fenomenoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fenomenoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Fenomenolojinin Yöntemleri


Fenomenolojinin yöntemi, varlıklar dünyasına verilmiş olan şeyleri ‘dolaysız’ betimlemektir. Temel mesele, özne-nesne merkezli bilgi ve varlık sorunudur.

Refleksiyonlu Tavır (Kendine Dönük Bilinç)
Doğal tavır ile özne, nesnenin doğrudan kendine verildiğini algılar, kavrar, öğrenir. Doğal tavır ve algı için dünya, gündelik yaşam ve olaylar vardır. Fakat, fenomenoloji için doğal tavır mutlak geçerlilik olamaz. Çünkü doğal tavır, dogmatik dir. Fenomenolojik tavır refleksiyon içirir. Refleksiyonlu tavır ile özne, kendisine döner. Rekleksiyonlu ile bilinç, kendi içkin alanı ve aktları ile bağ kurar. Kendi içine dönen bilinç, doğal olmadığı için, bu  tavır herkes tarafından yapılamaz. Felsefe emeği ile öğrenilmesi gerekir. Fenomenolojik tavrın yöneldiği araştırma sahası zordur, verili ve hazır değildir.

Ayıklama (Reduksiyon)
Öz alanı için gerekli yöntem ayıklamadır. Yöntem olarak ayıklamanın öğeleri vardır: Şeyi ayraca almak, şeyi dışarıda bırakmak; aktlarda bir aktı eylem dışı bırakmak, yargıdan kaçınmak. Fenomenoloji dünyaya verilmiş varlıklara değil; kendi yöntemleri ile elde ettiği varlıklara yönelir.

İndirgeme (Reduksiyon)
Fenomenolojik çalışmada önce indirgeme uygulanır, sonrasında refleksiyonlu tavır elde edilir. Özne yönünden, fenomenlerin dış görünümü ve rastlantı olay-durumlar askıya alır, dışarıda bırakılır. Nesne yönünden, doğa-fen bilim, tümevarım v.b. çıkarım ve yargı yargılar askıya alınır, dışarıda bırakılır. Peki, fenomenolojik araştırma hangi varlığa yönelir? Bu soruya Husserl’ın cevabı: ‘mutlak bilinç alanı’ olur. Dünyayı, canlıları, insanları ve kendinizi ayraç içine aldığınızda, geriye kalan sadece mutlak bilinç alanıdır.

Yargıdan Kaçınmak (Epoche)
Yargısızlık demektir epoche. Yargıda bulunmayarak; dünya varlıkları, maddi ve manevi tüm olgular, durumlar ayraç içine alınır. Bilim, hukuk, sanat, din ayraç içine alınmalıdır. Bilime de epoche uygulanmalıdır. Çünkü bilim, hatta fen bilimleri tıpkı dinler gibi dogmatiktir. Dogmalar, ön koşullar, yargılar koyar. Fenomenoloji, bilimden önce felsefenin eleştirisi olduğu için, ön kabul olarak teori ve yasa ile hareket edemez, yargı koyamaz. ‘Psişik ben’ de indirgemeden geçirilmelidir ki, ‘saf bilinç’ sahası ortaya çıksın.

Fenomenoloji için algı yargı değil, betimleme kaynağıdır. Öz bilgisi, ‘a priori’ olandır. Algı-duygu ve yargı, a priori olanı içermelidir. Bilgi, sezgi ile anlam aktları arasındaki ‘uygunluk’ ve bütünlük ile ortaya çıkar. Anlam aktı, bilinç için tek başına kör ve boştur. Sezgi aktı, görünüşler algısını ortaya çıkarır. Bilgi, sezgi yönelimi aktı ile anlam aktı arasında ortaya çıkan ‘gerçekleşme’ sürecidir.

Bilincin yaşadığı hayat, mutlak ve göreceli varlıklardan oluşur. Görece ve mutlak arasındaki farklılık, algıya verilişleri ve varlık tarzlarında ortaya çıkar. Göreceli varlık, görünüm ve mekan ile bağımlı olarak oluşur. Dünyanın şeyleri, görecedir. Mutlak varlık, kendisi için var olan, başka varlığa ihtiyaç duymayan, şüphe oluşturmayan, görünüme ve mekana bağımlı olmadan, ne ise olandır. Mutlak varlık, ‘Yaşantı’ akışı ile saf bilinçte oluşur.

Aşkın Algı: Şey
Aşkın algıda şeyin ortaya çıkması için, görünme (fenomen) zorunludur. Görünme için ‘mekan’ formu gereklidir. Aşkın algı, bilincin başka şeylere, ben’lere ve dünyaya yönelmesi ile ortaya çıkar. Aşkın algı yöneldiği şeylere ve realiteye bağlı olarak aktlar oluşturur. Bu nedenle aşkın akt, algısı olan nesnenin varlığını kesinleyemez; o rastlantı içerir hatta olmayabilir. Aşkın algı nedeniyle, ben ile şeyler dünyası arasında ayrılma, hatta yarılma vardır.

Işık, renk, ses v.b. dünyaya ait aynı şey, farklı veriliş tarzları ve mekan ile farklı algılanabilir. Bu sebeple hiçbir şeyin görünüşü, o şeyi ‘mutlak’ olarak bilince veremez, görecedir. Kendi dışındaki ile gelişen aktlardan dolayı aşkın algı, birlik ve bütünlük taşımayabilir ve çoğu zaman şüphe içerir. Refleksiyon içindeki insanın ‘varlık sahası’ algı düzeyinde ikiye bölünür: Birincisi gerçeklik ve onun şeylerinin görünüşü. İkincisi içkin olan benlik ve onun yaşantısı.

İçkin Algı: Yaşantı
Yaşantı, içkin algıdır. İçkin algı, algı ile algılanan şeyin öz olarak dolaysız birliğidir. Ortaya çıkan cogitatio (düşünce eylemi) bütünlüklü ve biriciktir. Yaşantı, görülmeyen algıdır; yaşantının mekan zorunluluğu yoktur. Aşkın algı ile bilinçte verilen bir ses, koku; içkin algı ile ‘duygu’ yaratır ve yaşantı olur. Aşkın ve içkin algı arasında bilgi ve varlık olarak eşitlenemez ‘uçurum’ vardır. Yaşantı, içkin algı olarak vardır ve ‘bir Ben’e aittir.’ Şeyler, birçok ben’lerin ortak algısı ve deneyimi ile görünendir. Yaşantı, sadece ait olduğu Ben’e görünür.


Fenomenoloji: Felsefe ve Bilim


20. yüzyıl başlarında felsefe, insan ve dünya problemleri karşısında çıkmaza düşmüştü. Fenomenoloji (Görüngübilim), bu çıkış arayışında ortaya çıktı. Alman filozof Edmund Husserl, bu alanında önemli çalışmalar yaptı. Felsefenin yaşadığı çıkmaz karşısında, onun çalışmaları ile felsefeye yeni bir yön verdi. Husserl şu ifadesi ile amacını açıkladı: ‘Felsefe, felsefelerden değil; şeylerden hareket etmeli, fenomenlere dönmelidir.’ Sonrasında Martin Heidegger ve Takiyettin Mengüşoğlu gibi çok sayıda felsefeci, fenomenoloji alanında değerli çalışmalar yaptılar.
 
Öz (Essentia) Fenomen
Bilimler için fenomen, zaman-mekan birliği içinde meydana gelen olay, burada ve şimdi (hic et nunc) şey, görüngü ve bilinçte belirmiş varlıktır. Fenomenoloji ise, fenomene diğer bilimlerden farklı yaklaşır. Fenomenolojinin fenomeni, ‘öz (essentia) fenomeni’ dir. Öz fenomenleri, gerçeklik (real) içermeyen, olay olmayan, varlık tarzı ve minval göstermeyen fenomenlerdir. Fenomen real içinde doğal tavır ile bilince yansır. Öz fenomen, fenomenolojinin kendine has tavır ve yöntemi ile saf bilinçte kavranır.
 
Refleksiyon ve Redüksiyon
Fenomenolojinin tavrı, refleksiyonlu tavırdır. Fenomenoloji, bilim gibi deney-olay bilgisini değil; öz bilgisini araştırır. Fenomenolojinin, öz fenomen bilgisini elde etmek için uyguladığı yöntem, reduksiyon (ayıklama) dır. Fenomenoloji, diğer bilimler gibi görünenleri (real fenomen) değil, redüksiyon ile fenomenlerin öz bilgisini ortaya koymaktır. Redüksiyon ayıklama yöntemi ile real olayları değil, olayların irreal olarak varlığını, yani ‘öz’ halini kavramaya çalışır. Deduktiv, temel bir ilkeden hareket etmek ve açıklamayı bu ilkeden çıkartmaktır. Fakat fenomenoloji, betimleyici bilimdir. Onun açıklayacağı, deduktiv olarak çıkarım yapacağı temel ilkesi yoktur. Husserl’a göre fenomenoloji, varlıkları öz olarak kavramak ve kesin bilim olmak adına, kendisini her türlü teoriden uzak tutmalıdır. Fenomenoloji, ‘betimleyici öz bilimi’ dir.
 
Öz Alanı
Fenomenolojinin betimlemesi, duyulara dayalı (emprik) neden-sonuç merkezli deneyim betimlemesi değildir; onun yaptığı ‘öz betimlemesi’ dir. Öz betimlemesi, öz alanında yapılır. Öz alanında reailitenin, fenomen olay bilgisinin, rastlantısal gerçekliğin yeri yoktur. Görünen, deneyim edilen, rastlantısal olan redüksiyon ile ayıklanır. Refleksiyon tavır ile geriye sadece öz ile ilgili sorular kalır. Fenomenolojinin alanı, olayların değil; olayların özü ile ilgili soruların ve cevapların alanıdır. Örneğin psikoloji, algı üzerine araştırma yapabilir; algının gerçekliği ve deney-bilgi verileri üzerinden açıklama yapabilir. Fenomenoloji ise refleksiyon tavır ile algı, algı olarak hani öz değerleri içerir? gibi sorular sorup, cevap arar.

Teori ve tümdengelim (deduksiyon) yöntemleri, fenomenolojide yoktur. Geometri, bilim olarak fenomenolojiye yakındır; çünkü ikisi de real varlık hakkında yargıda bulunmaz. Fenomenoloji algı ve deneyim verilerini değil, fiksiyonu temel alır. Fiksiyon (yapıntı) reel gerçekliğin, bilgi-deneyim  verilerinin dışında ve bağlamında düşünülmesidir. Anlam merkezli tin bilimlerin (eidetik) temeli fiksiyondur.
 
Özgörü
Peki, zaman-mekan koşullarına bağlı olmayan öz fenomenleri, nasıl görülebilir hale gelebilir? Bunun için Husserl’a göre, özgörü gerekir. Her özgörünün temelinde tabi ki, reel ve deneyime dayalı fenomen görüsü vardır. Tabi ki kırmızı renk özgörüsü için, kırmızı bir nesnenin görüsünden hareket ederiz. Ama öz, tekil ve duyuma dayalı deneyim olan gerçeklik ile ilgili her şeyi ayraç içine aldığımızda ortaya çıkacaktır. Akt, bilinç-fenomen arasında bağ kurmaktır. Öz, redüksiyon aktı ile bilincimize verili hale gelir.

Bu sebeple genel olan özler, hem gerçek nesnelerden, hem de hayal ürünü (fantazma) şeylerden hareketle betimlenebilir. Burada fiksiyon yönetimi etkindir. Çünkü, öz bilim betimleyici olarak fenomenolojinin tekil ve rastlantısal olaylarla doğrudan ilgisi yoktur. Öz hakkındaki bilgi, real ve güncel varlık hakkında bir şey söylemez, yargıda bulunamaz. Öz alanı, gerçeklik ve duyum dahil, ‘Hayat Aktı’ içindeki şeyleri kapsadığı için alanı çok geniştir.
 
İçkin ve Aşkın Özler
Öz bilgisi ikiye ayrılır: İçkin (immanent) ve Aşkın (transcendent) öz. Fenomenolojinin çalışma sahası içkin özlerdir. İçkin öze yönelirken fenomenolojinin amacı dolaysız, açık-seçik ve kesin bilgiye ulaşmaktır. İçkin ve aşkın özün varlık biçimleri birbirinden farklıdır. Aşkın özlerin alanı, göreceli varlık alanı olarak, real varlıkların yani şeylerin alanıdır. İçkin özler, mutlak varlık olan saf ben özleridir. Örneğin adalet hakkında soru, gerçekliğin aşkın özü hakkında olur. Adaletin anlamına, imgelemine dair soru, onun içkin özü ile ilgilidir. İçkin öz, saf bilinçte belirir ve saf bilinç, fenomenolojinin araştırma alanıdır.
 
Öz Algısı
İçkin ve aşkın özlerin, kendileri gibi içkin ve aşkın fenomenleri vardır. Gündelik yaşam ve bilim aşkın fenomenleri konu edinir. Fenomenoloji ise, içkin fenomenlerle ilgilidir. Bilim, duyu algısı üzerinden nesnesini seçer ve veriye dönüştürür. Doğal tavır, bilgi sağlayan algı olarak deneyim ile oluşur. Özel tavır ise, öz algısını ortaya çıkartır. Öz algısı, duyu algıdan farklıdır, deneyim algısı değildir. Doğal tavır ile gelen algı ve deneyimin varlık tarzlarının ayraç içine alınması ile öz algısı ortaya çıkar.

Doğal tavır olarak algı, tek tek nesnelerin bilgisidir. Öz algısı da bir şeyin bilgisidir, fakat yöneldiği varlığı öz olarak kavramanın bilgisidir. Öz algısı, varlığın varlık tarzlarını içermez. Fenomenoloji varlığı, hiçbir teori ve varsayıma dayanmadan kavramaya çalışır. Doğal algı, tavır ve deneyimi ayraç içine alarak çalıştığı için bilinç alanında yapılması ve ortaya konulması zordur. Özel eğitim ve ilgi gerektirir fenomenolojik bakış


Hegel - Tinin Fenomenolojisi

                    

 

Tin, ölümün, yani olumsuzun suratına gözlerini kırpmadan bakabilen, olumsuzun yanında konaklayabilen güçtür. İşte bu konaklamadır olumsuzu, varlığa dönüştüren büyülü güç."

Tinin Fenomenolojisi Önsöz

 

 

Hegel’in en önemli eseri 1807 tarihli Tinin Fenomenolojisidir. Alman felsefesinde Geist (İng. spirit) varlıkların, var olagelmesini sağlayan tözdür; insan ruhunun ve bilincinin özüdür. Geist’in dilimizdeki karşılığı Tin, eski Türkçede “Tın” kökünden gelir. Tin, evrendeki güçlerin tümüne içkin cevher dir. Tin, Türkçede ruhsal anlamında da kullanılır. Arapça ‘Ruh’ ve Farsça ‘Can’ kelimeleri de, Tin kavramını yansıtır. Tin (Geist), mekan-zaman içinde dünyalaşan ve varlıkları, oluş zeminine taşıyan ve onlarla değişen, çelişen, birleşen ve en sonunda kendine dönen İde’nin (Mutlak, Kendinde-Varlık, Tanrı, Evrensel Akıl) hareketidir. Tin, Kendinde ve kendi için Varlık dır. Tin, İde’nin evrendeki hareketinin özüdür. Doğa, İde’nin kendi dışına açılması ve kendine çelişki ile somutlaşması, madde kazanmasıdır. Tinin uzamda açılması Doğa, zamanda açılması Tarih dir. Tarih, insan ve kültür dünyası; Tinin dünyalaşmasıdır. Tinin gayesi, kendi özgürlüğünün gerçekliğini bilmek ve görmektir.

Tinin Fenomenolojisi adlı eser bilincin değişiminin ve tarih içindeki yolculuğunun betimlenmesidir. ‘Tin, insan ile varolur. Gerçeklik dünyası, sınırsız oluş içinde eksiltili ve değişen fenomenler bilgisidir. Bu sebeple Hakikat, bütündür.’ der Hegel ve Felsefenin görevini şöyle açıklar: ‘İde’yi yâda Mutlak’ı düşünce ile kavramak.’ Fenomenoloji, doğada dışlaşan ve tarihte olgulara dönüşen Tin’in görüngü sürecini; bilincin deneyimi olarak, kültür dünyasının antropolojik katmanlarını içinde betimler. Tinin tarihte kendisini gerçekleştirmesi, tinsel varlık olarak insana ve bilince bağlıdır. Kitap uzun bir önsüzün ardından Bilinç, Özbilinç, Akıl, Tin, Din, Mutlak Bilme bölümlerinden oluşur.


Bilinç, Fenomen, Fenomenoloji

Fenomenoloji, bilginin olanaklarını ve koşullarını araştırır; zihnin işleyişinin ve evrensel bilincin betimini sunar. Fenomenoloji, bilincin kendisini de fenomen olarak ele aldığından; algı ve deneyim ile ortaya çıkan özne-nesne ikiliğinin aşılmasını ve şeylerin özüne dair bilgi olanakları betimlemeyi hedefler. Fenomenoloji, yargı ve neden-sonuç kesintilerine uğratmadan, bilincinin geçirdiği değişimin bilimidir. Bilim, Tinin varlıklara açılmasının bilgisidir. Gerçeklik, diyalektik oluş düzleminde, zaman-mekândaki çelişki ve kapsayarak aşma (Aufhebung) ile gerçekleşir. Gerçeklik, kendinde gerçeklik olarak şeylik kazanmaz. Çünkü gerçeklik, her zaman kendine yönelmiş bir bilinç tarafından bilinen gerçekliktir.

Bilinç deneyimi ile soyut ve dolayımsız Kavram (mutlak), dolayıma girer ve gerçekliğe yansır. Bilinç, kendinde belirmiş fenomenlerin ortaya çıktığı varlıktır. Dış dünya nesnelerinin kendinde ve öz gerçekliğe sahip oldukları savunmak çelişkilidir. Şeyler, rastlantısaldır. Tekil nesneler, tikel kavramlar; şeylerin özündeki evrensel aklı ortaya çıkarmadığı için; dolaysız olarak verilmiş olanı betimleyeme dayalı yöntem olarak fenomenoloji, deney ve pozitivist argümanları yadsıyarak, şeylerin özünü ve bunların ortaya çıktığı evrensel bilinci araştırır.

Fenomenoloji, bilincin yâda zihnin özünün betimlenmesi, araştırma sahası yapılmasıdır. Hegel, Kant’ın phenomena (beliren şey) ve noumena (kendinde şey) biçimindeki epistemoloji ayırımını kritik eder; fakat çözümü belli minvallerde belirsiz kalır. Bilinç tarihte ilk önce kendi kendini deneyimler; hem özne, hem de nesnedir. Öznelliği ‘ben’ olarak ayrışmamıştır. Tarihin diyalektiği ve uğrakları içinde bilinç gelişme gösterir; karşısındaki bilinçleri tanır,  mücadele eder ve öz bilinç olur. Bilincin gelişmesi, aynı zamanda ona varlık imkânı veren Mutlak’ın kendisini dünyaya açması, özünü göstermesidir.


Mutlak, İde, Evrensel Akıl

İde, hakikatin kendisidir. İde, kendinde ve kendisi için hakiki olandır; kavram ile nesnelliğin mutlak birliğidir.’ Özne ile nesne, reel ile ideal, sonsuz ile sonlu oluş minvalleridir İde’nin. Mutlak, varlıklar için olanak ve güçtür. Mutlak, gerçekliğin henüz olmadığı durumdan, başlangıçta olmayan durumdan, olmaya geçmiştir; oluş ile gerçekliğe olanak (energeia/dynamis) vermiştir. Mutlak, varlıklar âleminde kendini, kendinden başkalaşarak gösterir. Tin, değişme, çelişme ve bütünleşme ile uğraklardan geçerken; aynı zamanda özdeşliğinde kendinde-Varlık dır. Gerçeklik (realite), İde’nin dünyada kendini gerçekleştirmesidir. Tinin doğada, tarihte ve bilinçte gerçekleşmesi özgürlük olacaktır. Tin, aslında hep kendisine geri dönen ve özdeşliğini koruyan İde’dir. İde’nin mutlak ve kendilik bilincine sahip görümündür Tin.

İde ile Akıl özdeştir ve bu sebeple “Akli olan gerçektir ve gerçek olan aklidir. Gerçeklik, akıl ile anlaşılabilir olandır. Gerçeklik, akıl ile ortaya konulan İde’dir.” der Hegel. İde’nin özdeşliği içinde dünyalaşır Akıl. Tarih, aynı zamanda İde olan Evrensel Akıl’ın (Tanrı Yasası) gerçekleşmesinin mekânıdır. Aklın Gayesi, tarihte ilerlerken Tinin kendi gerçekleştirmesi, kendilik bilincine varmış Tin olmasıdır. Tarih ile Tin dünyalaşır ve özü İde’ye geri döner; böylece kendi kavramını gerçekleştirir, gerçeklik olur İde. Mutlak, ancak sonda ortaya çıkar. Fenomenoloji’nin önsözünde bunu şöyle ifade eder: 'Hakiki olan bütündür. Bütün ise, kendi gelişimi yoluyla, kendini tamamlayan özden başka bir şey değildir. Mutlak hakkında, onun aslında bir sonuç olduğu, ancak sonda gerçekten olduğu şey olduğu söylenmelidir.'


Öznel, Nesnel ve Mutlak Tin

Gerçeklik, Tinin dünyalaşmasıdır ve “Gerçek, nesnel Tindir.” Var-oluş uğraklarında Tin, tekil bilince yansırken Öznel Tin; tekil bilinçlerin mücadelesi içinde Nesnel Tin, aynı zamanda evrenselliği ile Mutlak Tin dir. Varoluş zemininde belirerek kendini öznenin bilincine açan Tin, aynı zamanda özünü taşıdığı Mutlak’ın tümelliğini de zaman içinde açar. Öznel, nesnel ve mutlak Tin, varlık zemininde belirişleri ile ayrım olsa da, aslında Mutlak olanın özdeşliğinde ortaya çıkar. Tümel ve tekil, sonsuz ve sonlu uğrakları içinde barındıran Tin; aynı zamanda, Mutlak’tan eksilerek somutlaşır.

Dünya Tini, sürekli oluş halinde ve çelişki ile madde ve form kazanır; belirir ve ayrım ile somutlaşır. Özdeş ve tümel İde; doğada nesnel Tin, insanda öznel Tin olur. Kendisini olumsuzlayarak varlıkları hem muhafaza edip, hem de kapsayarak (Aufhaben) ilerler. Doğa, düşünceden yoksun madde olduğu için özgürlüğü veremez; bu yüzden Tinin amacı, özünde özgürlük taşıyan insan bilincine, düşünceye yansımaktır. Tinin saltık gerçeği, aktüelde tamamlanmış değildir. Tin nesneleşmesi sonludur ve bu sonluluk, özbilinç ile bütünleşen Mutlak Bilme ile ortaya çıkar.


Tarih ve Özgürlük

Özgürlük, Tinin kendini gerçekleştirmesidir. Tarih, inişli çıkışlı ilerler ve çelişkiler sonrasında bütünleşerek evrilir. Hegel’e göre Dünya Tini (Welt-Geist), siyasi liderleri, komutanları (kral İskender, Sezar, Napolyon) ve kavimleri, halkları ve özellikle de ulusları; kendi son amacını gerçekleştirmek, özgürlüğünü somutlaştırmak için araç olarak kullanır. Doğu toplumlarından, antik Yunan’a, Roma döneminde Cermen dünyasına ilerlemiştir Dünya Tini. Protestanlık ve Reformasyon sonrası, ilk defa Cermen Dünyası ile insan, öz-bilinç kazanmıştır Hegel’in Batı merkezli tarafgir tarih felsefesine göre.


Birey, Sivil Toplum, Devlet, Etik

Devlet, birey ve sivil toplumun çatışan öğelerini hem içinde alan, hem de diyalektik ile üst bir uğrağa taşıyan etik düzlemdir. Birey özgürlüğü, önce doğal ihtiyaçlarını bağımsız biçimde sağlayabilmesi, sonrasında özgürlüğünü toplumdaki diğer bilinç sahiplerinin özgürlüğü ile sınırlayabilmesidir. Hegel’in devlet düşüncesi bireyi değil, tümel olanı savunur; etik anlayışı da pratik olanı değil, olguyu temel alır. Toplumsal güç ile bireyin özgürlüğünü uzlaştırmak, modern devlet ile gerçekleşir. Devlet, birey ve cemaatlerin özgürlüklerini sınırlayarak uzlaştırdığı için aynı zamanda sivil toplum dur.


Mutlak Bilme - Zamanın Sonu

Son, Tinin kendisini Tin olarak doğru ve kesin biçimde bilmesidir.Mutlak Bilme’ bölümünde Hegel şöyle açıklar: ‘Tinin bu son biçimi –aynı zamanda kendi tam ve hakiki içeriğine kendilik formu veren ve bu yolla kendi kavramını gerçekleştiren, bu gerçekleştirmede de kendi kavramı içinde kalan Tin, mutlak bilmedir.’ Tinin dünyalaşmasının sonu, aynı zamanda Zaman’ın sonudur.

Tin, kendini zamanda dışsallaştırır; ama bu dışsallaşma tinin kendisinin dışsallaşmasıdır; negatif kendisinin negatifidir.’ Bu dışsallaşma yoluyla, çeşitli form ve içerikler üzerinden kendine geri döner ve ‘Tin, kendi varoluşunun saf öğesini, kavramı elde eder.Kavramın tam gerçekleşmesi, yâda kendi hakikati içinde Mutlak; Tin kendinin bilincine varmadan önce zamanda görünmez. ‘Zaman, orada olan kavramın kendisidir. Tin zorunluluk ile zamanın içindedir ve zamanda görünür. Ta ki kendi saf kavramını bulacağı, yani zamanı sileceği ana kadar.” Hegel kendi dönemi ve felsefesinde özbilinç ve özgürlüğün düşüncede elde edildiğini söyler.


Varlık ve Hiçlik

Kendinde ve kendi-için Varlık, varoluş zemininde belirmediği için, bilim ve gerçeklik ile tamlığında bilinemez ve kavranamaz. Kendinde-Varlık, tümel Kavram olarak, varlıkların dışındadır. Kendi-için Varlık mekanik, kimyasal ve organizma var-oluş ile dış-varlıklara olanak vermiştir. Doğaya, tarihe ve bilince yansıyarak Tin ile dünyalaşmıştır. Onun özünü, imkânını içermeyen hiçbir şey; var-oluş bulamaz, gerçeklik olamaz. 

Kendinde-Varlık’ın sonsuz özdeşliği ile sonlu Tin’in özne bilincindeki belirmesinin ve uzlaşmasının sonucu Kavram ile Gerçeklik bütünleşecek ve Tin, kendinin kendinde-bilincine ulaşacaktır. Tin dinde Tanrı, sanatta İmge, felsefede Düşünce dolayımı ile kavranır. Kendi-için Varlık özgürlüğünde sınırsız olduğundan, sonlu insan bilinci için sonsuzluğu ile Hiçlik dir.