Vicdan Üzerine İki Satır



Vicdan, önce ezilenlerin psikolojisi olarak Niçe’nin diliyle ‘köle’, Türkçe’de 'kara vicdan' var olageliyor. Kara vicdan, hocanın yüzmediği sularda gelişir çoğunlukla. Örnek olarak, çaresizlikten sosyal güdük kalma ile vicdanlı olanları; hoca ilke ve değer v.s. ile sorumluluk kıskacı olarak düşünüyor.

Vecd olarak vicdan, gündelik her şeyden vazgeçebilecek insan emeği bence. Ve ömrü hayatımda böyle bir insan görmedim, dahi duymadım.

Hoca benim de aklen katıldığım ‘vicdan, değil eylem düşünce olarak dahi özgürlüğü öldür.’ fikrini savunuyor. Ama onu tercih edilmiş hal sandığı, durum farklı.

İnsan, hele Anadolu insanı, hayatın enkazı içinde gayri ihtiyari vicdanlı olur. Vicdanlı olmayı seçmek, gerçekten seçim ve büyük yıkımdır. Doğanın yapısına uyumsuzluk olarak söndürülür v.s...


Yine De Sen, En Güzel’isin


üç kulhuvallah, lâkin bin bir elem 

genel-geçer olmamayı beklerim

uyumsuzun cümleleri diye bakma zekama

yalnızlık, allah’a mahsus değil mi/ki?

 

olursa değer, olmadı kader

birilerine yakamoz gelir geceler,

birilerine bedel

birileri,

birey olmadan değer ve geçer

maziden istikbale yığınlar,

değdi ve genel-geçti.

 

her, hem, hem de

zamanın yüklem olduğu 

tüm yargı mercilerini denedim

yine de sen, en Güzel’isin.

 

Laokoon ve Oğulları Heykeli, Efsanesi ve Sanata Etkisi


1506 yılında Roma’da bulunan Laokoon Heykeli’nin Rodoslu üç heykeltıraş; Agesandoros, Athenodoros ve Polydoros tarafından M.Ö. 1. yüzyılda yapıldığı tahmin edilir, boyu 242 cmdir yontunun. "Laokoon ve Oğulları" heykel topluluğu, Helenisti dönem ve özellikle Rodos yontu işçiliğinin önemli örneğidir ve bugün, Vatikan Müzesi’nde sergilenir. 

Laocoön and His Sons statue group - circa 1st century BC, Hellenistic period - at the Vatican Museum
Laokoon ve Oğulları heykeli

Heykel, Vergilius'un “Aineas” adlı eserinde de anlatılan rahip Laokoon efsanesini betimler. Öykü şöyledir: Apollon rahibi olan Laokoon, Troyalı’dır. Greklerin zaferini isteyen tanrı Apollon’a karşı gelir Laokoon ve içinde Grek askerlerin bulunduğu devasa bulunduğu Tahta Atı, şehre sokmamaları için Troyalı’ları uyarır. Troya'yı yıkmak isteyen başta Apollon olmak üzere diğer Tanrılar, felaketi engellemek isteyen Laokoon’u cezalandırmaya karar verir. Apollon, denizden iki boğa yılanını rahibe saldırmaları için gönderir. Yılanlar hem rahibi, hem de suçsuz iki oğlunu vücutları ile sıkıştırarak boğarlar. Bir başka anlatıya göre, Laokoon, Apollon Tağınağı’nda rahiptir ama bir gün tutkularına yenik düşer ve hata yapar; Apollon’un sunağı önünde karısıyla sevişir. Tanrı Apollon, kendisine yapılan bu saygısızlığa çok öfkelenir ve Laokoon’u iki oğluyla birlikte yılanlara boğdurarak cezalandırır.

Heykelde, rahip Laokoon’un gövde ve kol kaslarının gerginliği ve umutsuz çabası, Greek dünyasının anı bütünlüğü içinde yansıtan estetiğidir. Helenistik dönem ile yontu, klasik dönemin Apollonik idealini yansıtan denge formundan; şiddeti ve acıyı yansıtan ifadelere yönelir. Rahibin yüzünde, fiziksel acı ile çileli direniş bir aradadır. İki çocuğun kıvranışları, doğanın hükmü karşısında, adaletsiz tanrıların gazabı karşısında çaresizliği gösterir. Grek heykelinde gördüğümüz kontro-posto duruş, yontuda aşılır; yerini diyagonal (yılankavi) beden ifadesine bırakır. Tanrıların acımasızlığı karşısında insanın çaresizliği, patetik üslup işlenir. Laokoon ve oğulları, acı ile mücadele ederken; pahtos içinde çaresizdirler ve faniliğe boyun eğerler yılanların koynunda. Yontu, Helenistik dönem insanın yaşamının anıtsal yansıması gibidir; bir taraftan geçmişin konar-geçer günlerin tadı; diğer taraftan şehir ve köleci ekonominin basıncı ile arada kalmış ve mitik bütünlüğünden kopmuş, pathos içinde dünyanın şiddetini ve hazzını sınırda yaşayan insanlar.

Statue of Laocoön and His Sons - circa 1st century BC, Hellenistic period - at the Vatican Museum


Lessing’e Göre Görsel Sanat ve Laokoon’un Farkı

18. yüzyıl Alman düşünürü G. E. Lessing “Laocoon” adlı kitabında heykeli inceler ve görsel sanatların, edebiyata üstün olduğunu savunur. Lessing’e göre, görsel sanat, zamansallığın bir anı içinde doğayı yansıtan (mimesis) imgeleriyle; söz sanatından farklı ve üstündür. Söz sanatları, sözcükler ve nesneler arasında zaman-mekân etkileşimini değil, rastlantısallık ve kişiselleştirme öğelerini kullanır. Sözlü sanat, örneğin edebiyat, zamanı resim ve heykel gibi bir anı bütünlüğünde göstermez. Edebiyat, doğrusal yâda sarmal zaman hareket ilerleyen anlatıdır; görsel sanatlar, örneğin heykel, mekân-zaman birlikteliğini bütünlü ile vermek için hareketin sadece bir anını yansıtır. Görselin imgesi, sessiz ve durağan anın güzelliğine öykünürken; sözün imgesi, ses, kelime ve çağırışım ile olasılık içinde ilerler. Görsel sanatların, anın güzelliğini, çirkinliği ve ölümü de içeren bütünlüğünde yansıttığı için estetik olduğunu söyler Lessing ve Laokoon heykelinin buna iyi bir örnek olduğunu düşünür. Ona göre, daha ilk bakışta Laokoon heykeli, ruhsal enerjisini izleyiciye yansıtmaktadır. Laokoon, kendine hâkimdir ve acı içindeyken bile bağırmaz, çilekeştir. Böyle bir acı içerisinde Laokoon’un feryat etmemesinin nedeni; Helen sanatının güzellik anlayışından kaynaklanır Lessing’e göre, çünkü Helenli yontucular, acıyı değil, acı içinde acıya karşı direnen anı; yontuda kalıcı kılmak, düşünce düzlemine taşımak ve anıtlaştırmak istemişlerdir.


Laokoon ve Michelangelo

Laokoon heykeli bulunduğunda, bazı kısımları eksiktir. Restorasyon çalışmalarına katılan Michelangelo, heykelin Pergamon Ekolü yontuculuğuna uygun biçimde düzeltilmesini, eksik kolların omuzdan arkaya doğru eklenmesini önerir. Çoğunluk, yontudaki patetik unsurun geri plana çekip, Yunan-Roma kültürüne yakışan kahramanlık pozu, anıtsal jest içinde restore edilmesine karar verirler, böylece eksik uzuvların restorasyonunda anıtsallık ön plana çıkartılır, bugün görüldüğü haliyle.
The Bearded Slave of Prisoner - unfinished mable by Michelangelo, circa 1530-34, height 263 cm, - at the Gallery Academia in Florence
Sakallı Köle
Michelangelo, Bergama Ekolü yontusundan etkilenmiştir; bunların başında da Laokoon heykeli gelir. Bu etkiyi, Ölmekte Olan Köle (1516) ve yarım kalmış Sakallı Köle (1534) heykelinde görmek mümkündür. Michelangelo, Yunan ve Roma dönemi anıtsal tanrı-insan yontularını, estetik ve daha önemlisi duyusal bulmaz. O, insan-iskelet ve yaşam bütünlüğünde çok sayıda karşıt ve eriyik etkiyi birlikte yontulamak ister; tıpkı Laokoon gibi. Sonrasında Michelangelo, Pieta Heykeli ile kendi dehasının iç dinamikleri ile hareket ederek eserler ürettir. Pieta, hem klasik anlatımı aşan, hem de içinde barındıran yepyeni yontu estetiği kurar. Rönesans ile Laokoon’a dair etkileyici ve Barok temsil (1614), özgün desen anlayışı ile El Greco’nun olmuştur.
The Dying Slave - marble by Michelangelo, date 1516, height 218 - at the Louvre Museum
Ölmekte Olan Köle

The Laocoön -  by Greek artist and Spanish Renaissance painter Doménikos Theotokópoulos, known as El Greco ,oil painting created 1610 and 1614- at National Galery, Washington
The Laocoön -  by Greek  El Greco, 1614

Baba'nın Kaderini Taşımak


Laokoon, Yunan söylencelerinde sıkça rastlanan Tanrıların, ölümlü insana karşı acımasız ve duyarsız eylemlerinin öyküsüdür. Heykel, aynı zamanda geçmiş ile modern dünya arasında hala aşılmamış patetik unsuru belirginleştirir: Baba'nın kaderi yaşamak… Milattan önce de insan, babasından (aile) yansıyan kaderi taşımakta idi, tıpkı bugünkü gibi. Modern dünyanın, ulaşılabilir kıldığı birçok şeye rağmen, insan hala ve hala çoğunlukla babasının kendine sunduğu veya biçtiği kaderi, yaşamı kabul ya da ret etmek noktasındadır. Arkaik insanın imgesi ölümlülük kadar, babadan gelen yazgıyı aşmayı; trajik olanı yadsımanın yollarını aramıştı. Nefis, hala Baba’nın biçtiği kader rızaya düşmekte, şansın ve imkânsızın sınırında dolaşmakta, Laokoon’un çocukları gibi.

Altın Oran’ın Doğaya ve Sanata Yansıması



Altın Oran, doğadaki canlı ve cansız varlıkların formlarında bulunduğu varsayılan değerdir. Matematik ve geometri bilgilerine dayanarak doğa ile uyumlu biçimlerin oluşması, yapılmasıdır. Platon'a göre fiziğin İdea’sı, cisimleşen varlıklar dünyasında Altın Oran ile görünüm kazanır. Antik çağdan günümüze mimari yapılarda uyum, sanat eselerinde beğeni amacıyla kullanılan kuraldır Altın Oran.  


Keops Piramidi, Vitruvius Adamı, Parthenon Tapınağı
Keops Piramidi, Vitruvius Adamı, Parthenon Tapınağı


Altın Oran

Doğru parçası (AB) öyle bir noktadan (C) bölünmelidir ki; küçük parçanın (AC) büyük parçaya (CB) oranı, büyük parçanın (CB) bütün doğruya (AB) oranına eşit olmalıdır. Ortaya çıkan Altın Oran’dır: CB / AC = AB / CB = 1,618 dir ve sembolü PHI (Φ) dır.
.
Kim tarafından keşfedildiği bilinmese de, ilk kullanan M.Ö. 2500’lerde kadim Mısırlılar dır; Yunanlılarda Mısır bilgelerinden aldıkları bilgi geliştirirler; M.Ö. 500’lerde yaşayan Grek matematikçi Pisagor’un (Pythagoras) metinlerinde geçer Altın Oran; şöyle der: "Bir insanın tüm vücudu ile göbeğine kadar olan yüksekliğinin oranı, bir pentagramın uzun ve kısa kenarlarının oranı, bir dikdörtgenin uzun ve kısa kenarlarının oranı, hepsi aynıdır. Bunun sebebi nedir? Çünkü tüm parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın küçük parçaya oranına eşittir."  


last supper, Creation of Adam, Scholl of Athens
Son Yemek, Adem'in Yaratılışı, Atina Okulu


Keops Piramidi’nin yapımında Pi ve Phi oranı birlikte kullanılır. Klasik çağdaki bilinçli ve etkin kullanımı, Yunanlı mimar-heykeltıraş Phidias liderliğinde yapılan Atina’daki Parthenon Tapınağı dır. Rönesans sanatçıları, tıpkı ilham aldıkları antik çağ sanatçıları gibi, Altın Oran'ı resim ve heykellerde denge ve güzellik elde etmek için kullanır. Michelangelo’nun Adem’in Yaratılışı, Boticelli’nin Venüsün Doğuşu, Raphael’in Atina Okulu resimleri orana sadık eserlerdir. Latince karşılığını ilk defa Leonardo da Vinci ifade eder; hatta ona, İlahi Oran der. Leonardo, atomlardan oluşan dünyada insanı ve doğayı eserlerinde bütünleştirmek ister; Vitruvius Adamı, Mona Lisa, Son Akşam Yemeği resimleri oranın sanattaki yansımasıdır. Mona Lisa’nın yüzünde, Son Akşam Yemeği’nde İsa'nın ve havarilerin oturduğu masada, arka plandaki duvarda ve pencerelerde uygulanır. Türk mimarisinin yıldızı Mimar Sinan, Selimiye ve Süleymaniye Camii minarelerinde Altın Oran’ı kullanır.


golden ratio on nature
Doğada Altın Oran

Orta Çağ’ın İtalyan matematikçisi Fibonacci’nin çalışmaları (1200’lü yıllar) da Altın Oran ile ilişkilidir. Fibonacci Sayıları olarak anılan bu dizime göre ilk iki sayının toplamı, üçüncüyü verir (1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597.......) ve ardışık sistemde sayılar büyüdükçe Altın Oran’a yaklaşır; örneğin 377 / 233 = 1,618 dir. Aynı zamanda doğada, özellikle bitkilerde Fibonacci dizgesine benzeşik formlar vardır. Phi, doğa ve evren hakkında bilgi elde etmek için, özellikle Yeni Çağ ile birlikte daha çok ilham vermiştir. J. Kepler, Güneşin çevresindeki gezegenlerin yörüngelerinin eliptik yapısını keşfetmesi sonrası şunları söyler: "Geometrinin iki büyük hazinesi vardır; biri Pythagoras'in teoremi, diğeri bir doğrunun Altın Oran'a göre bölünmesidir."


Selimiye Camii
Selimiye Camii

Altın Oran’ı doğadaki canlılarda, insanın yüzünde ve organlarında, kristallerde, hatta DNA yapısında görebiliriz. Geometrik versiyonları, altın dörtgen, altın üçgen, altın spiral, Pentagram dır. Altın Oran, özellikle mimaride ve görsel sanatlarda en-boy ekseninde kullanıldığında uyumlu estetik sonuçlar verir. Kullanıldığı grafik-görsel çalışmaların daha kolay ilgi ve beğeni görmesini düşünürsek, Kant’ında belirttiği doğanın özündeki kuvvettin ideasını yansıtan form olduğu için, doğanın nedenselliğinin insan tarafından duyumsanmasıdır aynı zamanda bu dizge. Ez cümle göz var, nizam var demektir Altın Oran. 


Altın Oran, güzelliğin tecessüm edişinin zemini midir? Tabi ki, hayır. Çünkü doğadaki canlı ve cansız varlıkların çoğunluğunda bu oran yoktur; hatta güzellik izlenimi veren, beğeni duygusu geliştiren birçok şey, bu oranın dışında asimetriktır; oran ve orantıdan yoksundur. Modern mimariyi, sanatı ve endüstriyel tasarımları düşündüğümüzde, birçok tasarımcı ve yapı üreticisi çalışmalarında bu oranı dikkate almaz. İşlevselliğin baz alındığı milenyum yılları ürünlerinde, Altın Oran artık bir masaldır. Fakat göz ve beğeni üzerinde hala devam eden etkisi, geçmiş örneklerin bize verdiği ön kabulden kaynaklanır sanki.

golden ratio on human, golden sprial
Görselde, İnsanda, Matematikte Altın Oran

Helenistik Heykel Sanatı, Barok İz: Ölen Galatlı, Sarhoş Satyr, Milos Venüs’ü, Samotrake Nike’si



Hellenizim, 19. yüzyılda Almanlar tarafından uydurulmuş yapay bir kavramdır. Hellenistik, “Grek yaşam ve düşünce tarzını izleyen” anlamına gelir ve kendine Ari Irk modeli arayan Batı dünyasının eko-politik tarih kurgusudur; maalesef kavram olarak yer etmiştir. Helenistik sanat, gelişmeler sonrasında Ege havzasındaki birikimin Doğu coğrafyasıyla girdiği ilişkinin sentezidir ve Ön Asya sanatıdır. (Helenistik Dönem ve Sanat hakkında bir başka yazı için tıklayınız

Helenistik heykel, tapınak ve özel alandan çıkar; yaşamın tümüne yayılır; evin içine, agoraya hatta tarlaya girer. Asyatik etkiyle, gündelik yaşamı işler; figür ve anlatı biçimlerinde abartı ve grotesk ön plana çıkar. Klasik dönemdeki tanrısal ifadeler; yerini yaşamın gerçeğine, şiddetine ve neşesine bırakır. Yunan idealini temsil eden Apollon figürü yerini, yarı tanrı insan Herkül’ün İşleri anlatısına bırakır. Yontu bazen acımasız gerçeği, bazen de görülmeyeni yansıtır. Birbirine zıt eğilimler ve üsluplar ortaya çıkar.

Pergamon, Alexandria ve Rhodos, dönemin başlıca yontu üretim alanlarıdır. Rhodos Adası bronz heykel üretimi ve Lysippos’un okulu ile önemli merkezdir. Fakat Rhodos’a ait kolossal ve bronz yontular, bronzun dönüşümde kullanılması sonucu günümüze pek kalmaz; bu nedenle Helenistik sanat, daha çok Pergamon ve Zeus Altarı ile yorumlanır. Alexandria heykelleri, çoğunlukla gündelik hayatı taklit eden grotesk temsillerdir. Tüm bunların yanında atipik ve amatör yontular, idoller de üretilir. Bulguların az, antik kaynakçanın sadece Plinius’un ansiklopedik kitabı olması, önemli handikaptır.

Lysippos portre, grup ve Kolossal (devasa) heykel yapar, stilini ortaya koyar ve onla birlikte Barok üslup ortaya çıkar. Yontucular arasında ortak çalışma dönemi başlar, heykel ve kabartma atölyelerinde bir araya gelirler. Ön Asya sanatının başlangıcı kabul edilen Halikarnassos Mausoleum'u yapımında; ünlü yontu ustaları çalışır. Pergamon’da beliren Barok sanat, aslında yoğun Asyatik etki ile ortaya çıkar. Bergama Zeus Sunağı’ndaki Tanrıların Devler ile Savaşı frizleri, bu ekolün en önemli temsilidir. (Bergama antik kenti ve Zeus Sunağı hakkında bir başka yazı için tıklayınız) Diğer önemli eserler; Ağlayan Kadınlar Lahdi, Nereidler Anıtı ve İskender Lahdi dir. Lakoon ve Dirke (Farnase Boğası) heykel grubu, Rhodos ekolünün günümüze kalan izleridir. Halk sanatı, özellikle Terracotta (pişirilmiş toprak) heykelciklerle günümüze ulaşır.

Keltler ve Ölen Galatlı Heykeli

Konar-göçer ve istilacı Kelt kavimleri (Galatlar), Kuzey’in Barbarları olarak anılır geçmiş dünyada. Attika ve Anadolu’ya M.Ö. 8. yüzyılda gelen ve demiri iyi kullanan savaşçı Keltler, Akdeniz havzasındaki birçok savaşta paralı asker olarak yer alırlar. Keltler, krallık ve şehir kurmayıp haraç toplarlar; yerleşik hayata geçmeyip okuma-yazma öğrenmezler. Akdeniz’de yarı göçebe, korkusuz ve yağmacı kalırlar. Ön Asya’da kavimler halinde yaşayan Galatlar, ilerleyen çağlarda yerleşik yaşama karışır. Ölen Galatlı heykeli, M.Ö. 230’lu yıllarda Pergamonlular’ın Keltler’e karşı kazandığı zafer sonrası yapılır; fakat Roma replikası günümüze kalır. Ölmek üzere olan Galatlı savaşçının bedenindeki iradeyi yansıtır ve figür tüm yönleri ile kendini sunar. Asıl vurgu, görülmeyen ama Keltleri dize getiren Pergamonlular’ın gücüdür.
Dying Gaul statue, based orginal from Pergamon culture circa 2nd century BCE, that is Roman copy
Ölen Galatlı heykeli


Sarhoş Satyr Heykeli

Heykelin orijinalinin M.Ö. 2. yüzyılda Pergamon’da üretildiği sanılır; Roma replikası günümüze ulaşan Sarhoş Satyr (The Barberini Faun) sonrasında Hadrianus Mozolesi'ne taşınır ve orayı süsler. 1620'li yıllarda Roma’da bulunur; Kardinal F. Barberini sahiplenir ve onun adı ile anılır. Hasarlı olan sağ bacağı ve boyun kısmı restore edilir; bugün Berlin’dedir. Yunan mitolojisindeki Satyr, Roma’da Faun ismini alır. Satyr, söylencelerde ormanlarda dolaşan keçi görünümlü, insansı hayvandır; Dionysos’un esrimesini yansıtır. Sarhoş Satyr, antik stilin değişimini hatta modernleşmesini yansıtır; erotik simge kabul edilir.
Drunken Satyr (The Barberini Faun) statue, orginal form Pergamon in Anatolia, circa 2nd century BC, that is Roman copy
Sarhoş Satyr heykeli

Melos Venüs’ü Heykeli

1820 yılında Ege’deki Melos Adası’nda bulunur. 203 cm boyundaki heykel,  M.Ö. 1. yüzyıla aittir. Osmanlı topraklarında bulunan eser, Fransızlar tarafından kaçırıldığı için bugün, İstanbul’da değil; Louvre Müzesi’ndedir. Keşif ve taşıma sırasında kolları zarar gören Afrodit temsili, Praksiteles estetiğini yansıtır. Denge ve duruş ile Melos Venüs’ü, antik dönem ideal güzelliğin en yetkin formudur birçok kişiye göre.  
Venus of Melos statue - found island of Melos from Anatolia, circa 1st century BCE, Hellenistic period
Melos Venüs'ü heykeli

Kolossal Rhodos Heykeli

Rhodos’un kuşatılması karşısında kazanılan zafer sonrası, Lysippos’un öğencisi Chares’in liderliğindeki yontucular tarafından yapılır. Güneş tanrısı Helios’u temsil eden Kolossal’ın yapımına M.Ö. 290’lı yıllarda başlanır; on küsur yıl içinde tamamlanır, 13 ton bronz kullanır ve M.Ö. 230’lu yıllarda yaşanan büyük deprem ile yıkılır. Plinius’a göre, 32 metre (110 ayak-70 kubit) yüksekliğindedir. Rivayete göre, liman girişindeki heykelin bacaklarının arasından gemiler geçer; fakat o zamanki teknik birikimle bunun gerçekleşmesi çok zordur ama büyük bronz kaide bulguları, heykelin varlığını doğrular. Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri Kolossal Rhodos heykelinden günümüze bulgu kalmasa da, fantezi olarak birçok çalışmaya konu olur. 

The Colossus of Rhodes, sun god Helios, fantastic images
Kolossal Helios Rhodos, fantazi resimler

Samothrake Nike’si (Kanatlı Zafer Anıtı)

Günümüze ulaşan Helenistik yontular Roma replikaları iken, Samothrake Nike’si orijinaldir. Zafer tanrıçası Nike'yi işleyen Kanatlı Zafer Anıtı, Ege Denizi’nin kuzeyindeki Samothrake Adası’nda 1863 yılında bir tapınakta bulunur. M.Ö. 190’lü yıllara ait ve 328 cm yüksekliğindeki mermer yontuda, Perslere karşı kazanılan deniz savaşı sonrasında Rodoslular, zaferi müjdeleyen Nike’yi gökyüzünden geminin pruvasında inerken gösterirler. Samotrake Nike’si, parçalanmış halde bulunur ve birleştirilir; sağ kanat bulunamadığı için sol kanadın replikası alınarak sağda kullanılır; başı ve kolları eksiktir. Uzmanlar, heykelin orijinalinde Nike’ın sağ kolunu yükseltmiş ve zafer çığlığı atıyor gibi durduğunu söyler. Nike’nin üzerine yapışan pelerin elbisesi (khiton) rüzgârla geriye doğru havalanırken; öne doğru hamle yapan sağ ayağı, esnek kalçası ve sol kanadı ile ortaya çıkan asitmerik ritim göz alıcıdır. 
Nike of Samothrace (Winged Victory of Samothrace) statue found Samothrace in Asia minor, circa 2nd century BC, from Hellenistic period, height 328 cm
Samotrake Nike’si heykeli

İzleyiciyi karşısına alan; hatta temsili, izleyici bakışına üstün kılan Helenistik Barok; estetik arzuyu, belirmiş olana öykünmeye indirgediği için; bir yanıyla imge ile görünüm arasındaki kopuşun temeli olur.
heykelde Barok iz


Anti-Oedipus Üzerine Bir Mektup - Gilles Deleuze



Anti-Oedipus’un tüm bilgi aygıtından kurtulduğu söylenemez. Hâlâ pek akademik, fazlasıyla bilgecedir ve düşlenen pop-felsefe ya da pop-analiz değildir. Ama şuna şaşırdım: Bu kitabı zor bulanlar, fazla kültüre sahip olanlardır, özellikle de psikanalitik kültüre sahip olanlar. 

Onlar şöyle diyorlar: 'Organsız vücut beden nedir? Arzu makineleri ne demektir?' Bunun tersi olarak az şey bilenler, psikanalizin bozmadığı kimseler ise, daha az sorunla karşılaşıyorlar ve anlamadıklarına kaygısızca boş veriyorlar. 

Bu kitabı okumanın iki yolu vardır: Ya içerisine kapatan bir kutu olarak düşünürüz kitabı, o zaman gösterilenleri ararız. Ve sonrasında, daha da sapkın ve bozulmuşsak, gösterenin peşine düşeriz. Ve onu açımlayacak, yorumlayacak açıklamalar arar, kitabın kitabını yazarız, sonsuza kadar.

Ya da diğer yol: Kitap küçük bir "anlamlandırmayan makine" olarak düşünülür. Tek sorun şudur: ”Bu makine işliyor mu ve nasıl işliyor?" Ve size göre nasıl işliyor? Makine size göre işlemiyorsa, hiçbir şey olmuyorsa, o zaman başka bir kitap alın. 

Bu anlamda psikanalizin lümpen proleteryasından gelen güzel mektupları, eleştirmenlerin makalelerinden çok daha önemsiyoruz.

“Ben şuyum, ben buyum” diye düşünenlere ve ayrıca psikanalitik bir şekilde düşünenlere (çocukluklarına ya da yazgılarına gönderme yapanlara) karşı belirsiz, şüpheli sözlerle yaklaşmak ve düşünmek gerekir. Narsisist olmayan, Oidipusçu olmayan o kadar çok vazgeçilmez araştırma ya da deneme var ki. Sorun, insanlık içinde şu ya da bu oluş değil; daha çok bir insandışı oluş, evrensel bir hayvan oluştur.

Anti-Oedipus’un en sevdiğim cümlesi şu: "Hayır, asla şizofren görmedik."

Gilles Deleuze, 1973

Güneş Hiç Batmayacak!


Ne rüya, ne gerçek ama yaşıyordu orada tek başına.Yola çıktı ve umarlı olmak adına yürüdü. Ayağının altındaki yerküre, oldu cam küre ve içinden denizler akıyordu. Korktuğu denizin üstüne üstüne yürüdü.

C yürürken ilk kez liman değil deniz olmuştu. Kafasını kaldırıp hiç tatmin olmadığı ve kendine travesti gelen tarihi İstanbul’un gökyüzüne baktı.Şimdi ve yavaş yavaş gökte tuhaflaştı, o da kendine yabancılaştı. Altındaki suların mülksüzlüğü ile gökyüzünde acayipliği birleştirmeye başladı, bir güzel Dalgın Sular yaptı.

İstediği, sevdiği, özlediği ve özlemekten vazgeçtiği herkes, ince ince İstanbul’un gökyüzünde belirmeye başladı. Freddy Mercury ünlü olmanın zarafeti ile siyah-beyaz damalı tayt ile dans ediyordu gökyüzünde ve C’ye göz kırptı. Fatih Sultan Mehmet, İsa'ya methiye diziyordu ve hala seçiminde kararsızdı. 

Güneş bedenini parıldattı ve böylece C’nin feri sönmüş gözleri, ilkokul gibi alev aldı. Gözleriyle yeni dünya kuruyordu ve elinde sigara dumanı ile bulut kümeleri yaptı İstanbul'a maviden beyaza ilmik ilmik. Baba Bulut, rüzgardan ilham ile İstanbul yükseklerinde belirdi. Sesi yoktu ama yarı bulanık sureti vardı, latif kaldı.

Alice geldi o terk-i diyardan ve yanında beyaz tavşan ile. Tavşan 'beni affet ve güç ile donan.' diye seslendi C'ye. Bakındı çevresine, ama Daltonlar'ın en kısası ve sözde uyanığı Joe daha gelmemişti.Zeki Müren göründü ama silik kaldı; o da bizi görecekti işte. Uzaklardan Cem Yılmaz göründü,'En güzel şakayı senle yapacağız’ dedi. C nazire edercesine 'İsteyince’ dedi, Cem tebessüm etti.

Şen ve irfan gözlerinde büyüdü ve başını kaldırdı. Bu sefer sövmedi zahir olmayan C.C.’ye.Gökteki ahali gittikçe kalabalıklaştı; ünlü ünsüz sesler toplaşıyordu. Top atışı kıvamında ezan okundu ama gökyüzünde kimse ilgilenmedi. Makamı ezanın değişecekti; değişmesi şen ve şenlik için elzemdi. Masal şimdi başlıyordu, akıl ile aklın kendine masalı.

Uzaklardan Dionizyak, kadim Anadolu sesleri yükseldi. Acı ve haz, sınırda kalmak ve aşmak, dans ve düşüş, mazi ve neşe… Renkler ve sesler devran etmeye başladı. İstanbul, çarkıfelek oldu gökyüzünde ve C için dönmeye koyuldu.

Güneş hiç batmayacaktı, bir süreliğine söz verdi.

Rüya Metni: Kamera Gözlü Adam



Beton dökülmüş, betonlaşmış bir sahil kenarındayım, yüzüm denize dönük… Sağ yanımda bir kısmı görünen denize sıfır yazlık evler, yosun kayalıklar var. Beton zemin üzerinde bir tuhaf beklemekteyim, önümde sinema kamerası görüyorum. Yerdeki kamerayı elimle sağa sola çekiştiriyorum. Sanırım, kamera 35 mm analog çekim yapan profesyonel kameralardan, yanında tripodu dahi var.

Tam o anda düşünüyorum: “Unutamadığım film karesi nedir?” Kendime soruyorum ama aklıma hiç bir şey gelmiyor, gün ışığı yaz günü olduğunu belli ediyor, gözlerim kamaşıyor. Unutamadığım film karesi aklıma gelmeyince, kameraya bakarken heyecanım azalıyor, kendi kendime sanırım unutamadığım film karesi olmadı ama hep olmasını istedim, diye hayıflanıyorum.

Yürümeye çalışıyorum, beton zemine yayılmış sarmaşıklar ayaklarıma dolanıyor, önümde tümsek beliriyor, kamerayı taşımamı engelliyor. Tümseğin hemen yanında kalın bir su borusu görüyorum, denize açılıyor sanki ama bana engel oluyor. Sağımda solumda beliren garip nesnelerin içinde bir an “Ben neredeyim?” diyorum. Görüş alanımın dışında çok güzel bir yaz günü ve sanırım Ege sahillerinin birindeyim ama kendi bulunduğum yeri ne tam görebiliyor ne de anlayabiliyorum.

Kamerayı elime alıp vizoründen bakıyorum, çok ilginç etrafımı kendi görüş açım ile göremez iken, vizorden baktığımda denizi, yazlık evleri ve ufku dahi görebiliyorum. Biraz daha kamera ile bakmaya başlınca vizördeki mizansen ile hareket edebildiğimi görüyorum, anlıyorum. Yürüyorum ve birden neşeleniyorum kadraj ile hareket etmek güzel bir keyif oluyor. Yavaş yavaş bulunduğum mekânı tanıyorum, ne olduğunu tam bilmediğim bir çekime hazırlanıyorum.
Kasım 2013

Efes Artemis Tapınağı (Artemision)


Arkaik Artemision


Efes (Ephesos) antik şehrine (Selçuk, İzmir) ait erken buluntular, M.Ö. 1500’den itibaren bölgede yerleşim olduğunu gösterir. Efes’teki kült merkezinin A, B, C olmak üzere üç evresi vardır. A evresindeki ilk yapı sunaktır; Tanrıça Kybele adına M.Ö. 8. yüzyılda yapılır. Sunak (Altar) daha sonra mabede dönüşür, sütunları ahşap, duvarları kireç taşındandır; asırlar boyunca yıkım ve yeniden inşa görür. Konar-göçer kavimlerin işgalleri sonrası bölgedeki yerleşim harap olur; sonrasında hâkimiyeti ele geçiren Lydialılar şehri, M.Ö. 6. yüzyılda kült merkezi çevresine taşır. (Efes Antik Şehri hakkında bir başka yazı)

Temple of Efes Artemis reconstruction, circa 350-300 BC
Efes Artemis Tapınağı rekonstrüksiyonunu

M.Ö. 570-550’li yıllarda arkaik Artemis Tapınağı’nın (Artemision) yapımına başlanır, bu tapınağın B evresidir. Maalesef, Artemision’un geçmişi hakkında yazılı tek kaynak, Plinius’un “Doğa Tarihi” (Naturalis Historia) adlı kitabıdır; Helen ve Roma dönemine ait bir çok kitabı içeren eser, ilk ansiklopedidir aynı zamanda. Ege havzasını gezen ve İyonlulara güzelleme yapan birisinin kaleminden çıkacak gerçeklik, tabi ki şaibelidir. Yerleşim özelliğinden dolayı, Kybele kutsalının batı tarafındaki bataklık alan üzerine oturtulur tapınak; Samoslu ve Giritli üç mimar görev alır. Arkaik Artemision 55x115 metredir, 127 sütunludur; Dipteros planı uygulanır, tapınak iki sütün sırasıyla çevrilir; böylece geniş görünüm kazanır. Lidya Kralı Kroisos (Krezüs), tapınağa 36 tane kabartmalı sütun (columnae caelatae) hediye eder. Arkaik mabedin çatısının ahşap olduğu düşünülür; Cella uzundur, Pronaos derindir; sütunlar U biçiminde cellayı çevreler. Kabartmalı sütunlardan biri günümüze kalır, üzerinde “Kral Kroisos sunmuştur” yazılıdır; sütün Lidya kralının katkısını doğrular gibidir. M.Ö. 356'da Herostratos adında bir deli, tarihe geçmek için tapınağın ahşap bölümünü ateşe verir.
Golden altar and Coins from ancient Efes Artemision, Roman period
Artemision'dan altın sunak ve madeni paralar
Ruins of the Temple of Artemis, from ancient Ephesos in Anatolia - at the British Museum
Efes Artemis Tapınağı kalıntıları, British Museum

Efes Artemis Tapınağı


Arkaik dönem Efes Halkı, Attika dünyasında Amazonlar olarak bilinen, yüksek olasılıkla Asyatik, İskit kökenli kavimler idi. Şehir halkı, tapınağı aynı planla ve daha görkemli biçimde M.Ö. 334-250 yılları arasında uzunca bir sürede yeniden inşa eder; şehre gelen kral İskender, kült yerinde sunak verir ve adının verilmesi şartı ile restorasyona yardım etmek ister; fakat Tanrıçalarına bağlı Efesliler, kendi olanaklarıyla inşayı sürdürmeye karar verirler. Helenistik dönem Efes Artemis Tapınağı, Ön Asya’nın en büyük tapınağıdır ve tamamen mermerden inşa edilmiş ilk tapınaktır. C evresindeki tapınak, 55x115 metre ölçüsünde ve 18 metre yüksekliğindedir. Tapınak 127 sütunludur; zeminin bataklık olmasından dolayı, 13 basamaklı podyum üzerine kurulur; Batı yönünden merdivenli girişi, opisthodomos bölümü, Semerdam çatısı vardır. 40 ile 48 arası yivi olan sütunlar, daha dolgun ve basıktır; eski tapınaktaki kabartmalı sütunlar buraya taşınır. İçinin ve çevresinin yarışmalarla seçilmiş heykellerle, tablolarla, altın ve gümüşle bezenmiş kolonlarla dolu olduğunu yazar Plinius. Artemis kültü, Cella bölümünde yer alır; altın ve mücevher adakların saklandığı hazine odası vardır.

Şehre ait sikkeler, Plinius’un yazdıkları ve kazı verilerinin senteziyle tapınağın rekonstrüksiyonunu çizilmiştir. 19. yüzyıl sonu önemli kazı bulguları yurtdışına kaçırılır; birçoğu British Museum’dadır. Sonraki dönem kazı buluntuları,  İzmir ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir. Artemision’un sunak alanı, at nalı biçimindedir; kabartma ve yontularla süslüdür; bugün Viyana Müzesi’nde bulunan Amazon Kabartmaları (Parthian Monument), sunağa aittir. Kazılarda, insanların sunu olarak tapınağa bıraktığı altın ve fildişi yontu, bilezik ve küpeler bulunur; bazıları İran ve Hindistan’dan gelmiştir, Artemision antik dünyanın Hac bölgesidir paganlar için. Efes halkı için tanrıça Artemis (Roma’da Diana adını alır), Attika dünyasındaki Apollon’un kardeşi Bakire Avcı’dan farklıdır; kökeni Doğu pagan dünyasıdır, tıpkı Dionysos gibi. Dünyanın yedi harikasını yazan Attikalı Antipader şöyle der tapınak için: “Artemis'in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde, diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki "İşte! Olimpus'un dışında, Güneş, hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı.” Tabi,  Efes’in kozmik gücünü, Olimpus tanrılarına katmaya çalışan aklın yorumudur bu.

Frieze of Partihan Mountament found Altar of Artemis in Ephesus, Roman period - at the Vien Museum
Artemis Sunağı'nda Amazon Kabartmaları (Partihan Mountament)

Efes’in Artemis’i (Efesya), Frigler’de Kybele adıyla anılan Anadolu’nun Bereket ve Toprak Tanrıçası kültünün izidir, devamıdır. (Anadolu’da Ana Tanrıça Kültü üzerine bir başka yazı) Yaşamı, bereketi ve hatta ölümü muştular Efes'in Hanımı. Nisan ve Mayıs aylarında yeniden doğan ve doğaya bereket veren tanrıça adına “Artemision Şenlikleri” yapılır Efes’te. Ege havzasındaki diğer insanlar da katılır şenliklere; Roma dönemine kadar coşkuyla devam eder Tanrıça’ya şükran kutlamaları. Sonrasında, Roma yönetiminin eko-politik etkisi ve Hıristiyanlığı yaymaya çalışması; Hz. İsa’nın havarisi Yuhanna’nın Efes’te yaşaması ve Yuhanna İncili’ni burada yazması; rivayete göre Kudüs’ten kaçan Meryem Ana’nın son yıllarını bölgede bir dağ evinde inzivada geçirmesi, M.S. 1. yüzyılda Aziz Paul’un Efes’e gelerek İncil’in müjdesini tebliğ etmesi ve benzeri sebeplerle pagan inançtan Hıristiyanlığa evrilir kutsal alan Artemision. Efes halkı, Efes’in Hanımı Artemis’e o kadar bağlıdır ki; pagan inançları, Roma yönetimi tarafından yasaklığında ona gizlice ibadet eder, yeraltına çekilirler. Efesliler, Artemis’in birçok özelliğini; kurtarıcı, lütufkâr, ışık saçan beyaz yüzünü Meryem Ana’ya aktarırlar.
Artemis Ephesia statue, found ancient city of Ephesus in Turkey - at the İzmir Museum

Güzel Artemis Heykeli


1956 yılındaki Efes kazılarında (Prytaneion önünde) Artemis’in iki önemli yontusu, Güzel Artemis ve Büyük Artemis heykeli, bulunur. Güzel Artemis heykeli, M.Ö. 1. Yüzyıl Roma dönemine aittir; Doğu’nun izleri taşır; iki heykel de bugün Selçuk Müzesi’ndedir tüm ihtişamıyla. Büyük Artemis’in başı üzerinde 3 katlı kule tapınak vardır, bu Artemis’in Ephesus şehrinin koruyucusu olduğunu imler. Tanrıçanın ensesi, dolunay görünümlü diskle çevrilidir; Artemis, bozulmamış aydır; alnındaki hilal, ay tanrıçası olduğunu gösterir. Güzel Artemis’in (Artemis Ephesia) boyunun iki yanında beşer tane kartal başlı aslan (grifon) vardır. Tanrıçanın gerdanlığı; burçları, hâkimi olduğu güneş-ay-gezegenler döngüsü kozmolojiyi yansıtır. Gerdanlığın altında sıra halinde, 40 civarı memesi görülür. Artemis’in çok memeliliğine, Polymastos denir; memeler, onun bereketini, ihsanını imler. Kat kat eteği, dörtgen plakalara ayrılır, her dörtgenin içinde boğa, aslan, keçi, sfenks, grifon ve arı vardır. Hayvanlar, Artemis’in doğa ve kozmik enerji üzerindeki egemenliğini yansıtır ve Anadolu bereket kültüne özgüdür. Kaynaklar, Artemision kültünün doğa-toprak döngüsüne uygun olarak ahşaptan yapıldığı yazar. Büyük ve Güzel Artemis heykellerinin, tapınağın merkezindeki ana kült olma ihtimali vardır. Bazı yorumcular, memelerin Semitik kökenli Baal kurban ritüelline benzer şekilde Boğa testisleri olduğunu iddia eder. 
Beautiful and Great Artemis statue, from 1st century AD, found ancient city of Efesus in Anatolia,
Büyük ve Güzel Artemis heykeli, detay
 House of Mother Mary and Artemis Cult ancient ciyt of Ephesos, Anatolia


Astemision’un Bugünü

M.S. 262'de Efes’e saldıran Gotlar, Artemision’u harabeye çevirir; bir asır sonra Roma İmparatoru Constantine şehri yeniden düzenletir ama Hıristiyanlığı kabul ettiği için tapınağı restore ettirmez. Ticaret şehri Efes, zaman içinde ırmağın taşıdığı alüvyon sebebiyle liman özelliğini ve ekonomik önemini kaybeder; 400’lü yıllarda Artemision yıkıntıya dönüşür. Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde sunak ve tapınak kalıntıları; antik tiyatro, bazilika ve İsa Bey Camii inşasında kullanılır; yavaş yavaş yok olur Artemision. Efes halkı, zaman içinde bölgeyi terk eder ve viraneleşir şehir. Dünyanın Yedi Harikasından biridir Efes Artemis Tapınağı ama bugün Selçuk’taki ören yerinde, leyleklerin yuva kurduğu bir iki sütun kalır sadece. 
Temple of Artemis Ephesus Today in Turkey
Şimdilerde, Efes Artemis Tapınağı