11 ile 8. yüzyıl arası Ege bölgesi “Karanlık Çağ” olarak anılır ve bu döneme ait hiçbir yazılı belge bulunmamıştır, sadece çok az sayıda arkeolojik kalıntı vardır günümüze ulaşan. Akhaları (Miken) ataları olarak kabul eden Yunanlılar, “Kahramanlar Çağı” dediler onların dönemine.

"Mask of Agamemnon" - made in Gold, circa 1550-1500 BC
"Agamemnon Maskı" - altın, M.Ö. 1550-1500BC
Homeros ve Heredot’un tarihçilikten çok hikâyecilik, masalsılık ile anlattığı arkaik dönem;  İlyada, Troya Savaşı ve Kral Agemmemnon anlatısında işlenir. Ama Akhalar ve kahramanlık çağına ait bulgu değil, sadece mitos vardır aslında. Dönemin tarihi, yazı olmadan sözlü anlatılarla kuşaklara aktarıldığı için, Troya savaşı olmasa bile ona benzer bir savaş yaşamıştır sanki Akhalar. Kaybolan yazı, farklı kaynaklardan türetilerek, M.Ö. 750’ler de tekrar ortaya çıkar. Harflerini, yazı düzeneğini Asya’dan ve Fenikelilerden alan Yunanlılar, sesli harfler yaratarak geliştirir alfabeyi, yazı dilini. Karanlık Çağ’da Balkanların büyük kısmında bazen göçmen, bazen yerleşik hayat sürmüş Akhaların, proto-Türkler olduklarına dair yorum ve bazı bulgular görmezden gelinmektedir hala. Miken yazı-işaretlemesinin Fenike alfabesiyle alaşımı olan Yunan dilinde, Asyatik kökenli olduğu kanıtlanmış semboller, harfler vardır ve bugün Batılı akademisi, tarihi tarafından kapsam dışında tutulur. Ve daha çok Semitik dil-kültür içinde Mezopotamya ile Yunan arasındaki ilişki önemsenir Kıta Avrupası’nda. Sonuç olarak Yunanlılar ırk değil, sadece kültür olarak vardır antik dünyada.


Colossal Kouros of Samos - height 4.75 m, marble from Sanctuary of Hera in Samos Island,  Archaic Period, circa 590-580 BC
Samos Kouros'u - boy 4.75 cm, m.ö. 6. y.y.

Atina, Ganimet, Perikles, Altın Çağ, Köle, Artık Birikim

Antik Yunan kültürünün M.Ö. 776 yılındaki Olimpiyat Oyunları ile başladığı kabul edilir. Olimpiyatlar şehirlerin katıldığı birlik olma halidir aynı zamanda. M.Ö. 750'lerden itibaren Yunanlar şehir devletleri (polis), denizcilik ticareti ve hatta korsancılık ile güçlenir. Başta Atina şehri olmak üzere Yunanlıların ekonomik, refah koşulları oldukça ilerler ve M.Ö. 6. yüzyıla gelindiğinde Sparta, Korint ve Tebai şehirleri de Ege’nin diğer önemli merkezleri olur, fakat Atina ile Sparta arasındaki askeri-ekonomik rekabet nedeniyle sonu gelmez iç savaşların. Yunanlıların altın çağı, ticaret ve savaş ganimetleriyle oluşan birikimin, köleci eko-toplum düzen içinde maksimize edilmesidir esasında. M.Ö. 490 yılında Maraton Savaşı ile güçlü Persleri yenerler ve Ege denizinin tüm kıyıları Yunanlıların hâkimiyetine geçer; sonrasında Pers saldırılarına karşı koymak için, Atina`nın önderliğinde “Atttika-Delos Deniz Birliği” kurulur birçok şehrin katılımıyla. Birliğin hazinesi, Atina’ya taşınır ve sanat-felsefe alanında kalıcı eserlerini bu maddi zenginlik içinde üretir Atina. Batı Dünyasının kendisine milat kabul ettiği “Helen kültürü” bu dönemde yaşanır.

“Demokrasiyi Yunanlılar keşfetti” sözü bugün için anlamsızdır; çünkü antik Yunan’da Demokrat (demos-yurttaş) olmak sadece, çalışmayan ama gelir sahibi  özgür erkeklerin sahip olabileceği haktır ve bu haktan sadece nüfusun %10’u yararlanır. Antik Yunan kültürü, Oligarkların yani artık birikime sahip ailelerin düzenidir ve Platon, ideal devletini anlatırken meşrulaştırır sınıf ayrımını. M.Ö. 5. yüzyıl ve Komutan Perikles dönemien parlak günleridir Atinalıların, ekonomik kazanımlarını ve serbest zaman faaliyetlerini, mimari başta olmak üzere sanata ve felsefeye yöneltirler. Perikles döneminden sonra Atina ve Sparta arasında Peloponez Savaşı çıkar M.Ö. 431’de ve 27 yıl sürer; ardından Sparta, Attika’ya hâkim olur ama Makedon İskender’e kadar kaos bitmez Ege coğrafyasında. Modern Batı dünyasının öykünüp adına “Yunan Mucizesi” dediği dönemin (M.Ö. 520-430) temelinde; ekonomik birikim ve “mutlak özgürlük” kavramı vardı.  Yunanlılar için özgürlük, madden bağımsız olmaktı. Çalışmamak idi, özgürlüğün ilk şartı. Tarihte ilk köle pazarı, Sakız Adası’nda kuruldu aynı dönemde. Yunanlı özgür insan, çalışmayan ama çalışan kölenin emeğinden geçinen toprak sahibi idi ve şanslı ailelerin mensubu olarak toplardı artık birikimi. O, emekten ve topraktan uzaklaşarak kendine ayırdığı serbest zamanını; bilmeye ve sanata yöneltti.

Aydınlanma Çağı felsefesi ve özellikle Alman Romantik hareket, eserlerinde hayranlıklarını ifade etmişlerdi klasik dönem Yunan kültürüne. Schiller, Yunan estetiğinin ideal insanı sunduğuna inanır: “Sanatın bütün çekiciliğini, bilgelikle birleştiren Yunan tabiatı... Yunanlılarda akıl ne kadar yükselirse yükselsin, arkasından daima maddeyi istekle çekiyordu; onu ne kadar ince ve kesin olarak ayırıyorsa da asla parçalamıyordu.” Hegel’e göre, derin düşünme ile öz-bilincine doğru evrilen ve eyleme yönelen Yunanlılar, bitimli isteklerini aşarak insansı isteklerini yansıtmıştı heykel, tapınak ve tragedyada.

Apollo ve Dionysos

Apollo akıl, denge ve ışığın tanrısıdır. Işığın tanrısı, logos ile biçimi bir araya getiren sanatın da tanrısıdır. Nietzsche’ye göre Apollonik sanat bakışın, güzelliğin ve görünümün alanını sınırlar. Dionysos geçmişin etkisiyle acı ile coşkuyu bir araya getirir ve sınır-ölçü tanımaz çoğunlukla. Diyonizak sanat, aile-klan bağlarından, şiddet ve dürtü istençleri üzerinden insanı etkiler tıpkı şenliklerindeki müzik, dans, esrime ve ilahi gibi. Yunan sanatını şöyle açıklar Nietzsche: “Yunanlılar, kendilerine ve sanata kaynak olarak iki tanrı çıkarmışlardır; Apollo ve Dionysos. Bu inançlar, sanat alanında çatışırken ve yan yana yol alırken; sadece bir kez o da Hellen istencinin zirvede olduğu, Attika tragedyası denilen sanat yapıtında kaynaşmış üslup farklılıklarıdır.” Apollonik ve Diyonizyak olan; akıl ile içgüdü ve şehir ile kır hayatı geriliminde kombine olmuştur antik dünyada.


İdea ve Güzel Platon ve Aristoteles

Yunanlılar, başta Mısır medeniyetiyle olan eko-kültür bağlantılarını geliştirip zanaatçılıktan sanatçıya dönüşen kimliği ortaya çıkardı zaman içinde. Güzelliğin ideal yansımasının eşyada neşet etmesini istiyor, arıyordu Yunanlı sanatçı. Güzellik ve ışık, ontolojik zeminin izi olarak yontularda, tapınaklarda arandı. Arkaik dönemdeki hakikatin imgesinin, surete ancak izi ile yansıyacağını asla görülemeyeceğini söyleyen hâkim inancı yıktı YunanlılarGörünür olanın, hakikati yansıttığını düşündüler çoğunlukla. Bu sebeple güzelliği, görünür kılmayı hedeflediler yaşamın tam ortasında. Geçmişleri, kendileri ve zaferleri için övünç duyacakları tapınaklar yaptılar ve böylece ortaya çıktı Parthenon.
"Temple of Parhenon" at the Athens - from ancient Greek, circa 447-438 BC
Parthenon Tapınağı, Atina - M.Ö. 447-438 

"Discobulus" - original bronze statue by Greek Myron, circa 450 BC, after Roman copy
"Discobulus" Disk Atan Atlet - yontucu Myron, orginal M.Ö. 450

Platon’a göre güzel, sadece Güzel İdeası’nda vardıSanat eserlerini, mimetik (doğaya öykünen) taklit ürünü oldukları için idea formlarından uzak buluyor, hatta küçümsüyordu Platon. Güzel, bir başka nesnede ortaya çıkamaz, kendinden başka şeyde görünemezdi. Güzel ve onun güzelliği, mutlak ve kendinde kalacaktır İdea öğretisine göre. Aristoteles ise sanatın, idea’nın ideal dışavurumunu sağladığını söyler. Onun için bilgi gibi sanatında özü, dış dünyada ve doğadadır. Varolanların dışında aşkın ve kendinde ideaları değil; insan emeği ile şekillenen gerçekliği savunur ve sanat, iç nedenlerini dış koşullarına yansıttığı sürece, güzellik ortaya çıkacaktır. Sanatın öyküsünü ve amacını şöyle açıklar Aristoteles: “Yarım kalmış doğanın, ideal formlar ile tamamlanması

Bugün, Antik Yunan’da ortaya çıkan güzellik anlayışı ve sanata bakış, bir yönüyle dayatma olarak sürüyor modernite içindeSanat eğitimine  “güzel sanatlar” diyerek sınır çizen klasik anlayış, aslında ölümlülük ve çürüme gibi sanatı ortaya çıkaran ontolojik arayışları, işlikleri daha başından kendi biçim-içerik dayatmaları ile sınırlıyor çoğunlukla. Düşünce-deneyim, hala Yunan idealinin beğeni kasnağı içindeki biçemlerle anlaşılıyor, sıfatlarla yargılanıyor. Batı sanat sektörünün kabullendiği Yunan paradigması domine ediyor alttan alta sanatın pratiğini ve öncesinde imgesini. 


Elektra, Medea, Bakkhalar ve Euripides



Euripides’in Tragedya Dili


İlk tragedyalar klan ritüellerinin ve efsanelerin etkisinde gelişmiş, sonrasında trajik unsur -tanrıların bilinmez etkileri- tragedyanın merkezini oluşturmuştu. Euripides (M.Ö. 485-406) ile birlikte tragedya, efsane ve trajik unsur bağından, şiirselliğinden belli oradan uzaklaştı ve dramaya doğru evrilen bir süreç başladı. Euripides’in 90’a yakın tragedyasından 18’i günümüze ulaşmıştır. (en önemlileri: Elektra, Medea, Bakkhalar, İphigenia Aulis'te, Troyalı Kadınlar, Helena, Resos, Orestes) Eserleri, Polis insanını kızdırmış; kutsal değerlere saygısızlıkla suçlanmıştı. Euripides, kahramanlık efsanelerindeki eylemden çok karakterlerin kişiliğine yoğunlaştı ve dili sadeleştirdi; farklı konulardan eserler vermiş olsa da, kadınların trajik konumuna odaklandı. Kadınları, genellikle aşırı tutkulu, egoist ve kötülüğe istekli tasvir ettiği için kadın düşmanı olarak kabul edildi. Oyunları gerçekçi tasvirlerle ilerlese de, karakterden çok o kişiliği trajik olana sürükleyen tutkunun, hatta akıldışının etkisini anlattı. Onun karakterinin ortak noktası, ölçüsüzlük ve şiddete yönelim idi; acının (pathos) açıkça serinlenmesine dönüşmüş eserleri, tragedyayı melodramlaştırdı. İnsanın karmaşık ruh dünyasını, tutkularını ve zaaflarını işledi. Bakkhalar oyununda Polis içinde yapılması yasak gizli Dionysos ayinlerini, sahnede görünür kıldığı ve eski inanışın önemini vurguladığı için ölüm cezası ile yargılandı Euripides. Nasıl öldüğü bilinmemektedir.

Elektra Tragedyası

Öncesinde Aiskhylos ve Sofokles’te işlemişti Elektra efsanesini ama Euripides ise, mekân ve eylem koşullarını değiştirdi; diğerlerinde Argos sarayında geçen anlatı; burada Argos dağlarında bir köyde başlar. Babası ve Argos Kralı (Akhaların komutanı) Agamemnon’nun öldürülmesinden sonra Elektra soylu geçmişinden uzak, köylü bir adamla evlendirilmiş; kırda çalışıyor olmaktan mutludur. Erkek kardeş Orestes ise, cinayetten sonra ihtiyar eğitmen tarafından başka şehre götürülmüştür. Elektra, öz annesinden intikam almak için kardeşi Orestes’in dönmesini bekler, tanrılara yakarır ve babası Agamemnon için gözyaşı döker yıllarca; ölçüsüz ve öfkeli yas tutmaktadır hala. Orestes ülkeye geri döner ve kız kardeşini bulur. İki kardeş babalarının ve çileye dönüşen hayatlarının intikamını almak için plan yaparlar. Kurban töreni sırasında Orestes, annesinin aşığı Aigisthos’u öldürür. Sonrasında iki kardeş, anneleri Klytaimnestra’yı kulübede öldürürler ve intikam alırlar. Cinayet sonrası kardeşler, birbirlerinden ve Argos şehrinden ayrılırlar.
Euripides, Elektra ile Polis yaşamı için gerekli olan ölçüyü, hukuku, ilkeyi araştırmıştır. Koro bile -Polis insanını yansıtmaktır- adalete ve eyleme dair ölçütü belirlemekte ve düşünmekte kararsızdır. Bir yerde “Anne kanı yerde kalmamalı” der, arkasından “Ölçüsüzlük, bir başka taşkınlığı doğurmamalı” diye uyarır. Eserin sonunda pozitif ile doğal hukuk çatışması uzlaşamaz, trajik unsur çözümsüz kalır. 

Euripides’in Getirdiği Yenilikler

Evreni yöneten mutlak Akıl (Nous) düşüncesinden etkilenmişti Euripides ve “İnsan her şeyin ölçüsüdür” diyen Pratogoras’ın öğrencisiydi. Soylu ve egemen sınıftan insanların anlatıldığı kendinden önce tragedya anlayışına radikal olarak karşı çıktı Euripides ve vatandaşlık (demos) hakları olmayan kadınları, köleleri, dilencileri eserlerine taşıdı; Polis yasalarını eleştirdi. Tüm bunlara rağmen tiyatroda halktan yeterli ilgiyi görmedi ve yöneticileri kızdırdı. Euripides birçok yenilik getirmişti tragedyaya. Efsaneleri keyfince değiştirmiş, yap-boz etmiş; ahlak ve trajik hata arasındaki çatışmada çözümsüz finaller kurgulamış; prolog –giriş- bölümünü bozmuş, Koro’nun aksiyon içinde etkisini ortadan kaldırmış, tragedyada önemli olan kader ve baht döngüsünü temel aksiyon olmaktan çıkarmış, normal insanları ve gerçekçi tasvirleri tragedyaya dâhil etmişti. Diğer tragedyalarda haberci, sahnede gerçekleşmeyen aksiyon hakkında izleyiciye bilgi verirken onun eserlerinde haberci, yazarın yani Euripides’in sesi olmuştu. Ve tragedyayı komediye doğru evrilen ironiye dönüştürmüştü. 

Medea Tragedyası

Medea tragedyasında trajik unsur, annenin çocuklarını öldürmesidir. Medea, Karadeniz’in doğusunda yer alan Kolkhis Kralının kızıdır. İason, Argonautlar’dandır ve Kolkhis Kralının himayesinde bulunan ve Tanrı Ares’e adanmış ve bir ölümlü tarafından ele geçirilmesi imkânsız olan Altın Post’u getirmek üzere Kral Pelias tarafından görevlendirilir. Argo Gemisiyle yapılan uzun ve tehlikeli yolculuk sonrası Iason, Kolkhis’e varır.
Medea, Iason’a görür görmez âşık olur ve ona yardım ederek kral babasına karşı gelir, vatanına ihanet eder. Medea’nın hileleriyle Altın Post’u ele geçirir Iason ve iki âşık, yanlarına Medea’nın erkek kardeşi Apsyrtos’u alarak gemiyle kaçarlar. Yolda peşlerine düşen babası kral Aietes’i durdurmak için Medea kardeşini parçalara ayırıp denize atar, oğlunun parçalarını toplamakla meşgul kral, onları yakalayamaz. Kaçan çift Korinth’e gelir, Medea’nın Iason’dan birçok çocuğu olur. Iason, zaman içinde sevgilisinden soğur ve iktidar hevesi ile Korinthos Kralı Kreon’a yakınlaşmak için kızı ile evlenmeyi planlar. Tanrıça Hekate’nin kızı olan Medea, büyücü (cadı) kadındır; zehirli taçla ile kralın kızını öldürerek intikamını alır. Öfkesi geçmeyen Medea, aşığını cezalandırmak için çocuklarını öldürür. Sonrasında yurtsuz kalan Medea, Atina Kralı Aigeus’a sığınır. En sonunda Medea’yı yargılamak için, deus ex machina ile Apollon göklerden iner ve Medea’yı kutsar.
Medea about to Kill her Children - by Eugène Delacroix, 1838
Medea çocuklarını öldürürken - by E. Delacroix
Medea, bir kadının arzuları uğruna anneliği ve etiği yok saymasını temsil eder. Medea ölçü tanımazdır, kaderine razı olmaz, haksızlığa uğradığında kendi adaletini sağlamak için tüm etik değerleri yıkar, intikamını güçlendirmek öz çocuklarını dahi öldürür. Peki, Apollon Medea’yı neden kurtarır? Tanrılar işlenen suça neden duyarsızdır? Euipides etik olanın askıya alındığı, boşluğa düştüğü noktada haberci ağzından şunu söyler: Tanrıların, insanlar hakkında hükmü bilinemez”. Medea ile Tanrıların yasasının zalim, adaletsiz ve akıl dışı olduğunu söyler gibidir Euripides. Tanrılar, insana karşı duyarsızdır. İnsan olmak, trajik olandır.

Deus Ex Machina: Tanrı Makinesi

Yunan tragedyalarının son dönemlerinde, trajik çıkmazı çözümlemek için sahneye bir araç iner. Sahnede aşağı ve yukarı iki yönlü hareket eden araçla yapılan göksel müdahaleye; Yunanca Mechanes Theos, Latince Deus Ex Machina, Türkçe Tanrı Makinesi denmiştir. Tanrıların müdahalesinin Euripides’in buluşu olduğu –tartışmalı da olsa- kabul edilir; eserlerinde Deus Ex Machina'yı, dramatik yapıyı güçlendirmek ve çatışmanın uzlaşmaz kaldığı yerde karar unsuru olarak tanrılarının hükmünü ve kahramanların sonlarını belirlemek için kullanmıştır. 

Bakkhalar (Çığırtkan Kadınlar)

Yunanlılarda kadınların söz sahibi olduğu yer, cenaze idi; toprağa gidişi, yakarış ve çığlıklarla şiirleştiriyordu cenazelerde kadınlar. Gizli ve şehir dışında yapılan Dionysos ayinlerinde şarap içip tapınan ve esrime yaşayan kadınlara “Bakkhalar” denirdi. Esrime ritüelleri, Anadolu’daki Ana Tanrıça Kybele kültünden gelmekteydi ve tapınakları yoktu. Tanrı Dionysos (Bakkhus) için geceleri çimenlerde yatar, açık havada gökyüzüne doğru çığlıklar atar, ormanların karanlık köşelerinde ve dağlarda koşarak kendilerinden geçer, doğayla birleşip önlerine çıkan vahşi hayvanları avlayıp Tanrı adına parçalardı Bakkhalar.
Günümüze kalan son tragedya, Euripides’in Bakkhalar eseridir; Tanrı Dionysos ile ona tapınmayı reddeden Tebai kralı Pentheus arasındaki çatışmayı anlatır. Kral Pentheus, Polis’in düzeni için akılcı (lojik) yaşamdan ve yasadan yanadır; klan dönemi inançları, şehir dışını ve esrimeyi içeren Dionysos ayinlerini tehlikeli bulur; yasaklamak ister. Yabancı biri gelir şehre, yabancı kılığında gelen, Tanrı Dionysos dur. Yabancı, şehirdeki tüm kadınları baştan çıkarır; bu durumu öğrenen Kral Pentheus’da yabancıyı merak eder, tanımak ister ama o da onun cazibesine kapılır. Yabancının, Dionysos’un peşinden şehir dışındaki ayine merak içinde katılan Kral, ayin sırasında kendinden geçen kadınlar tarafından çığ çığ parçalanır ve yenir. Kralı öldüren kadınlardan biri, annesidir. Anne, Dionysos’u kutsamak için kendinden geçmiş ve oğlunu öldürüp yemiştir.

Tragedyanın Sonu

Tanrı Dionysos içgüdülerimizin ve dürtülerimizin sesi olsa dahi, ona hizmet etmek bile mutluluk getirmemektedir. Aklı, dengeyi ve dürtülerin denetimini vaaz eden Polis’in tanrısı Apollo’nun karşısında Dionysos’a bağlılık, içgüdülere teslimiyet körleşme yaratmaktadır, yıkıcı ve üretici duyguların tam tatmini dahi trajik olanı perdeleyemez. Bağbozumu şenliklerindeki Satirik dans-şiirlerle etkisini gösteren Dionysos, tragedya sanatının doğuşuna neden olduktan sonra; Yunan Polis’lerinin ahlaki ve pedagojik etki sağlamak amacıyla halka sunduğu tiyatro temsillerinde görünmez olmuş ama Atina’daki son tragedyada “İnsan kılığında Tanrı” olarak tekrar ortaya çıkmıştır.
Bir yandan ilk dram yazarıdır; diğer yandan tragedya çağının sonunu getirendir Euripides. Karşıtlıklardan öte çelişkilerle dolu eserlerinin etik olarak hangi düzlemi, hedefi amaçladığı çoğunlukla belirsizdir ve yazarın kişiliği de belirsizdir. Nietzsche bile Euripides’in sanatı karşısında karmaşık düşünceler geliştirir, yaratıcılığını ve tragedyaya kattığı yenilikleri önemser ama aynı zamanda, Sokratesçi dünyanın sözcüsü sayar ve tragedyanın mezarını kazdığını söyler: “Sen ne istiyorsun ey suçlu Euripides, tragedya senin güçlü ellerinde öldü…” Dionysos’un ortaya çıktığı Bakkhalar ile tragedya dönemi sona erer, komedya üretimi başlar. Euripides, aklın öncülüğünde bile devam eden adaletsizliği ve tanrının kayıtsızlığını vurgulamış; hiçliğin altını çizmiştir.

                                                                          -----------Son----------

Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta

Yunan Heykel Sanatı



Antik dünyada ressam veya heykeltıraş; ne özgür insan, ne de köle idi. El işçisi (Banausos), zanaatkâr idi yontucu; tıpkı bir demirci gibi. Çünkü para karşılığında üretici çalışma, kölelik idi efendiler için. Yunalı Oligarklar için sanatçı, devlet görevine atanamaz; hatta yurttaş olamazdı. Emeği ile sosyal konumu muğlâktı sanatçının, bugünkü gibi. (Yunan Tarihi ve Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız
Tanrı, tanrıça ve atlet heykeli yaptı daha çok Yunanlılar. Tıpkı tapınak mimarisi gibi, ilk önce dini anlam ve işlev ile üretildi yontu. Tapınak alınlıklarına, süsleme kuşlaklarına işlendi ama en önemli kullanımı; tapınağın merkezi olan Cella içindeki tanrı yâda tanrıça kült heykeli idi. Kireçtaşı, mermer, pişmiş toprak, bronz, kimi zamanda altın ve fildişi birleşimi oldu kullanılan malzeme. Yunanlılar, heykeli boyardı; zaman için boya yok olsa da, bazı eserlerde izleri hala vardır; bronz heykelin hava ile teması sonucu oluşan yeşil paslanma, günümüze kalmıştır. Birçok antik Yunan heykeli, günümüze ulaşmadı. Romalılar, hayran oldukları Yunan yontularını, neredeyse birebir yansıtan yeniden üretimlerle günümüze taşıdı. Romalılar, bugünde kullanılan mekanik noktalama tekniğini geliştirerek; heykelin orijinali üzerinden kabartma kalıp alarak, mermer veya bronz döküm üzerine benzerini ürettiler. Oyma kalem kullandılar detay ve hatları ortaya çıkarmak için.

Acropolis sculptures on Athens

Arkaik Dönem (M.Ö. 700-480)

M.Ö. 7. yüzyıl arkaik yontu, anıtsal idi; insan boyutundan büyüktü. (Samos Koros’u 4.75 m boyundadır) Mısır stilinin etkisindeydi tipik modeller. Boiotia, Delos ve Ege Adaları heykel üretiminde öncü şehirlerdi. Ayakta duran erkek (Kuros) heykeli ve ayakta duran kadın (Kore) heykeli arkaik dönemi işaret eder. Kuros’lar gücünü ve dengesini simgeler bir yanıyla Apollo’nun. Yunanlılar, Mısır’dan aldıkları statik insan duruşunu zaman içinde aşmaya, yontuya hareket katmaya başladılar. M.Ö. 580-530 ile birlikte Kuros-Kore heykellerindeki insan gövdesi, daha gerçeğe yakın ve anatomik olmaya başlar. Atina ve Samos Adası’ndan günümüze ulaşan eserlerde Mısırvari etki aşılmaya, azda olsa mimetik -doğaya ve bedene öykünme- yontu ortaya çıkar. Kore’lerde giysi betimi çeşitlenir. Yontucu, zemin yüzeyine “Eudomos beni yaptı” şeklinde imzasını atar.
Sounion Kouros, Anavysos Kouros, Piraeus Apollo, archaic period in Greek

Yontuya devinim kazandırmak için yarım diz çökme, çömelme ile örgenlere belli oranda aksiyon kazandırılır; her ne kadar torso’nun üst bölümü hala statik olsa da; belden aşağı ve öne doğru devinim ile uzuvlara canlılık verilir. Uzuvlarda esneme, hatta asimetrik unsurlar keşfedilir ve olgunlaşır yontu zaman içinde. Aphaia Tapınağı alınlığındaki Troyalı savaşçı yontuları, dönemin örneğidir; canlı, gergin ifadeleri ile düşen ve hatta ölen savaşçılar; aynı zamanda düşen gövdesine karşı zafere ve ölüme olan bağlılık ile karşıt duyguları yansıtmak ister sanki. M.Ö. 6. yüzyıldaki tapınak alınlık ve kabartmalarının bir kısmı günümüze ulaşmıştır; hem tekil olarak figürlerin incelikle işlendiği, hem de mitolojik bütünlük ile aralarında yumuşak geçişlerin -Herakles’in oniki ödevi’nin hikâyesi- dizgelendiği önemli kabarmalardır Olympia Zeus Tapınağı ve Sicilya’daki Selinus E Tapınağı’nın alınlık ve metopları.

Trojan warrior from Temple of Aphaia, circa 500 BC


Metope from Temple E at Selinus and Temple of Zeus Olympia


Klasik Dönem (M.Ö. 480-330)

Klasik dönem ile en etkileyici yontular ortaya çıkar Attika’da. Kalçalar esneklik kazandır, yere dik basan bitişik ayaklar ayrılır, bir ayak öne doğru esner. (Kontrapost). Arkaik tebessüm ve frontal duruş, aksiyon düzleminde aşılır Kontrapost ile. Yavaş yavaş omuzlar, kalçalar ve dizler aynı eksen üstünde değil; diyagonal hareket eder artık. Giysi kıvrımları ve saç şekli, kadın yontularında betinin merkezinde yer alır. Kumaş (Chiton) gövdenin devinimine uygun, bazen de karşıt duyumun ifadesi olacak biçimde yontulanır; Afrodit’in doğuşunu işleyen "Ludovisi Tahtı” olarak bilinen kabartma panelde olduğu gibi.

Ludovisi Throne and Nike adjusting sandal


Pythagoras Öğretisi ve Heykele Etkisi

Pythagoras öğretisi klasik dönem sanatçılarını, özellikle heykeltıraşları etkiler. Pythagoras’a göre dünya karşıtlık üzerine kurulur; sınır ve sınırsızlık. Bu iki zıtlığın dengesinde dünya; Kosmos dur. Sayılar, dünyanın düzenini mümkün kılandır. Sadece doğayı değil; insan bedenini, ahlakını, hatta felsefeyi ve ruhu belirleyen sayılardır. Pythagorasçı estetik; nesnelerin doğasını ve doğaüstünü oluşturan asal sayılara ulaşmak için; objede ve yontuda aritmetik ritim ve denge ile ideal güzelliği araştırdı.
Nietzsche’ye göre Apollonik imge, biçimlendirir Yunan yontusunu; şöyle der: “Apollonik dünya imgesi, ışık ve görüş içinde mükemmel formu arar ve mükemmel olan, sonsuza kadar kalacaktır; tıpkı tapınaklar, heykeller gibi. Mükemmelliğin ve formun kalıcılığı bağlamında heykel sanatı, Apollonik anlatının en etkin sunumudur.” Myron’un yaptığı “Disk Atan Atlet (Discobolos)”, Polykleitos’un “Mızrak Taşıyan (Doryphoros)”, Lysippos’un “Kendini Kaşıyan Atlet (Apoxyomenos)” Praxiteles’in “Knidos Afrodit’i (Mahçup Venus)” heykeli başyapıtlarıdır klasik dönemin.

Discobolos, Aphrodite of Knidos, Doryphoros


Amaç, denge ve duyum üzerinden güzelliği yontunun tümüne yansıtmaktır yâda onda aramak. Sanatçı, inandığını ve hayal ettiğini görünür kılmaya çalışır. Güzelliği, görünür kılmak ve görmek ister; tapınak, heykel yâda mozaik üzerinde. Arayış, güzelliğin uyumunu ortaya çıkarmak içindir; idealize ettikleri tanrılarını ve erkek (atlet) bedenini görünüşe getirerek kalıcı kılarlar. Artık gövde, bakışını “bakışsız boşluğa” iletir. Ve bir adım ötesine geçerek; doğada bulunmayan yâda henüz görülemeyen Güzel İdeası’nın izlerini araştırırlar yontu pratiğinde.

The Kouros of Samos - Colossal Kouros from Samos, height 4, 75 m, 6th c. BC


Nazi Aryan Irk Yetiştirme Programı: Lebensborn Evleri


Lebensborn, Nazi Almanyasında Nasyonal Sosyalist iktidar tarafından uygulamaya geçirilen "Saf ve Sağlıklı Aryan Irk Yetiştirme" programının adıdır. Türkçesi Yaşam Kaynağı olan proje ile ıslah edilmiş Aryan Irk için, SS Heinrich Himmler'in liderliğinde, Lebensborn evlerinde çok sayıda çocuk dünyaya getirilir ve eğitilir.

Alman kanını ve şerefini koruma kanunu" 1935 yılında Nürnberg Yasaları ile yürürlüğe girer. Alman kanını temiz tutmayı amaçlayan yasaya göre, “Yahudiler ile Alman kanından veya akraba kandan gelen vatandaşlar arasındaki evlilikler ve evlilik dışı ilişkiler yasaktır.” Sonrasında, Yahudilerin değil, Musevi, Komünist ve Çingenelerin katliamı gerçekleşir ve arkasından İsrail Devleti'nin kurulması için gerekli  plan ve ortam sağlanmış olmuştur.

symbol of lebensborn
Lebensborn Amblem

Lebensborn ile seçilmiş kızların, yine seçilmiş erkekler ile çiftleşmesi ve isimsiz doğumlar yapılması sağlanır. Aryan Irk, İskadinavlar ve onların Almanya'daki kolu Germenler dir Naziler için. Doğan çocuklar, çoğunlukla SS üyesi subayların ailelerine evlatlık verilir. İlk Lebensborn evi (Heim Hochland), 1936 yılında Münih'te bir köyde kurulur. 2. Dünya savaşı ile işgal altındaki diğer Avrupa ülkelerinde de evler açılır. İdeolojik olmanın ötesinde askeri ve ekonomik amaçları da olan program ile, artan kürtaj ve doğum oranlarının düşmesi ile yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Kuzey Irkı'nın (Nordik-Germen) kurtuluşu ve ıslah edilmesi amaçlanır. Şöyle der Himmler: "Amacımız Alman kanını korumak olduğuna göre, kürtajı engellemek, en önemli görevdir.” Geleceğin Alman ordusunu yaratmak, böylece de Hitler'in Bin yıl sürecek Reich dönemi ile tüm dünyayı yönetecek üstün ırkı ortaya çıkarmak amaçtır.

Yaşam Kaynağı evlerinin sloganı basittir: "Führer için bir çocuk yapın!" Dönemin Almanyasında kürtaj yasaktır; kızlar, doğuma teşvik edilir; erkekler, SS subaylarıdır çoğunlukla. Savaş sonrası işgal bölgelerinden fiziksel görünümü ile ari ırkı taşıyabilecek ama Germen olmayan kadınlar da, programa dâhil edilir. Hedef, atletik, sarışın ve renkli gözlü yeni bir kuşak yaratmaktır. Asli hedef ise, 200 yıldır Yahudiler ve diğer halklar ile kaynaşarak genetik yapısını kaybetmiş Germen halkını, genetik ve kan soyu olarak ıslah etmektir. SS’lerin Irk ve Yerleşim Bürosu’yla iş birliği içerisinde yürütülen programın başındaki Heinrich Himmler, tüm şartları ve uygulamaları denetler.

Lebensborn home
Lebensborn Evleri

Damızlık genetik ile, çocuk, gerçek ailesi ile değil, seçilmiş ailenin evladı olarak Nasyonel Sosyalist çocuk yetiştirme tarzına göre yetiştirilir. Almayan'da 9 Lebensborn evi kurulur ve çalışmalara dair raporlamalar, sadece SS liderliğine yapılır. Evlilik dışı bebeklere, doğum sertifikası çıkarılır, hamile kadınların çoğu ari olduğu tespit edilen genç kızlardır. Daha önemlisi annelerin çoğu, yine bu evlerde çalışan ve yaşayan hemşireler dir. Savaşın sonlarına doğru, istenilen sonucun alınamayacağını anlayan SS yönetimi, bu evlerdeki tüm kayıtları yok eder.

Yaşam kaynağı evine kabul edilme şartları oldukça açıktır; Hitler’in partisi NSDAP’ye (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) bağlı olduğunu belgelemek; Kadınlar için ırk, genetik ve biyolojik açıdan Germen olduğunu rapor ettirmek (saf ırk testi); sarışın, mavi gözlü ve açık tenli olmak, sakat olmamak; kafatası ve boy ölçümü; hiçbir Yahudi ırkı özelliği taşımamak; Nazi doktoru tarafından verilmiş genetik uygunluk raporu almak. Erkekler için NSDAP üyesi veya yakınlarının üye olduğunun belgelemek. Ve biyolojik anne-babanın, doğan çocuğu seçilecek Nazi ailesine, rütbeli SS subayına vereceğini öncen kabul etmesi.

lebensborn evlerin bebek, çocuk bakımı
Lebensborn evlerin bebek, çocuk bakımı
lebensborn evlerin bebek, çocuk bakımı


Aryan ırk oluşturmak için ayrıca, çocuk devşirme yöntemi kullanılır. İşgal bölgelerinde ele geçirilen, ari ırk özelliğini en azından fiziksel olarak gösteren, Germen izleri taşıyan çok sayıda Polonyalı ve Rus çocuk, Lebensborn evlerinde "Almanlaştırma" adı altında bir dizi bakım ve eğitim sürecinden geçirilir. Ardından seçilmiş Alman ailelerine, evlatlık olarak verilir. Belgelerin çoğu ortadan kaldırıldığı için, tam sayı bilinmese de, binlerce çocuğun bu yöntem ile doğduğu ve on binlerce çoğun ise devşirildiği düşünülmektedir.

İşgal bölgelerinden kaçırılan çocukları yanı sıra, savaş sırasında Alman askerleri tarafından tecavüze uğrayıp hamile kalan bir çok Kuzey Avrupalı kadın, programa dahil edilerek, bu evlerde doğum yapar. Proje bir süre sonra, SS Subaylar için açılmış geneleve; asker tecavüzleri sonucu doğan çocuklar için  yetimhaneye dönüşür. Irksal felaket kabul edildiği için, sakat doğumlara ve çocuklara yaşama hakkı tanımaz. Naziler Döneminde yaklaşık 5 bin çocuğun toplama kamplarında ve hemşireler tarafından öldürüldüğü düşünülür. Hatta, sonradan ortaya çıkan fotoğraf belgelerde görüldüğü gibi, işgal bölgelerinden getirilen çocuklarda özellikle Polonyalılarda, büyüdükçe esmerleşme ortaya çıkınca, ultraviyole ışınları uygulanarak sarartılma yapılır.

Sadece Almanya'daki evlerde 8 bin çocuk dünyaya gelir. Almanya dışındaki ilk ev, 1941 yılında Norveç'te açılır. İskandinavlaştırma projesi olarak da anılan Üstün Irk yaratma faaliyetleri adı altında başta Norveç olmak üzere, Danimarka, Hollanda ve Belçika'da bazı yerleşkeler kurulur. Hedef, ari özelliğini kaybetmemiş ve diğer ırklar ile melezlenmemiş Kuzeyli ırkı yani Nordik halkı, Almanlaştırmaktır. Program ile belki de en çok doğum, Norveç'te gerçekleşir ve Lebensborn çocukları, zaman içinde büyür ve 2. Dünya Savaşı sonrası Nazi Hareketinin kötü izleri olarak kabul edilirler ve de "Savaş Bebekleri" olarak anılarak, hak etmedikleri biçimde toplumsal yaşamda horgörülürler. Norveçli anneler ile Alman babalardan doğma savaş çocukları; yıllar sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) kendilerine yıllarca ayrımcılık yapıldığı için başvururlar, fakat AİHM başvuruları kabul etmez.

Naziler ve Lebensborn Programı
Naziler ve Lebensborn Programı

Nietzsche ve Nasyonal Sosyalizm

Nietzsche (Niçe) modern dünyanın ekonomisi ve ahlakı ile ortaya çıkan nihilist, hiçlik dünyası karşısında, yeni bir aydınlanma hareketini savunur. Nazi hareketi ise, onun felsefe ve eylem öngörülerini kendi amaçları doğrultusunda çarpıtır. Niçe, üstün insanı (Übermenschsavunmuştur, onun göre modern dünyada değerler çökmüş, geriye geçmişin kurumları ve ahlakı ile insanın ruhunu saran mutsuz ve amaçsız yaşam kalmıştır, üstün insan, modern insanlığın aşılması ve uyanışın taşıyıcısı olmalıdır. Tabi özgürlük, gelecekte ortaya çıkacak bir olgudur, kendisi seçkinci olduğu için üstün insanın sosyal güncelliğini tam olarak açıklamayaz Niçe.

Nasyonal Sosyalist hareket ise, Niçe'nin kültür ve yeniden aydınlanma ile ortaya çıkacak üstün insanını, sadece gen-kan soyu üzerinden kurmaya çalışır. Niçe felsefesi de çelişkilerle doludur, çünkü felsefe eylemi ile pratik dünya işleri arasında bağ çelişkidir, bu bağlamda Niçe, Alman Ulusunun yaşadığı kültürel çöküşe karşı diğer uluslara ve Yahudilere cephe alır, ama bu karşı çıkış asla genetik, kan soyu ile mücadele değildir; güç istenci ile ile birleşmiş yeni bir ekonomi ve kültürün doğmasını istemektir. Nazi hareketi ise 1. Dünya savaşı sonrası Alman Halkının yaşadığı ekonomik-sosyal çileyi aşmak için, ırk ülküsünü harekete geçirmiştir. Niçe güç istenci ile yaşamın ve doğanın yeniden örgütlenmesini; insana içkin olan diyonizyak şiddet dolu yaratma yetisi ile de, yaşamın olumsuzlaması ve sanat pratiğini arzularken; Nazi hareketi, güç istencini Führer kimliği altında askeri birleşme; diyonizyak dürtüyü ise, Nazi estetiği gösteriler ve mimari olarak organize etmiştir. Niçe, antik Yunan benzeri bir kültür coğrafyası ile üstün insanı müjdelerken; Naziler, Alman ırkının yabancı halklardan ayıklayarak, yeni bir ulusal uyanış kurmak istemişlerdir. Niçe ile Nazi hareketi arasındaki tek ortak nokta, köksüzlük ve kök arayışıdır.

Nasyonal Sosyalizm ve Lebensborn Programı
Nasyonal Sosyalizm ve Lebensborn Programı