Mantık ve Akıl Yürütme İlkeleri


Mantık Ve Felsefe İlişkisi
Mantık, düşünme ve doğru akıl yürütme formlarını inceleyen bilimdir. ‘Felsefe, insanlığın çözülememiş meselelerinin bilimidir.’ tanımı bağlamında; Varlığı açıklamayı ve anlamayı hedefleyen felsefe, epistemik (doğru bilgi) için mantığı kullanır. Mantığın alanı sınırlıdır, bilgi üretme kapasitesi azdır ama sonuçları ile evrensel ve objektiftir.
 
Mantık ile felsefe arasında modalite sorunu aşikardır. Zorunlu, imkansız ve mümkün gibi ana modelitelerin yaşam fenomenlerindeki karşılığı ve yansıması, kıyas sorunu yaratır. Kıyas sorunu hem nicelik (biçim), hem de nitelik (içerik) katmanlarında mantığın sorunsalıdır. Mantık çelişkili ve saçma değil, apaçık ve objektif olmalıdır. Aristoteles’in ‘Organon’ isimli eseriyle başlayan klasik mantığının içerdiği metafizik öğelerin (mantığa yabancı biçim ve içerik unsurları) arındırılması, 19. yüzyılda ‘sembolleştirme’ ile mümkün olmuştur. ‘Sembolik mantık’ ile mantık, nesneleri bakımından Matematik, bütünlük olarak Fizik bilimi ile benzeşir.
 
Mantığın Ana İlkeleri
Asırlar boyunca, ‘akıl ilkeleri’, ‘düşünme yasaları’ ‘bilgini kanunları’ v.b. biçimde tanımlanan mantığın ana ilkeleri 4 tanedir. Bu ilkeler, birbirleri ile bağlantılıdır ve zorunlu olarak birbirlerini gerektirir. İlk ve temel ‘Özdeşlik’ ilkesini Parmenides, ‘Çelişmezlik’ ve ‘Üçüncü Olanağın İmkansızlığı’ ilkesini Aristoteles, ‘Yeter-Sebep’ ilkesini Leibniz ortaya koymuştur.
 
Akıl Yürütme ve Kıyas
Mantığın konusu ve kapsamı kıyastır. Kıyas ile önce önerme, sonra önermeyi oluşturan kavram irdelenir. Kıyas, yani akıl yürütmenin 4 biçimi vardır: Tümevarım (İndüksiyon), Tümdengelim (Dedüksiyon), Dışaçekim (Abduction), Benzerlik (Analoji). Tümdengelim hariç, diğer akıl yürütmeler kesin bilgi ve doğruyu vermez, ama olası mümkün bilgisi içerir. İnsan zihni, gündelik alışkanlık ve tekrar dinamiği ile hareket ettiği için kavram ve önermelerden, genel kavramlara yönelir. Daha genel kavramlar, kategorileri oluşturur. İnsan zihni, Kant’ın açıkladığı gibi algı ve bilgiyi kategorileştirerek, zihin şemaları oluştur ve bunlar ile anlama gerçekleşir.
 

Mantığın 4 Temel İlkesi:

 
1 - Özdeşlik İlkesi: ‘A, A’dır.’
‘Bir şey kendisidir.’ ifadesiyle dile gelen özdeşlik ilkesi, mantık ve doğru düşünme için temeldir, zorunluluktur. İlk defa Parmenides’in ortaya koyduğu özdeşlik ilkesi, önseldir (a priori). Diğer tüm mantık ilkeleri, ancak özdeşlik ilkesinden neşet edebilir. Diğer ilkeler varlıklarını ve içeriğini özdeşlik ile uyumlamak zorundadır. Özdeşlik ilkesine uymayan akıl yürütme, anlamsız ve çelişkili sonuç verir. Özdeşlik ilkesi ile varlıklar dünyasını tanımlarken Parmenides ‘Var olan vardır, var olmayan da var değildir.’ derken, Leibniz ‘Bir şey ne ise odur.’ biçimde ifade etmiştir.
 
Özdeşlik İlkesine İtiraz
Özdeşlik hakikatine rağmen, eski çağda Herakleitos ve sonrasında Hegel, her şeyin sürekli değiştiğini söyleyerek itiraz ettiler. Madde ve onun bilince yansıması ile oluşan diyalektik gerçeklik sonucu ile özdeşlik ilkesinin mutlaklığına karşı çıktılar. Örneğin benlik, beden-zihinde özdeşlik olarak varlığını sürdürse dahi, geçmiş ve gelecek deneyimleri sonucu hep değişmektedir. ‘Her şeyin kendisi olması’ zihin için doğru düşünme aletiyken, bu karşın görünüşler dünyası (fenomen) devamlı dönüşmektedir.
 
Özdeşlik Kaybı: Anlam Belirsizliği
Peki, gündelik hayat ve iletişim sürecinde, özdeşlik ilkesi nasıl gerçekleşebilir? Burada mantığın çözümü, ‘kavramda anlam birliği’ dir. Buna göre, bir iletişim ve eylem sürecinde akıl yürütme başlangıcında bir kavram ne anlam taşıyorsa, tüm iletişim-kıyas boyunca kişi veya kişiler, zorunlu olarak o kavramı, aynı anlamda kullanmalıdır.
 
Birey ya da grup çıkarları çoğunlukla akıl kullanımı değil, dürtüsel arayışlar olduğu için; çoğu zaman iletişim ve eylem içerisinde uzlaşma olamaz. Çünkü kavramda anlam birliği olmadığı için özdeşlik zemini kaybedilmiştir. Bilim, özellikle felsefe tarihi de özdeşlik ilkesinden sapma sonucu ‘anlam belirsizliği’ içeren tanım, kavram, bilgi üretmiştir. Kavram muğlak kaldığı sürece anlam kargaşası, yanlış anlama, ‘yanlış anlamı doğru anlam olarak kullanma’, mantıksız sonuçları mantıklı olarak sunma, manipülasyon, safsata ortaya çıkar. Kavram muğlaklığı mantık ve akıl yürütmeyi engeller ve en nihayetinde ‘apaçıklığı belirsizleşme’ temel ilke haline gelir.
 
Özdeşliğin Gerekliliği: Apaçıklık
Herakleitos dediği gibi, Yeşilırmak orada ve akan suyuyla her an değişmektedir. Peki değişmeyen özdeşlik içeren nedir? Özdeşlik, Yeşilırmak kavramının apaçıklığı ve onun Kızılırmak olmamasıdır. Akıl ve aleti zihin, değişen dünya görünüşleri içinde algılamak, kategorize etmek, anlayıp bilgiye dönüştürmek için o şeyin kavramına, yani ‘gerçekliğin değişmeyen haline’ yönelir. Olgusal dünya ve değişimlerini anlamak için özdeşliğin kavramına ve apaçıklığa ihtiyacımız vardır. Anlamak, o şeyin kavram oluşturması, o şeyin aynı kalması, özdeşliğini taşıması ile olur.
 
2- Çelişmezlik İlkesi: ‘A, A olmayan değildir.’
Çelişmezlik ilkesine göre, aynı zaman-mekan ve nitelik koşullarında bir şey hem kendisi, hem de kendisinden başka bir şey olamaz. Akıl mantık melekesi ile, bir şeyi evetlediğinde, diğer şeyi değillemek zorundadır. Çelişmezlik ilkesi gereği, bir şey doğru ise, diğeri yanlış olmak zorundadır.
 
Diyalektik ve Klasik Mantık Çatışması
Klasik mantık çelişmezlik ilkesinin varlık dünyası ile uyumunu açıklarken; Diyalektik mantık, çelişmezlik ilkesinin varlık dünyasına uyumlu olmadığını söyler. Diyalektik mantık ile çelişmezlik ilkesine şerh düşen Hegel olmuştur. Hegel’e göre varlık, oluş sahasında devinim halindeyken kendiyle çelişerek, değişim gösterir. Mantıkçılar, Hegel diyalektiğinin çelişki diye, farklılığı baz aldığını ve bu yüzden mantıksal açıdan yanlış olduğu söylerler. Farklılık, çelişmezlik ilkesinin ihlali değildir. İnsan aklı ve tarihi çelişmezlik ilkesini kullanarak, farklılıkları kategorize ederek, tarih ve teknoloji ortaya koymuştur.

3- Üçüncü Halin İmkânsızlığı İlkesi
Özdeşlik ve çelişmezlik ilkesini uygulayan zihin, doğanın ve insanın tabiatı gereği, üçüncü şıkkın imkânsızlığına varmak zorundadır. ’A ile A olmayan arasında üçüncü bir hal yoktur.’ Şey ya kendisi ya da kendisinin dışında bir şeydir; üçüncü bir hali olamaz. Aristoteles bu durumu ‘Çelişik önermeler arasında bir aracının olması imkânsızdır.’ biçimde açıklar.
 
Üçüncü Hal Uygulanma Sorunu
Üçüncü hal ilkesinin, varlık dünyasına uygulanması bazı sorunlar yaratır. Burada tartışma konusu, bazı nitelik ve nicelik değişimlerinin hal olarak kabul edilmesi ile ortaya çıkar. 3. halin evrensel uygulama sorunu, onun yanlışlığından değil; sınırlı olmasından kaynaklanır. Yanlış akıl yürütme örneği ‘Sıcak ile soğuk arasında üçüncü bir şık olarak ılık vardır.’ biçimindedir. Ilık, 3. hal olamaz, doğru ifade ‘bir şey ya sıcak ya sıcak değildir.’ olmalıdır. Ilık niceliğe bağlı nitelik değişimidir, ama değilleme değildir. Eğer ılık gibi değişimleri, görece unsurları hal olarak kabul edersek; dış dünya ve varlık sahası sadece ‘çelişki içerir’ demek durumda kalırız.
 
4 - Yeter-Sebep İlkesi
Üç mantık ilkesinin ardından yeter-sebep ilkesi gelir. Leibniz’in ortaya koyduğu yeter-sebep ilkesine göre; ‘Bir şeyin başka türlü değil de, bu şekilde olmasının yeterli bir sebebi yoksa; hiçbir olgunun mevcudiyetine ve hiçbir ifadenin doğruluğuna hüküm vermek mümkün değildir.’
 
Yeter-Sebep İlkesinin Farkı ve Önemi
Yeter-sebep ilkesi diğer ilkelerden farklıdır. Çünkü diğer ilkeler kendi aralarında bağlantılıyken; yeter-sebep diğer ilkelerle doğrudan bağlantı taşımaz. Farklılık, yargıların içerik ve formları ile ilgilidir. Leibniz’e göre ilk üç ilke, aynı kategori altındadır; önermeler arasında doğru ya da yanlış beyanı ile kıyas getiren formel ilkelerdir. Yeter-sebep ilkesinin farkı ve önemi, önermelerden hangisinin doğru olduğunu ortaya çıkarmaktır. Yeter-sebep ilkesi, klasik mantığın en büyük sorunu, önermelerin içerikleriyle ilgilidir. Yeter sebep, varlık sahası ilkesidir aynı zamanda. Bu bağlamda, varlığa uygulanan yeter-sebep ‘Her olgunun bir nedeni vardır. Meydana gelecek her şey, her değişim bir nedene bağlıdır.’ biçiminde ifade edilir.
 
Nedensellik ve Amaçsallık
Yeter-sebep varlık dünyasında iki ilke ile hareket eder: amaçsallık ve nedensellik. Nedensellik ilkesi, ‘Heisenberg’in kesintisizlik ilkesi’nin ortaya çıkışıyla kriz yaşamıştır. Kuantum ve mikro fizik bilimiyle, nesnenin olasılık ile hareketi ortaya çıkmıştır. Modern fizik bilgisinin gelişimi ile mantık bağlamında mutlak nedensellik ortadan kalkmıştır. Aynı biçimde, insanın ruhsal varlık yapısı, beden bütünlüğü ve fenomen içkinlikler sahasında da, nedensellik ilkesi evrensel değildir. Nedensellik ilkesinin tamamlayıcısı olarak, Aristoteles’in ortaya koyduğu her şeyin bir amaca yönelmiş olması hali, amaçsallık ilkesidir. Fakat mantık açısından amaçsallık ilkesi önsel olarak kabul edilmedikçe, doğanın amaçsallığı da tartışma konusudur.
 
Mantık, metafizik alandan uzaklaşmalıdır. Mantığın nesnesi, tıpkı fiziğin nesne gibi somut, tıpkı matematiğin nesnesi gibi zihinsel kesinlik taşımalıdır. Sonuç olarak, 4 mantık ilkesinin de varlık sahasında uygulanması güçlüklere, sorunlara neden olmaktadır. Fakat mantık ve ilkeleri olmadan, onun rasyonel tavrı olmadan bilgi ve kültür birikimi yapmak mümkün değildir. Tabi ki, mantık ve bilimin Nietzcshe’nin açıkladığı gibi, insan ve doğada ulaşamayacağı akıl dışı nicelik ve nitelikler vardır ve olacaktır.
 
Mantık ilkeleri, Kantçı anlamda doğuştan gelen saf aklın yapısında bulunan önsel (a priori) zihin yapıları olmasına rağmen, gündelik yaşamda az ve hatalı kullanılır. ‘yanlış akıl yürütme’ fenomeni, veya bir başka ifade ile Lakırdı; insan duygu-davranış dinamiğinde aklın değil, daha çok dürtü ve heveslerin motive edici olmasının tezahürüdür. İnsan, insan olarak akıl yetilerini amaç değil de, dürtü ve ihtirasları için araç yaptığı sürece; insanlığın tutuğu günlük, mantıksızlıklar üzerine kurulur. Bu bağlam insanlık tarihi, doğru akıl yürütmenin yapıl-a-mamasının tarihidir.
 
 
Kaynakça:
Klasik Mantık - Necati Öner, Vadi Yayınları
Mantık - A. Kadir Çüçen, Asa Kitabevi
Mantık ve Gerçeklik - Teo Gürünberg, Yapı Kredi Yayınları