Aralık Derneği’nin salonundayım. İskender
hoca içeri giriyor, bana dönüp, ‘Eylül hanım seni, İTÜ Taşkışla’daki kemoterapi
seminerine çağırıyor’ diyor. Eylül hanım kim? Tanımıyorum. Merak edip, çıkıp Taşkışla
binasına gidiyorum.
Taşkışla’nın arka kapısından içeri
giriyorum. Kiliseye benziyor giriş katı, Kiliseleri severim. Camlarda çok sevdiğim
renkli boyama vitray desenler. Gölge oyunu izler gibi, vitraylardan yansıtan ışık
huzmelerini seyrediyorum. Çok sevdiğim Sarı pastel ışık huzmesi çok güdük de
olsa görünüp kayboluyor. Huzur veriyor.
Yürüyorum, karanlık döner merdivenden çıkıyorum.
Sahne arkası, kulis benzeri bir dar alandayım. Karartı çok, önümü göremiyorum. Kör
gibi önümdeki şeyleri tutmaya ve az ışık kırıntısı ile yolumu bulma
çalışıyorum. Boğulma hissediyorum, endişeleniyorum. Can havli ile kendimi dışarı
atıyorum. Seminer salonu karşımda duruyor.
Salonda az sayıda insan ve bir
konuşmacı var. Dinlemeye başlıyorum, konu ile konuşulanlar aynı değil sanki? Kemoterapi,
kanserde ilaç tedavisi konuşuluyorken; sanki başka gerçekler tartışılıyor gibi
geliyor bana. Tıbbi terimler ile konuşuluyor, fakat başka bir konunun konuşulduğunu
ve benim asıl konun diline ve bilgisine sahip olmadığımı hissediyorum.
Entelektüel-yazar izlenimi veren konuşmacı
40’lı yaşlarda tanımadığım birisi. Ama cinsiyeti ne? Kadın mı, erkek mi? Ayakta
tüm sahneyi kullanarak sunum yapıyor. Vücut hatlarına dikkatli bakıyorum. Şaşırıyorum,
cinsiyetini seçemiyorum? Seminere ara veriliyor, insanlar dışarı çıkıyor. Konuşmacı
sahnede oturup dinleniyor. Yüzünü yakından görmek için ön sıraya yaklaşıyorum. Yaklaştıkça,
içimde keyif var. Yakınlaştıkça cinsiyetini öğreneceğim hissi ile gelen meraklı
keyif.
Gürültü oluyor, panikle geriye dönüyorum.
Salonun gerisi kafeye açılıyor. İlginç, kafe hareket ediyor. Salona içine doğru
girip, sonra dışına çıkıyor. Kafe akordeon misali hareket ediyor. İnsanları izliyorum.
Moladalar ama çoğu yorgun, sohbet bile edilmiyor, sigara ve içecek içiliyor. Garsonu
görüyorum, o yorgun değil; makine gibi çalışıyor tempolu. Bir an duruyor ve göz
göze geliyoruz.