Rüya Metni: Kolombiya Tatilinde Çapraz Ateş


Kolombiya’dayım, Mizan ile birlikte kaldığımız otelin önünde bir gariplik var, pek tehlikeli gözükmeyen bir timsah kapıda bekliyor, yanında bir kulübe ve yaşlı bir bekçi, adama bu havyan niçin burada diye soruyorum, istihbarat ekibinin bir parçası olduğunu söylüyor, “bu havyan nasıl askeri güvenlik yapabilir?”  diye düşünüyorum. “Bizim çok güçlü bir askeri veraset var diyorum” sonra kendime kızıyorum utanılacak askeri veraseti burada “memleketimin gururu” diye anlamak büyük salaklık deyip susuyorum. Timsah başını kaldırıp bana bir bakıyor, yaşlı adam timsahın kulübe içindeki bir böcek/jammer sinyal kesici ile özel saldırı için tanımlı olduğunu söylüyor. Kafamı çevirip sokaklara bakıyorum, esmer yılan gibi kıvrak dolaşan orta yaşlı Latin dilberleri dışında, her yani leş ve suç akan bir şehirde böyle bir güvenlik sistemi var mı?” diye şaşırıyorum. Latin kadınlar candır, diyorum kendime ve kalçalar olamasaydı medeniyet olmaz diye kendimce akıl yürütüyorum yürürken.

Mahallenin köşesindeki toplantı alanındayız, Mizan ile birlikte kalabalığın içinde, gençlerle birlikte akma hazırlıklarındayız, aklımda şehrin daha işlek gece hayatı noktasına gitmek ve zevke boğulmak var. Sonra, iki tane ellili yaşlarda kadın geliyor, yolun kenarındaki diskoya girmek için ama daha sokakta kopmaya, oynamaya başlıyorlar, konuşunca Rus olduklarını görüyorum fakat ne Rus güzelliği ne de zarafeti var. Sonra bana, Türkçede bir şeyler söylüyorlar, “dünya ne kadar ufak” diyorum kendi kendime, bir tanesi elimden tutup içeri çekiyor, tamam geliriz diyorum. Mizan’a dönüp “ben otele dönüp giyineyim, bu diskoya girer bir ortam bakarız, ama son akşamımız sonra çıkar asıl sağlam  mekana gideriz, ben gelmeden sen içmeye başla, bu akşamın sonunda pompa kesin yapmalıyız” gibi şeyler söylüyorum. Sokağın köşesini dönüp, ana caddeye çıkıyorum, gün batmak üzere, günbatımı/sunset ışık, tam karşımda gözlerime vuruyor, muhteşem bir sepya sarıdan kırmızıya pastel renklerin içerisinde beden ağrılarımdan uzaklaşıp dinçleşiyorum.

Ilık bir hava, ama yolda Latin afet dilberler görünmüyor, daha çok seyyar satıcı, çakal çukal tayfa, fakat  onlarda gözüme güzel geliyor, hayat olası ve makul gidiyor benim Kolombiya günümde. Karşı kaldırımdan bir simitçi, “nerelerdesin gözükmüyorsun” diyor, “gecelere akmaya çalışıyorum” diyorum, gülüşüyoruz. Kadıköy’ün çok kazanan 20 yıllık simitçisinin Kolombiya sokaklarında ne işi var diyorum bir an ama sonra, Latin dünyasında gerçek ince bir zardır, yırtar ve  atar üzerinden diye düşünüyorum, sonuçta ekmek parasına buralara kadar gelmiş olabilir?

Yolun ortasındayım, karşından simsiyah spor bir araba geliyor ve içinden bir adam elinde otomatik silahla rahat rahat iniyor, bir silahlı saldırı olacağını anlıyorum, insanlar caddede sağa sola kaçıyor, ben kaçmıyorum. “Canlı bir ölüm görmek” istiyorum, gerçek ölüm görmenin çok zevk vereceğini hissediyorum, hem merak hem de öfkeyle birileri ölsün istiyorum. Kenarda beklemeye başlıyorum, bana bir şey olmaz “dayım, sağlam ceza avukatı” rahatlığındayım.

Suikastçı, yolun karşı tarafındaki sanırım, Mercedes aracın yanına gelip üçayaklı bir sistemin üzerine otomatik silahın düzeneğini hazırlıyor. Arabadaki adam kaçmıyor, hatta rahat tavırla arabadan iniyor, silahlı adamla konuşmaya çalışıyor. Adam, takım elbiseli siyah güneş gözlüklü tipik bir Latin ve sakin, saldırıya hazır gibi, cesur hareketlerle konuşurken ateş başlıyor, o da silahını çekiyor ama ilk kurşundan yüzüne geliyor. Adamın, yanakları parçalanıyor, elleri ile can havli yüzünü tutuyor, yere düşen yanaklarını toplamaya çalışırken sırtına aldığı kurşunlarla yere yığılıyor, paramparça oluyor, zevkle izliyorum.

Burada kadar film izler gibi rahattım ve keyifle önümdeki suikastı izliyorum ama birden arkamdan ateş açılmaya başlıyor, bir çapraz ateşin ortasında kalıyorum, korkmaya başlıyorum. Hemen yanımdaki arabanın dibinden adamın biri seri halde ateş ediyor geriye doğru kaçamıyorum, önümde de karşıt grubun mermileri havada uçuşuyor ve ortada kalıyorum. Kurşunlar uçuşuyor, patlamalar oluyor, kulağım gürültüden sağırlaşıyor, can derdine düşüyorum. Yüzlerce mermi şans eseri, beni ıskalıyor ama sonumun geldiğini hissediyorum, birazdan bir-iki serseri mermi beynime saplanacak korkusuyla kaçacak delik arıyorum. Hiç çıkış bulamayınca direk yere yatıyorum, önümdeki arabanın altına giriyorum ve ölüm gelmek üzere nefesim kesiliyor. Aklıma birden, benim doğumumdan önceki 1 Mayıs 1977 Taksim kitle imhası geliyor, “bende o şekilde gidecem bok yoluna” diyorum. Aslında korkum “yaşanmamış gençlik” ve aşk gibi nefsi tatminlerin ölünce bitmesi, yoksa gözlerimin önünde havai fişekler gibi patlayan kurşun ve şarapnellerden pek korkmuyorum. Ve belki de istiyorum ama ölüm değil yokluk dayanılmaz korkutuyor. Sarsılıyorum.
Şubat 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder