rüya metni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rüya metni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Rüya Metni: Mavi Gezegenim


Ne olduğunu bilmediğim, hissedemediğim şeyin içinden dışarı fırlıyorum. Fırlatıldığım yerde, ferahlıyorum.

Gezegene düşüyorum sanki. Neredeysem, burası Dünya değil. Çok seviniyorum, Dünya’da değilim ve hala yaşıyorum diye. 

Çevreme bakınıyorum, nerdeyse her şey bulanık, flue ve çok az nesne, yok denecek kadar az cisim, daha önce görmediğim bir mekan. Anlamadığım için algılayamıyorum nedir bu çevre. Çöl sanki.

Yürümeye başladığımda, nefes aldığımı idrak ediyorum ama hava yok. Atmosfer yerine ciğerlerime su çekiyorum. Yerküre üstünde ama deniz içinde yürüyorum sanki, suyun içinde ama ferah, yürüdükçe haz alıyorum. Neredeysem önüm bulanık ama kaygısızım, yürüyorum.

Kadınlar, ortaya çıkıyor birden. Kadınlar bana doğru yürüyor, onlarca. Sonra rüyamda seziyorum ya da bildiğini hatırlamak benzeri bir hal: İçinde tek erkeğin ben olduğum, kadınlardan oluşan bir medeniyet kurmuşum.

Kurucu lider misali neşeyle yürüyorum, kadınlar yanımdan geçip gidiyorlar. Mavi gözlü kadınların hepsi. Mavi en sevdiğim göz rengi. Bana gülümsüyor ve yanımdan geçip gidiyorlar. Hiçbiri durmuyor, kimse benle konuşmuyor. Esmer olanlar da var içlerinde, keşke hepsi Sarışın olsaydı diye, hayıflanıyorum. Bana tebessüm eden kadınların içinden eğimden akan su gibi geçiyorum, haz artıyor. 

Sonra, suluet halindeki kadın bedenleri gözümde kaybolmaya başlıyor. Gördüğüm artık, mavi gözler sadece. Gözler vücuduma çarpmaya başlıyor. Bana çarpan onlarca mavi göz. Dayak yer gibi sağa sola sendeliyorum. Çarpan gözlerin sayısı artıyor ve hızlanıyor; canım acıdıkça, haz daha da artıyor.

Sonra, gözümün önünü yavaş yavaş, mavi renk kaplamaya başlıyor. Bir filmi aklıma geliyor? (Blue by D. Jarman) Gözümün önü artık mavi. Fısıltı biçimde kadın sesleri duyuyorum. Fısıltılar ne kederli, ne de neşeli. Gözleri artık görmüyorum, hüzünleniyorum. Gözüme mavi perde iniyor, her şey masmavi.

Uyandım.

2021

Rüya Metni: Taşkışla Semineri

Aralık Derneği’nin salonundayım. İskender hoca içeri giriyor, bana dönüp, ‘Eylül hanım seni, İTÜ Taşkışla’daki kemoterapi seminerine çağırıyor’ diyor. Eylül hanım kim? Tanımıyorum. Merak edip, çıkıp Taşkışla binasına gidiyorum.
 
Taşkışla’nın arka kapısından içeri giriyorum. Kiliseye benziyor giriş katı, Kiliseleri severim. Camlarda çok sevdiğim renkli boyama vitray desenler. Gölge oyunu izler gibi, vitraylardan yansıtan ışık huzmelerini seyrediyorum. Çok sevdiğim Sarı pastel ışık huzmesi çok güdük de olsa görünüp kayboluyor. Huzur veriyor.
 
Yürüyorum, karanlık döner merdivenden çıkıyorum. Sahne arkası, kulis benzeri bir dar alandayım. Karartı çok, önümü göremiyorum. Kör gibi önümdeki şeyleri tutmaya ve az ışık kırıntısı ile yolumu bulma çalışıyorum. Boğulma hissediyorum, endişeleniyorum. Can havli ile kendimi dışarı atıyorum. Seminer salonu karşımda duruyor.
 
Salonda az sayıda insan ve bir konuşmacı var. Dinlemeye başlıyorum, konu ile konuşulanlar aynı değil sanki? Kemoterapi, kanserde ilaç tedavisi konuşuluyorken; sanki başka gerçekler tartışılıyor gibi geliyor bana. Tıbbi terimler ile konuşuluyor, fakat başka bir konunun konuşulduğunu ve benim asıl konun diline ve bilgisine sahip olmadığımı hissediyorum.
 
Entelektüel-yazar izlenimi veren konuşmacı 40’lı yaşlarda tanımadığım birisi. Ama cinsiyeti ne? Kadın mı, erkek mi? Ayakta tüm sahneyi kullanarak sunum yapıyor. Vücut hatlarına dikkatli bakıyorum. Şaşırıyorum, cinsiyetini seçemiyorum? Seminere ara veriliyor, insanlar dışarı çıkıyor. Konuşmacı sahnede oturup dinleniyor. Yüzünü yakından görmek için ön sıraya yaklaşıyorum. Yaklaştıkça, içimde keyif var. Yakınlaştıkça cinsiyetini öğreneceğim hissi ile gelen meraklı keyif.
 
Gürültü oluyor, panikle geriye dönüyorum. Salonun gerisi kafeye açılıyor. İlginç, kafe hareket ediyor. Salona içine doğru girip, sonra dışına çıkıyor. Kafe akordeon misali hareket ediyor. İnsanları izliyorum. Moladalar ama çoğu yorgun, sohbet bile edilmiyor, sigara ve içecek içiliyor. Garsonu görüyorum, o yorgun değil; makine gibi çalışıyor tempolu. Bir an duruyor ve göz göze geliyoruz.

Berna'nın Rüyasına ve Atilla İlhan'a Ağıt

Sahne: Tren Garı, Dış Mekan - Gündüz



Tren garındayım ellerim cebimde. Rayların üstünde yürüyorum, her tarafı sis kaplamış bi sigara yakıyorum. Yürümeye devam ederken karşı yönden bir adam geliyor; başında kasketi, elinde sigarası gözünde gözlüğü.

Sislerin içinden belli belirsiz bana bakıyor; yaklaştıkça fark ediyorum ki, Atilla İlhan. 

Nasıl olduğunu tam hatırlayamadığım biçimde sohbete başlıyoruz yan yana geldiğimizde. Bir betonun üstünde yanyana oturuyoruz, sohbete dalıyoruz. 'Ne arıyorsun burda, bu rayların üstünde, bu saatte' diyor, bende 'kendimi' diyorum.

Bir sigara uzatıyor, birde kendine yakıyor; 'Yürüyerek değil, yaşayarak bulacaksın kendini' diyor. Sigarasını bitiriyor, 'Sisler Bulvar'dan kalkmadan ben gideyim' diyor ve kasketini çıkarıp, başıma takıyor.

Geldiği yöne doğru yürümeye başlıyor, rayların üstünden bir sigara daha yaktığını görüyorum; sonra gözden kayboluyor.

Ortalıktan kaybolduğu yönden bana doğru gelen trenin ışıklarını görüyorum. Raylardan çıkan çığlık gibi seslerini duyabiliyorum. Kalkıp peşinden gidiyorum ama kimse yok...

Berna D., 2017

Rüya Metni: Afetzede, Elektrik-Su Tesisatı


Evdeyim, ama evi hatırlamıyorum, seziyorum, yine kiracıyım, yaşıyorum annemle. Evin elektrik tesisatı yanmış, su tesisatı 2-3 kez patlamış. Eşyalar, duvarlar hatta kolonlar zarar ziyan. Korkuyla arka odaya gidiyorum, duvardaki döküntüleri izliyorum. Şimdi elektrikler kesik. “Şarapnel parçası” buymuş diye duvarın içinden fırlamış bakır-kurşun, tuğla dökülmelere bakıyorum. Aralarında, kırmızı-beyaz damalı sedef taşları, kırıntıları parçaları görüyorum; bir an seviniyorum sedefler, çil çil gözüme parlıyor.

Su tesisatı, birden çok patlamış; bunu nereden biliyorum?, bilmiyorum; sadece seziyorum. Su çok zarar vermiş, duvarın içinden fırlayan su borusu, yandaki duvar kolonun, kirişin içinden geçiyor. Şimdi sular kesik; üzerinden epey zaman geçmiş, akıntıyla oluşan yosun gibi yeşilimsiler sağa sola sarkıyor.

Korkum, evi dolaştıkça artıyor; ev afet bölgesi gibi, “Bunlar olurken, ben neredeydim?” diye düşünüyorum, yoksa unuttum mu?

Afetzedeyim. Ama unutmuşum? Apartman merdivenlerini çıkıyorum, üst kata doğru; tam o sırada, üst komşunun sesi geliyor; Adam “Zarar neyse evde, karşılarım’ diyor. Kendisini görmüyorum, yüzünü bilmiyorum; düşünüyorum. 60’lı yaşlarda Oflu evli barklı adam, birden hatırlıyorum. Merdivenlerde kalmışım, apartmanın zengini diyorum içimden, “neden bize yardım ediyor?” diye meraklıyım. Neden Oflu? tuhaf geliyor.

Tekrar, eve dönüyorum. Anneme bakıyorum, beni şaşırtıyor; çok rahat, alışık gibi enkaza, komşu ile salonda sohbet ediyor. Onun rahatlığı, beni rahatsız ediyor. Diğer odaya bakınıyorum, ama benim odam değil, bilmediğim yer gibi, virane olmuş. Korkum artıyor; zaten eskiyken, şimdi daha da eskimiş eşyaların yüzeylerine dokundukça, dokuya temas ettikçe korkum, endişeye kayıyor.

Nefesim kesilmeye, daralmaya başlıyorum; Anksiyete geliyor, gözümün önünde endişeden hafif kararma; uyku ve içimde taşikardi.

Temmuz 2020

Rüya Metni: Gökyüzündeki Vagon

Arkadaşların ev eğlencesine gitmişim ama sadece ev sahibi adamı tanıyorum, o da yıllardır görmediğim bir çocukluk arkadaşım. Nasıl çağrıldığımı bilmiyorum, ortalarda dolanıyorum. Az sonra sarhoş olan tayfadan biri bana sarılıyor, bir ahbaplık yaşıyoruz ama sıkılıyorum, mutfağa kaçıyorum. Mutfakta ise, sanki bir taziye kabulü gibi helva-pilav tabakları var. Bu nasıl bir eğlence diye düşünüp, kendimi sigara içmek için yan odaya atıyorum.

Odadaki dağınık yatakta çok güzel melez bir kadın yatmış bekliyor, odaya girince bana bakıyor, sıra sende gibilerinden elle işaret yapıyor. Sanki, elemanlar hem taziye ziyareti kabul diyor hem de fahişeye turnike geçiyorlar. Turnikeye bende girerim diye hevesleniyorum. Olayı tam anlamadığımdan duraksayıp, arkadaşa sormak için içeri gidiyorum. Mutfaktaki arkadaşa kafa hareketi ile yandaki olayı işaret ediyorum. “sende çok oldun” gibilerinden ters ters bakıyor. Hevesim kaçıyor, balkona çıkıyorum.

3 katlı binanın üst katındayım, balkonunda sigara içiyorum, gözüm karşı binanın girişindeki dükkâna takılıyor. Çok tuhaf, dükkânın önünde çok güzel bir kız iç çamaşırı ile duvara yaslanmış duruyor, yanına genç bir adam geliyor. Sevişmeye başlıyorlar. Erkek, kızın memelerini ve kalçalarını avuçluyor. Şaşkınlıkla izliyorum, “böyle aleni sevişmeler var mı” diye düşünüyorum. Erkek, kızı alıp hemen kapının önündeki arabaya bindiriyor. Araba hareket ettiğinde gazını alamıyor, hemen ilerideki binan girişi katına giriyor. Duvar, cam, pencere kırılıyor. Evin yıkılan duvarının içinden 3-4 yaşlarında bir çocuk çıkmaya çalışıyor. Ortalık kalabalıklaşıyor, gürültü patırtı artıyor.

Birden bulunduğum bina sallanmaya başlıyor. Binanın sadece benim bulunduğum üst katı, içindeki insanlarla birlikte hareketleniyor. Ama nedense, bu durumu olağan karşılıyorum. Aklımda şöyle bir bilgi var: kaza-deprem gibi felaketlerde binaların üst katları gökyüzüne yükseliyor ve bir yörünge içinde tur atıp, belli bir yükseklikten sonra tekrar eski yerine monte oluyor. Böylelikle binanın zemini ve düzeni revize ediliyor, her şey eski haline dönüyor. Nereden bildiğimi bilmediğim bu ön bilgi nedeniyle, korkmama rağmen şaşırmıyorum. Bulunduğum kat içindekilerle birlikte hafif hafif hareket etmeye ve göğe doğru yükselmeye başlıyor.

Aklıma, lunaparklardaki tehlikeli ve ama güvenli tedbirleri alınmış oyun sistemleri geliyor. Balkon demirlerini sıkıca tutmalıyım ve gözlerimi kapamalıyım, diye geçiriyorum. Yükseldikçe hızımız artıyor, hava kararıyor. Karanlık içindeyim, kattaki diğer kişilerin sesi gelmiyor, gözümü açmadan yanlarımdaki demirlere sıkıca tutunup, gökyüzündeki geziye dayanmaya çalışıyorum. Sürtünme ve mekanik sesler duyuyorum, sanki gökyüzünde bir vagondayım. İçinde olduğum düzenek dengesizleşiyor, elimin kavrama gücü azalıyor, korkum gittikçe artıyor. Yükselik artıkça dayanma gücüm azalıyor, sistemin dönüp eski yerine monte olmasına kadar dayanamayacağım diye düşüp, ölümü düşünüyorum. Gökyüzün de değil, sanki uzay boşluğundayım. Mekanik aksanın türbülans içinde sallanması gibi seslerin dışında ses yok, yalnızım. Son gücümle demirlere tutunmaya devam ediyorum.

“hayatı hiç sevmedim ama ölmekte istemiyorum” diye düşünüyorum. Geçmişimi düşünüyorum, kimseye özlem veya merak duymuyorum. Sadece yaşamak istiyorum. Birden aklıma yeşil gözler geliyor. Hangi yeşil gözler? Bilmiyorum, bilmediğim için ve belki de karşılaşmadığım için kendime kızıyorum. Ölürsem bir tek karşılaşmadığım yeşil gözleri isterim, keşke yapabilseydim, diyorum. Ellerim iyice güçsüzleşiyor, demirleri tutmak çok istiyorum ama gücüm yetmiyor.

“Ölmemeliyim, o yeşil gözlere merhaba demeliyim” derken, ellerim çözülüyor. Düşüyorum.
Kasım 2014

Rüya Metni: Kamera Gözlü Adam



Beton dökülmüş, betonlaşmış bir sahil kenarındayım, yüzüm denize dönük… Sağ yanımda bir kısmı görünen denize sıfır yazlık evler, yosun kayalıklar var. Beton zemin üzerinde bir tuhaf beklemekteyim, önümde sinema kamerası görüyorum. Yerdeki kamerayı elimle sağa sola çekiştiriyorum. Sanırım, kamera 35 mm analog çekim yapan profesyonel kameralardan, yanında tripodu dahi var.

Tam o anda düşünüyorum: “Unutamadığım film karesi nedir?” Kendime soruyorum ama aklıma hiç bir şey gelmiyor, gün ışığı yaz günü olduğunu belli ediyor, gözlerim kamaşıyor. Unutamadığım film karesi aklıma gelmeyince, kameraya bakarken heyecanım azalıyor, kendi kendime sanırım unutamadığım film karesi olmadı ama hep olmasını istedim, diye hayıflanıyorum.

Yürümeye çalışıyorum, beton zemine yayılmış sarmaşıklar ayaklarıma dolanıyor, önümde tümsek beliriyor, kamerayı taşımamı engelliyor. Tümseğin hemen yanında kalın bir su borusu görüyorum, denize açılıyor sanki ama bana engel oluyor. Sağımda solumda beliren garip nesnelerin içinde bir an “Ben neredeyim?” diyorum. Görüş alanımın dışında çok güzel bir yaz günü ve sanırım Ege sahillerinin birindeyim ama kendi bulunduğum yeri ne tam görebiliyor ne de anlayabiliyorum.

Kamerayı elime alıp vizoründen bakıyorum, çok ilginç etrafımı kendi görüş açım ile göremez iken, vizorden baktığımda denizi, yazlık evleri ve ufku dahi görebiliyorum. Biraz daha kamera ile bakmaya başlınca vizördeki mizansen ile hareket edebildiğimi görüyorum, anlıyorum. Yürüyorum ve birden neşeleniyorum kadraj ile hareket etmek güzel bir keyif oluyor. Yavaş yavaş bulunduğum mekânı tanıyorum, ne olduğunu tam bilmediğim bir çekime hazırlanıyorum.
Kasım 2013

Rüya Metni: Konservatuvar Önünde Oğlancı Öpüşmeler



Bilmediğim bir konservatuvarın kapısının önündeyim, yeni tanıştığım yirmili yaşlarda iki efemine genç ile sohbet ediyorum. Gençlerden biri okuldan içeri giriyor, arkasından bende gidiyorum, aranıyor, bakınıyor, tuvalete giriyor. Ben,  neden bu çocuğun yanındayım, bilmiyorum; sonra tekrar okul kapısının önüne çıkıyoruz.

Vedalaşacağımızı, onun derse gireceğini düşünürken; birden bana karşı bakışları değişiyor, gözlerinin içi gülmeye başlıyor. Genç, oğlancı bakışları ile bana yaklaşıyor ve dudağımdan öpmeye başlıyor. Şaşırıp, utanıyorum. Öğrencilerin ve caddedeki araba trafiğinin gürültüsü altında, geri çekilip bir daha dudaklarımdan öpmeye başlıyor, bu sefer daha sert ve Fransız öpücüğü ile beni öpüyor.

Hiçbir bir zevk hissetmiyorum, sadece daha sert olan bir erkek dudağı ve ağzımda ekşi, demirimsi bir tat kalıyor. O da fark ediyor hiçbir şey hissetmediğimi ki, geri çekiliyor. Geri çekildiğinde bu sefer gözlerimin önündeki portre değişiyor, başkalaşıyor. Efemine genç birden; esmer, mavi gözlü bir kıza dönüşüyor ama bir iki saniye sonra o kadın portresi gözümün önünden siliniyor, üzülüyorum.

Efemine genç koluma giriyor, yürümeye başlıyoruz, “ne sigarası içiyorsun, ağzın çok kötü kokuyor” diyor, bende “en ucuz tütünü içiyorum, ondandır ağzım çöp tenekesi“ diyorum. Yüzüme yaklaşıp, gülüyor, bahçeye inen merdivenlerde üst üste yanaklarımdan öpüyor, sarılıyor, ama artık şefkatli öpüyor.

Bahçeye iniyoruz, dörtgen bir alan ve ortasında bakımsız, içinde su olmayan ufak havuzun karşısında oturuyoruz. Bu arada okul arkadaşı geliyor, derslerin sıkıcılığından bahsediyor, elleriyle okulun kabadayısı olduğunu düşündükleri genci gösterilyorlar bana. Çocuğa bakıyorum ama hiç serseri tipi göremiyorum gençte, yanımdakilere dönüp “Bu lavuk meslek lisesinde olsa idi, iki dakikada oğlan ederlerdi” gibisinden bir şeyler söylüyorum, şaşırıp konuşmadan  tutaf tuhaf yüzüme bakıyorlar. Sonra yürüyüp tekrar okulun önüne çıkıyoruz.

Beni öpen gencin arkadaşları geliyor yolun karşısından, kaldırımda sohbete başlıyor, ben yürümeye devam ediyorum. Dönüp arkama bakıyorum, efemine genç arkadaşlarına takılmış, konuşuyor. Sesleniyorum, "ben gidiyorum" diyorum, bana dönüp “Akşam, Face’den seni ekleyicem" diyor. O anda anlıyorum, daha önceden tanışıklığımız olmadığını, internet üzerinde sadece ortak arkadaşlarımızın olduğunu..

Durup, kalabalığın içinde ona bakıyorum, diğer arkadaşlarının içinde daha hareketli ve bedeni ile barışık, uzaktan sempatik görünüyor. Tekrar sesleniyorum, duymuyor, son kez bir şey diyesim var ama duymuyor. Artık onun için önemimin kalmadığını düşünüp, bir sigara yakıyorum, karşı kaldırıma geçip, yürüyorum.
Ekim 2013

Rüya Metni: Sol Bacağımı Yiyen Fareler...


Fethiye Ölüdeniz'e doğru yola çıkmışım, daha doğrusu Fethiye'de bir koya tatile gitme halindeyim. Aktarma için minübüs beklediğim, bir bekleme salonundayım (gerçekte hiç Fethiye'ye gitmedim)

Bekleme salonunda tekim, sakinim, rahat....Birden üç tane lağam faresi ortaya çıkıyor. Lağam farelerinden nefret eder ve çok korkarım ama bu gördüklerim daha da korkunç... Lağam faresi zaten büyükken bunlar daha iri neredeyse kedi büyüklüğünde, bir tanesi morlu kırmızı bir renkte diğer ikisi leş simsiyahlar. Ayak çevremde yavaş yavaş geziniyorlar, nedense çok korkmuyorum. Bedenleri tuhaf, kedi fiziği var gibi, ama yüzleri o farenin çirkin korkunçluğunda, veba akıyor işte...

Birden hızlı hareketler yapmaya başlıyorlar, karabasan geliyor. Sol ayağıma saldırıyorlar. Çaresiz kalıyorum, pek kımıldayamıyorum, bacağımı ısırıp, etimi koparıyorlar. 

Silkelemeye ve vurmaya çalışıyorum ama nafile, ayağım parça parça parçalanıyor. Öleceğim diyorum ama bu leş, yaşamaması gereken mikroplardan, kötülük tohumlarından olmamalıydı sonum diye de öfkeliyim. Bir taraftan can çekişirken, bir taraftan öfke ile tekmelemeye çalışıyorum... 

Sol bacağımı neredeyse, belime kadar parçalıyorlar...Bir ayağım artık kopuk, kanımın rengi beklediğimden de soğuk, koyu...Korku ve ter ile uyanıyorum.
Mayıs 2013

Rüya Metni: Bağırsak Suyu


Aylardan Eylül’dü yâda rüya bana öyle söylüyordu. Gitmeden önce veda için buluşamamıştık, sonra bilmediğim bir yolda yürüdüğümüzü gördüm; yolu sevdim. Kollarımla sana sarılmak istedim, sardım sol kolumu koltuk altına doğru, yan yan sarıldık. Yolun kenarında olanları, mekânları ve sesleri ne görüyor ne duyuyordum; önüm de belirsizdi ama böylesi yürüyüş çok iyi geldi bana, çevrede yine pastel sarı tonlar akıyordu. Birden mekân değişti; rüya, mekânı değiştirdi, yine engelledi iyiyi.

Sen, bana sarıldın; “çok çekicisin” dedin, bende sana “çok güzelsin” dedim. Ukde tam o anda içime düştü; bana karşı olan ilgini daha önce niye bilemedim diye hayıflandım. Sen niye söylemeye geç kalmıştın? Öpüşmeye başladık, kemiklerimin esnediğini hissettim zevkten. Saf dinginlikle dilim, dilinde eriyerek mutlu oldum. Seni iyi gördüm, derin ve sakin öpüşüyordun. Dilim, dilinde dillere destan hazlarda yoğrulmaya devam etti. Saat: 8:55 idi ve sen, 9.30’da yola çıkmalıydın. Süreyi bana rüya bildirmişti? Tam 35 dakikamız vardı mutlu olmak yâda zevk almak için.

Neden bu kadar kısa süre? dedim kendi kendime. Sonra şaşkınlaştım, keyfim rüyanın kontrolünde girdaplara dönüştü. Öptüğüm dudakların, ağzın içinden geçtim tüm vücudumla, tek parça. Soluk borusundan sonra iç organlarına geldim. Neredeyim bilmeden yine de öpüyordum seni. Son hatırladığım, bağırsaklarına girdiğim. Seni canından, bağırsaklarının suyundan öpüyordum. Birden uyandım. Rüya -3. şahıs O olarak- rüyamda senin rüyanı mı gösterdi bana?
Ekim 2015

Rüya Metni: Kadın Yüzlü Yavru Kedi


Onu görüyorum sokağın ortasında, ben bir duvarın kenarındayım. Ona (F) görünmeden, onun güzelliğini izlemeye çalışıyorum. Sonra fark ediyorum, bir binanın hem köşesinde, hem de binanın içine açılan salonunun kenarındayım sanki. Bir sahnenin arkasında, yâda kenarında gibi. O ve diğerleri sokakta bir şey yapıyorlar grup olarak. Ne yaptıklarını anlamaya çalışırken; onun buğday tenine, yeşil gözlerine, soluk ama çekici ve düzgün yüz hatlarına gizli gizli keyifle bakıyorum. Bir takım hareketler yapıyor kalabalığın önünde, ona çok yakışan pastel tonlarda ceket ve bluz var üzerinde. Yavaş yavaş anlıyorum. O, dilsizlere eğitim veriyor yâda dilsizlerle birlikte bir şeye hazırlanıyor, prova ediyorlar. Birden düşünüyorum, Âşık olduğum kadın, dilsizlerle iletişim kuruyor. Pek anlamadığım figürleri, aerobik benzeri, birlikte tekrar ediyorlar; dinginler ve keyifleri yerinde sanki.

Birden O’nun bir süre önce hamile olduğunu ve kedi doğurduğunu öğreniyorum. Evet, kedi doğruyor; nasıl olur diye şaşırıyorum. O, kadın, bir kedi yavrusu doğurmuş. Bulunduğum duvarın kenarında bir yerde, birden yavru kediyi görüyorum, bir daha şaşırıyorum. Yavru kedi sarman kedinin yüzü, tıpkı annesi. Kadın yüzlü yavru kedi. Sonraki şaşkınlık beni daha bi tuhaflaştırıyor. Kedinin babası olan sarman kedi, benim 10 yıl öncesinde sokakta bulup, 1 yıl evde baktığım erkek kedim. Benim yıllar önce ayrıldığım ve çok sevdiğim sarman kedim; yine benim yıllar önce uzaktan sevdiğim ve sadece sevmiş kaldığım kadın ile birleşmiş ve çocuk yapmışlar.

İçim burkuluyor, hüzünleniyorum. İki sevdiğim, benden uzaklarda birleşmişler ve ben onların yanında olamamışım. Son kez, Annesi yüzlü sarman yavru kediye bakıyorum, çok sevimli, patileri arasından bana bakıyor. Göz göze geliyoruz yavruyla, annesi ile göz gelir gibi. Kendi kendime “tıpkı annesi” diyerek, salonun kenarından sokağa çıkıyorum. Sokak artık kasvetli, bunaltı geliyor içime. Duvarda bir konser afişi görüyorum, öylesine bakıyorum, bilet fiyatları çok yüksek.
Nisan 2016

Rüya Metni: Kolombiya Tatilinde Çapraz Ateş


Kolombiya’dayım, Mizan ile birlikte kaldığımız otelin önünde bir gariplik var, pek tehlikeli gözükmeyen bir timsah kapıda bekliyor, yanında bir kulübe ve yaşlı bir bekçi, adama bu havyan niçin burada diye soruyorum, istihbarat ekibinin bir parçası olduğunu söylüyor, “bu havyan nasıl askeri güvenlik yapabilir?”  diye düşünüyorum. “Bizim çok güçlü bir askeri veraset var diyorum” sonra kendime kızıyorum utanılacak askeri veraseti burada “memleketimin gururu” diye anlamak büyük salaklık deyip susuyorum. Timsah başını kaldırıp bana bir bakıyor, yaşlı adam timsahın kulübe içindeki bir böcek/jammer sinyal kesici ile özel saldırı için tanımlı olduğunu söylüyor. Kafamı çevirip sokaklara bakıyorum, esmer yılan gibi kıvrak dolaşan orta yaşlı Latin dilberleri dışında, her yani leş ve suç akan bir şehirde böyle bir güvenlik sistemi var mı?” diye şaşırıyorum. Latin kadınlar candır, diyorum kendime ve kalçalar olamasaydı medeniyet olmaz diye kendimce akıl yürütüyorum yürürken.

Mahallenin köşesindeki toplantı alanındayız, Mizan ile birlikte kalabalığın içinde, gençlerle birlikte akma hazırlıklarındayız, aklımda şehrin daha işlek gece hayatı noktasına gitmek ve zevke boğulmak var. Sonra, iki tane ellili yaşlarda kadın geliyor, yolun kenarındaki diskoya girmek için ama daha sokakta kopmaya, oynamaya başlıyorlar, konuşunca Rus olduklarını görüyorum fakat ne Rus güzelliği ne de zarafeti var. Sonra bana, Türkçede bir şeyler söylüyorlar, “dünya ne kadar ufak” diyorum kendi kendime, bir tanesi elimden tutup içeri çekiyor, tamam geliriz diyorum. Mizan’a dönüp “ben otele dönüp giyineyim, bu diskoya girer bir ortam bakarız, ama son akşamımız sonra çıkar asıl sağlam  mekana gideriz, ben gelmeden sen içmeye başla, bu akşamın sonunda pompa kesin yapmalıyız” gibi şeyler söylüyorum. Sokağın köşesini dönüp, ana caddeye çıkıyorum, gün batmak üzere, günbatımı/sunset ışık, tam karşımda gözlerime vuruyor, muhteşem bir sepya sarıdan kırmızıya pastel renklerin içerisinde beden ağrılarımdan uzaklaşıp dinçleşiyorum.

Ilık bir hava, ama yolda Latin afet dilberler görünmüyor, daha çok seyyar satıcı, çakal çukal tayfa, fakat  onlarda gözüme güzel geliyor, hayat olası ve makul gidiyor benim Kolombiya günümde. Karşı kaldırımdan bir simitçi, “nerelerdesin gözükmüyorsun” diyor, “gecelere akmaya çalışıyorum” diyorum, gülüşüyoruz. Kadıköy’ün çok kazanan 20 yıllık simitçisinin Kolombiya sokaklarında ne işi var diyorum bir an ama sonra, Latin dünyasında gerçek ince bir zardır, yırtar ve  atar üzerinden diye düşünüyorum, sonuçta ekmek parasına buralara kadar gelmiş olabilir?

Yolun ortasındayım, karşından simsiyah spor bir araba geliyor ve içinden bir adam elinde otomatik silahla rahat rahat iniyor, bir silahlı saldırı olacağını anlıyorum, insanlar caddede sağa sola kaçıyor, ben kaçmıyorum. “Canlı bir ölüm görmek” istiyorum, gerçek ölüm görmenin çok zevk vereceğini hissediyorum, hem merak hem de öfkeyle birileri ölsün istiyorum. Kenarda beklemeye başlıyorum, bana bir şey olmaz “dayım, sağlam ceza avukatı” rahatlığındayım.

Suikastçı, yolun karşı tarafındaki sanırım, Mercedes aracın yanına gelip üçayaklı bir sistemin üzerine otomatik silahın düzeneğini hazırlıyor. Arabadaki adam kaçmıyor, hatta rahat tavırla arabadan iniyor, silahlı adamla konuşmaya çalışıyor. Adam, takım elbiseli siyah güneş gözlüklü tipik bir Latin ve sakin, saldırıya hazır gibi, cesur hareketlerle konuşurken ateş başlıyor, o da silahını çekiyor ama ilk kurşundan yüzüne geliyor. Adamın, yanakları parçalanıyor, elleri ile can havli yüzünü tutuyor, yere düşen yanaklarını toplamaya çalışırken sırtına aldığı kurşunlarla yere yığılıyor, paramparça oluyor, zevkle izliyorum.

Burada kadar film izler gibi rahattım ve keyifle önümdeki suikastı izliyorum ama birden arkamdan ateş açılmaya başlıyor, bir çapraz ateşin ortasında kalıyorum, korkmaya başlıyorum. Hemen yanımdaki arabanın dibinden adamın biri seri halde ateş ediyor geriye doğru kaçamıyorum, önümde de karşıt grubun mermileri havada uçuşuyor ve ortada kalıyorum. Kurşunlar uçuşuyor, patlamalar oluyor, kulağım gürültüden sağırlaşıyor, can derdine düşüyorum. Yüzlerce mermi şans eseri, beni ıskalıyor ama sonumun geldiğini hissediyorum, birazdan bir-iki serseri mermi beynime saplanacak korkusuyla kaçacak delik arıyorum. Hiç çıkış bulamayınca direk yere yatıyorum, önümdeki arabanın altına giriyorum ve ölüm gelmek üzere nefesim kesiliyor. Aklıma birden, benim doğumumdan önceki 1 Mayıs 1977 Taksim kitle imhası geliyor, “bende o şekilde gidecem bok yoluna” diyorum. Aslında korkum “yaşanmamış gençlik” ve aşk gibi nefsi tatminlerin ölünce bitmesi, yoksa gözlerimin önünde havai fişekler gibi patlayan kurşun ve şarapnellerden pek korkmuyorum. Ve belki de istiyorum ama ölüm değil yokluk dayanılmaz korkutuyor. Sarsılıyorum.
Şubat 2013

Rüya Metni: Gölge Gövde, Karabasan

Garip yollardan geçip, Hoca’nın ofisine geliyorum. Şimdiki ofislerine benzemekle birlikte orası değil. Hoca ve ekip toplanmış, konuşuyorlar, bir başka odada yatak üzerinde tıklım tıkış uyuyan bir ekip daha var. Mutfağa geçince hocayla karşılaşıyoruz, kalabalık ve hareket akıyor, bilmediğim insanlar, yeni yüzler, görüyorum.

Hoca, holde “sandalyeyi al gel” diye bana sesleniyor, holün ampulünü değiştiriyor, yükseklik olsun diye sandalyeyi götürüyorum. Kalabalığın içinde dolanıyorum, hoca yine önümden geçip diğer bir odaya yöneliyor. Arkasından bakıyorum, şaşırıyorum, hocanın kalçalarının ne kadar ufaldığını görüp, kalçalardan yükselip tüm vücuduna bakınca hocanın değiştiğini, kadın olduğunu fark ediyorum. Hoca, elli yaşlarında, tanımadığım, kumral kısa saçlı sanki akademisyen bir kadına dönüşmüş. Kadın bana dönüp karşıya, Anadolu yakasına taşınacağını söylüyor, bana “çantan var mı yanında?” diye soruyor. Taşınma için yardım istiyor, “çantam yok ama yardım ederim” diyorum sonra boşluk oluşuyor, Karabasan başlıyor.

Sanki yine aynı ofis ortamındayım ama mekân, doğaya dönüşmüş. Boyumdan yüksek çalılar, fidanlar, filizler aralarında gövdesi kocaman ağaçlar. Gün ışığını kesen seyrek ama iri ağaçlar, mevsimi belirsiz bir orman ve tuhaf sesler. Yerde yatıyorum ya da yere yakın çömelmiş ne yapacağımı bilmeden, çevreyi kolaçan ediyorum, nerede olduğumu ve ne olduğumu anlayama çalışıyorum. İlerlerde bir aslan yavrusu görüyorum, vahşi ortam ama aslan yavrusu çok sevimli çevrede dolanıyor.

Mekânın renkleri yeşilin koyusuyla, sabah gün doğumu çığ mavisi arası koyu renkler ve sert tonlar. Dünya kasvetli ve ben tedirginim. Çevrede vahşi hayvan sesleri duyuyorum, bir yandan da bir ev rahatlığı ya da güvenini hissediyorum, görüntüsü tedirgin edici olsa da, sükûnetim var. Vahşi hayvanlardan bir tanesi görünmeden çevremde dolaşıyor, aklıma çakallar geliyor, bana saldırmak için hazırlanıyor, ne olduğunu anlayamıyorum, Çakal aranıyor.

Yere uzanmışım, bir şey bacaklarımda dolanmaya başlıyor ama göremiyorum.  Sadece bir silüet görüyorum. Dünya, artık gözümde renklerini yitiyor, ışık yoğunluğuna dönüşüyor. Açık ve koyu tonlarda ışık hareketleri görüyorum, renkler kayboluyor, nesnelerin sadece konturlarının hareketini görebiliyorum. Vücuduma temas eden şeyin, hayvan mı insan mı olduğunu anlayamıyorum, hareket edemiyorum, gövdelerimiz bu yabancıyla çakışıyor.

Kafamda ölüm korkusu başlıyor… Bir taraftan, “Bu bir karabasan ama bu sefer yenecek fizik gücüm var” diye biraz rahatım, ama vücudum yorulmaya başlıyor. Garip şey, üzerime abanıyor, bir kısmı sanki gövdeme giriyor, ellerimle itiyor, yumruk atıyorum. Sadece hareket eden bir silüet, garip bir form, bir şeye benzetemiyorum. Tüm vücudumda baskısı artıyor, nefesim kesilmeye başlıyor. Fiziksel acı yok ama gücüm azalıyor, boynundan ısırıyorum, ileri geri boğuşuyoruz, direncim azalıyor. Dövüştüğüm yabancı canlıdan, garip sesler geliyor, bir şeyleri vücudumun içine sızmaya çalışıyor, debelenerek çıkarıp atmaya çalışıyorum. Yaratığın sesi; uğultu, hırıltı, sevişirken inleme, ağlama, uluma ve böğürme benzeri garipleştikçe garipleşiyor. Bende, bu ucubenin çıkardığı tuhaf seslere benzer sesler çıkarıyorum. Ölümüne dalaşıyoruz.

Birden bu şekilsiz canlının, abim olabileceği aklıma geliyor, olabilir mi? Kafasını burkuyorum, artık onun da gücü tükenmeye başlıyor. Sonra, sınır nokta geliyor. Ucube vücudumun üstünde ve içime işlemişken can havliyle gücümü toplayıp, şekilsiz varlığı üzerimden fırlatıyorum, kurtuluyorum. Gölge gövdeyi üstümden fırlattığım anda, karabasandan kurtulup yatakta ter içinde uyanıyorum.
Aralık 2012

Rüya Metni: Sevgiliyle Yolculuk


Metro veya tren benzeri bir toplu taşıma aracıyla seyahat ediyorum. Sol yanıma dönüp camdan dışarısını seyrediyorum, nerede olduğumu bilmiyorum. Puslu bir sonbahar günü hava kasvetli ama benim için huzur verici, hoş ve puslu havalarda güzeldir. Bilmediğim şehrin içinden geçerken binalarına, yeşil alanlarına, yollarına bakınıyorum, çok az insan var şehir yaşamı sakin; bu resim hoşuma gidiyor.

Sonra birden yanımda birisi olduğunu fark ediyorum, dahası hatırlıyorum, sağıma dönüyorum. Kolumun altından kıvrılmış, uzun saçları üstüme dökülen esmer bir kadın. Sol elimin, ellerinde olduğunu görünce anlıyorum: Sevgiliyiz. Başını göğsümden kaldırıp, bilenen o en yakından noktadan gözlerime bakıyor, güzelliği içimi eritiyor, nefesim güçleniyor, şimdi safi mutluyum. Zarif bir yüzü, alımlı vücut hatları, pastel koyu tonlardaki çekiçi bir giyimi var. Hiç konuşmuyoruz, hiç konuşmuyor. Hiç konuşulmayınca mutluluğum huzura kayıyor, çoğalıyoruz. Kendimi çok huzurlu ve dinmiş hissediyorum. 

Dinginim, aracın nereden geldiği ve nereye gitti önemli değil, zamanı büküyorum. Yer değil, yanımdaki kişi önemli her şey sakin ve münasip, işte öyle. Bir olduğumu hissediyorum, artık bütünüm diye kendimce düşünüyorum, karşımızdaki boş koltukların üzerinden dışarıya bakıyoruz. 

Sonra taşıt görevlisi geliyor, bir şeyler söylüyor, bir şey istiyor benden, keyfim kaçıyor. “Ne eksikliğim olabilir ki” diyorum kendime, her şeyim tam olduğuna eminim, ayağa kalkıp biraz ileriye adamın yanına gidiyorum. Kimliğime, biletime bakıyor, anın güzelliğini bölen gereksiz bürokrasi beni sinirlendiriyor. Adam evraklara bakıyor, başımı çevirip koltuğuna oturmuş beni bekleyen kadına bakıyorum. Yine konuşmadan, sevabını bozmadan bana bakıyor, cazibesinin yanında zarafeti nefesimi kesiyor.

Evraklarda bir şey bulamayan adam gidiyor, sevgilime doğru dönüp yürürken birden camdan dışarısını tanıyorum, beynimden vurulmuşa dönüyorum: araç Kadıköy’e gidiyor. Kendi kendime kızıyorum, şaşırıp kalıyorum, “Kadıköy’e ve şehre dönersem bu ilişki olmaz” deyip canım sıkılıyor, bütün huzurum ve dinginliğim bozuluyor.

Rüya Metni: Galata'da Aşk


Rüyam bir parkta başlıyor, öncesi belirsiz. Ne olmuş bilmiyorum, yanımda arkadaşım Mizan ve karşımızda iki tane 20'li yaşlarda kız var; parkın çimenleri üzerinde ya bir şeyi bitirmiş ya da devam edecekmişçesine duruyoruz. Sonbahar günü, hava kapalı ve puslu; kızlarla vedalaşır gibiyiz. Kızlardan biri, bana yaklaşıyor ve yanaklarımdan öpüyor; dayanılmaz tenin çekiciliğine kapılıp, hafif meyil vererek dudaklarının kenarından öpüyorum. O da davetkâr biçimde öpüşmeyi devam ettiriyor ve müthiş haz başlıyor. Sarılıyoruz birbirimize, elimi beline doluyorum. Yüz hatları çok orantılı, teni duru güzellikte; kumrala yakın esmer çekiciliği yüzüme vuruyor. Ortadan ayrılmış ensesine uzanan kısa ve düz saçları var. Burnu ve yanakları, yüzünün diğer hatları ile uyumlu. Dudakları kırmızı ruj ile daha ortaya çıkmış iştahlı ve ıslak ıslak değiyor dudaklarıma, sonra da dişlerime. Gözleri, mavi gözleri güneş gibi çekiyor beni.


Mavi gözlü kız, daha da ileri gidiyor parkın orta yerinde, elini belinim altına indiriyor ve kamışıma atıyor; derin derin okşuyor ve sertleşiyorum. Şaşkın ve çok mutluyum bu davete; icap ediyorum. Malafatım karşıdaki palamut ağacı gibi, dimdik parkın ortasındayım. Sarılarak birbirimize ve öpüşerek parktan çıkıyoruz tanımadığım seks öznesi ile...


Diğer kız ile Mizan önden hızlıca yürüyorlar; arkalarından sarıla öpüşe biz geliyoruz. Mizan, dönüp bana bakıyor, “bu temaşa bana uzak” gibilerinden halimizi, donuk bakışlarla süzüyor.

Yokuş aşağı inerken fark ediyorum ki, Galata Kulesi çevresindeki ara sokaklardan aşağıya, Karaköy iskele meydanına doğru iniyoruz. Ama inerken, benim şehvetim gittikçe yükseliyor; kalçalarını okşuyorum yanımdaki dilberin. Durduruyorum yolun ortasında, yüzünü iki elimin arasına alıyorum; saçlarını okşayıp, minik burnuna burnum ile dokunuyorum; orantılı yüz hatları ile çekiyor beni kendi içine. Mavi gözleri, benim gözlerime amade bakıyor; işte efsane. Yine öpüşmeye başlıyoruz ıslak ıslak, dudaklarından Tarçın tadı alıyorum tane tane.

Yokuştan aşağı akıyoruz, kız “Ben burada oturuyorum, eve gitmem lazım”  diyor, “Hayır, ayrılamayız; bir saat daha benle kal. Baş başa kalacağız.” diyorum ısrar ve heyecanla. Mavi gözlerini ikna ediyorum, daha sıkıca beline sarılıyorum,  bu kez de Galata yokuşunu çıkmaya başlıyoruz. Aklımda Taksim’e çıkmak var. “bi palas vardı, tanıdık yer. Oraya gideriz, baş başa kalırız.” diye içimden plan yapıyorum, hedef belirliyorum. Tenha bir sokakta tutkudan dayanamayıp yere yatırıyorum Aşkım’ı ve yerlerde yuvarlanarak sevişiyoruz. Bir ara, o benim üzerime çıkıyor; mavi gözleri ile üzerimde, kenarlardan açık gökyüzü ve Bulut bana bakıyor. Bu güzel an, arabanın sokağa girişi ile bozuyor; ayağa kalkıp hedefe doğru yürümeye devam ediyoruz. Yaklaşıyoruz bildiğim Palas’a doğru, yine şehvet ile dudaklarını öpüyor, kalçalarını okşuyorum. Birden mavi gözleri, gözümün önünde büyüyor; önümdeki dünya denen manzara onun mavi gözlerinden bir denize dönüşüyor, arzularımın zirvesinde, düştüğüm gözlerde coşkuya boğuluyorum.

Hazzın içindeyim; ama birden, hiç istemeyeceğim şeyler oluyor. Önce mavi gözler, kayboluyor önümde; sonra mekân ve zaman siliniyor göz perdemde. Öfkeleniyorum, “Kahretsin, bitmemeli bu buluşma. Daha kavuşamadım sana Aşkım, tek parça olamadık. Yoksa, bu bir rüya mı? Bitmesin, ne olur bitmesin!” diyorum panik içinde kendi kendime. Aşkım, elimden kayıp gidiyor ve uyanıyorum.

30 Aralık 2016 


Rüya Metni: Yeteneğim Keşfediliyor


Bilmediğim bir mekânda sanırım stüdyoda, ferah ve geniş bir yerdeyim, çay demliyorum. Servis hazırlıklar içerisindeyim, bardakları, fincanları hazırlıyorum, etrafı düzenliyorum, koşuşturuyorum. Yan tarafta stüdyo ya da çekim platosu benzeri alan ve içerisinde yoğun kalabalık var. Ne yaptığımı tam bilmesem de, mutfakta hazırlık yaparken, kendimi anlamadığım bir sebepten dolayı çok huzurlu hissediyorum.

Bir süre sonra, bulunduğum yere yan bölümdeki kalabalık geliyor, mekân neredeyse çarşı kalabalığına dönüşüyor. İşimi daha ileri götürmeye başlamışım, bardakları kişi isimlerine göre ayırmışım, insanlar keyifle içeceklerini içiyorlar. Kalabalık hızla hareket ediyor.

Geçiş... Yine aynı mekânda bu sefer koridorlarda buluyorum kendimi, yine ne olduğunu bilmediğim bir şeyi bekliyorum, beklerken ileri geri telaşla yürüyorum, volta atarken sabırsızlanıyorum, tuhaf bir tedirginlik içindeyim. Okan Bayülgen’in show programının yapımcısı olduğunu bildiğim bir kadını - ki nereden bildiğimi bilmiyorum - tuvalette klozete otururken görüyorum, ihtiyacını gidermiyor sadece bekliyor. Kadın da bekliyor benim gibi, kadın beklemekten yaşlanmış gibi geliyor bana, kadınla tuvalet kapısının önünde göz göze kalıyoruz, konuşmadan uzun süreler bakışıyoruz.

Yönümü değiştirip, kalabalığın arasına döndüğümde bir topluluğun benden söz edildiğini duyuyorum, şaşırıyorum, nasıl başladığını bilmiyorum. Tanımadığım showman, beni övüyor; hakkımda yeni ekran yüzü, farklı yetenek, yeni katma değerimiz v.s. gibi coşku dolu ifadelerle çevresindeki kalabalığa beni anlatıyor. Nasıl konuşulur hale geldiğimi anlamıyorum, seviniyorum, merak ediyorum. Hakkımda konuşan ufak kalabalığın içinde Jack Nicholson’da var, o da benim hakkımda heyecanlı ve güzel şeyler söylüyor, keyfim yerine geliyor. Az sonra Bayülgen’in yapımcısı kadın, yaklaşıyor bu küçük kalabalığa; evet farklı bir kişilik ama imaj bakımı olmadan ekran önüne alamayız, şimdilik sahne arkasında birikimini değerlendirelim benzeri bir şeyler söylüyor. Kadın ilk karşılaşmamıza göre daha yaşlanmış görünüyor.

Geçiş… Geniş bir arabanın içinde gidiyoruz, Jack Nicholson ve ben camdan başımızı dışarı uzatmış, konuşuyoruz. Batman filmden en sevdiği sahneyi biraz oynamasını istiyorum, sadece mimikleriyle oynuyor, sahneyi hatırlıyorum ama ilk izlediğimdeki etkiyi vermiyor, bu performans bana çok yavan geliyor, bu kadar bayağı ve kof muydu bu sevdiğim mizansen diye kendi kendime hayıflanıyorum. Sonra yolun karşı şeridinden gelen 60’lı yılların Avrupa okul araçlarını andıran sarı bir otobüsün görüntüsüne bakıp kalıyorum, otobüsün içindeki muhtemel gençlerin görüntülerini seçemiyorum ama kalabalığın gürültüsünü duyuyorum. Otobüsün kaportasındaki sarı üstüne canlı renkler gözümü keyifli bir şekilde alıyor. 

Otobüsteki kalabalığın görüntüsü ve gürültüsü çok hoşuma gidiyor, içim ferahlıyor, araç yaklaşmasına rağmen içindeki insanların siluetleri dahi görünmüyor. Otobüsün içerisi tüm parlaklığa rağmen gölge kalıyor. Gürültü arttıkça gözlerimin önündeki hareketli araç görüntüsü daha da ışıldıyor, parıltı arttıkça görüntü kaybolup ışık demetine dönüşüyor. Işıltının beyaza yaklaşmasıyla sesler, kulaklarımı zorlayan bir gürültüye dönüşüyor. Sarıdan beyaza yakınlaşan pastel renklerin hareketli görünümü içinde insan sesleri yükseldikçe neredeyse vücudumu sarıp sarmalıyor, keyifleniyorum. Ses, öfkemi dindiriyor ve ses cümbüşünde neşeleniyorum. 

Rüya Metni: İlkokulumun Kapısı

Okuduğum ilkokulun beton zemine sahip arka bahçesinin ana kapısına uzaktan bakıyorum, yürüyerek kapıya yaklaşıyorum. Hemen çocukluğum ve ilkokulum aklıma geliyor, nefesim hafifçe kesilmeye, halsizleşmeye başlıyorum, derin nefes almaya çalışıyorum. Gözlerimin önünde çocukluk anılarım beliriyor. Rüyamın içinde geçmişi ve geçmişimi görmeye başlıyorum. İçim kıyılıyor, tekrar çocuk olmak istiyorum.

Gözlerimin önünde görüntüler hareketlenmeye başlıyor. Teneffüs zilinin çalmasıyla birlikte kapıdan çıkıp merdivenleri inen öğrenci çocukların içinden ben olan çocuk “Aç kapıyı bezirgân başı” diye bağırarak koşuyor. Diğer çocuklar yani okul arkadaşlarımda beton zemine doğru hızla sürüler halinde koşuyorlar, hareket ve geçmiş gözlerimin önünden geçiyor. 

Keşke o günlere dönebilseydim diyorum, üzülüyorum, pişmanlıklarım aklıma geliyor. Kapıya doğru yürüyerek merdivenleri çıkıyorum ve ana kapının önü tenhalaşıyor, içeri girmeme çok az kalıyor. Nefesim iyice kesiliyor, soluk almakta zorlanıyorum, boğulmaya başlıyorum, gözlerim kararıyor, yere yığılıyorum, uyanıyorum.
Temmuz 2012