Efes Antik Şehri: Tarihi, Bulguları, Kalıntıları

Bugün İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan Efes, antik çağda Ege’nin en önemli liman şehridir. Bölgede yapılan ören, höyük kazıları sonucu göstermektedir ki, Efes bölgesindeki insan yerleşimi, M.Ö. 6000 yıllarına dayanır. Çukuriçi Höyük bulguları ışığında, Ayasuluk Tepesi çevresinde ilk yerleşenler, Asyatik Kavimler dir. Yunanlı göçmenlerin istilası ile M.Ö. 1050 yavaş yavaş kent yaşamı gelişmeye başlar ve M.Ö. 7. yüzyılda Ephesos (Efesus) kenti ortaya çıkar. Ilıman ve verimli iklimi ile insan çeken bölge, M.Ö. 550’li yıllarda Artemision (Artemis Tapınağı) çevresine toplanır; zamanla ticaret ve denizcilik faaliyetleri sonucu Batı Anadolu’nun kalbi olur. Şehir, nehir yataklarının baskısı, alüvyon dolması ve nüfus artışı nedeniyle birkaç kez yer değiştirir. Bugünkü Efes ören yeri, kral İskender’in generallerinden Lysimakhos yönetiminde M.Ö. 300 yıllarda Panayır ve Bülbül Dağı arasındaki vadiye kurulur.
Çukuiçi Höyük in Ephesos, Turkey
Çukuiçi Höyük

Mermerden yapılmış ilk kent olan Efes, M.S. 2. yüzyıla gelindiğinde 200 bin nüfus ile Anadolu’nun en kalabalık şehridir ve imparator Augustus zamanında Roma’nın Asya bölgesi başkenti olur. 8 kilometrelik alana yayılan Izgara planı ile düzenlenmiş kent, Roma döneminde en parlak günlerini yaşar. Bizans imparatoru Justinyen döneminde (527-565) liman bölgesinin dolması nedeniyle tekrar ilk kurulduğu Ayasuluk Tepesi’ne taşınır. 1330 yılında Efes, Türkler tarafından fetih edilir, Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında ise, yavaş yavaş önemini, ticari değerini kaybeder ve şehir küçülür. Hatta kent, yıkılmaya yüz tutar ve Osmanlı Dönemi’nde “Viranşehir” diye anılır ve 1923 yılında Selçuk adını alır. 
Ephesos Ancient City in Turkey, Anatolia
Efes Antik Kenti

Celsus Kütüphanesi

Efes kalıntılarının en dikkat çekeni Celsus Kütüphanesi dir. Milattan sonra 115-125 yıllarında Ticari Agora’nın yanına inşa edilen yapı, ölen Efes valisi Celsus adına aynı zamanda anıt mezardır. Rivayete göre, yaklaşık 12 bin kitap ile Mısır İskenderiye ve Bergama Kütüphanelerinden sonra Klasik Çağ’ın en büyük üçüncü kütüphanesi dir. 350’li yıllarda Gotların saldırısı, sonrasında deprem ile ön cephesi hariç, Celsus büyük oranda yıkılır. Roma ile Yunan mimarisinin sentezi ön cephe, göz alıcıdır; kolonları arasındaki dört mitolojik kadın heykeli; dört erdemi temsil eder: Bilgelik (sophia), Adil Yargılama (ennoia), İrade (arete) ve Tecrübe (episteme)… Maalesef dört heykel, kazılar sonucu yerlerinden sökülüp Viyana’ya götürülür; yerlerinde kopya yontular vardır bugün.
Celsus Library on Ephesos, Turkey
Celsus Kütüphanesi ve Agora Kapısı


Hadrian Tapınağı

Efes’in önemli yapılarından birisidir Hadrian Tapınağı. P. Quintilus tarafından yaptırılır ve Romalılaştırma adına Efes’e büyük ekonomik ve kültürel katkısı olan imparator Hadrianus’a (117-138) adanır. Korint düzeni ile inşa edilen tapınaktan sadece giriş kısmı, cephe alınlığı ve kutsal oda kalır. Giriş kısmındaki frizlerde şehrin kuruluş efsanesi işlenir; kapı kemerlerinde tanrıça Tyhce ve Medusa Başı yontusu dikkat çekicidir.
Temple of Hadrianus, Ephesos in Turkey
Hadrian Tapınağı

Ephesos legend frieze on the Temple Hadrianius
Hadrianius Tapınağı'ndaki Efes'in kuruluş efsanes frizi

Efes Artemis Tapınağı

Efes’te Ana Tanrıça inancı ve Artemis kültü hâkimdir. Artemision, M.Ö. 1500’lü yıllardan itibaren kutsal bölge olur Egeliler için, ilk tapınak M.Ö. 8 yüzyılda Tanrıça Kybele adına yapılır; sonrasında değişim geçirerek Artemis kültüne dönüşür benzer içerikle. Yıllar içinde birçok saldırı, felaket hatta yangın götürür tapınak. Rivayete göre, M.Ö. 356’da Herostratos adlı biri, tarihe geçmek için ateşe verir ve arkaik tapınak yok olur. M.Ö. 350’lerde Efes halkı, tanrıçalarına yakışır biçimde kalıcı olması için sadece mermer kullanarak Efes Artemis Tapınağı’nı yeniden inşa eder ve Dünyanın Yedi Harikası’nda biri olur. Artemis Tapınağı, 55x110 metre alan içinde, 18 metre yüksekliğindendir; 127 sütundan oluşur ve Antik çağında sadece mermer kullanılan en büyük anıtsal yapı dır. Halk, Artemis’in Nisan ve Mayıs aylarında yeniden doğaya açıldığına ve bereket dağıttığına inanırdı ve onun adına “Artemission Şenlikleri” düzenlerdi; bu büyük şenliklere, kutsal günlere, çevre şehirlerindeki insanlar da katılırdı. Ana tanrıça inancı, Roma döneminde Hıristiyanlık karşısında zaman içinde zayıflar, hatta baskı görür; sonrasında önemini kaybeder kutsal alan Artemision; bazı kazıları bulguları da müzelere dağıldığı için tapınaktan bir iki yıkıntı mermer sütün kalır.
Temple of Ephesus Artemis, now
Efes Artemis Tapınağı'nın bugünü 
Monument from Temple of Artemis in Ephesos, Turkey - at British Museum
Artemision bölgesinden Mezar Anıtı - British Museum

Yedi Uyurlar Mağarası

Efes bölgesinde yer alır Yedi Uyurlar Mağarası. Hıristiyanlık kadar İslamiyet’te de önemli bir yeri vardır anlatının. Romalı Decius zamanında putperestlerin zulmünden kaçan ve Allah’ın birliğine iman eden yedi Hıristiyan genç, Panayır Dağı eteklerinde mağaraya sığınırlar ve uyurlar; yaklaşık iki asır sonra Allah’ın hikmeti ile yeniden dirilirlerHıristiyanlar bu olayı, yeniden diriliş mucizesi kabul eder ve yedi genç, Aziz ilan edilir. Mağara, Bizans döneminde mezar kilisesi haline getirilir. Birçok Hıristiyan, kıyamet günü Yedi Uyurlar’la birlikte dirilmek için buraya gömülür. 1930’lu yıllarda mağarada çevresinde yapılan kazılarda, 5. ve 6. yüzyıla ait iki kilise katakompları, Yedi Uyurlar’a ithaf edilmiş yazıtlar ve kaya oyma mezarlar bulunur. 
Seven Sleepers Cave in Ephesos, Turkey
Yedi Uyurlar Mağarası - Efes


Evler, Agora, Mezar, Aşk Evi, Çeşme, Cadde, Kilise, Tiyatro, Camii

Gediz ve Menderes nehirleri arasındaki bereketli topraklarda kurulan Efes’teki teras evler, halkının yaşamını yansıtır. Işığı ve havayı avludan alır evler, duvar resimleri ile süslenmiş, dekoratiftir. İki katlı evlerde, kanal ve temizlik düzeni döneme göre gelişkindir. Giynasyum, Agora ve caddeler ızgara düzeninde birbirine bağlanmış, oldukça işlevseldir. Agora, zanaatkâr ve tüccar dükkânlarının olduğu çarşıdır ve aynı zamanda sosyal hayatın merkezidir geçmişin Ege’sinde. Yamaç Evler, Bülbül Dağı yamaçlarında Efesli zenginlerin ikamet yerleridir. Geniş merdivenler ile caddeye dikey açılan evlerde, mozaik ve fresk süslü mermerler ve duvar resimleri vardır.
Wall painting from Yamaç Evler in Ephesos, Turkey
Yamaç Evler Duvar Resmi 

Trayan Çeşmesi’nde bulunan çok sayıda tanrı heykeli, bugün Selçuk Müzesi’ndedir. Ayrıca ören yerine ait çok sayıda bulgu, dünyanın değişik müzelerindedir. Aşk Evi, 1. yüzyıla ait hem ilginç, hem de çok olağan bir evdir. Aşk Evi’nin içinde yatak odaları, şarap mahzenleri ve havuz vardır. Duvarlarında genç kız mozaik portreleri olan ev, Efes’in fuhuş, seks ve eğlence merkezi dir. Bizans dönemi hamamların karşısında yer alan “Çifte Kiliseler” adıyla anılan bölge,  431 yılında 3. Ekümenik Konsül’ün toplandığı yerdir. Konsül toplantısı ile, İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu dogmasını kabul edilir ve buradaki bazilikayı da “Meryem Ana Kilisesi” adını verilir. Tapınak, Meryem Ana’ya adanan ilk kilisedir.  
The Mother Mary Church, Ephesos in Turkey
Meryem Ana Kilisesi

Liman Caddesi (Arkadiane), tiyatrodan limana kadar uzanan mermer döşeli yoldu; imparator Arkadianus’a ithaf edilen caddenin geceleri bile aydınlatıldığı söylenir; aynı zamanda Efes’in tören merkezi idi. 11 metre genişliğinde 350 metre uzunluğundaki caddenin altında limana kadar uzanan kanalizasyon sistemi vardı ve caddenin yan taraflarında dükkânlar sıralıydı; dükkânların altından su kuyuları geçerdi. Mermer Cadde, Artemis Tapınağı’ndan başlayıp; giynasyum, tiyatro, agora ve kütüphanenin çevresinden dolaşarak yine Artemis Tapınağı’da sona eren kutsal yol idi; aynı zamanda şehrin ana caddesi idi. 5. yüzyılda tamamen mermerden yapılan cadde, atlı arabalara ayrılmıştı, ayrıca yayalar için kaldırım vardı.
Marble Main Street in Ephesos, Turkey
Mermer, Kuretler, Liman Caddesi 

Roma öncesi, Efes sikkelerinin ön yüzlerinde Efes'in sembolü arı, arka yüzünde ise Artemis'in kutsal geyiği vardır. Ve tabi ki, Mermer Cadde’nin bir ucunda, antik dünyanın en büyük açık hava sahnesi 24 bin kişilik Efes Antik Tiyatro. Milattan önceye dayanan tiyatro, Roma döneminde genişletilir ve 110’lü yıllarda tamamlanır. Havari Paul, Hıristiyanlığı yaymak için Efes Tiyatrosu’nda vaaz vermek ister ama Artemis inancına bağlı Efesliler buna izin vermez. Gladyatör dövüşleri de yapılan alan, döneminin kültür ve gösteri merkezidir ve Efes’in günümüze kalan en büyük yapısıdır. İsa Bey Camii, bölgedeki Selçuklu sanatının izidir. 1375 yılında bitirilen eserde, antik Efes’ten mimarı parçalar, sütunlar kullanılır; süsleme, mozaik ve çinileri ile Anadolu cami mimarisinin öncülüdür.
Theatre of Ephesos, Turkey
Efes  Antik Tiyatrosu

The İsabey Mosque, Ephesos in Turkey
İsa Bey Camii, Selçuk

Meryem Ana Evi

İnanışa göre, İsa çarmıhta son nefesini vermeden önce, annesi Meryem Ana’yı en sevdiği havarisi Aziz Yuhanna (John) emanet eder. Sonrasında Yuhanna, Kudüs’teki tehlikeyi görüp Meryem’i de yanına alarak Efes’e gelir. Rivayete göre Meryem Ana, Bülbül Dağı eteklerinde ağaçlarla kaplı bir kulübede ömrünün son günlerini geçirir. Tarihsel gerçekliği zayıf olsa da,  dağdaki kulübe, zaman içinde “Meryem Ana Evi” kabul edilir, hatta ufak bir kiliseye çevrilir. Kutsallık payesi kazanan ev, yıllar içinde Hıristiyanlar için hac yeri, kutsal bölge olur. Böylece Artemis den, Meryem Ana’ya doğru Ana Tanrıça kültü, tarih sahnesinde melezleme içinde değişerek devam eder.
 House of Mother Mary and Artemis Cult ancient ciyt of Ephesos, Anatolia


Yuhanna Bazilikası

Yuhanna’dan önce havari Pavlus (St. Paul), İsa’nın öğretisini yaymak için 50-60 yıllarında Efes’e iki kere gelir ve kalır; İncil’deki “Pavlus’tan Efeslilere Mektupşehre çağrıdır ama Artemis’e bağlı Efes halkı, Pavlus’un müjdesine tepki gösterir. Sonrasında İsa’nın havarisi Aziz Yuhanna şehre gelir.
Başlangıçta Söz vardı. Söz, Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey, O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey, O’nsuz olmadı” diye başlayan Yuhanna İncili’ni 90-110 yıllarında Efes’te yazar ve burada ölür Yuhanna. Ayasülük Tepesi’nin güney yamacındaki mütevazı mezarı, 5. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinyen’in emriyle, Yuhanna (Aziz John) Bazilikası olur.
Basilica of Saint John on Ephesus, Turkey
Yuhanna (Aziz John) Bazilikası

Ateş ve Efes’in Düzeni

Prytaneion, Efes’in önemli mekanıydı ve sağ tarafında Hestia Sunağı vardı. Sunakta devamlı ateş yanardı; hem politik, hem de dini önemli vardı Belediye Sarayı Prytaneion’un. Ocak tanrıçası Hestia adına yapılmış sunakta, Hestia Bakireleri adı verilen kadınlar, 24 saat hiç durmadan ateş yakardı. Efesliler için Ateş, kutsal idi. Logos’un dünyaya nizam verdiğini söyleyen Filozof Herakletios, Efesli idi; “Her şey akar” (panta rei) deyişi ile ünlü Ephesoslu bilge, varlığı başlatan ve devam ettiren ilk maddenin ateş olduğunu söylemişti; bazı parçaları günümüzü ulaşan “Tabiat” adlı eserini buraya yazmış ve Efes’e adamıştı. “Bağlanışlar; bütünler ve bütün olmayanlar, bir arada duran ve ayrı duran, birlikte söylenen ve ayrı söylenen. Her şeyden Bir, Bir’den her şey” (Herakleitos) Ateşin sönmesi, logos’un çözülmesi ve kaos anlamına geliyordu; şehrin bekası için hep yanmalıydı Efes’te.  
Bugün, Efes Arkeoloji Müzesi’nde, Erken Tunç Çağı'ndan Osmanlılara kadar kesintisiz devam eden yaşama ait yaklaşık 80 bin bulgu sergilenir. Artemision’dan parçalar, Efes Artemis’in iki heykeli, Belevi Mezar Anıtı, arkaik vazolar, heykeller, küçük kilden yapılmış idoller ve sikkeler bunlardan bazılarıdır. Birkaç salondan oluşan müze, her yıl keşfedilen kazı buluntuları ile genişlemektedir.

Victory Goddess Nike and Trajan Nymphaeum,Ephesos
Efes Şehri Kalıntıları



Rüya Metni: Konservatuvar Önünde Oğlancı Öpüşmeler



Bilmediğim bir konservatuvarın kapısının önündeyim, yeni tanıştığım yirmili yaşlarda iki efemine genç ile sohbet ediyorum. Gençlerden biri okuldan içeri giriyor, arkasından bende gidiyorum, aranıyor, bakınıyor, tuvalete giriyor. Ben,  neden bu çocuğun yanındayım, bilmiyorum; sonra tekrar okul kapısının önüne çıkıyoruz.

Vedalaşacağımızı, onun derse gireceğini düşünürken; birden bana karşı bakışları değişiyor, gözlerinin içi gülmeye başlıyor. Genç, oğlancı bakışları ile bana yaklaşıyor ve dudağımdan öpmeye başlıyor. Şaşırıp, utanıyorum. Öğrencilerin ve caddedeki araba trafiğinin gürültüsü altında, geri çekilip bir daha dudaklarımdan öpmeye başlıyor, bu sefer daha sert ve Fransız öpücüğü ile beni öpüyor.

Hiçbir bir zevk hissetmiyorum, sadece daha sert olan bir erkek dudağı ve ağzımda ekşi, demirimsi bir tat kalıyor. O da fark ediyor hiçbir şey hissetmediğimi ki, geri çekiliyor. Geri çekildiğinde bu sefer gözlerimin önündeki portre değişiyor, başkalaşıyor. Efemine genç birden; esmer, mavi gözlü bir kıza dönüşüyor ama bir iki saniye sonra o kadın portresi gözümün önünden siliniyor, üzülüyorum.

Efemine genç koluma giriyor, yürümeye başlıyoruz, “ne sigarası içiyorsun, ağzın çok kötü kokuyor” diyor, bende “en ucuz tütünü içiyorum, ondandır ağzım çöp tenekesi“ diyorum. Yüzüme yaklaşıp, gülüyor, bahçeye inen merdivenlerde üst üste yanaklarımdan öpüyor, sarılıyor, ama artık şefkatli öpüyor.

Bahçeye iniyoruz, dörtgen bir alan ve ortasında bakımsız, içinde su olmayan ufak havuzun karşısında oturuyoruz. Bu arada okul arkadaşı geliyor, derslerin sıkıcılığından bahsediyor, elleriyle okulun kabadayısı olduğunu düşündükleri genci gösterilyorlar bana. Çocuğa bakıyorum ama hiç serseri tipi göremiyorum gençte, yanımdakilere dönüp “Bu lavuk meslek lisesinde olsa idi, iki dakikada oğlan ederlerdi” gibisinden bir şeyler söylüyorum, şaşırıp konuşmadan  tutaf tuhaf yüzüme bakıyorlar. Sonra yürüyüp tekrar okulun önüne çıkıyoruz.

Beni öpen gencin arkadaşları geliyor yolun karşısından, kaldırımda sohbete başlıyor, ben yürümeye devam ediyorum. Dönüp arkama bakıyorum, efemine genç arkadaşlarına takılmış, konuşuyor. Sesleniyorum, "ben gidiyorum" diyorum, bana dönüp “Akşam, Face’den seni ekleyicem" diyor. O anda anlıyorum, daha önceden tanışıklığımız olmadığını, internet üzerinde sadece ortak arkadaşlarımızın olduğunu..

Durup, kalabalığın içinde ona bakıyorum, diğer arkadaşlarının içinde daha hareketli ve bedeni ile barışık, uzaktan sempatik görünüyor. Tekrar sesleniyorum, duymuyor, son kez bir şey diyesim var ama duymuyor. Artık onun için önemimin kalmadığını düşünüp, bir sigara yakıyorum, karşı kaldırıma geçip, yürüyorum.
Ekim 2013

Elektra, Medea, Bakkhalar ve Euripides



Euripides’in Tragedya Dili


İlk tragedyalar klan ritüellerinin ve efsanelerin etkisinde gelişmiş, sonrasında trajik unsur -tanrıların bilinmez etkileri- tragedyanın merkezini oluşturmuştu. Euripides (M.Ö. 485-406) ile birlikte tragedya, efsane ve trajik unsur bağından, şiirselliğinden belli oradan uzaklaştı ve dramaya doğru evrilen bir süreç başladı. Euripides’in 90’a yakın tragedyasından 18’i günümüze ulaşmıştır. (en önemlileri: Elektra, Medea, Bakkhalar, İphigenia Aulis'te, Troyalı Kadınlar, Helena, Resos, Orestes) Eserleri, Polis insanını kızdırmış; kutsal değerlere saygısızlıkla suçlanmıştı. Euripides, kahramanlık efsanelerindeki eylemden çok karakterlerin kişiliğine yoğunlaştı ve dili sadeleştirdi; farklı konulardan eserler vermiş olsa da, kadınların trajik konumuna odaklandı. Kadınları, genellikle aşırı tutkulu, egoist ve kötülüğe istekli tasvir ettiği için kadın düşmanı olarak kabul edildi. Oyunları gerçekçi tasvirlerle ilerlese de, karakterden çok o kişiliği trajik olana sürükleyen tutkunun, hatta akıldışının etkisini anlattı. Onun karakterinin ortak noktası, ölçüsüzlük ve şiddete yönelim idi; acının (pathos) açıkça serinlenmesine dönüşmüş eserleri, tragedyayı melodramlaştırdı. İnsanın karmaşık ruh dünyasını, tutkularını ve zaaflarını işledi. Bakkhalar oyununda Polis içinde yapılması yasak gizli Dionysos ayinlerini, sahnede görünür kıldığı ve eski inanışın önemini vurguladığı için ölüm cezası ile yargılandı Euripides. Nasıl öldüğü bilinmemektedir.

Elektra Tragedyası

Öncesinde Aiskhylos ve Sofokles’te işlemişti Elektra efsanesini ama Euripides ise, mekân ve eylem koşullarını değiştirdi; diğerlerinde Argos sarayında geçen anlatı; burada Argos dağlarında bir köyde başlar. Babası ve Argos Kralı (Akhaların komutanı) Agamemnon’nun öldürülmesinden sonra Elektra soylu geçmişinden uzak, köylü bir adamla evlendirilmiş; kırda çalışıyor olmaktan mutludur. Erkek kardeş Orestes ise, cinayetten sonra ihtiyar eğitmen tarafından başka şehre götürülmüştür. Elektra, öz annesinden intikam almak için kardeşi Orestes’in dönmesini bekler, tanrılara yakarır ve babası Agamemnon için gözyaşı döker yıllarca; ölçüsüz ve öfkeli yas tutmaktadır hala. Orestes ülkeye geri döner ve kız kardeşini bulur. İki kardeş babalarının ve çileye dönüşen hayatlarının intikamını almak için plan yaparlar. Kurban töreni sırasında Orestes, annesinin aşığı Aigisthos’u öldürür. Sonrasında iki kardeş, anneleri Klytaimnestra’yı kulübede öldürürler ve intikam alırlar. Cinayet sonrası kardeşler, birbirlerinden ve Argos şehrinden ayrılırlar.
Euripides, Elektra ile Polis yaşamı için gerekli olan ölçüyü, hukuku, ilkeyi araştırmıştır. Koro bile -Polis insanını yansıtmaktır- adalete ve eyleme dair ölçütü belirlemekte ve düşünmekte kararsızdır. Bir yerde “Anne kanı yerde kalmamalı” der, arkasından “Ölçüsüzlük, bir başka taşkınlığı doğurmamalı” diye uyarır. Eserin sonunda pozitif ile doğal hukuk çatışması uzlaşamaz, trajik unsur çözümsüz kalır. 

Euripides’in Getirdiği Yenilikler

Evreni yöneten mutlak Akıl (Nous) düşüncesinden etkilenmişti Euripides ve “İnsan her şeyin ölçüsüdür” diyen Pratogoras’ın öğrencisiydi. Soylu ve egemen sınıftan insanların anlatıldığı kendinden önce tragedya anlayışına radikal olarak karşı çıktı Euripides ve vatandaşlık (demos) hakları olmayan kadınları, köleleri, dilencileri eserlerine taşıdı; Polis yasalarını eleştirdi. Tüm bunlara rağmen tiyatroda halktan yeterli ilgiyi görmedi ve yöneticileri kızdırdı. Euripides birçok yenilik getirmişti tragedyaya. Efsaneleri keyfince değiştirmiş, yap-boz etmiş; ahlak ve trajik hata arasındaki çatışmada çözümsüz finaller kurgulamış; prolog –giriş- bölümünü bozmuş, Koro’nun aksiyon içinde etkisini ortadan kaldırmış, tragedyada önemli olan kader ve baht döngüsünü temel aksiyon olmaktan çıkarmış, normal insanları ve gerçekçi tasvirleri tragedyaya dâhil etmişti. Diğer tragedyalarda haberci, sahnede gerçekleşmeyen aksiyon hakkında izleyiciye bilgi verirken onun eserlerinde haberci, yazarın yani Euripides’in sesi olmuştu. Ve tragedyayı komediye doğru evrilen ironiye dönüştürmüştü. 

Medea Tragedyası

Medea tragedyasında trajik unsur, annenin çocuklarını öldürmesidir. Medea, Karadeniz’in doğusunda yer alan Kolkhis Kralının kızıdır. İason, Argonautlar’dandır ve Kolkhis Kralının himayesinde bulunan ve Tanrı Ares’e adanmış ve bir ölümlü tarafından ele geçirilmesi imkânsız olan Altın Post’u getirmek üzere Kral Pelias tarafından görevlendirilir. Argo Gemisiyle yapılan uzun ve tehlikeli yolculuk sonrası Iason, Kolkhis’e varır.
Medea, Iason’a görür görmez âşık olur ve ona yardım ederek kral babasına karşı gelir, vatanına ihanet eder. Medea’nın hileleriyle Altın Post’u ele geçirir Iason ve iki âşık, yanlarına Medea’nın erkek kardeşi Apsyrtos’u alarak gemiyle kaçarlar. Yolda peşlerine düşen babası kral Aietes’i durdurmak için Medea kardeşini parçalara ayırıp denize atar, oğlunun parçalarını toplamakla meşgul kral, onları yakalayamaz. Kaçan çift Korinth’e gelir, Medea’nın Iason’dan birçok çocuğu olur. Iason, zaman içinde sevgilisinden soğur ve iktidar hevesi ile Korinthos Kralı Kreon’a yakınlaşmak için kızı ile evlenmeyi planlar. Tanrıça Hekate’nin kızı olan Medea, büyücü (cadı) kadındır; zehirli taçla ile kralın kızını öldürerek intikamını alır. Öfkesi geçmeyen Medea, aşığını cezalandırmak için çocuklarını öldürür. Sonrasında yurtsuz kalan Medea, Atina Kralı Aigeus’a sığınır. En sonunda Medea’yı yargılamak için, deus ex machina ile Apollon göklerden iner ve Medea’yı kutsar.
Medea about to Kill her Children - by Eugène Delacroix, 1838
Medea çocuklarını öldürürken - by E. Delacroix
Medea, bir kadının arzuları uğruna anneliği ve etiği yok saymasını temsil eder. Medea ölçü tanımazdır, kaderine razı olmaz, haksızlığa uğradığında kendi adaletini sağlamak için tüm etik değerleri yıkar, intikamını güçlendirmek öz çocuklarını dahi öldürür. Peki, Apollon Medea’yı neden kurtarır? Tanrılar işlenen suça neden duyarsızdır? Euipides etik olanın askıya alındığı, boşluğa düştüğü noktada haberci ağzından şunu söyler: Tanrıların, insanlar hakkında hükmü bilinemez”. Medea ile Tanrıların yasasının zalim, adaletsiz ve akıl dışı olduğunu söyler gibidir Euripides. Tanrılar, insana karşı duyarsızdır. İnsan olmak, trajik olandır.

Deus Ex Machina: Tanrı Makinesi

Yunan tragedyalarının son dönemlerinde, trajik çıkmazı çözümlemek için sahneye bir araç iner. Sahnede aşağı ve yukarı iki yönlü hareket eden araçla yapılan göksel müdahaleye; Yunanca Mechanes Theos, Latince Deus Ex Machina, Türkçe Tanrı Makinesi denmiştir. Tanrıların müdahalesinin Euripides’in buluşu olduğu –tartışmalı da olsa- kabul edilir; eserlerinde Deus Ex Machina'yı, dramatik yapıyı güçlendirmek ve çatışmanın uzlaşmaz kaldığı yerde karar unsuru olarak tanrılarının hükmünü ve kahramanların sonlarını belirlemek için kullanmıştır. 

Bakkhalar (Çığırtkan Kadınlar)

Yunanlılarda kadınların söz sahibi olduğu yer, cenaze idi; toprağa gidişi, yakarış ve çığlıklarla şiirleştiriyordu cenazelerde kadınlar. Gizli ve şehir dışında yapılan Dionysos ayinlerinde şarap içip tapınan ve esrime yaşayan kadınlara “Bakkhalar” denirdi. Esrime ritüelleri, Anadolu’daki Ana Tanrıça Kybele kültünden gelmekteydi ve tapınakları yoktu. Tanrı Dionysos (Bakkhus) için geceleri çimenlerde yatar, açık havada gökyüzüne doğru çığlıklar atar, ormanların karanlık köşelerinde ve dağlarda koşarak kendilerinden geçer, doğayla birleşip önlerine çıkan vahşi hayvanları avlayıp Tanrı adına parçalardı Bakkhalar.
Günümüze kalan son tragedya, Euripides’in Bakkhalar eseridir; Tanrı Dionysos ile ona tapınmayı reddeden Tebai kralı Pentheus arasındaki çatışmayı anlatır. Kral Pentheus, Polis’in düzeni için akılcı (lojik) yaşamdan ve yasadan yanadır; klan dönemi inançları, şehir dışını ve esrimeyi içeren Dionysos ayinlerini tehlikeli bulur; yasaklamak ister. Yabancı biri gelir şehre, yabancı kılığında gelen, Tanrı Dionysos dur. Yabancı, şehirdeki tüm kadınları baştan çıkarır; bu durumu öğrenen Kral Pentheus’da yabancıyı merak eder, tanımak ister ama o da onun cazibesine kapılır. Yabancının, Dionysos’un peşinden şehir dışındaki ayine merak içinde katılan Kral, ayin sırasında kendinden geçen kadınlar tarafından çığ çığ parçalanır ve yenir. Kralı öldüren kadınlardan biri, annesidir. Anne, Dionysos’u kutsamak için kendinden geçmiş ve oğlunu öldürüp yemiştir.

Tragedyanın Sonu

Tanrı Dionysos içgüdülerimizin ve dürtülerimizin sesi olsa dahi, ona hizmet etmek bile mutluluk getirmemektedir. Aklı, dengeyi ve dürtülerin denetimini vaaz eden Polis’in tanrısı Apollo’nun karşısında Dionysos’a bağlılık, içgüdülere teslimiyet körleşme yaratmaktadır, yıkıcı ve üretici duyguların tam tatmini dahi trajik olanı perdeleyemez. Bağbozumu şenliklerindeki Satirik dans-şiirlerle etkisini gösteren Dionysos, tragedya sanatının doğuşuna neden olduktan sonra; Yunan Polis’lerinin ahlaki ve pedagojik etki sağlamak amacıyla halka sunduğu tiyatro temsillerinde görünmez olmuş ama Atina’daki son tragedyada “İnsan kılığında Tanrı” olarak tekrar ortaya çıkmıştır.
Bir yandan ilk dram yazarıdır; diğer yandan tragedya çağının sonunu getirendir Euripides. Karşıtlıklardan öte çelişkilerle dolu eserlerinin etik olarak hangi düzlemi, hedefi amaçladığı çoğunlukla belirsizdir ve yazarın kişiliği de belirsizdir. Nietzsche bile Euripides’in sanatı karşısında karmaşık düşünceler geliştirir, yaratıcılığını ve tragedyaya kattığı yenilikleri önemser ama aynı zamanda, Sokratesçi dünyanın sözcüsü sayar ve tragedyanın mezarını kazdığını söyler: “Sen ne istiyorsun ey suçlu Euripides, tragedya senin güçlü ellerinde öldü…” Dionysos’un ortaya çıktığı Bakkhalar ile tragedya dönemi sona erer, komedya üretimi başlar. Euripides, aklın öncülüğünde bile devam eden adaletsizliği ve tanrının kayıtsızlığını vurgulamış; hiçliğin altını çizmiştir.

                                                                          -----------Son----------

Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta

Cumhuriyet Dönemi Türk Irkı Araştırmaları



Öjenik ve Kafatası Bilimi


Kafatası üzerinde ırk incelemeleri, Darwin'in "Türlerin Kökeni" kitabı ve farklı Antropoloji cemiyetlerinin faaliyetleri ile birlikte Avrupa'da 1870'lı yıllarda başlar. Yine aynı dönemlerde Öjenik bilimi gelişir. Öjenik, Yunanca "soydan asil, doğuştan iyi" anlamındadır. Öjenik hareketin kurucusu Francis Galton, 300'e yakın aileyi inceler ve yaşam koşullarından önce, genetik mirasın ırktaki önemi üzerinde durur ve ari ailelerin kendi aralarında yapacakları evliliklerin ırk ıslahı için temel olduğunu ileri sürer. Onun ortaya attığı ari ırk ve ıslah düşüncesi tüm dünyada yankı bulur, ilgi görür ve çok sayıda Öjenik kuruluş faaliyete geçer. Bu alanda kullanılmak üzere,  kraniyometri yani kafatası ölçer bulunur ve kafatası bilimine Frenoloji adı verilir. Sonrasında Öjenik bilim, Naziler tarafından tam olarak devreye sokulur.

Türk Tarih Tezi

Cumhuriyet'in kurucu ideolojisi, Anadolu topraklarındaki ulus devlet kurumsallığını, bir yandan da tarihsel kaynaklara ve değerlere göre yeniden inşa edebilmek için "Türk Tarih Tezi" adlı, o dönem ve bugün belli yönleri ile bilimsel, çalışmayı yürütmüş ve Dünya'ya duyurmuştur. Ders kitabı olarak okutulan "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı eserde, Türk Tarih Tezi  yer alır; devamında 1932 ve 1937 Tarih Kongrelerinde antropolojik ve arkeolojik bulgularla yerel ve uluslararası bilim dünyasına tez tebliğ edilir. Türk Tarih Tezi'ne göre Hititler ve Sümerler başta olmak üzere birçok kadim Anadolu ve Ortadoğu halkları, ırk ve kültür olarak Türk dür; hala  devam eden arkeoloji, filoloji ve etnoloji çalışmalarındaki bazı veriler, bu tezin iddiaları ile uyumludur. Tezin en can alıcı noktası, Batılı tarihçilerin söylediklerinin aksine Orta Asya'dan gelen Türk kavimleri, Barbar ve Sarı Irk değildir; Hunlar döneminden beri Avrupa ile kaynaşarak medeniyeti meydana getiren Beyaz Irk mensuplarıdır.

Atatürk ve Türk Irk Çalışmaları

Cumhuriyet dönemi ırk çalışmaları, Atatürk'ün emri doğrultusunda 1925 yılında kurulan Türk Antropoloji Enstitüsü ve Türk Antropoloji Mecmuası ile başlar. İstanbul Üniversitesi’nde bağlı Türk Antropoloji Enstitüsü'nün amacı, Türk ırkının, Sarı ve Dolikosefal değil; Beyaz ve Brakisefal Irk olduğunu kanıtlamaktır. Türk Antropologlar, Cumhuriyet'in ilk yıllardan 1945 yılına kadar Anadolu insanını ve Türk Irkını araştırır. Atatürk, Türk Tarih Kurumu'nun başına manevi kızı, Afet İnan'ı getirir. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarda, Türklerin tarihsel birikimi analiz edildir ve 1932'de 1. Türk Tarih Kongresi yapılır; tarih tezi dünyaya sunulur. İlerleyen yıllarda, 2. Türk Tarih Kongresi Eylül 1937 yılında Atatürk'ün önderliğinde Dolmabahçe Sarayı'nda toplanır. Kongrede iki tane bilimsel sunum dikkat çeker; birisi Sadi Irmak'ın "Türk Irkının Biyolojisine Dair Araştırmalar, Kan Grupları, Parmak İzleri" diğeri ise, Nureddin Onur'un "Kan Grupları Bakımından Türk Irkının Menşei Hakkında Bir Etüt" adlı sunumlardır. 


Alpin Irk

Yapılan araştırmalar sonucunda Türk araştırmacılar, Türklerin, Alpin Irk olduğunu açıklar. Buna göre Türkler, Beyaz (Aryan) ırkın üç kolundan biri olan Asya kökenli Alpin Irkına kan soyu ile bağlıdır. Bu bağlamda, Balkan ve Kafkas halkları da, kültürel ve genetik melezlemeler dolayısı ile Türk kabul edilir. Daha çok Anadolu Yörükleri'nin kan grupları ve üzerinde incelemeler yapan Sadi Irmak, ayrıca parmak izlerini kendi sisteminde kategorize eder ve parmak izi sonuçları üzerinden Türk milletinin Avrupalılar'a yakınlık gösterdiği iddia eder. Öjenik hareket, Türkiye'de ilgi görür; Dr. Mazhar Osman Uzman, 1939 yılında "Öjenik" adında bir konferans verir ve kendi üstün ırk düşüncesini açıklar; yine aynı tarihlerde ırkın korunması tezini savunan Mustafa Rahmi'nin "Islahı Irk" isimli eseri yayınlanır. 

Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri

1937 yılında tüm Türkiye'yi kapsayan antropometrik anket, kafatası ölçülmesi testlerine başlanır ve Çalışma sürecinde kafatası ölçümü için mezarlar bile açılır. Yurtdışında antropoloji eğitimi alan Afet İnan, kafatası, boy ve kilo gibi 23 farklı ölçüm tekniği kullanır; yurt dışında öçlüm aletleri getirilir; ölçümler için Türkiye on bölgeye ve ekibe ayrılarak incelenir. Açılan mezarların içinde en önemlisi Mimar Sinan'ın mezarıdır ve onun Ari Türk olduğu kanıtlanmaya çalışılır. Çalışma sonucunda 64 bin kişi üzerinde anket, ölçüm yapılır. Veriler sonucunda Afet İnan, 1947 yılında "Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi” adlı çalışmayı yayınlar. Kitapta, Ari Türk Irkı’nın özellikleri ve kafatası ölçüleri açıklanır. Bu çalışmaya göre: “Türkiye’de yaşayan halkın çoğunluğu orta boyludur, kafa karinesi 80 ve üzerindedir ve de bu bakımından Brakisefal kafalıdır. Mongoloit tesir pek azdır. Burunlar düzdür. Cilt nadiren çok esmerdir. Gözler açık, hatta ekseriyetle çok açıktır. Saçların çoğunluğu orta yani kestane rengindedir. Şu halde Türkiye halkı umumiyetle ‘Homo Alpinus’ denilen Avrupa’nın büyük Beyaz Irkına mensuptur."
O günün koşullarda çoğunlukla ideolojik ve biraz da romantik olan Türk tarih tezi ve ırk çalışmaları sonrasında; Anadolu insanlarının farklı etnik yapılardan müteşekkil olduğunu gören Atatürk ve arkadaşları, ulus devlet olmak ve onu sürdürebilmek adına, "Ne Mutlu Türküm Diyene" ifadesini kullanırlar.

Gizemli Taşlar: Stonehenge



Stonehenge, Lonndra’nın 130 km batısındaki Salisbury düzlüğünde keşfedilmiş Neolitik Taş Devri ile Bronz Çağı arası döneme ait dini anıtsal yapılardır. Türkçe anlamı “Asılı Taşlar” olan Stonehenge, prehistorik dünyanın pagan inançlarının uygulama merkezi iken; aynı zamanda tarih öncesi insanlığın astroloji ile bütünleşik mitik inanç dünyasına dair işlikleri de yansıtır. Stonehenge’in ilk aşaması, tam tarihi belirlenemese de, M.Ö. 3000’li yıllara aittir. Stonehenge, iç içe çemberler biçiminde dizilmiş dikil taşlardan oluşur. Çemberimsi yapı, eşit aralıklarla ile dizilmiş, dikey iki taş üzerine yerleştirilen yatay taşlardan (Lento) oluşur. Mimari görünüm olarak yapı, ortasında sunak (kurban yeri) benzeri bir taş ile onu çevreleyen iki halka ve dıştaki hendekten oluşur. Büyük taş blokların keski ile yontulmasıyla ortaya çıkan, tahmini 100'ün üzerindeki taştan, bugün hala 17 tanesi ayaktadır, bazıları da toprağa gömülüdür.

Stonehenge circle plan
Stonehenge

Dikili taş, Neolitik dönem inanç ve kültür dünyasında çok yaygındır; Menhir ve Dolmen adlı ile anılan dikit anıtlar, arkaik tarih öncesi Megalit kültüre ait tapınım ve mezar alanlarıdır. Bugün, Stonehenge’in ne amaç ile yapıldığı hala belirsizdir, bu konuda çok sayıda görüş var. Tapınak alanı olduğu kesindir; aynı zamanda gökyüzündeki gelişmeleri izlemek için yapılmış prehistorik gözlemevi olması da dikkat çekicidir. Kimler tarafından yapıldığı belli değildir; ibadet alanın, pagan Kelt Rahipleri’nin önderliğindeki bir topluluğa ait olduğu düşünülür. Diğer olasılık ise, Keltler’den önce bölgedeki Neolitik insanlığın, çemberimsi yapıyı inşa ettiğidir. Çok uzak bölgelerden kavimlerin, eski Romalılar’ın hatta arkaik Miken medeniyetinin dahi yapması muhtemeldir. Sonraki dönemlerde, yol ve ev yapımı için anıtsal bölgenin taşları yerinden söküldüğü için günümüze çok az şey kalır.

Stonehenge
Stonehenge

Stonehenge keşfedildiğinde, kendi tarihine teolojik kök arayan Batı Dünyası için çığır açmıştır. Fakat, sonrasında Anadolu topraklarından çıkan çok daha eski, gelişkin ve gizemli Göbekli Tepe’nin keşfedilmesi ile önemini büyük oranda kaybeder. (Göbekli Tepe hakkında bilgi için tıklayınızSon yapılan araştırmalar sonucu, Stonehenge’ın asılar boyunca, özellikle M.Ö. 2000’li yıllar ve sonrasında, mezar alanı olarak da kullanıldığını gösterir. Bölgenin astroloji ile ilgisi aşikârdır; Stonehenge çemberini bölen, mabedin girişinden geçen eksen; Yaz Dönencesi (21 Haziran) gün doğumuna denk gelir. Kazılarda ortaya çıkan çakmaktaşı ve hayvan kemiği yemek artıkları, bölgede dönemsel yerleşimin olduğunu, kurban ritüellerinin gerçekleştiğini gösterir.
 
Arkeolojik araştırmalar göstermektedir ki Stonehenge, üç evrede tamamlanır. 1. Evre Neolitik Çağ, M.Ö. 3200 ile 2500 arasıdır. Yapının çevresi, ortasında hendek bulunan çemberimsi bir dış set ile çevrilmiştir. Hendeğin iç bölgelerinde 56 tane çukur bulunur. Aubrey Çukurları, John Aubrey tarafından bulunduğu için onun adı ile anılır. Aubrey Çukurları'nın oluşturduğu çemberin, Ay’ın yörünge hareketini ve Ay tutulmasını ölçmek için kullandığı düşünülür. Çevrili alanın kuzeydoğu girişinde, Heel Stone adı ile anılan 9 metre uzunluğunda ve 45 ton ağırlığında kumtaşından blok yer alır. Yaz aylarında doğan Güneş, Hell Taşı ile aynı hizaya gelir. 2. Evre, M.Ö. 2100 yıllara aittir; bu dönemde bölgeye giriş yolu Avenue, yapılır. Eşmerkezli ve iç içe iki çember meydana getiren taş bloklar, 2. Evrede dikilir. Bu dönemin taşları farklıdır; Mavi taşlar kullanılır ve güney bölgesinden buraya taşınır; büyük emek, insan gücü isteyen bu birikim ile bölgeye 2. Evre ile yaklaşık 80 dikili taş yerleştirilir. Dikili taşlar ve Avenue yolu, Güneş’in Yaz gün dönümündeki doğuş konumuna (21 Haziran) göre ayarlanmıştır. Heel Taşı, insanların gökyüzü ile yaşamı anlamlandırma çabasının izi gibidir.

Stonehenge, England
Stonehenge

3. Evrede, daha uzun taş bloklardan oluşan ufak çemberler yapılır. Mavi taşlar ile birlikte Sarsen (yabancı) taşları kullanılır. Sarsen taşlarının ortasındaki çember, Mavi taşlardan örülür, Sarsen taşları çok daha ağırdır; taşınması için o günlerin koşullarında 1000'den fazla insanın haftalarca taşıma yapmasını gerekir. Dış yüzeyleri, itina ile yontu edilen blokların at nalı biçimindeki dizimi dikkat çekicidir. 3. Evre inşaa faaliyeti, yarım kalır. Üzerinde hem fikir olunan tek olgu; Neolitik insanlar için bölgenin gökyüzünü, Güneş ve Ay hareketlerini izleme yeri (astronomi merkezi) olduğudur.

Bugün, neo-pagan inançlı insanlar, Stonehenge'de gelip belli dönemlerde ibadet eder. 5.000 yıl önce yıldızları gözlemek, hangi kişilerin aklına gelmişti, ellerindeki bilgi yâda inanç neydi?

Stonehenge temple plan
Stonehenge Evreleri ve Planı