şaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Anadolu’da Tarih Öncesi Mağara Yaşamı


Paleolitik Çağ yaşam yerlerinin olduğu Anadolu’nun birçok bölgesi, araştırma yetersizliğinden dolayı hala çok az bilinmektedir. Anadolu’daki kazı alanlarındaki bölgelerin tabakalanması, fauna ve flora yapısı ve kronolojik döküm henüz kesinlik kazanmamıştır. Anadolu’da Paleolitik ve Mezolitik döneme ait binlerce alet-gereç ve taşınabilir eşya bulunmasına rağmen insan fosiline henüz çok az rastlanmıştır. Mağara yaşam alanları içinde sadece Karain Mağarası’nda tanımlanmış Paleolitik insan fosili bulunmuştur. Kazı çalışmalarının bazı bölgelerde yoğunlaşıp, bazı bölgelerde hiç başlamamış olması nedeniyle veriler ve genellemeler; bazen belirsizlikler içermektedir.

Cave of Karain, at the Antalya in Turkey
Karain Mağarası'nın girişi

Yarımburgaz Mağarası

İstanbul yakınlarındaki Yarımburgaz Mağarası, Paleolitik Çağ üzerine kazı yapılan önemli bulgu merkezlerinden biridir. Mağara da insan fosiline rastlanmamasına rağmen Alt Paleolitik Çağ insanın habitatı ile uyumlu çok sayıda küçük boy taş aletler ve ayı azı dişileri (yaklaşık 160 ile 250 bin yıl öncesine ait) bulunmuştur Çakmaktaşı ve kuvarstan yapılma bu basit yongaların içinde, Avrupa’da bulunan “Acheul türü” iki yüzeyli taş aletlere rastlanmamıştır. Yarımburgaz Mağarası’nda insan fosiline rastlanmamasına rağmen keşfedilen taş aletler ve hayvan fosilleri, çevrede yaşamış Paleotilik insanın veya Homo Erectusların; bölgeyi kalıcı yaşam alanı olarak olmasa dahi geçici barınak olarak kullandıklarını göstermektedir.

Kars Yöresindeki Mağaralar

Yazlıkaya, Mağaracık ve Kurbanağa Mağarası’nı içine alan Kars yöresinde; Mezolitik dönem avcı-toplayıcı yaşamına ait el baltaları ve iri yongalar; ayrıca Tunç Çağına ait çanak-çömlek parçaları bulunmuştur. Mezolitik Dönem buluntularına sahip bölgede, 1970’li yıllarda yapılan kazılarda Alt yâda Üst Paleolitik döneme ait bulguya rastlanmamıştır. Yazlıkaya ve Kurbanağa mağaralarında tarih öncesi kazıma duvar resimlerini bulunmuştur ama bunlar Paleolitik değil; daha yakın zamanları içeren Neolitik ve Tunç Çağı dönemlerine aittir. Bölge mağaralarında yapılan kazı çalışmalarının yarım kalması sonucu; alt toprak katmanlarına inilmemiş ve Paleolitik dönem insanı konusunda kesin bilgiye ulaşılamamış, kronolojik sınıflandırma yapılamamıştır.
human and animal figurine - from Cave of Yazlıkaya, from Neolitic Age in Anatolia
İnsan ve hayvan figürü - Yazılıkaya Mağarası


Karain Mağarası

Karain Mağarası, Anadolu’da insanlar için yaşam alanı olmuş en büyük mağaradır. Antalya’nın kuzeyinde bulunan Karain; Alt Paleolitik, Neolitik, Tunç Çağı’ndan Roma dönemine kadar tüm evrelerin bulgularına sahip ve stratigrafik sürelilik gösteren Anadolu’daki tek mağaradır. Mağara bölgesinde yıllardır süren ve hala devam eden kazılar nedeniyle, bulguların kesin kronolojik dökümünü hala yapılmamıştır. Derinliği 50 metreyi geçen mağara, üç ana boşluktan oluşmaktadır; en üste yer alan birinci boşluk kendi içinde beş göze sahip iken, mağara içeri doğru hazne olarak derinleşmektedir; iç bölgeleri oluşturan ikinci ve üçüncü boşlar, göz alıcı kalın sarkıt ve dikitlerden oluşmaktadır.
Chipped stone tools from the Paleolithic period, from Cave of Karin in Turkey
Yontma taş aletler, Orta Paleolitik dönem, Karain Mağarası
Mağarada yapılan katman kazıları sonucu; Alt (140 bin yıl öncesi), Orta (140-40 bin yıl) ve Üst (40-10 bin yıl) Paleolitik Çağ bulguları, tarihsel ilerleme süreci içinde takip edilebilmektedir. Alt dönemde çift yüzeyli el baltası ve kazıcı taş aletler bulunurken, Orta dönemde taş aletlerin sayısında ve çeşitlerinde (ön kazıyıcılar, deliciler, dişlemeli aletler, uçlar) artış görülmektedir. Üst dönemde ise taş aletlerin yanı sıra hayvan kemiklerinden yapılmış aletlere ulaşılmıştır. Ayrıca hayvan kemiklerinden yapılmış cımbız, iğne ve kolye benzeri nesneler keşfedilmiştir. Arkeolojik katman kalınlığı 10 metrenin üzerinde olan “E Gözü” bölümünde, Paleolitik Çağın tüm dönemlerine ait verilere ulaşılmıştır. Karain “B Gözü”ndeki katmanda ise Paleolitik dönemle birlikte Kalkolitik ve Neolitik dönemin izlerini taşıyan “taşınabilir ilk sanat ürünleri” olarak kabul edilen takı ve boncuk ile çok sayıda boyalı seramik parçaları bulunmuştur. 2007 yılında yapılan alt seviye kazılarında bulunan iki yüzeyli elbaltası, mağaradaki insansı canlı geçmişinin 400-450 bin yıl öncesine kadar uzandığını göstermektedir.

Cave of Karain in Turkey, stalactites and stalagmites
Sarkıtlar ve Dikitler - Karain mağarası

Mağarada, insan kafatası parçası ve azı dişi bulunmuştur. ESR ve TL yöntemleri ile yapılan yaşlandırma çalışmaları sonrası bu insan kalıntılarının; Homo Neanderthal insana ve Orta Paleolitik Çağa ait olduğu kanıtlanmıştır. Mağara içinde yanmış hayvan kemiği parçalarının bulunması, ateşin mağara içinde kullanıma işaret etmektedir. Karain, Helen ve Roma kültürü zamanında tapınak (adak mağarası) olarak kullanılmış; adak sunularına işaret eden Grekçe kitabe yazıları, adak yeri ve mumluklar bulunmuştur.

Greek inscription - at the Cave of Karain
Grekçe Kitabe - Karin Mağarası

Öküzini Mağarası

Karain Mağarası’nın hemen yanında bulunan Öküzini Mağarası, Mezolitik dönemden Neolitik döneme kadar yaşam alanı olarak kullanılmıştır. Mağaraya ismini veren ve Avrupa’daki Paleolitik Çağ mağara resimleri kadar etkileyici olan giriş kısmındaki kazıma (gravür) öküz resmi ise, kazı sonrası gerekli önemler alınmadığı ve kalsitleşmeye maruz kaldığı için bugün görülememektedir.


İnkaya Mağarası

2016 yılında Balıkesir’deki Baltaıin ve İnkaya Mağarası’nda, Neolitik Çağ’a ve 8 bin yıl öncesine ait duvar resimleri bulunur. Duvardaki resimlerde şaman ve avlanma figürleri vardı. Baltalıin Mağarası’daki resimde avcı insanların tuza doğru sürüklediği hayvan sürüsü ve geyik avı betimlenir. İnkaya Mağarası’daki duvar resimlerinde dans eden ikisi kadın ikisi erkek dört kişi vardır. Bu kişilerin hemen yanında üzerine post giymiş farklı görünümde, muhtemel Şaman, bir insan figürü dans edenlere eşlik ederken çizilmiştir.
İnkaya Mağarası 8.000 yıllık duvar resimleri, Balıkesir
İnkaya Mağarası - 8 bin yıllık duvar resimleri, Balıkesir

Mağara Sanatı -2. Bölüm: Altamira Mağarası

Paleolitik Çağ mağara resimleri, istisnalar bulunmakla beraber mağaraların iç bölgelerine, az ışık alan yerlerine yapılmıştı. Uzmanlara-teorisyenlere göre mağara resimlerindeki hayvanların, o dönemki insanı için hem mitik ve hem de ekonomik değeri vardı. (Mağara Sanatı: Lascaux Mağarası" 1. bölüm yazısı için tıklayınızPaleolitik çağın insanı, avcı-toplayıcı kabilelerden oluşuyordu. Besin ekonomisinin ve kıtlığın dürtüsel motivasyonu içinde, hayvan çizimleri kutsaldı. Bizon ve at gibi önemli figürler, mağaranın ana duvarlarını süslerken; yırtıcı ve yabani hayvanlar çoğunlukla mağaranın dip bölgelerine, kenar alanlarına çizilmişti.
Lascaux Cave paintings - ca. 15,000-13,000  BCE, pigment on stone, Dordogne in France
Lascaux Mağarası

Çizimler, mağaraların iç kısımlarında yer aldığı için su, oksitlenme ve rüzgâr gibi yıkıcı etkilerden belli oranda korunmuş ve günümüze ulaşmıştır. Geometrik işaretlerin kullanımı ve hayvan figür çeşitliliği, tarih öncesi yaşam koşullarının yarattığı özgül sembolizasyon ve kompozisyonların dışavurumudur.

Mağara çizimlerinden genellikle insan resimleri basit ve özensizdir, kadın betimleri ise yok denecek kadar azdır. Perspektif deneyiminin henüz gelişmediği, çoğunlukla profilden figürlerin temsil edildiği, hatta üst üste binen çizimlerde figür profillerinin uyuşmadığı görülmektedir. Çizimlerde yaşanan gerçekliğin tümünün temsili olarak manzara resmine ise hiç rastlanmamıştır.
Cave of Altamira - Paleolithic Cave Art, from Northern Spain
Altamira Mağarası

Altamira Mağarası


1879’da İspanya’nın kuzeyinde keşfedilen Altamira Mağarası, tarih öncesi çağlara ait mağara çizimlerin keşfedildiği ilk bölgedir. Mağaradaki duvar çizimlerinin M.Ö. 16.000-11.000 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektir. Altamira ilk keşfedildiğinde, çizimlerindeki detaylı ve renkli görünümü nedeniyle doğruluğundan şüphe edilmiş, ancak ilerleyen yıllarda Güney Fransa’da benzer mağaraların bulunmasıyla gerçekliği kabul edilmişti.
Altamira Cave Painting -16,000- 12,000 BCE, Spain

Cave  of  Altamira, in Spain
Bizonlar - Altamira Mağarası
Altamira duvarlarındaki hayvan figürleri içinde özellikle bizon (yaban öküzü) dikkat çekmektedir. Paleolitik insan kömür, hermatit ve demiroksit ile toprak, yağ ve kili bir arada kullanarak çizimlerini renklendirmişti. Renkler arasındaki ton farkları, gölgelendirme ve detaylandırma ile Altamira mağarasındaki çizimler, perspektif içermese dahi teknik becerisi ile etkileyicidir. Altamira ve bölgedeki diğer mağaralarda, duvar resimlerinin yanı sıra araç-gereçler, yemek kalıntıları, ocaklar gibi yerleşik hayata dair bulgulara da ulaşılmıştır.
Bison figure at Altamira Cave Painting -16,000- 12,000 BCE, Spain
Bizon figürü - Altamira Mağarası
Avcı-toplayıcı yaşamın imgesel karşılığı olan bu çizimler, yaygın kanıya göre Şaman olarak bilenen büyücü kabile şeflerinin çalışmalarıdır. Çizimlerin, avlanma öncesi ve sonrası ayinlerde, totemlerde kullanıldığı düşünülmektedir. Tarihin değişik dönemlerindeki konar-göçer topluluklarda ve Asyatik kavimlerde de, Şaman inancıyla iç içe geçmiş benzer çizimlere-ritüellere rastlanmıştır. Güney Fransa’da bulunan Trois-Freres Mağarası’ndaki Şaman benzeri insan figürü, bu kanıyı desteklemektedir.
"The Sorcerer" orginal and skech - from the cave of Trois-Frères
Şaman imgesi bulgusu ve çizim kopyası
Devam Edecek...

Mısır, Çin ve Mezopotamya Medeniyeti

Medeniyet Öncesi ve Sonrası

Günümüze ulaşan 45 bin ile 15 bin yıl öncesine ait figüratif bulgular, genellikle mağara duvar resimleri ve ana tanrıça putları (Venüs heykelcikleri) dır. İnsanların Venüs heykelciklerini, muska olarak yanlarında taşıdıkları veya mezarlarına koydukları anlaşılmıştır. Mağara duvar resimlerinde gördüğümüz dini ve mistik figür Şaman, arkeolojik bulgularda ana tanrıça ile bir araya gelmemektedir. Peki, şaman, ana tanrıçaya ibadet ediyor muydu? 
Stonehenge (aslı taşlar) ve Göbekli Tepe gibi arkaik tapınak alanlarındaki yaşam izlerine baktığımız zaman, tapınak inşası olmasına rağmen, çevresinde yerleşik hayatın olmadığını görüyoruz. (M.Ö. 10 binli yıllar) Benzeri tapınakların, anıt mezarların birçoğunun yakınlarında sarhoş edici bitkilerin, uyuşturucu ekildiği tespit edildi. İnsanlığın ilk tahıl üremi arpa, besin olarak değil; bira yapımı için kullanılmıştı. Bu veriler, yerleşik hayatın olmadığı dönemlerde dahi, insanların tapınak inşa ettiği ve çevresinde dini, coşkulu ritüler düzenlediğini göstermektedir.
Stonehenge - İngiltere

Mezopotamya: Mümbit Hilal

Neolitik Çağ ve M.Ö. 4 binli yıllarda, Mezopotamya’da tarım ve yerleşik hayat başladı. Tarımla birlikte sulama kanalları, hayvanların evcilleştirilmesi ortaya çıktı. Neolitik Çağ, kendi içinde çömlekli ve çömleksiz dönem olarak ikiye ayrılır. Çömlek yapımının ortaya çıkması ile ilk kez mesleki uzmanlık, zanaatkârlık başladı; devamında örme ve dokumacılık işleri gelişti. Mezopotamya’da başlayan sulama kanalı sistemi ve toprak paylaşımı ile birlikte şehir devletleri (Site) kuruldu. Şehir yaşamının ortaya çıkabilmesi için nehir boyları, ılıman iklim ve alüvyonlu-mümbit topraklar gibi coğrafi şartların olması gerekiyordu. Ur ve Uruk gibi önemli şehirlerle beraber asker, tapınak, köle sınıfı; ticaret ve para ortaya çıktı. Mezopotamya şehirlerinin diğer önemli özelliği, surlara sahip olmasıydı. Medeniyetin ortaya çıkması ile birlikte şaman ve ana tanrıça inancı geriledi, tapınak ve rahip sınıfı gelişti ve güçlendi.
İştar Tapınağı - Mari, antik Suriye


Mısır, Hint ve Çin Medeniyeti

Mısır medeniyeti, coğrafi konumu nedeniyle Mezopotamya’daki eko-kültürel değişimlerin belli oranda dışında kalarak, izole bir kültürel devamlılık gösterdi. Mısır teolojisinin en eski katmanına baktığımız zaman, Amun-Ra ibadetini görmekteyiz. Ra Güneş Tanrısı, tıpkı proto-Türkler’deki Tengri (Gök Tanrı) gibi alemleri var eden tek yaratıcıydı. Sonraki tarihsel katmanlarda ortaya çıkan Tanrıça İsis inancında ise, Mezopotamya’dan gelen insanların beraberinde getirdiği ana tanrıça inancının etkili olduğu düşünülür. Şehirleşme Mezopotamya’dan çıkıp, coğrafi sıralama ile önce Hindu-Ganj bölgesine oradan da Çin’e doğru yayıldı.
Amon Ra tasviri
Çin tarihi siyaset ve kültür olarak kendi has özellikler gösterir. Mezopotamya’nın etkileri olsa da, Çin’de site devletleri değil; beylik devletler kuruldu. (M.Ö. 2500’lü yıllardan itibaren) Çin’deki inançlara baktığımızda, Konfüçyüsçuluk bir din değil; yaşamın ve devletin devamlılığını amaçlayan ahlak öğretisi dir. Konfüçyüsçuluk, Tanrı’yı mutlak yaratan olarak kabul eder ama daha çok yaşama pratiğine yönelir. Çin’deki asıl din,  Tao dur. Tao, Tanrı inancının tekliği ile mitik olanın iç içe gelişmesidir.

Çin’in Ana Tanrıçası: Xi Wang Mu

Çin tarihinde arkaik dönemden gelen ve etkisi uzun süre devam eden ana tanrıça inancı vardır. Xi Wang Mu adlı ana tanrıça, Ortadoğu’daki bereket tanrıçalarının tüm özellerini taşır; ölümlülere ölümsüzlük, yaşama ve toprağa bereket verir, kozmosun devamlılığı için şiddet uygular. Çinliler Mu’ya “Batının Büyük Annesi” demişlerdir. Batı; batan güneş, ölümlülük, ölüm sonrası yaşam anlamındadır. Diğer coğrafyalarda pek görmediğimiz şaman ve ana tanrıça birlikteliği, Çin’de görülür. Xi Wang Mu rahibesi kadınlar; ayinlerde şaman rolünü üstlenmişlerdi.
Suret yasağı, Müslümanlıktan önceki arkaik dönemlerde de vardı. Buda’nın ortaya çıktığı, M.Ö. 550’lerden M.Ö. 400’e kadar olan dönemde Hint coğrafyasında suret temsili yoktur. Buda temsillerindeki suret yasağını kaldıran, Hint coğrafyasına yerleşen Helenistik Gandahar Krallığı olmuştur. Bozkır sanatına baktığımızda da suret yasağını görürüz. Gerek avcılık, gerek ise şaman resimlerde suretler belirsiz gösterilmiş, gizlenmiştir. Çin kültürünün bir diğer büyük farkı ise, hiçbir zaman suret yasağı olmamıştır. Kısaca, sanat tarihi açısından baktığımız da iki uygarlıkta suret yasağı yoktur: Yunan ve Çin
Xi Wang Mu, Çin kültürünün Ana Tanrıçası

Fayyum Portreleri

Mısır’ın Fayyum bölgesindeki yeraltı mezarlıklarından çıkarıldıkları için Fayyum Portreleri adı ile anılan ahşap plaka üzerine yapılmış eserler, Mısır kültürünün Roma egemenliğinde yaşadığı M.S. 1 ile 3. yüzyıl arası dönemde üretilmiştir. Ölmüş portre sahibinin kişisel özelliklerinin oldukça detaylı ve gerçekçi betimlenmesi ile “öte dünyaya” karşı merak-korku-özlem gibi birçok anlam ve beklentinin bir arada kullanıldığı eserlerdir Fayyum Portreleri.



Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta
Dalgın Sular / Karaköy
Şubat-Mart 2013

Müziğin Kökeni ve Şamanizm



Müziğin Kökeni

Müziğin tarihine ait ampirik verilerin değerlendirilmesi dahi, çoğu kez sezgiye dayalı spekülatif bilgiler içerir. Konu dil ve müzik olunca, evrenselliğin ve tarihselliğin iç içe geçtiği karma yapı ve anlamlarla karşılaşırız. İnsan bedeni, evrensel olarak sağ elini ve beynin sağ bölümünü kullanma konusunda daha beceriklidir, gelişmiştir. Evrensel müzik algısında, dalga boyu titreşiminden dolayı la, do ve sol; kulağa hoş gelen (konsonans) seslerdir. Müzik, birçok dile Yunanca “Musike” (Musa’ların, Perilerin konuştuğu dil) kelimesinden geçmiştir. Müziğin ortaya çıkışı konusunda net ve tek bir kaynağa sahip değiliz, tarih öncesi dönem mağara duvar resimlerinde dans figürleri var. Dans ve ritmik hareketlerin kökenleri, homo sapiens öncesine kadar gidiyor. Kuşlarda olduğu gibi insanlarda da dans hareketleri; eş seçimi (cinsel seleksiyon) için önemli bir unsur idi. Müzik aleti olarak elimizdeki en eski bulgu, Neandertal insanı’ndan kalma olduğu düşünülen Ukrayna-Sibirya havzalarındaki mağara kazılarından çıkarılan ve 40-35 bin yıl öncesine ait hayvan kemiğinden yapılmış kavallar.
40-35 bin yıl öncesine ait Kemik Kavallar

Tek Sesliden Çok Sesliye Geçiş

1980’lerde, M.Ö. 2800’lü yıllarından ve Mezopotamya bölgesinden kalma kil tablet üzerinde nota sistemine benzer veri bulundu. Böylece müziğin tek sesliden çok sesliye geçtiği genel bilgisi, yıllar sonra yalanlanmış oldu. Tarihsel süreçte şarkı, dans ve ağıt içeren topluluk eylemleri vardı, Asya ve Afrika yaşamında müzik, dans ve ayin uzun zaman iç içeydi. Organum (temel ve değişmeyen ses melodisi) dikey olarak kendine eşlik eden iniş-çıkışlı ses ile çok sesli müziği oluşturdu. Batı Müziği, yarım aralıklardan oluşan 12 notalı sistem dir; yarım aralıklardan oluşan küçük ses sistemine, koma denir. Batı Müziği, dikey olarak çok sesliliği elde etmek için, koma nüanslarını yoksullaştırmıştır; koma nüanslarının azalması ile yatay melodik harmoni cılızlaşarak, yerini çok sesliliğin temeli, dikey seslilik ve ölçü düzenine bırakmıştır.

Bozkır Topluluklarında Müzik: Şaman ve Coşkunluk Hali
Yazılı tarih öncesi Bozkır topluluklarında müzik, hayvanlarla konuşmak anlamına geliyordu. Bozkır toplulukları, medeniyet havzasının dışında konar-göçer yaşadıkları için hayvanlarla iletişime öykünüyorlardı. Günümüze ulaşan en eski destan Gılgamış’ta Enkidu, bozkırdan gelen ve hayvanların dilinden anlayan kahramandı Enkidu, Gılgamış ile dost olup, medenileştikçe hayvanlarla olan konuşma yeteneğini kaybeder. Tarih öncesi ve sonrası göçebe yaşayan topluluklarda, halklarda Şamanizm kültürü ve pratiği binlerce yıl devam etti. Günümüzde çok azda olsa Sibirya bozkırlarında, Afrika ve Latin Amerika yerlilerinde şaman inancının ve ayinlerinin izleri görülmektedir. Tarihte Şaman inancının etkili olmasındaki temel nedeni şamanların, insanın doğasındaki dürtü malzemesini serbestçe ifade etmeleri ve göstermeleriydi. İnsanların ruhsal mekanizmasındaki aşkın (imajinal varoluş) halini yaşayan Şaman, insanları gösterdiği performans ile etkiliyordu. Peki, medeniyet havzasındaki peygamberlere de şaman diyebilir miyiz? Dürtü malzemesini insanlara yansıtan ve bu olağandışı davranışlarıyla insanları etkileyen bazı peygamberler aslında, şaman kültürünün devamıydı. Delirme ve coşku içeren Şaman performansı, unuttuğumuz veya bastırmaya çalıştığımız içsel bir aynalamanın psişik görünümüdür ve insanın etkilenmemesi imkânsızdır.

Şaman çizimi, Güney Afrika Yerlilerinin Mağarasından

Şaman Müziği

Şaman pratiğinde müzik, temel ritüeldir. Şaman müziği, köken olarak Tuna Türkleri'ne dayanır; günümüzde Sibirya şamanlığı, neo-Şamanizm olarak varlığını sürdürmektedir. Ölçü, her müzik eserinde melodiyi belirlemez; ölçüden bağımsız olarak melodi vardır. Çok sesli gırtlak ve vokal icralarına, doğaya öykünerek insan sesini polifonik olarak kullanan Moğolistan şamanlarında halen görüyoruz. İnsan sesinin oktavları arasındaki bu serbest dolaşım, kimi zaman yoğun hırlamalar ve böğürmeler biçiminde seslendiriliyor. Şaman ritüelleri, bir şaman ve onun çevresinde toplanmış insanların; geniz arazide dans, ağıt ve coşku ayinleri idi. Şaman saz veya benzeri bir araç ile ses çıkartırken; Batı müziğindeki gibi dikey değil, oktav üzerinden yatay olarak çok sesli müzik icra eder. Şamanlar, medeniyeti ve onun dürtü kontrollerini kabul etmemişlerden oluşuyordu ve böylece onlar, medeniyet havzası dışındaki alternatif yaşamın temsilcisi oldu.

Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta

İnsanlık Tarihi: Homo Erectus, Homo Neandertalis, Homo Sapiens Sapiens ve Ana Tanrıça Heykelcikleri

  Konuşmacı: İskender Savaşır


Uyarı: Seminer notları konuşmacının sunumunu tam olarak yansıtmıyor olabilir! - Ahmet Usta

 

İnsanlık Tarihi

İnsanlık tarihini başlangıcı ve gelişim sürecine ait olarak insansı türlerinin çok sayıda tanımlaması ve sınıflandırması bulunuyor, yer yer tanım ve özellikler iç içe geçiyor hatta karıştırılıyor.

Homo Habilis (Becerikli İnsan)

Habilis'in insanlık ailesine ait en önemli özelliği kendine barınak yapması ve alet kullanmasıdır. Habilis’ler yalnızca Afrika’da yaşadı ve ateşi kullanmayı bilmiyorlardı. Bizlerden en büyük farkları et değil, leş yemeleriydi. Tarihi geçmişleri -1,5-2 milyon yıla  kadar uzanabilir. Habilis’lerin beyin yapısına bakıldığında, primat canlılar grubu (goril, şempanze) gibi gelişkin bir sembolizasyon yeteneği vardı ama dil henüz oluşmamıştır.  

Homo Erectus (Dik İnsan)

Homo erectus, soyu tükenmiş insansı türüdür ve modern insanların (Homo sapiens) atası kabul edilmektedir. Yaşam tarihi olarak -1,9 milyon yıl öncesine kadar geri götürebiliriz. Afrika’dan dünyaya yayılan insansı türüdür. Erectus'lara ait ilk fosil Cava Ada’sında ortaya çıkarılmıştı, bu sebeple "Java insanı" diye de isimlendirilir. Yüksek ihtimal ile ateşi kullanıyorlardı ve siyah deriliydiler. Atalarımız olarak kabul edilmesinin temeli, ayakları üzerinde durup, yürüyerek diğer primatlardan ve Habilis'lerden farklılaşmasıydı. Hareketlilik gösterip, sürü halinde yaşayarak Afrika’dan çıkıp, kuzeye doğru dağıldılar. Erectus’un, beyin-kafatası hacmi habilis'lerden büyük, sapiens'lerden küçüktür. Anatomik yapı olarak erectus ile sapiens insansı ile benzerlikleri yüksektir. Homo erectus, ateşi kullanan ve mağaralarda barınan ilk insansı türüdür.

Homo Sapiens  Neandertalis  (Magara İnsanı)

Sapiens öncesi insansı insan Neandertaller, beden olarak daha güçlü ve iri olmalarına rağmen, beyin yapısı ve mobilite konusunda sapiens'ler kadar iyi değildiler. Çoğunluk görüşü; bu iki türün karşılaşmalarında, beyin gelişkinliği ve alet kullanma becerisi ile sapiens'lerin üstün geldiği ve neandertallerin zamanla yok olduğudur. Neandertal'lere, “mağara insanı” denmesinin sebebi, daha çok mağarayı barınak olarak kullanması ve ölülerine mezar yapan ilk insansı olmasıdır, bu sebeple fosil kalıntıları çoktur. Fiziksel olarak en belirgin özelliği, siyah deri rengine sahip olmasıydı. Hareketlilik ve göç sonucu karşılaştığı iklim ve şartlara uyum sağlamaması sonucu yok oldu. 


Homo Sapiens (Bilen İnsan)

Homo sapiens -280 ile -250 bin arası yıllarda yaşamıştır ve  bugünkü anlamda insanın "genetik" atasıdır. Sembolleştirme olarak hepimizin ortak anası, yani Havva Anamız, homo sapiens idi. -280 binden sonra gelen tüm insanlık, bilimsel olarak kanıtlanmıştır ki tek bir annenin soyundan gelmektedir. Homo neandertal'lerin yok olup, sapiens'lerin yaşama devam etmesindeki yaygın görüş, sapiens'lerin beyin ve alet kullanma kapasitelerinin daha gelişkin olması sonucu neandertal'lerin yok olduğudur.

Hepimizin tek bir ortak anneden (Havva) geliyor olmamızın nedeni, Neadertal bir kadının kromozon ve DNA yapısında meydana gelen bir değişim, nedeni bilinmeyen bir mutasyondur. Kromozomlar, molekül yapısı içerisinde bulunan DNA (mitokondriyal deoksiribo nükleik asit) ve histon denilen protein zincirinden oluşuyor. Hepimizin ortak genetik annesinin  protein zincirinde meydana gelen mutasyon, farklılaşma ile evrimsel sıçrama gerçekleşti. Kromozon yapısı genetik değişime uğratan bu ilk sapiens kadın, üreme yoluyla ile mutasyonu kalıtımsal olarak çocuklarına taşıdı. İlk anneden doğan çocukların, mutasyondan aldığı değişim ile daha gelişkin beyin yapısı ve kendini koruma gücüyle donandığı, böylece diğer neandertal annelerden doğan çocukların yeni rekabet koşullarına uyum sağlayamayıp doğal seleksiyon ile yok olduğunu biliyoruz. 

Evrim sürecinde mutasyonu yaşayan annenin, genetik olarak döllenme ile çekinik gen denilen kromozon yapısı (XX), kalıtımsal olarak tüm insanlara geçtiği için, dünyada şuanda yaşan tüm insanların aynı anneden geldiği (Havva Ana) bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Bugün yaşayan bütün insanların ortak atası (babası - Adem) ise, ilk anneden yaklaşık 70 bin yıl sonra yaşadı. Geçen ortalama 70 bin yıllık süreçte sapiens anneleri dölleyen babalar içinde doğal seleksiyon ile eleme gerçekleşti. İnsanlığın ortak atası olan bir erkeğin eşeyli kromozon (XY) yapısı, diğer erkeklerlerin arasından ayrışarak,  ortak babamızın (Adem) genetik kökeni oluşturdu.

Homo Sapiens Sapiens (Kendinin Farkında Olan İnsan)

Homo sapiens sapiens, günümüz insanı yani "modern insan" olarak insanlık evriminin son fiziksel aşamasını temsil etmektedir. Neandertal ile sapiens arasında çiftleşme olduğu ve doğum gerçekleştiği konusu henüz kanıtlanamadı ama değişik bulgular bulunmaktadır.

Homo sapiens sapines, yani bizlerin, "-50 bin yıllık bir tarihi" vardır. Bu tarih, yazılı tarihten çok daha uzun bir süreyi kapsıyor. Son araştırma ve bulgular sonucunda, Güneydoğu Asya/Endonezya çevresinde, -50 bin yıl içerisinde yaşayan sapiens sapiens’den türememiş insanların olduğuna dair spekülasyonlar devam ediyor.

Sanatın Doğuşu

-50 binlerde homo sapiens ile insan sanat yapmaya başladı. Bu anlamda modern insanı belirleyen sıçrama, ateşi kullanması değil, sanat yapmaya başlamasıdır. İlk keşfedilen sanat örnekleri, 1850’lerde bulunan Willendorf Venüsü heykelciği ve mağara resimleriydi. Venüs heykelciklerinde temsil, ana tanrıça figürüdür.
Wiilendorf Venüsü, Ana Tanrıça Heykelciği
Wiilendorf Venüsü, Ana Tanrıça Heykelciği
Ana tanrıca figürlerinin temel özelliği, yüz hatlarının belirgin olmaması ve beden hatların güdük görünmesidir, ama sapiens'lerin daha gelişkin tasarım yapacak yeteneği vardı, buradaki belirsizleştirmenin bilinçli yapıldığını söylebiliriz. Tanrıca figürlerindeki kadın; hamile, kilo, anaç bir kadın olarak gösterilmişti. Tanrıça heykelleri ya mezar başlarına dikiliyor ya da muska benzeri dini amaçlı saklanıyordu. 

1999’da Fas’ta Tan Tan Venüsü bulundu, bu eserdeki tanrıça/Venüs figürü daha belirsizdi ve yaklaşık tarihi yaşı – 400 binlere kadar uzanıyordu. Bu buluntu, önceki fikirleri, tartışmalı kıldı. Belki de, insanları  tanrıça heykeli yapmaya iten motivasyon yada din olgusu homo sapienslerden önce de vardı. Yine 1995’te, Suriye – Golan tepelerinde Berekhat Ram Venüsü bulundu, yüksek ihtimal tanrıça figürü ve inanış, homo erectus’lara kadar uzanıyordu. Erectus ve sapiens’ler sürü halinde hareketli yaşarken, yanlarında bu Venüs heykelciklerini taşıyorlardı.
Tan Tan Venüsü
Tan Tan Venüsü

Berekhat Ram Venüsü
Berekhat Ram Venüsü

Tanrıça kadını figüründeki iri ve hamile kadın temsili, o zamanlardaki kadının fiziksel halini göstermiyor, net olarak ana tanrıçayı temsil ediyor. Sembolizasyon taşımaları nedeniyle ilk sanat ürünleri olarak mağara resimlerini değil, Venüs/ana tanrıça heykelciklerini gösterebiliriz.

Mağara Sanatı

Mağara sanatı, ana tanrıça figüründen çok sonra, homo sapiens sapiens’ler ile ortaya çıkmıştır. Mağara yaşam dönemi ile birlikte barınma başlamış, sembolizasyon ve dil yetisinde ilerleme oluşmuştu. Dil yetisinin gelişimini, mezarlara semboller konulmasıyla anlıyoruz. İnsan, “ölümlülük” halini düşünen, sembolize edebilen bir zihin yapısına -50 binlerde sapiens sapiens ile ulaştı. İlk sanat örneklerindeki motivasyonda, ölümlülük karşısında bir kalıntı bırakmak, hatta mezar bekçiliği benzeri bir istek olduğu söylene bilinir. 

İnsanların ilk döneminde aile kavramı yoktu, sürü halinde yaşıyorlardı, doğum sonrası bebeğe tüm sürü bakıyordu. Konar-göçer yaşadıkları için henüz mülkiyet ilişkisi oluşmamıştı. (Mağara insanının yaşamının güzel bir örneği olarak "2001:Uzay macerası" filmindeki giriş sahnesi izlenmeli.) Mağara resimlerini, ana tanrıça heykellerinden ayıran en önemli estetik fark; bilişsel sıçramadır. Mağara resimleri, temsil olarak üç boyutlu dünyayı, iki boyut gösterme pratiği olarak Venüs heykelciklerine göre daha gelişkin zihin gerektiriyordu.

Bu alanda önemli bir başka yaklaşım, "doğayı bir rahim" olarak idrak etmek ekolüdür. Dünyanın bir rahim olarak anlamlandırılması, özellikle tarih öncesi buluntulardaki ana tanrıça figürü ile dünyanın dişi, "doğurgan bir varlık olarak kendini yenilemesi"nin teorisidir, diyebiliriz. Buzul çağlarından insan(sı)ların mağaralara çekilmesiyle, cinsiyet üzerinden ayrımlaşma başladı. Kısaca erkekler avcılık, kadınlar toplayıcılık yapıyordu ama beslenme şartlarına bakıldığında besinlerin büyük çoğunluğunu kadınlar sağlıyor, yani toplayıcılık, otçul beslenme yapıyorlardı. Avcılık, yani erkek üzerinden besin temini zor ve azdı, bu yüzden mağara insanları, avcılık ürünlerini az olduğu için şölen ve ayinlerde tüketiyorlardı.

Mağara resimleri, çöp adam çizimi biçimindeydi, genellikle avcılık ve hayvanlar resmediliyordu. Resimler, mağara duvarlarına ve özellikle zor ulaşılana alanlara çiziliyordu. Mağara resimleri neden yapılıyordu sorusu üzerine spekülasyon çoktur, yüksek kanılar: büyü amaçlı, öldürülen hayvanların kutsallığından özür dileme v.s. dir. Mağara resimlerini yapan insan, aynı zamanda tarihte ilk meslek sahibi insandır. Mağara resimlerini yapan kişiler, resimlere baktığımızda, hayvan postu giyen ilk şamanlardı. Mağara ressamı, günlük işlerden toplayıcı-avcılıktan, bağımsız sadece mağarada resim yapıyordu.
Les Trois Freres mağarası
Les Trois Freres mağarasından bir şaman çizimi
Mağara resmi sanatı üzerine ilk ve en gelişkin buluntulardan biri, Fransa’daki Lascoux mağarasındaki resimlerdir. Bu resimlerde diğer mağara resimlerine göre daha fazla hayvan, insan motifi ve anlatı zenginliği görülüyor. 
Mağara Sanatı, Lascoux Mağarası, bizon çizimleri
Mağara Sanatı, Lascoux Mağarası, bizon çizimleri 
Mağara Sanatı, Lascoux Mağarası, geyik çizimleri
Mağara Sanatı, Lascoux Mağarası, geyik çizimleri
Av resimleri yapan şaman benzeri bu meslek sahibinin, bugünkü anlamda mistik-psikolojik gücü ya da farklılıkları vardı. Şaman bu anlamda, ilk sosyal statü kazanmış insandı. Mağara resimleri, eski Yunan’la birlikte ortaya çıkacak “gerçek” sanat eserlerinden farklı bir şekilde  mahrem olarak, özel, gözden ırak yapıldı, gizli tutuldu. Tanrıça heykellerinde inanç motivasyonu hakim iken, mağara resimlerinde büyü etkisi, mistik motivasyonlar gibi karmaşık amaçlar vardı.
Şaman Figürü
Şaman Figürü, M.Ö. 15 binli yıllardan 

Tanrıça heykelciklerine bakıldığında  homo erectus ve sapiensler’in kadın doğumuna mucize, tanrısallık atfettiklerini, doğumu kutsal kabul ettiklerini düşünebiliriz.