Kişisel Açık Not!


2010’larda bir bahar ayı,

Sevgili siz ve sayın Eksen anlatırken düşünmeye ve anlamaya çalışıyordum. Karşımda zarif bir kız, hem sizi anlıyor hem de not alıyordu, yeşi yeşil bakıyordu. ilk kez yeşil'i anladım...

Daha önce hiç, Hegel'in öz-bilinç ve arzu diyalektiği açıklamasını duyunca; bakışını camdan kaldırımlara çeviren, sokakları nazire eden gözler görmemiştim. Çuvalla bakan kadın gördüm ama göz olarak bakışta Nazar'ı ilk görüşümdü. İçime nüfus eden, yakıp geçen, akciğerimi yakan yeşil gözler, bakmadan nazara uzanan göz....Günlerin geçmiş anısında bana kalan hicran oldu.

Neden olarak,  onu korkuttuğumu söyledi, hatta dijital dünyada bile... O bunları söylerken tatil için sanırım, T. Mann'ın memleketinde idi. Tesadüf bende, aynı günlerde okuduğum en mükemmel roman ve ansiklopedi olan Büyülü Dağ'ı çoğu yerinin altını çizerekten okuyordum ve yine aynı günlerde bana yaşam bahşeden annem "kitap okuma, git çalış, limon sat" diyerek standart söyleniyordu.

Evet, hayatımda hiç bu kadar yanlış anlaşılmadım, takip eden günlerde kendimi fazla kasmış olacağım ki, sezgi değil; sinir kusan mide kramplarım geldi ve geçti...

Ama geçti işte, 3 yıl önce bilmediğim Morialara, Anankelere, Deamonlara şimdi saygı duyuyorum, yada asli kusurun bende olmadığını idrak ettim. Tabi ki ben trajik değil, melodramım.

Artık, benim için heyecan verenin göz değil, güneşsel kalçalar olduğunu görüyorum, hissediyorum ve deneyimliyorum! Bu bir seçim değil, yıkıma karşı sarılmam gereken bir zorunluluk, tek mesnetim, sırtımdaki yumurta kefesi...Ve kırıp kırılacak olan sadece taşıyıcısı....

Yeşilmişik bayanın, son kez frankofon kibarlık performansı olarak "kendine çok iyi bak" demesinden feyz alıp, eskiye göre bir parça sağlığıma dikkat ediyorum; yürüyorum, doğal tütün içiyorum, daha çok anlamsız ve uzun uzun yürüyorum. Ancak yürümek ile bazı şeylerden uzaklaşabiliyorum, Sağlık olsun!,

Sayenizde ve yeni tanışlarla bir parça değişiyorum, aydınlanıyorum... "Boş dükkana kira ödemeler" devam etmiyor mu, ediyor ama artık dükkanların hakikaten boş ve bitik ruhlar olduğunu ve dahi benden kıymetli olmadıklarını ve emek verseler dahi olamayacaklarını deneyliyorum. Şimdi, gerçekten yalnızlığa, kalabalıkların içinde haytalığa yakınım...

Eskisi kadar takıntılı değilim, daha aydın, zibidiyim ve daha da zibidi olmaya teşne gönlüm!

 

Antigone Tragedyası; Geçmişin İzi ve Adalet


Sofokles

Yaşamı eski Yunan’ın en parlak günlerine denk gelmiş, savaşlara katılmış, komutanlık yapmıştır Sofokles. Seçimle yönetime gelen Perikles ile yeni düzenin siyasetçisi olarak kurucusu, tragedya yazarı olarak da savunucusu olmuştur. Yazdığı 100’e yakın oyundan sadece 7 tanesi (Aias, Antigone, Trakyalı Kadınlar, Kral Oedipus, Elektra, Philoktetes, Oedipus Kolonos’ta) günümüze ulaşmıştır; günümüze ulaşan oyunlarının korunmasındaki amacın, aynı içeriklerle tragedyalar yazmış olan Aiskhylos ve Euripides ile karşılaştırılması olduğu düşünülür. Koro’nun oyun içindeki rolünü azaltmış, karakteri ön plana çıkarıp; trajik hata ile kahramanı oyunun merkezine konumlandırmıştır Sofokles. 

İzleyicinin bildiği, Koro’nun kısmet vakıf olduğu ama kahramanın farkına varmadığı yâda anlayamadığı trajik hatanın etkisini anlatır genellikle Sofokles. Diyalogları belirsizlik ve çifte anlam taşır çoğu zaman. Anlatı dili, ilk etapta yaşanan olayı kısmen açıklarken; oyunun ilerleyen bölümlerinde gizli gerçeğin yâda geçmişin yansımasına dönüşür. İkili dil yapısını özellikle Koro’nun söyleminde ironileştirir Sofokles. Koro büyük acılardan, yıkımdan önce şen şakraktır, neşelidir; kahraman ise kendine güven veya öfkenin girdabında yıkıma doğru bazen bilmesine rağmen sürüklenir. (Tragedyanın temel unsurları hakkında bir başka yazı için tıklayınız)

Eserlerindeki muğlak anlatım dili, Akha ve Troya efsanelerini ve arkaik dönemin şiirini içerir; bu nedenle bir yanıyla Logos’u ilke edinmiş yeni Atina düzenini yansıtırken; diğer taraftan şehrin dışında kalan ama etkisi devam eden inanışların, Diyonizyak kültün ve yazılı kültür öncesi ritüellerin psişik, fiziksel etkisini ve izlerini taşır ister istemez. Bugün için pek anlaşılmayan ama o gün için Dorik geçmişin izlerini süren mitleri, tragedyanın temeline taşımıştır Sofokles. Başta Oedipus olmak üzere kahramanları, sadece tanrıların bildiği kaderin cilvesi sonucu trajik hata ile baş başa kalırlar.

Antigone Tragedyası ve Efsanesi

Antigone, Oedipus ile başlayan Oedipus Kolonos’ta ile devam eden üçlemenin kronolojik olarak ters de olsa son tragedyasıdır; M.Ö. 440 yılında yazmıştır. Bilmeden babası Laios’u öldürüp öz annesi Iokaste ile evlenen Kral Oedipus’un iki erkek (Eteokles ve Polyneikes) iki kız (Ismene ve Antigone) çocuğu olur. Yaşananlar karşısında Tanrılar, Oedipus’u lanetlerler ve Thebai şehri felakete sürüklenir; acılar karşısında anne Iokaste kendini asar, suçluluk duyan Oedipus kendini kör eder. Halkını acılara sürükleyen Oedipus, gönüllü sürgüne çıkar, Kolonos’a gider ve topraklarından uzakta ölür. Thebai’de kalan çocukları Eteokles ve Polyneikes büyür ve krallığı dönüşümlü olarak yönetmeye başlarlar. Ancak iktidar hırsına kapılır Eteokles ve sırası geldiğinde yönetimi kardeşine devretmez ve onu şehirden sürgün eder. Sürgün olan Polyneikes, hakkı olan tahtı tekrar ele geçirmek için mücadeleye başlar, Argos Kralı’nın kızı ile evlenir ve kralı, Thebai’ye karşı savaşa ikna eder. Argos Kralı’nın altı komutanı ile Polyneikes, Thebai şehrine yedi kapısından saldırır. Savaş meydanında kardeşler karşı karşıya gelirler ve birbirlerini öldürürler.

Kardeşlerinin ölümü ile Antigone’nin hikâyesi başlar. Tahtın veliahtları ölünce, amcaları Kreon kral olur. Kreon, iktidara gelir gelmez vatanını savunurken ölen Eteokles’i kahraman; doğduğu şehre saldıran kardeşi Polyneikes’i vatan haini ilan eder. Kral, Eteokles’in kahramanlara yakışır bir törenle gömülmesini; Polyneikes’in Thebai şehiri dışında izbe bir yere toprağa dahi gömülmeden atılmasını, vahşi hayvanlara yiyecek olmasını emreder. Antigone, kralın yasasına karşı çıkar. Hakkı olan krallığı elde etmek için verdiği mücadelede ölen kardeşi Polyneikes’in vatan haini ilan edilmesini kabullenmez. Kardeşini tören eşliğinde toprağa gömerken yakalanır; kralın emrine itaatsizlik ettiği için amcası tarafından cezalandırılır. Bir mağaraya kapatılır ve önüne duvar örülerek ölüme terk edilir. Kreon’un oğlu Haimon, Antigone ile nişanlıdır ama kral, oğlunun evleneceği kadın da olsa şehir ve düzen adına emrinden vazgeçmez. Sonrasında Antigone mağarada kendini asar ve sonunu kendi belirleyerek bir kez daha kralın yasasını ihlal eder. Onu kaybetmenin hüznü ile nişanlısı veliaht Haimon’da kendini öldürür; oğlunun ölüm haberini alan kraliçe de intihar eder, böylece Kreon, yasa uğruna ailesini kaybeder.

Geçmişin İzi ve Adalet

Kreon’un koyduğu yasak, Polis’in yasası (nomoi) dir; Antigone ise bu yasanın, Tanrıların yasasına (thesmoi) uymadığını söyleyerek karşı çıkar. Polis için en büyük tehlike, yasalarının çiğnenmesi ve otoritenin zayıflamasıdır. Bu sebeple Kreon yasasını, tanrıların yasasından üstün tutar. Onun için Antigone sadece bir kadındır ve kadın, Polis içinde yerini bilmelidir; Kreon’un iktidarını ancak bir erkek ondan alabilir. Kralın geçici ve başına buyruk yasasına değil; tanrıların kalıcı yasalarına karşı sorumlu olduğunu söyler ve kendi itaatsizliğini meşrulaştırır Antigone. Adalet, insanların yaptığı yasalarda değil; tanrıların yasasında evrensel ve ezel dir. Şöyle der Kreon’a: “Senin buyrultunun, bir ölümlüye Tanrıların başlangıçsız sonrasız yasalarına karşı gelme gücünü vereceğine inanmıyorum. Asıl bu yasaları çiğneyemem; bir ölümlüye boyun eğeyim derken, Tanrıların kargışına uğramak istemem.”

Ölümü göze alan Antigone’nin kardeş duygudaşlığı, aile ve erkek dili üzerinden geliştiği için, aslında etik düzlemdedir ve düzen içi tepkidir. Kreon’un yasası,  ona göre ölçüsüzdür ve ölmek, tanrıların ve ailesinin sevgisine kavuşmaktır; bu sebeple ölümünü de kendi belirler. Kardeşi Polyneikes’in ölüsünü gömmek, arkasından gözyaşı dökmek ve yas tutmak; akrabalık ve aile ocağı bağından dolayı Antigone’nin hakkı ve aynı zamanda sorumluluğudur. Yas, hem tragedya da hem de dönemin Yunan dünyasında hakikate dair iç görünün olmaz ise olmazıdır. Hakkı olanı gerçekleştirmek, Yunan dünyasında yurttaşlıktan uzak tutulmuş, ev işi ve alanı ile sınırlandırılmış (oikos) kadının öz-bilincine evrilmesi için sınır durumdur.

Fakat, ölmek üzereyken Antigone trajik çıkmaza düşer. Evlenmeden, anne olmadan ve gerçekten kadın olmadan ölmektedir ve ölürken Tanrılar yanında değildir. Yalnızdır ve yaptıkları karşısında pişman olmasa da şüphe içindedir. Tek avuntusu yeraltına indiğinde babası Oedipus, annesi ve kardeşlerine kavuşmaktır ama bu sadece bir ihtimaldir, ölümden sonrasını kimse bilmemektedir. Tinin evrenselliğinin tecellisi, Adalet olmalıdır. O, adalet için yasayı çiğner.


Yunan Tapınak Mimarisi ve Atina Akropolis



Antik dünyada yaşam ve konut alanları çoğunlukla pişirilmiş toprak (terra-cotta), tuğla ve kereste ile; kalıcılık, gösteriş ve dini etki amacı taşıyan mimari eserler, özellikle tapınak; sert kireçtaşı ve beyaz mermer ile yapıldı Ege Havzası’nda. Tapınak, en önemli yapıydı; Tanrılar ve Tanrı korkusu, yaşama hükmediyordu arkaik dünyada. Savaş ve istilalardan çok, depremler etkili oldu; Attika mimarisinden günümüze çok az şey kalmasında. (Yunan Tarihi ve Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız.)
ancient Greek temples and Doric order
antik Yunan tapınağı ve Dor düzeni 
Temple of Aphaia in Aegina and Temple of Hephaestus in Athens

Pagan tanrılara ibadet için yapılmış tapınak, belli bölümlerden oluşmuştu Yunan dünyasında. Kutsal kabul edilen bölge (temenos) içinde yer alan tapınak alanı (naos) ve onun çevresinde veya içinde yer alan sunak alanı, hazine odası ve yine bunları birbirine bağlayan sütunlu geçit yolu (stoa) ile kompleks yapıydı tapınak. Kutsal alanın bazen içinde, bazen de dışında spor, eğitim ve dinlenme alanları (gimnasion, stadion, teatron, odeion) bulunurdu; şehirdeki yaşamın ve ticaretin merkezi ise pazar yeri (agora) idi. Antik insan için tapınak, gündelik yaşamın ortasında idi, agora ile naos arasında geçitler, avlularla ulaşım ve kaynaşma vardı bu sebeple.

İlk Yunan tapınakları, Akhalar dönemine ait sütunlarla çevrili dikdörtgen konut düzenine (megaron) dayanır. Bazı tekil farklılıklara rağmen, bir Yunan tapınağı plan olarak; ortasında tanrı kültünün bulunduğu merkez salon (cella) ile cella’nın önünde (pronaos) ve arkasında (opistodomos) yer alan sütunlu avludan oluşur. Cella, iki sıra halinde dizilmiş sütunlarla çevrili idi ekseriyetle. Köşeli taşlardan yapılmış temel (stereobat) ile üzerine düzgün taşlardan yapılmış tabaka (euthynteria) tapınağın zemini idi. Ahşap üzerine kiremitti, tapınağın çatısı. Sütunlarda farklı bezemeler kullanıldı; süslü başlık, başkiriş (arhitrav), sütün üzerinde kuşak olarak ilerleyen heykel süslemeciliği (friz) ve sütün boşluklarında heykel kabartma alınlıklar (metop) ve oluklu çatı gibi unsurlar, mimari ile estetiğin kesişme noktalarıydı. Ayrıca optik yanılsama ile tapınağın daha büyük görünmesi için bazı teknikler kullanıldı; Cella duvarları ve en dış sütunların içe doğru yaylanması ve çatının, krişlerin ekseninden dışa doğru taşması gibi. Altın Oran adı verilen aritmetik -aynı zamanda görsel uyum olarak geometrik- asal değerlere dayanak yapılmıştı birçoğu. Altın Oran, doğadaki canlı ve cansız varlıkların şekillerinde bulunduğu varsayılan, kabul edilen ide’nin izini taşıyan ideal orandı Yunan’da ve öncesinde antik Mısır’da. (altın oran hakkında bilgi için tıklayınız)

Athens Acropolis
Atina Akropolis

Cella, tapınağın kapalı ana odasıydı; sadece kapıdan girişi vardı. Kült heykeli, cella içinde girişini tam karşısında, genellikle batı yönünde bulunurdu. Cela’nın sadece kapıdan gelen ışığı içeri taşımasının; ortada duran tanrı yâda tanrıça kültünün ışık-optik kırılma ile ziyaretçiler üzerindeki etkisini arttırmak için kurgulandığı düşünüldü çoğu zaman. Tapınağın bazı bölümleri, görsel etkiyi arttırmak için renkli boyalar ile süslendi. Sunak alanları (altar), tanrılara adak sunulan, ayin yapılan yerdi ve tapınağın hemen önünde, bazen de içinde yer aldı. Biri kurban kesmek; diğeri hayvanın belli yerlerini yakmak için; iki bölümden oluşurdu sunak. Tanrıya adak sunulmuş değerli madenlerin, eşyaların toplandığı hazine odası vardı Delfi ve Olimpia gibi bazı tapınaklarda

Mimari Düzen

Temple of Zeus, Athens
Zeus Tapınağı sütunları
Sütun tabanı, gövdesi ve başındaki tekniğine göre; Dor, Ion ve Korint olmak üzere 3 türlü idi Mimari düzen. Dor düzeni daha çok Attika’da etkili oldu; büyük oranda günümüze ulaşmış Olimpia Hera Tapınağı, Paestum Poseidon Tapınağı ve Assos Athena Tapınağı gibi. lon düzeni, Ege ve Anadolu’daki kutsal alanlarda kullanıldı daha çok; Ephesos Artemis Tapınağı, Priene Athena Polias Tapınağı, Didim Apollo Tapınağı gibi. İki dizgenin sentezi Korint düzeninin önemli temsili, Olympia Zeus Tapınağı oldu; tapınak uzun yıllar içinde (M.Ö. 174-M.S. 13) bitirildi ama sonrasında depremde yıkıldı ve günümüze sadece gösterişli 13 sütünü kaldı.

Atina Akropolis

Şehrin (polis) içinde olmakla birlikte, yukarıda bulunan şehir, en yüksek nokta anlamına gelir Akropolis. Attika’nın ve dönemin en önemli Akropolü, Atina Akropolis idi. Sadece kutsal alanların, sunakların değil; ekonominin ve şehir hazinesinin de bulunduğu alandı Akropolis. Hem ekonomik, hem de dini öneminden dolayı; şehir saldırıya uğradığında korunması gereken en önemli stratejik yerdi aynı zamanda. Akropolün yani kutsal alanın girişinde, mermerden göz alıcı anıtsal kapı (proplyleia) vardı; en etkileyicisi bugün de var olan Atina Akropolis’in girişindeki kapıdır. Kült törenlerinden insanlar, adak hayvanları ile kıvrımlı yolu izleyerek anıtsal kapıdan geçip; kutsal alana girerdi.

Temple of Athena Nike Temple - on the Acropolis Athens, built 530-427  BC
Athena Nike Tapınağı
Erechtheion and Caryatid Porch - built 421-406 BC, Athens
Erechteion Tapınağı


Atina Akropolü’nde hem Dor, hem İon düzeni ile tapınaklar yapıldı. Atina’daki Hephaistos Tapınağı, bugün için en iyi korunmuş Yunan tapınağıdır (M.Ö. 450) ve Dor düzenindeki tapınağın, süsleme ve metopları hala durmaktadır. Athena Nike (M.O. 530-427) ve Erekteion (M.Ö. 421-406) Tapınağı, Akropol tepesinde İon düzeni ile yapılmış diğer önemli ama küçük tapınaklardı. Propylaion’un sağında Athena-Nike Tapınağı bulunur, M.Ö. 530 yılında “Panathenaia Oyunları” için yapıldı, sonrasında M.Ö. 480'de Atina'yı ele geçiren Persler’in kenti yakıp yıkması sonucu büyük oradan zarar gördü. Nike Tapınağı, Pers ve Yunan savaşlarını anlatan kabartmaları ile dikkat çekerken; Erechteion, atipik bir tapınaktır; Batı zemini daha aşağıda kaldığı için asimetrik düzenleme ile ek mimari işlemler görmüştü. Erekktheion, Tanrıça Athena ve Tanrı Poseidon sunağı idi; adını, Yunanlı kahraman Erikhthonios'dan almıştı; Bizans döneminde kiliseye çevrildi, Osmanlı zamanında ise konut olarak kullanıldı. Karyatid Kızları’ndan oluşan güney sütunları ve balkon bölümü Erechteion’un göz kamaştıran mimarisidir, özgünlüğüdür hala. Atina Akropolis’deki kutsal yolun sonunda şehrin tepesini süsleyen Parthenon Tapınağı vardır. Parthenon, Pers savaşlarındaki zaferin ardından hem kıvanç, hem de ibadet için tanrıça Athena adına yapılmıştı. Yunan idealinin ve Dor düzenin zirvesi, Parthenon Tapınağı idi. 

The Parthenon temple on the Athenian Acropolis
Parthenon Tapınağı

Agoradan mabetlere hep görünür olanı, görüş açısını ve varlığı görünür kılmayı hedefledi Yunanlılar. Cella bölümü hariç tapınağın ışık alması, güneşe ve güne açık olması amaçlandı, tıpkı Apollo’nun ışığı gibi. Doğru ölçü ve harmoni teknikleriyle kurulacak somut güzelliğin gerçekleşmesi ile idealar’ın tecelli edeceğine inanmıştılar. Varlığı ve doğayı bir an ve bakış içinde kavrayıp; mimetik olarak sanat eserine yansıtarak kalıcı kılmayı arzuladılar; tıpkı yıllar sonra Klasik Çağ hayranı Faust’un yazarı Goethe’nin “Dur gitme, ne kadar güzelsin” dediği gibi.

Helenistik Dönem ve Sanat


İskender ve Doğu Seferi


Uzun süren Peloponez Savaşları (M.Ö. 431-404) sonrasında Ege şehir devletleri birbirlerine üstünlük sağlayamaz. Kargaşa ortamında, Makedonya Kralı II. Filip, daha merkezi bir yönetime sahip olduğu için güçlenmeye başlar Attika’da. (Yunan Tarihi ve Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız) Filip’den sonra yerine geçen Kral İskender, Yunalı oligarkların da hayali olan büyük kolonileşmeyi gerçekleştirir Doğu Seferi ile. M.Ö. 333’de Issos’da (Dörtyol) Ege’yi istila eden Kral Darius’u ve Pers ordusunu yenilgiye uğratır İskender’in askerleri. Zaferle birlikte Ege şehirleri (Sardes, Ephesos, Priene, Miletos) kurtulur ve Anadolu’daki Pers hâkimiyeti sona erer. Hızla güneye iner ve M.Ö. 331’de Mısır’a ulaşır Makedon ordusu. 

Mosaic, representing Alexander the Great on his horse Bucephalus - circa 300 BC
Savaş alanında İskender, Mozaik
İskender’in ordusunda sadece Makedonlar değil, Ege’li paralı savaşçılar, hatta Perslere isyana hazır konar-göçer Asyatik kavimler de vardır, istilayla gelecek ganimet payı ile ordu büyür ve güçlenir sefer boyunca. Mısır’da kendisini Zeus’un oğlu ilan eder Kral İskender ve Amon kültü ile kendi inanışını birleştirir. Mısır’dan sonra Mezopotamya’ya yönelir Makedonlar, tekrar Darius’un ordusuyla karşılaşır ve bir kez daha Persleri yenerler; başkent Persepolis işgal edilir. Yeni şehirler, idari birimler, koloniler kurulur hızla. Hindistan’a doğru istila devam eder ama M.Ö. 323’te ölür İskender.

Dört büyük krallık oluşur İskender'in ölümünden sonra, (Antigonid’ler: Yunanistan-Makedonya, Attalos’lar: Ege-Pergamon, Ptolemaios’lar: Mısır-İskenderiye, Selevkos’lar: Mezopotamya-Antioch) Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine girene kadar kendilerine Helen der bu krallıklar. Helenistik dönem, İskender'in M.Ö. 323’te ölümü ile Attika’nın Roma tarafından işgal edildiği M.Ö. 146 yılları arasıdır. Askeri-ekonomik gücü zayıf Doğu şehirleri, kavimleri Helen işgalini kabul etse de; halk, Şark dünyası ve inancı içinde kalmaya devam eder ekseriyetle. Üretim ve ticaret kaynakları Ege havzasındaki nüfus ve şehirler için kendine yeterli iken; Doğu’yu istilaya yönelen Kral İskender; “Büyük İskender” ve uygarlığın kurucusu olarak kabul edilir hikâyeci, tarafgir ve köksüz Batı tarihinde.

Helenistik Sanat

İskender dönemi ve sonrasında Şark kültürü ile etkileşime girer Yunanlılar, gittikleri yerlerde kendi değerlerini, Doğu topraklarında ebedî kılacak yapılar üretirler. Dönemin sanat anlayışını belirler Heykeltıraş Lysippos’un “İnsanı olduğu gibi değil, bana göründüğü gibi göstermek istiyorum” sözü. Biçimde abartı, taşkınlık ön plandadır. Tanrısal, mitik figürler azalır; yaşamın gerçekliği, şiddeti ve bazen de neşesi yerini alır. Mutluluk, hüzün, sevinç ve ölüm iç içedir tasvirde.

Gallic Warior Killing Himself and his Wife, Head of Aphrodite, Terme Boxer -  form Hellenistic period

Yontu sanatında Pergamon estetiği gelişir bu dönemde. Kral I. Attalos’un Galatlar’a karşı kazandığı zafer, Bergama’da anıtsal eserlerin üretilmesini sağlar. Pergamon Zeus Altarı (sunak kaide kabartmaları) ile kendisini ve karısını öldüren “Galat’lı Adam” heykeli, ilk akla gelenlerdir Bergama’dan. Savaşın ve geçmişin alegorik ifadesi öne çıkar Zeus Sunağı friz kabartmalarında.

The Pergamon Altar
Bergama Zeus Sunağı

Helenistik sanatın bir diğer gelişimi, grup heykel dir; Tralles’li iki yontucunun eseri Farnese Boğası, Dirke’nin Dioskur kardeşler tarafından cezalandırılmasını anlatılır; kompozisyon, tek parça mermer üzerine ve dairesel bakışı ile üretilir. Dönemin diğer bir yontu ekolü; Rodos’da gelişir; üç heykeltıraşın yaptığı Lakoon ve oğulları heykeli, efsanesiyle birlikte Helen sanatının anıtsal zirvesidir sanki.

The Farnese Bull, The Laocoön and His Sons - Hellenistic group statues

Dönem mimarisi, Yunan istencinin aşikar örneği Didim Apollon ve Doğu ile etkileşimin kombini İskenderiye Serapis Tapınağı dır. Doğu’da doğru gidildikçe, Pers ve Asyatik kavimler; kendi söylem ve sembollerinin pek dışına çıkmazlar ama Nemrut Dağı Heykelleri, dönemin melez kültürünü yansıtır; Adıyaman’daki kalıntılarda Kommegene Kralı I. Antiokhos’un Tümülüs mezarı ve büyük boyutlu Tanrı heykelleri vardır. Bu heykeller hem Yunan, hem Pers tanrılarının özelliklerini taşır.

Stone Heads, Nemrut Dağı, Turkey

Pergamon ekolünde görülen ve dönemin Helen istencini ifade eden patetik (acılı, çilekeş anlatım) tüm Ege havzasını etkiler. Kabile savaşları, kızgınlık, umutsuzluk, sarhoşluk, çocukluk, yaşlılık hatta sakatlık işlenir. Konular iç içer geçer; devinimler canlı, gövdeler daha kırılgan; yüz ifadeleri bir o kadar tutkulu, bazen de kaygılıdır. “Samothrake Nike’si”, “Melos Aphrodite’si” ve “Aphrodite Kallipygos” zaferi, zarafeti ve erotik olanı simgeler dönemin yontusunda.

Helenistik” ifadesi bugün için vardır ama antik dünyaya ait değildir; Helenizm, 18. ve 19. yüzyıl Kıta Avrupa’sının sonradan kendi kendine kurguladığı tanımdır; kendine kök ararken inanmak istenilen ama tıpkı Troya Savaşı’nda olduğu gibi gerçek ortaya çıktığında geriye sadece masalın kaldığı bir tarih anlayışı.

The Aphrodite Kallipygos, The Aphrodite of Milos, The Nike of Samothrace - Hellenistic period


Çay Şiirleri - Derleme



Son bir demdir ömrüm
İnce belli bardakta
Belki çayı biraz az
Belki de şekeri
Ama yine de benim ömrüm
Aktif Şair Hüseyin

Ama bu kente gelirsen unutma beni ara
Sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım
Öfkem geçer, dinle yüzümü sevgiyle bakarım
Kimse değil, Seni yalnız ben anlarım…
Osman Konuk

O bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!
aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
Haydar Ergülen

Seni çay içerken izlemek,
Seni çay doldururken,
Seni demlerken çayı,
Kimseler inanmasa da düpedüz sevap...
Alper Gencer

İki çay söylemiştik orda, biri açık
Keşke, yalnız bunun için sevseydim seni
Cemal Süreya

Sonra belki çay içeriz, şansımız varsa yağmur da yağar.
damlalara huzur yüklemece oynarız.
benim damlam seninkini alnından öper.
güzel şeyler olur belki.
sen gel bence...
Lale Müldür

İlk bardak dudaklarımı ve boğazımı nemlendirir,
ama ikinci bardak ki yalnızlığımı giderir.
Lu Tung

Saat yirmi on beşte bir vapur var Köprü’ye,
Çay ocağının karşısında oturacağım.
Demli çay, mavi gözlerin.
Gözlerin neden mavi,
Aklıma geldi birden.
Edip Cansever

Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü,
Parklara gidenler de,
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini,
Artamayan eksilmeyen bir hüzünle…
Turgut Uyar

Yunan Heykel Sanatı



Antik dünyada ressam veya heykeltıraş; ne özgür insan, ne de köle idi. El işçisi (Banausos), zanaatkâr idi yontucu; tıpkı bir demirci gibi. Çünkü para karşılığında üretici çalışma, kölelik idi efendiler için. Yunalı Oligarklar için sanatçı, devlet görevine atanamaz; hatta yurttaş olamazdı. Emeği ile sosyal konumu muğlâktı sanatçının, bugünkü gibi. (Yunan Tarihi ve Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız
Tanrı, tanrıça ve atlet heykeli yaptı daha çok Yunanlılar. Tıpkı tapınak mimarisi gibi, ilk önce dini anlam ve işlev ile üretildi yontu. Tapınak alınlıklarına, süsleme kuşlaklarına işlendi ama en önemli kullanımı; tapınağın merkezi olan Cella içindeki tanrı yâda tanrıça kült heykeli idi. Kireçtaşı, mermer, pişmiş toprak, bronz, kimi zamanda altın ve fildişi birleşimi oldu kullanılan malzeme. Yunanlılar, heykeli boyardı; zaman için boya yok olsa da, bazı eserlerde izleri hala vardır; bronz heykelin hava ile teması sonucu oluşan yeşil paslanma, günümüze kalmıştır. Birçok antik Yunan heykeli, günümüze ulaşmadı. Romalılar, hayran oldukları Yunan yontularını, neredeyse birebir yansıtan yeniden üretimlerle günümüze taşıdı. Romalılar, bugünde kullanılan mekanik noktalama tekniğini geliştirerek; heykelin orijinali üzerinden kabartma kalıp alarak, mermer veya bronz döküm üzerine benzerini ürettiler. Oyma kalem kullandılar detay ve hatları ortaya çıkarmak için.

Acropolis sculptures on Athens

Arkaik Dönem (M.Ö. 700-480)

M.Ö. 7. yüzyıl arkaik yontu, anıtsal idi; insan boyutundan büyüktü. (Samos Koros’u 4.75 m boyundadır) Mısır stilinin etkisindeydi tipik modeller. Boiotia, Delos ve Ege Adaları heykel üretiminde öncü şehirlerdi. Ayakta duran erkek (Kuros) heykeli ve ayakta duran kadın (Kore) heykeli arkaik dönemi işaret eder. Kuros’lar gücünü ve dengesini simgeler bir yanıyla Apollo’nun. Yunanlılar, Mısır’dan aldıkları statik insan duruşunu zaman içinde aşmaya, yontuya hareket katmaya başladılar. M.Ö. 580-530 ile birlikte Kuros-Kore heykellerindeki insan gövdesi, daha gerçeğe yakın ve anatomik olmaya başlar. Atina ve Samos Adası’ndan günümüze ulaşan eserlerde Mısırvari etki aşılmaya, azda olsa mimetik -doğaya ve bedene öykünme- yontu ortaya çıkar. Kore’lerde giysi betimi çeşitlenir. Yontucu, zemin yüzeyine “Eudomos beni yaptı” şeklinde imzasını atar.
Sounion Kouros, Anavysos Kouros, Piraeus Apollo, archaic period in Greek

Yontuya devinim kazandırmak için yarım diz çökme, çömelme ile örgenlere belli oranda aksiyon kazandırılır; her ne kadar torso’nun üst bölümü hala statik olsa da; belden aşağı ve öne doğru devinim ile uzuvlara canlılık verilir. Uzuvlarda esneme, hatta asimetrik unsurlar keşfedilir ve olgunlaşır yontu zaman içinde. Aphaia Tapınağı alınlığındaki Troyalı savaşçı yontuları, dönemin örneğidir; canlı, gergin ifadeleri ile düşen ve hatta ölen savaşçılar; aynı zamanda düşen gövdesine karşı zafere ve ölüme olan bağlılık ile karşıt duyguları yansıtmak ister sanki. M.Ö. 6. yüzyıldaki tapınak alınlık ve kabartmalarının bir kısmı günümüze ulaşmıştır; hem tekil olarak figürlerin incelikle işlendiği, hem de mitolojik bütünlük ile aralarında yumuşak geçişlerin -Herakles’in oniki ödevi’nin hikâyesi- dizgelendiği önemli kabarmalardır Olympia Zeus Tapınağı ve Sicilya’daki Selinus E Tapınağı’nın alınlık ve metopları.

Trojan warrior from Temple of Aphaia, circa 500 BC


Metope from Temple E at Selinus and Temple of Zeus Olympia


Klasik Dönem (M.Ö. 480-330)

Klasik dönem ile en etkileyici yontular ortaya çıkar Attika’da. Kalçalar esneklik kazandır, yere dik basan bitişik ayaklar ayrılır, bir ayak öne doğru esner. (Kontrapost). Arkaik tebessüm ve frontal duruş, aksiyon düzleminde aşılır Kontrapost ile. Yavaş yavaş omuzlar, kalçalar ve dizler aynı eksen üstünde değil; diyagonal hareket eder artık. Giysi kıvrımları ve saç şekli, kadın yontularında betinin merkezinde yer alır. Kumaş (Chiton) gövdenin devinimine uygun, bazen de karşıt duyumun ifadesi olacak biçimde yontulanır; Afrodit’in doğuşunu işleyen "Ludovisi Tahtı” olarak bilinen kabartma panelde olduğu gibi.

Ludovisi Throne and Nike adjusting sandal


Pythagoras Öğretisi ve Heykele Etkisi

Pythagoras öğretisi klasik dönem sanatçılarını, özellikle heykeltıraşları etkiler. Pythagoras’a göre dünya karşıtlık üzerine kurulur; sınır ve sınırsızlık. Bu iki zıtlığın dengesinde dünya; Kosmos dur. Sayılar, dünyanın düzenini mümkün kılandır. Sadece doğayı değil; insan bedenini, ahlakını, hatta felsefeyi ve ruhu belirleyen sayılardır. Pythagorasçı estetik; nesnelerin doğasını ve doğaüstünü oluşturan asal sayılara ulaşmak için; objede ve yontuda aritmetik ritim ve denge ile ideal güzelliği araştırdı.
Nietzsche’ye göre Apollonik imge, biçimlendirir Yunan yontusunu; şöyle der: “Apollonik dünya imgesi, ışık ve görüş içinde mükemmel formu arar ve mükemmel olan, sonsuza kadar kalacaktır; tıpkı tapınaklar, heykeller gibi. Mükemmelliğin ve formun kalıcılığı bağlamında heykel sanatı, Apollonik anlatının en etkin sunumudur.” Myron’un yaptığı “Disk Atan Atlet (Discobolos)”, Polykleitos’un “Mızrak Taşıyan (Doryphoros)”, Lysippos’un “Kendini Kaşıyan Atlet (Apoxyomenos)” Praxiteles’in “Knidos Afrodit’i (Mahçup Venus)” heykeli başyapıtlarıdır klasik dönemin.

Discobolos, Aphrodite of Knidos, Doryphoros


Amaç, denge ve duyum üzerinden güzelliği yontunun tümüne yansıtmaktır yâda onda aramak. Sanatçı, inandığını ve hayal ettiğini görünür kılmaya çalışır. Güzelliği, görünür kılmak ve görmek ister; tapınak, heykel yâda mozaik üzerinde. Arayış, güzelliğin uyumunu ortaya çıkarmak içindir; idealize ettikleri tanrılarını ve erkek (atlet) bedenini görünüşe getirerek kalıcı kılarlar. Artık gövde, bakışını “bakışsız boşluğa” iletir. Ve bir adım ötesine geçerek; doğada bulunmayan yâda henüz görülemeyen Güzel İdeası’nın izlerini araştırırlar yontu pratiğinde.

The Kouros of Samos - Colossal Kouros from Samos, height 4, 75 m, 6th c. BC


Doğu’nun Ütopyası


Uygarlığın ilk şartı kanun koyucunun, kendi koydu kanuna uyması olmuştur. Yasaya tabi olmadan, uygar olunamaz. Avrupa tarihinde iktidarın ilk paylaşımı, 1215 yılında Magna Carta ile İngiltere’de gerçekleşmiş ve kral bazı yetkilerinden feragat etmeyi, kanunlara uymayı ve hukukun üstünlüğünü kabul etmiştir. Batı kültürünün ilerlemeci ve seküler dünya görüşü üzerine inşa ettiği ütopik düşünce, Doğu toplumlarında yok denecek kadar az görülmüştür. Doğu toplumları, çoğunlukla değişmezlik ve iktidarın tek bir elde toplanması üzerine kurulu olmuştur. Müslüman toplumlarda ise, Kur’an-ı Kerim yaşamı tanzim eden tek kaynak kabul edildiği için, ütopik düşünceye dair eserler dünyayı değiştirmeye yönelik değil, daha çok destekleyici ve hatta süslemeci anlatılar biçiminde oluşmuştur. Müslüman coğrafyasının ütopik düşünce içeren metinleri olarak; Farabi’nin (870-950) Medînetü’l-Fâzıla (Faziletli Şehir), İbn-i Tufeyl’in (1106-1186) Hayy Bin Yakzan ve Şeyh Sadi'nin (1193-1292) Bostan adlı eserleri kabul edilmektedir.

Doğulu toplumların ütopya üretememelerini Ünsal Oskay şöyle açıklamıştır: “Devlet bürokrasisinin egemen olduğu ve yönetici ile tapınağın monistik yapı oluşturduğu Doğu toplumlarında, verili toplumun değiştirilmesi olanaksızdır, olanaksızlaştırılmıştır. Gelecek tasarımı Doğulu toplumlarda, bu toplumların değişmezliği esas alan yapılarından kaynaklanan kültürleri gereği, görülmemektedir. Yaşanmakta olan tarihi dönemi eleştirebilmek için yapılabilen tek uslamlama da, hali hazır bozuk durumu, bozulma öncesi sağlıklı durumla karşılaştırmaktır. Bu toplumların kültürlerinde, yaşanan hayattan ve toplumdan daha iyisi, toplumum mevcut durumunun yitirilmiş eski günlerdeki durumuna döndürebilmeyi vaat eden Sadi’nin Bostan’ı gibi regressive (geri yönsemeci) ve moralist esaslı kitaplar görülebilmektedir. Platon’un Devlet’inde tasarlanabilen ile Sadi’nin Bostan’ında tasarlanabilenler, semantik açıdan, bir ve aynı şeylerdir. Moralist oluşunun nedeni ise, “Şark’taki tek özne olan hükümdarın” siyasal iradesinin ancak bu iradenin sahibi olan öznenin kendi moral anlayışındaki düzelme ile sınırlandırılabilecek oluşudur. Bu iradeyi sınırlandıracak bir dışsal iradenin dinde ve siyasal kültürde meşru sayılmamasıdır. Çoğulcu (monistik olmayan) bir siyasal yaşamın ve böyle bir toplumun hukukunun bulunmayışıdır. Bu nedenle, Doğu düşüncesinden ütopya yoktur. Moralist ve regressive düşünceler vardır. Distopyalar vardır.” (Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım)                                               

Klasik Dönem (m.ö. 5-4. yy) Yunanlı Heykeltıraşlar: Myron, Polykleitos, Praxiteles, Lysippos


Klasik dönem Yunanlı heykeltıraş, mükemmel olanı kalıcı forma dönüştürmek için mermeri yontar. Eylemin bir anına, hatta herhangi bir anına yönelir; koşarken, koşmaya başlarken, yayını çekerken, dinlenirken; düşerken ve savaşta yaralanıp ölürken. Birçoğunun esası değil, benzeri kalır günümüze. Yunan istenci erkek bedenini, kalıcı kılar yontuda çoğunlukla. (Yunan Heykel Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız)

Kontrapost

İlk kez Yunanlılar tarafından mermer yüzeyinde aranır. Vücut ağırlığının bir bacağa bindirildiği, diğer bacağın dizden hafifçe kırılarak serbest bırakıldığı duruş şeklidir Kontrapost. Duruş ile kalça, omuz ve baş hafifçe eğilir, yontuya hareket katılır. Kontrapostta amaç, devinim içinde sükûneti göstermektir. Karşıtlık içinde denge aranır;  yakalanan bir “an”ın dinginliği ile somuta gelmesi arzulanır Tin’in. 
The Discobolus - original bronze by Greek Myron, circa 450 BC, Roman copy - at the Vatican Museum
The Discobolus

Taklit ve İmgelem

M.S. 1. yüzyılda yaşamış Apollonios, yontu sanatı üzerinden taklit ve imgelem arasındaki ayrışmayı şöyle açıklar: “Zeki ve mahir sanatçı, taklit etmekten (mimesis) fazlasını yapar. Taklit etme, yalnızca görüneni betimlemekten ibaret iken; imgelem (fantazia), görünenin ötesine işaret eden ideal tasavvuru yansıtır. İmgelemlerinin izinde ve el becerisi (tekhne) ile mermeri kazır Praksiteles veya Polykleitos.”

Myron ve Discobolus
M.Ö. 470’li yıllara ait Myron’un “Disk Atan Atlet” (The Discobolus) heykeli, klasik dönemin en önemli yontusudur; orijinali olmasa da Roma dönemi tıpkısı günümüze kalır. Myron arkaik dönem heykeldeki statik duruşu; devinime geçirir ve “mükemmel daire” şemasının izinde, eylemin özgün bir anında yakalanacak denge ile güzelliği yansıtmak ister yontuya. Aslına en sadık Roma replikasında baş bölümü eksiktir; gövdenin duruşuna uygun bir ekleme yapılır ama konu tartışma yaratır; acaba Myron, atletin kafa bölümünü nasıl yontmuştur? Birçok kişiye göre baş öne değil; arkaya yani fırlattığı diske bakmaktadır. İki mükemmel daireyi iç içe vurgulayan beti için, esas yontuda başın arkaya dönük olması yüksek ihtimaldir.

The Discobolus - original bronze by Greek Myron, circa 450 BC, Roman copy - at the Terme Museum, Rome
The Discobolus
Diski tutan kol arkaya doğru uzanırken, diğer kol önde boşta sallanır; gövde seyirciye dönükken, bacaklar profilden görülür; bacaklardan biri ağırlığı taşırken, diğerine ağırlık binmez; sağ ayağın parmakları yukarı doğru kıvrılırken, diğerinde alta doğrudur. Discobolus, bugün anatomi bilgisi ışığında incelendiğinde, atletin hareket ve kas dağılımının gerçekçi olmadığı da görülür; amaç zaten gerçekliği aşmak isteyen ideal’in yontusunu yakalamaktır. Atlet disk atarken uyum, asimetri üzerinden yansıtır yontuya. Attika’lı Myron, tekrarı olmayacak zaman parçasının, lâhzanın kalıcı izini sürer.

The Discobulus - original bronze by Greek Myron, circa 450 BC - at the British Museum
The Discobolus

Kanon

İnsan bedeni ve örgenleri arasında, tıpkı doğadaki gibi sayısal düzen olduğu düşünüldü, kural (kanon) geliştirildi; araştırma yapıldı antik dünyada. Sanatçı, insanın temsili için kanonlar üretti doğru yâda yanlış. Kanon vasıtasıyla ayak ve el uzunluğu, baş yüksekliği, bel genişliği için oranlar geliştirildi; proporsiyon (beden formu) arandı. 

Polykleitos ve Doryphoros

Çoğunlukla atlet heykelleri yapar Argos’lu Polykleitos (M.Ö. 460-420). “Mızrak Taşıyan” (Doryphoros) adı eser en ünlü yontusudur; eserine “Kanon” adını verir. İdeal güzellik arayışını oran ve simetri üzerinden kurmaya çalışanlardan biridir Polykleitos, Kanon yontusunda yaptıklarını, kurallarını yine Kanon adını verdiği bir kitapta toplar ama metin günümüze ulaşmaz.
The Doryphoros - Greek bronze original by Polykleitos, circa 5th c. BC, Roman copy after
The Doryphoros

Pythagoras, dünyayı ve varlıklar âlemini sonlu ile sonsuzun ahengi olarak görür ve sayıları, evrensel ilke kabul eder. Sanat, soyutlama üretirken bile sayı ve oranların bileşimdir bu düşünceye göre. Güzellik, ancak sayı ve orantı ile oluşur görünen şeyde. Pythagorasçı felsefenin matematik ülküsünü, yontuda arar Polykleitos. Ona göre: “Bu âlemde sadece şekil kazanmış olan tanınabilir, her varlığın sayısal bir özü vardır.Doryphoros’ta ilk göze çarpan; uzuvların karşıt dengesidir. Sağ bacak gergin yere basarken, sol bacak gevşek ve geri çekilir; kollar ve bel özgün bir dengeyi yansıtır. Bu duruş (kontrapost) sonraki dönemlerde yontu sanatçılarına okul olur; Rönesanslı Donatello ve Michelangelo’nun "Davud" yontularında belirgindir, onlar da Polykleitos'un izini sürerler.


Praxiteles: Knidos Afrodit’i ve Olimpia Hermes’i

Praxiteles (M.Ö. 400-330), klasik dönem denildiğinde ilk akla gelenlerdendir; hiçbir eseri günümüze ulaşamaz, replikaları kalır. Atinalı heykeltıraşın en ünlü eseri; Knidos Afrodit’i heykelidir. Knidos haklı için yapılan ve tapı değeri ile antik şehrin gözbebeği olan eserin günümüze benzerleri kalır; Knidos Afrodit’i antik dünyadaki ilk çıplak kadın figürüdür. Yontuda Afrodit, bir eli giysisini tutarken; diğer eli vulva bölgesini kaparken yâda işaret ederken görünür. Knidos Afrodit’i hala, yapılmış en güzel heykeldir birçok kişiye göre.
The Aphrodite of Cnidus - orginal marble Greek sculptor Praxiteles, circa 4th c. BC, Roman copy after
The Aphrodite of Cnidus

Praxiteles’e atfedilen diğer bir ünlü eser, “Olimpia Hermesi” olarak da bilinen “Çocuk Dionysos’u Taşıyan Hermes” yontusudur.  “Praxiteles’in heykellerindeki insan gövdesi, doğadan ve ölümlülükten kurtulmuş, rüyayı ve ölümsüzlüğü simgeleyen mükemmel formun görselleştirilmesidir.” Nietzsche’ye göre. 

Olympia Hermes, Hermes and Child Dionysus - original by Praxiteles. Parian marble, height 2.15 m, Roman copy
The Olympia Hermes


Lysippos: Apoxyomenos ve Yorgun

Klasikten Helenistik döneme geçişin önemli heykeltıraşı Sikyon'lu Lysippos (M.Ö. 395-310), Apoxyomenos heykeli ile tanınır; kral İskender’in saray heykeltıraşı olarak çalışır. Yüzlerce heykel yaptığı söylenir kimi kaynaklarda, fakat hiçbiri günümüze ulaşmaz; yontularından Roma dönemi benzerleri kalır.
The Apoxyomenos - Roman statue copy, bronze original by attributed to Greek Lysippos, circa  320 BC
The Apoxyomenos
Lysippos, kendine has orantı dizgesi, kanon geliştirir; baş bölümünü daha küçük, gövdeyi daha ince yontar; böylelikle figürü daha uzun boylu gösterir. Baş ve örgenlerin hareket yönünü farklı vererek; anın içinde hareketi zıt yönlere taşır. Yontuyu gündelik ve patetik unsurlarla harmanlar Lysippos, vücut oranlarını 1/6 dan 1/8 ye çıkarır; objeyi daha göz alıcı, zarif kılmaya çalışır. Ona atfedilen Kral İskender portre yontusu; buğulu bakışları, arkaya doğru taralı saçları ile yansıtır Helenistik dönemi.
Busts of Alexander - original attributed to Greek Lysippos - at the Glyptothek Munich
Busts of Alexander
Eros ve Hermes üzerine bir dizi yontu da Lysippos’a atfedilir. Bunların içinde “Sandaletini bağlayan Hermes” yontusu; teknik yönüyle onun işçiliğini çağrıştırır. Yontunun atipik yanı; Hermes’in bakışının mekân dışını işaret etmesidir. Hermes belirsiz bir yere bakmakta, bir ses ve çağrı üzerine başını oraya çevirmektedir sanki.
Hermes Fastening his Sandal 

"İnsanları oldukları gibi değil, bana göründükleri gibi yontuya vermek istiyorum" der Lysippos ve devasa heykeller yapar; Yorgun Herkül (Farnese Hercules) yontusu gibi. Özgün eserin Roma replikası bugün Napoli’dedir ve boyu 3.15 metre dir. Yorgun Herkül, Klasik dönem mimetik sanatın dışındadır.
The Farnese Hercules - height 3.15 m, orginal attributed to Greek sculptor Lysippos, Roman copy
The Farnese Hercules

The Farnese Hercules - height 3.15 m, orginal  attributed to Greek sculptor Lysippos, Roman copy
The Farnese Hercules
Lysippos atlet yontularında yine de mimetik unsuru elden bırakmaz; hatta canlı erkek modellerle çalışır. Apoxyomenos, idman yaptıktan sonra vücudunu temizleyen bir atletin yontusudur. Atlet, sükûnet içinde elindeki striglis ile kendini temizlemektedir; kol ve ayak daha uzun, gövde ise incedir. Atletin öne doğru uzanan eli ile yontunun tüm cephelerine getirilen devinim, izleyiciye tüm açılardan izlenim olanağı verir.
The Apoxyomenos - Roman statue copy, bronze original by attributed to Greek Lysippos, circa  320 BC
The Apoxyomenos