Helenistik Dönem ve Sanat


İskender ve Doğu Seferi


Uzun süren Peloponez Savaşları (M.Ö. 431-404) sonrasında Ege şehir devletleri birbirlerine üstünlük sağlayamaz. Kargaşa ortamında, Makedonya Kralı II. Filip, daha merkezi bir yönetime sahip olduğu için güçlenmeye başlar Attika’da. (Yunan Tarihi ve Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız) Filip’den sonra yerine geçen Kral İskender, Yunalı oligarkların da hayali olan büyük kolonileşmeyi gerçekleştirir Doğu Seferi ile. M.Ö. 333’de Issos’da (Dörtyol) Ege’yi istila eden Kral Darius’u ve Pers ordusunu yenilgiye uğratır İskender’in askerleri. Zaferle birlikte Ege şehirleri (Sardes, Ephesos, Priene, Miletos) kurtulur ve Anadolu’daki Pers hâkimiyeti sona erer. Hızla güneye iner ve M.Ö. 331’de Mısır’a ulaşır Makedon ordusu. 

Mosaic, representing Alexander the Great on his horse Bucephalus - circa 300 BC
Savaş alanında İskender, Mozaik
İskender’in ordusunda sadece Makedonlar değil, Ege’li paralı savaşçılar, hatta Perslere isyana hazır konar-göçer Asyatik kavimler de vardır, istilayla gelecek ganimet payı ile ordu büyür ve güçlenir sefer boyunca. Mısır’da kendisini Zeus’un oğlu ilan eder Kral İskender ve Amon kültü ile kendi inanışını birleştirir. Mısır’dan sonra Mezopotamya’ya yönelir Makedonlar, tekrar Darius’un ordusuyla karşılaşır ve bir kez daha Persleri yenerler; başkent Persepolis işgal edilir. Yeni şehirler, idari birimler, koloniler kurulur hızla. Hindistan’a doğru istila devam eder ama M.Ö. 323’te ölür İskender.

Dört büyük krallık oluşur İskender'in ölümünden sonra, (Antigonid’ler: Yunanistan-Makedonya, Attalos’lar: Ege-Pergamon, Ptolemaios’lar: Mısır-İskenderiye, Selevkos’lar: Mezopotamya-Antioch) Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine girene kadar kendilerine Helen der bu krallıklar. Helenistik dönem, İskender'in M.Ö. 323’te ölümü ile Attika’nın Roma tarafından işgal edildiği M.Ö. 146 yılları arasıdır. Askeri-ekonomik gücü zayıf Doğu şehirleri, kavimleri Helen işgalini kabul etse de; halk, Şark dünyası ve inancı içinde kalmaya devam eder ekseriyetle. Üretim ve ticaret kaynakları Ege havzasındaki nüfus ve şehirler için kendine yeterli iken; Doğu’yu istilaya yönelen Kral İskender; “Büyük İskender” ve uygarlığın kurucusu olarak kabul edilir hikâyeci, tarafgir ve köksüz Batı tarihinde.

Helenistik Sanat

İskender dönemi ve sonrasında Şark kültürü ile etkileşime girer Yunanlılar, gittikleri yerlerde kendi değerlerini, Doğu topraklarında ebedî kılacak yapılar üretirler. Dönemin sanat anlayışını belirler Heykeltıraş Lysippos’un “İnsanı olduğu gibi değil, bana göründüğü gibi göstermek istiyorum” sözü. Biçimde abartı, taşkınlık ön plandadır. Tanrısal, mitik figürler azalır; yaşamın gerçekliği, şiddeti ve bazen de neşesi yerini alır. Mutluluk, hüzün, sevinç ve ölüm iç içedir tasvirde.

Gallic Warior Killing Himself and his Wife, Head of Aphrodite, Terme Boxer -  form Hellenistic period

Yontu sanatında Pergamon estetiği gelişir bu dönemde. Kral I. Attalos’un Galatlar’a karşı kazandığı zafer, Bergama’da anıtsal eserlerin üretilmesini sağlar. Pergamon Zeus Altarı (sunak kaide kabartmaları) ile kendisini ve karısını öldüren “Galat’lı Adam” heykeli, ilk akla gelenlerdir Bergama’dan. Savaşın ve geçmişin alegorik ifadesi öne çıkar Zeus Sunağı friz kabartmalarında.

The Pergamon Altar
Bergama Zeus Sunağı

Helenistik sanatın bir diğer gelişimi, grup heykel dir; Tralles’li iki yontucunun eseri Farnese Boğası, Dirke’nin Dioskur kardeşler tarafından cezalandırılmasını anlatılır; kompozisyon, tek parça mermer üzerine ve dairesel bakışı ile üretilir. Dönemin diğer bir yontu ekolü; Rodos’da gelişir; üç heykeltıraşın yaptığı Lakoon ve oğulları heykeli, efsanesiyle birlikte Helen sanatının anıtsal zirvesidir sanki.

The Farnese Bull, The Laocoön and His Sons - Hellenistic group statues

Dönem mimarisi, Yunan istencinin aşikar örneği Didim Apollon ve Doğu ile etkileşimin kombini İskenderiye Serapis Tapınağı dır. Doğu’da doğru gidildikçe, Pers ve Asyatik kavimler; kendi söylem ve sembollerinin pek dışına çıkmazlar ama Nemrut Dağı Heykelleri, dönemin melez kültürünü yansıtır; Adıyaman’daki kalıntılarda Kommegene Kralı I. Antiokhos’un Tümülüs mezarı ve büyük boyutlu Tanrı heykelleri vardır. Bu heykeller hem Yunan, hem Pers tanrılarının özelliklerini taşır.

Stone Heads, Nemrut Dağı, Turkey

Pergamon ekolünde görülen ve dönemin Helen istencini ifade eden patetik (acılı, çilekeş anlatım) tüm Ege havzasını etkiler. Kabile savaşları, kızgınlık, umutsuzluk, sarhoşluk, çocukluk, yaşlılık hatta sakatlık işlenir. Konular iç içer geçer; devinimler canlı, gövdeler daha kırılgan; yüz ifadeleri bir o kadar tutkulu, bazen de kaygılıdır. “Samothrake Nike’si”, “Melos Aphrodite’si” ve “Aphrodite Kallipygos” zaferi, zarafeti ve erotik olanı simgeler dönemin yontusunda.

Helenistik” ifadesi bugün için vardır ama antik dünyaya ait değildir; Helenizm, 18. ve 19. yüzyıl Kıta Avrupa’sının sonradan kendi kendine kurguladığı tanımdır; kendine kök ararken inanmak istenilen ama tıpkı Troya Savaşı’nda olduğu gibi gerçek ortaya çıktığında geriye sadece masalın kaldığı bir tarih anlayışı.

The Aphrodite Kallipygos, The Aphrodite of Milos, The Nike of Samothrace - Hellenistic period


Çay Şiirleri - Derleme



Son bir demdir ömrüm
İnce belli bardakta
Belki çayı biraz az
Belki de şekeri
Ama yine de benim ömrüm
Aktif Şair Hüseyin

Ama bu kente gelirsen unutma beni ara
Sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım
Öfkem geçer, dinle yüzümü sevgiyle bakarım
Kimse değil, Seni yalnız ben anlarım…
Osman Konuk

O bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!
aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
Haydar Ergülen

Seni çay içerken izlemek,
Seni çay doldururken,
Seni demlerken çayı,
Kimseler inanmasa da düpedüz sevap...
Alper Gencer

İki çay söylemiştik orda, biri açık
Keşke, yalnız bunun için sevseydim seni
Cemal Süreya

Sonra belki çay içeriz, şansımız varsa yağmur da yağar.
damlalara huzur yüklemece oynarız.
benim damlam seninkini alnından öper.
güzel şeyler olur belki.
sen gel bence...
Lale Müldür

İlk bardak dudaklarımı ve boğazımı nemlendirir,
ama ikinci bardak ki yalnızlığımı giderir.
Lu Tung

Saat yirmi on beşte bir vapur var Köprü’ye,
Çay ocağının karşısında oturacağım.
Demli çay, mavi gözlerin.
Gözlerin neden mavi,
Aklıma geldi birden.
Edip Cansever

Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü,
Parklara gidenler de,
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini,
Artamayan eksilmeyen bir hüzünle…
Turgut Uyar

Yunan Heykel Sanatı



Antik dünyada ressam veya heykeltıraş; ne özgür insan, ne de köle idi. El işçisi (Banausos), zanaatkâr idi yontucu; tıpkı bir demirci gibi. Çünkü para karşılığında üretici çalışma, kölelik idi efendiler için. Yunalı Oligarklar için sanatçı, devlet görevine atanamaz; hatta yurttaş olamazdı. Emeği ile sosyal konumu muğlâktı sanatçının, bugünkü gibi. (Yunan Tarihi ve Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız
Tanrı, tanrıça ve atlet heykeli yaptı daha çok Yunanlılar. Tıpkı tapınak mimarisi gibi, ilk önce dini anlam ve işlev ile üretildi yontu. Tapınak alınlıklarına, süsleme kuşlaklarına işlendi ama en önemli kullanımı; tapınağın merkezi olan Cella içindeki tanrı yâda tanrıça kült heykeli idi. Kireçtaşı, mermer, pişmiş toprak, bronz, kimi zamanda altın ve fildişi birleşimi oldu kullanılan malzeme. Yunanlılar, heykeli boyardı; zaman için boya yok olsa da, bazı eserlerde izleri hala vardır; bronz heykelin hava ile teması sonucu oluşan yeşil paslanma, günümüze kalmıştır. Birçok antik Yunan heykeli, günümüze ulaşmadı. Romalılar, hayran oldukları Yunan yontularını, neredeyse birebir yansıtan yeniden üretimlerle günümüze taşıdı. Romalılar, bugünde kullanılan mekanik noktalama tekniğini geliştirerek; heykelin orijinali üzerinden kabartma kalıp alarak, mermer veya bronz döküm üzerine benzerini ürettiler. Oyma kalem kullandılar detay ve hatları ortaya çıkarmak için.

Acropolis sculptures on Athens

Arkaik Dönem (M.Ö. 700-480)

M.Ö. 7. yüzyıl arkaik yontu, anıtsal idi; insan boyutundan büyüktü. (Samos Koros’u 4.75 m boyundadır) Mısır stilinin etkisindeydi tipik modeller. Boiotia, Delos ve Ege Adaları heykel üretiminde öncü şehirlerdi. Ayakta duran erkek (Kuros) heykeli ve ayakta duran kadın (Kore) heykeli arkaik dönemi işaret eder. Kuros’lar gücünü ve dengesini simgeler bir yanıyla Apollo’nun. Yunanlılar, Mısır’dan aldıkları statik insan duruşunu zaman içinde aşmaya, yontuya hareket katmaya başladılar. M.Ö. 580-530 ile birlikte Kuros-Kore heykellerindeki insan gövdesi, daha gerçeğe yakın ve anatomik olmaya başlar. Atina ve Samos Adası’ndan günümüze ulaşan eserlerde Mısırvari etki aşılmaya, azda olsa mimetik -doğaya ve bedene öykünme- yontu ortaya çıkar. Kore’lerde giysi betimi çeşitlenir. Yontucu, zemin yüzeyine “Eudomos beni yaptı” şeklinde imzasını atar.
Sounion Kouros, Anavysos Kouros, Piraeus Apollo, archaic period in Greek

Yontuya devinim kazandırmak için yarım diz çökme, çömelme ile örgenlere belli oranda aksiyon kazandırılır; her ne kadar torso’nun üst bölümü hala statik olsa da; belden aşağı ve öne doğru devinim ile uzuvlara canlılık verilir. Uzuvlarda esneme, hatta asimetrik unsurlar keşfedilir ve olgunlaşır yontu zaman içinde. Aphaia Tapınağı alınlığındaki Troyalı savaşçı yontuları, dönemin örneğidir; canlı, gergin ifadeleri ile düşen ve hatta ölen savaşçılar; aynı zamanda düşen gövdesine karşı zafere ve ölüme olan bağlılık ile karşıt duyguları yansıtmak ister sanki. M.Ö. 6. yüzyıldaki tapınak alınlık ve kabartmalarının bir kısmı günümüze ulaşmıştır; hem tekil olarak figürlerin incelikle işlendiği, hem de mitolojik bütünlük ile aralarında yumuşak geçişlerin -Herakles’in oniki ödevi’nin hikâyesi- dizgelendiği önemli kabarmalardır Olympia Zeus Tapınağı ve Sicilya’daki Selinus E Tapınağı’nın alınlık ve metopları.

Trojan warrior from Temple of Aphaia, circa 500 BC


Metope from Temple E at Selinus and Temple of Zeus Olympia


Klasik Dönem (M.Ö. 480-330)

Klasik dönem ile en etkileyici yontular ortaya çıkar Attika’da. Kalçalar esneklik kazandır, yere dik basan bitişik ayaklar ayrılır, bir ayak öne doğru esner. (Kontrapost). Arkaik tebessüm ve frontal duruş, aksiyon düzleminde aşılır Kontrapost ile. Yavaş yavaş omuzlar, kalçalar ve dizler aynı eksen üstünde değil; diyagonal hareket eder artık. Giysi kıvrımları ve saç şekli, kadın yontularında betinin merkezinde yer alır. Kumaş (Chiton) gövdenin devinimine uygun, bazen de karşıt duyumun ifadesi olacak biçimde yontulanır; Afrodit’in doğuşunu işleyen "Ludovisi Tahtı” olarak bilinen kabartma panelde olduğu gibi.

Ludovisi Throne and Nike adjusting sandal


Pythagoras Öğretisi ve Heykele Etkisi

Pythagoras öğretisi klasik dönem sanatçılarını, özellikle heykeltıraşları etkiler. Pythagoras’a göre dünya karşıtlık üzerine kurulur; sınır ve sınırsızlık. Bu iki zıtlığın dengesinde dünya; Kosmos dur. Sayılar, dünyanın düzenini mümkün kılandır. Sadece doğayı değil; insan bedenini, ahlakını, hatta felsefeyi ve ruhu belirleyen sayılardır. Pythagorasçı estetik; nesnelerin doğasını ve doğaüstünü oluşturan asal sayılara ulaşmak için; objede ve yontuda aritmetik ritim ve denge ile ideal güzelliği araştırdı.
Nietzsche’ye göre Apollonik imge, biçimlendirir Yunan yontusunu; şöyle der: “Apollonik dünya imgesi, ışık ve görüş içinde mükemmel formu arar ve mükemmel olan, sonsuza kadar kalacaktır; tıpkı tapınaklar, heykeller gibi. Mükemmelliğin ve formun kalıcılığı bağlamında heykel sanatı, Apollonik anlatının en etkin sunumudur.” Myron’un yaptığı “Disk Atan Atlet (Discobolos)”, Polykleitos’un “Mızrak Taşıyan (Doryphoros)”, Lysippos’un “Kendini Kaşıyan Atlet (Apoxyomenos)” Praxiteles’in “Knidos Afrodit’i (Mahçup Venus)” heykeli başyapıtlarıdır klasik dönemin.

Discobolos, Aphrodite of Knidos, Doryphoros


Amaç, denge ve duyum üzerinden güzelliği yontunun tümüne yansıtmaktır yâda onda aramak. Sanatçı, inandığını ve hayal ettiğini görünür kılmaya çalışır. Güzelliği, görünür kılmak ve görmek ister; tapınak, heykel yâda mozaik üzerinde. Arayış, güzelliğin uyumunu ortaya çıkarmak içindir; idealize ettikleri tanrılarını ve erkek (atlet) bedenini görünüşe getirerek kalıcı kılarlar. Artık gövde, bakışını “bakışsız boşluğa” iletir. Ve bir adım ötesine geçerek; doğada bulunmayan yâda henüz görülemeyen Güzel İdeası’nın izlerini araştırırlar yontu pratiğinde.

The Kouros of Samos - Colossal Kouros from Samos, height 4, 75 m, 6th c. BC


Doğu’nun Ütopyası


Uygarlığın ilk şartı kanun koyucunun, kendi koydu kanuna uyması olmuştur. Yasaya tabi olmadan, uygar olunamaz. Avrupa tarihinde iktidarın ilk paylaşımı, 1215 yılında Magna Carta ile İngiltere’de gerçekleşmiş ve kral bazı yetkilerinden feragat etmeyi, kanunlara uymayı ve hukukun üstünlüğünü kabul etmiştir. Batı kültürünün ilerlemeci ve seküler dünya görüşü üzerine inşa ettiği ütopik düşünce, Doğu toplumlarında yok denecek kadar az görülmüştür. Doğu toplumları, çoğunlukla değişmezlik ve iktidarın tek bir elde toplanması üzerine kurulu olmuştur. Müslüman toplumlarda ise, Kur’an-ı Kerim yaşamı tanzim eden tek kaynak kabul edildiği için, ütopik düşünceye dair eserler dünyayı değiştirmeye yönelik değil, daha çok destekleyici ve hatta süslemeci anlatılar biçiminde oluşmuştur. Müslüman coğrafyasının ütopik düşünce içeren metinleri olarak; Farabi’nin (870-950) Medînetü’l-Fâzıla (Faziletli Şehir), İbn-i Tufeyl’in (1106-1186) Hayy Bin Yakzan ve Şeyh Sadi'nin (1193-1292) Bostan adlı eserleri kabul edilmektedir.

Doğulu toplumların ütopya üretememelerini Ünsal Oskay şöyle açıklamıştır: “Devlet bürokrasisinin egemen olduğu ve yönetici ile tapınağın monistik yapı oluşturduğu Doğu toplumlarında, verili toplumun değiştirilmesi olanaksızdır, olanaksızlaştırılmıştır. Gelecek tasarımı Doğulu toplumlarda, bu toplumların değişmezliği esas alan yapılarından kaynaklanan kültürleri gereği, görülmemektedir. Yaşanmakta olan tarihi dönemi eleştirebilmek için yapılabilen tek uslamlama da, hali hazır bozuk durumu, bozulma öncesi sağlıklı durumla karşılaştırmaktır. Bu toplumların kültürlerinde, yaşanan hayattan ve toplumdan daha iyisi, toplumum mevcut durumunun yitirilmiş eski günlerdeki durumuna döndürebilmeyi vaat eden Sadi’nin Bostan’ı gibi regressive (geri yönsemeci) ve moralist esaslı kitaplar görülebilmektedir. Platon’un Devlet’inde tasarlanabilen ile Sadi’nin Bostan’ında tasarlanabilenler, semantik açıdan, bir ve aynı şeylerdir. Moralist oluşunun nedeni ise, “Şark’taki tek özne olan hükümdarın” siyasal iradesinin ancak bu iradenin sahibi olan öznenin kendi moral anlayışındaki düzelme ile sınırlandırılabilecek oluşudur. Bu iradeyi sınırlandıracak bir dışsal iradenin dinde ve siyasal kültürde meşru sayılmamasıdır. Çoğulcu (monistik olmayan) bir siyasal yaşamın ve böyle bir toplumun hukukunun bulunmayışıdır. Bu nedenle, Doğu düşüncesinden ütopya yoktur. Moralist ve regressive düşünceler vardır. Distopyalar vardır.” (Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım)                                               

Klasik Dönem (m.ö. 5-4. yy) Yunanlı Heykeltıraşlar: Myron, Polykleitos, Praxiteles, Lysippos


Klasik dönem Yunanlı heykeltıraş, mükemmel olanı kalıcı forma dönüştürmek için mermeri yontar. Eylemin bir anına, hatta herhangi bir anına yönelir; koşarken, koşmaya başlarken, yayını çekerken, dinlenirken; düşerken ve savaşta yaralanıp ölürken. Birçoğunun esası değil, benzeri kalır günümüze. Yunan istenci erkek bedenini, kalıcı kılar yontuda çoğunlukla. (Yunan Heykel Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız)

Kontrapost

İlk kez Yunanlılar tarafından mermer yüzeyinde aranır. Vücut ağırlığının bir bacağa bindirildiği, diğer bacağın dizden hafifçe kırılarak serbest bırakıldığı duruş şeklidir Kontrapost. Duruş ile kalça, omuz ve baş hafifçe eğilir, yontuya hareket katılır. Kontrapostta amaç, devinim içinde sükûneti göstermektir. Karşıtlık içinde denge aranır;  yakalanan bir “an”ın dinginliği ile somuta gelmesi arzulanır Tin’in. 
The Discobolus - original bronze by Greek Myron, circa 450 BC, Roman copy - at the Vatican Museum
The Discobolus

Taklit ve İmgelem

M.S. 1. yüzyılda yaşamış Apollonios, yontu sanatı üzerinden taklit ve imgelem arasındaki ayrışmayı şöyle açıklar: “Zeki ve mahir sanatçı, taklit etmekten (mimesis) fazlasını yapar. Taklit etme, yalnızca görüneni betimlemekten ibaret iken; imgelem (fantazia), görünenin ötesine işaret eden ideal tasavvuru yansıtır. İmgelemlerinin izinde ve el becerisi (tekhne) ile mermeri kazır Praksiteles veya Polykleitos.”

Myron ve Discobolus
M.Ö. 470’li yıllara ait Myron’un “Disk Atan Atlet” (The Discobolus) heykeli, klasik dönemin en önemli yontusudur; orijinali olmasa da Roma dönemi tıpkısı günümüze kalır. Myron arkaik dönem heykeldeki statik duruşu; devinime geçirir ve “mükemmel daire” şemasının izinde, eylemin özgün bir anında yakalanacak denge ile güzelliği yansıtmak ister yontuya. Aslına en sadık Roma replikasında baş bölümü eksiktir; gövdenin duruşuna uygun bir ekleme yapılır ama konu tartışma yaratır; acaba Myron, atletin kafa bölümünü nasıl yontmuştur? Birçok kişiye göre baş öne değil; arkaya yani fırlattığı diske bakmaktadır. İki mükemmel daireyi iç içe vurgulayan beti için, esas yontuda başın arkaya dönük olması yüksek ihtimaldir.

The Discobolus - original bronze by Greek Myron, circa 450 BC, Roman copy - at the Terme Museum, Rome
The Discobolus
Diski tutan kol arkaya doğru uzanırken, diğer kol önde boşta sallanır; gövde seyirciye dönükken, bacaklar profilden görülür; bacaklardan biri ağırlığı taşırken, diğerine ağırlık binmez; sağ ayağın parmakları yukarı doğru kıvrılırken, diğerinde alta doğrudur. Discobolus, bugün anatomi bilgisi ışığında incelendiğinde, atletin hareket ve kas dağılımının gerçekçi olmadığı da görülür; amaç zaten gerçekliği aşmak isteyen ideal’in yontusunu yakalamaktır. Atlet disk atarken uyum, asimetri üzerinden yansıtır yontuya. Attika’lı Myron, tekrarı olmayacak zaman parçasının, lâhzanın kalıcı izini sürer.

The Discobulus - original bronze by Greek Myron, circa 450 BC - at the British Museum
The Discobolus

Kanon

İnsan bedeni ve örgenleri arasında, tıpkı doğadaki gibi sayısal düzen olduğu düşünüldü, kural (kanon) geliştirildi; araştırma yapıldı antik dünyada. Sanatçı, insanın temsili için kanonlar üretti doğru yâda yanlış. Kanon vasıtasıyla ayak ve el uzunluğu, baş yüksekliği, bel genişliği için oranlar geliştirildi; proporsiyon (beden formu) arandı. 

Polykleitos ve Doryphoros

Çoğunlukla atlet heykelleri yapar Argos’lu Polykleitos (M.Ö. 460-420). “Mızrak Taşıyan” (Doryphoros) adı eser en ünlü yontusudur; eserine “Kanon” adını verir. İdeal güzellik arayışını oran ve simetri üzerinden kurmaya çalışanlardan biridir Polykleitos, Kanon yontusunda yaptıklarını, kurallarını yine Kanon adını verdiği bir kitapta toplar ama metin günümüze ulaşmaz.
The Doryphoros - Greek bronze original by Polykleitos, circa 5th c. BC, Roman copy after
The Doryphoros

Pythagoras, dünyayı ve varlıklar âlemini sonlu ile sonsuzun ahengi olarak görür ve sayıları, evrensel ilke kabul eder. Sanat, soyutlama üretirken bile sayı ve oranların bileşimdir bu düşünceye göre. Güzellik, ancak sayı ve orantı ile oluşur görünen şeyde. Pythagorasçı felsefenin matematik ülküsünü, yontuda arar Polykleitos. Ona göre: “Bu âlemde sadece şekil kazanmış olan tanınabilir, her varlığın sayısal bir özü vardır.Doryphoros’ta ilk göze çarpan; uzuvların karşıt dengesidir. Sağ bacak gergin yere basarken, sol bacak gevşek ve geri çekilir; kollar ve bel özgün bir dengeyi yansıtır. Bu duruş (kontrapost) sonraki dönemlerde yontu sanatçılarına okul olur; Rönesanslı Donatello ve Michelangelo’nun "Davud" yontularında belirgindir, onlar da Polykleitos'un izini sürerler.


Praxiteles: Knidos Afrodit’i ve Olimpia Hermes’i

Praxiteles (M.Ö. 400-330), klasik dönem denildiğinde ilk akla gelenlerdendir; hiçbir eseri günümüze ulaşamaz, replikaları kalır. Atinalı heykeltıraşın en ünlü eseri; Knidos Afrodit’i heykelidir. Knidos haklı için yapılan ve tapı değeri ile antik şehrin gözbebeği olan eserin günümüze benzerleri kalır; Knidos Afrodit’i antik dünyadaki ilk çıplak kadın figürüdür. Yontuda Afrodit, bir eli giysisini tutarken; diğer eli vulva bölgesini kaparken yâda işaret ederken görünür. Knidos Afrodit’i hala, yapılmış en güzel heykeldir birçok kişiye göre.
The Aphrodite of Cnidus - orginal marble Greek sculptor Praxiteles, circa 4th c. BC, Roman copy after
The Aphrodite of Cnidus

Praxiteles’e atfedilen diğer bir ünlü eser, “Olimpia Hermesi” olarak da bilinen “Çocuk Dionysos’u Taşıyan Hermes” yontusudur.  “Praxiteles’in heykellerindeki insan gövdesi, doğadan ve ölümlülükten kurtulmuş, rüyayı ve ölümsüzlüğü simgeleyen mükemmel formun görselleştirilmesidir.” Nietzsche’ye göre. 

Olympia Hermes, Hermes and Child Dionysus - original by Praxiteles. Parian marble, height 2.15 m, Roman copy
The Olympia Hermes


Lysippos: Apoxyomenos ve Yorgun

Klasikten Helenistik döneme geçişin önemli heykeltıraşı Sikyon'lu Lysippos (M.Ö. 395-310), Apoxyomenos heykeli ile tanınır; kral İskender’in saray heykeltıraşı olarak çalışır. Yüzlerce heykel yaptığı söylenir kimi kaynaklarda, fakat hiçbiri günümüze ulaşmaz; yontularından Roma dönemi benzerleri kalır.
The Apoxyomenos - Roman statue copy, bronze original by attributed to Greek Lysippos, circa  320 BC
The Apoxyomenos
Lysippos, kendine has orantı dizgesi, kanon geliştirir; baş bölümünü daha küçük, gövdeyi daha ince yontar; böylelikle figürü daha uzun boylu gösterir. Baş ve örgenlerin hareket yönünü farklı vererek; anın içinde hareketi zıt yönlere taşır. Yontuyu gündelik ve patetik unsurlarla harmanlar Lysippos, vücut oranlarını 1/6 dan 1/8 ye çıkarır; objeyi daha göz alıcı, zarif kılmaya çalışır. Ona atfedilen Kral İskender portre yontusu; buğulu bakışları, arkaya doğru taralı saçları ile yansıtır Helenistik dönemi.
Busts of Alexander - original attributed to Greek Lysippos - at the Glyptothek Munich
Busts of Alexander
Eros ve Hermes üzerine bir dizi yontu da Lysippos’a atfedilir. Bunların içinde “Sandaletini bağlayan Hermes” yontusu; teknik yönüyle onun işçiliğini çağrıştırır. Yontunun atipik yanı; Hermes’in bakışının mekân dışını işaret etmesidir. Hermes belirsiz bir yere bakmakta, bir ses ve çağrı üzerine başını oraya çevirmektedir sanki.
Hermes Fastening his Sandal 

"İnsanları oldukları gibi değil, bana göründükleri gibi yontuya vermek istiyorum" der Lysippos ve devasa heykeller yapar; Yorgun Herkül (Farnese Hercules) yontusu gibi. Özgün eserin Roma replikası bugün Napoli’dedir ve boyu 3.15 metre dir. Yorgun Herkül, Klasik dönem mimetik sanatın dışındadır.
The Farnese Hercules - height 3.15 m, orginal attributed to Greek sculptor Lysippos, Roman copy
The Farnese Hercules

The Farnese Hercules - height 3.15 m, orginal  attributed to Greek sculptor Lysippos, Roman copy
The Farnese Hercules
Lysippos atlet yontularında yine de mimetik unsuru elden bırakmaz; hatta canlı erkek modellerle çalışır. Apoxyomenos, idman yaptıktan sonra vücudunu temizleyen bir atletin yontusudur. Atlet, sükûnet içinde elindeki striglis ile kendini temizlemektedir; kol ve ayak daha uzun, gövde ise incedir. Atletin öne doğru uzanan eli ile yontunun tüm cephelerine getirilen devinim, izleyiciye tüm açılardan izlenim olanağı verir.
The Apoxyomenos - Roman statue copy, bronze original by attributed to Greek Lysippos, circa  320 BC
The Apoxyomenos

Orestia Tragedyası: Agamemnon, Ölü Sunakları, Eumenidler


Oidipus'un Oğulları: Tebai’ye Karşı Yedi Kişi

Aiskhylos'un Tebai'ye Karşı Yedi Kişi tragedyası, Oedipus'un ölümünden sonra iki oğlu arasındaki iktidar mücadelesini anlatır. Argos’tan harekete geçen Polineikes askerleriyle birlikte kardeşi Eteokles’in kral olduğu Tebai şehrine yedi kapısından saldırır. Savaş anında iki kardeş yüz yüze gelir ve birbirlerini öldürürler. İki erkek kardeşinin cesedi ile baş başa kalır Oedipus’un kızı Antigone ve bu bir başka trajik unsuru ortaya çıkardır: aile ve devlet bağı. Böylece Oedipus'un babası Laios'un haddini aşıp tanrıların belirlediği kadere karşı gelmesi ve sonrasında tanrılar tarafından lanetlenmesi ile başlayan kötü baht; önce Oedipus’u sonrada onun çocuklarını yıkıma sürükler. Oedipus efsanesi, İbranilerden Greklere uzanan kaderine veya verilmiş olana karşı gelenin başına gelecek gazabın bir başka veçhesi gibidir. (Oedipus tragedyası hakkında bilgi için tıklayınız)

Orestia Üçlemesi

Sofokles eserlerinde trajik hali, kahramanlarının dahi anlayamadığı sınır duruma taşırken; Aiskhylos, Atinalı demokratların ve Polis yaşamının savunucusu olmuştu çoğunlukla metinlerinde. Aiskhylos en önemli eseri Orestia trilogyasını (Agamemnon, Adak Sunucuları, Eumenidler) M.Ö. 458’de yazmıştı. Eser Atina şehir devletinin oligarşiden demokrasiye geçtiği dönemde ortaya çıkar. Bu sebeple, antik Yunanı ve değişimi en iyi yansıtan tragedya, Orestia üçlemesi dir. Orestia’nın çatışma ekseni; şehir dışı göçmen kavimler ile (Yunanlılar kendilerinden ve yerleşik olmayanlara “Barbar” demiştir) şehir devleti (polis) yaşamı arasındaki gerginlik üzerine kuruludur. Oedipus söylencesine kıyas ile Orestia, hem antik hem de modern yaşam hakkında bize daha fazla bilgi ve sorgulama olanağı verir gibidir. Orestia Üçlemesi:
1-     Agamemnon
2-     Ölü Sunakları (Khoephoroi -Adak Taşıyanlar)
3-     Eumenidler (Hayırlı Tanrıçalar)

Troya (Truva) Savaşı: İlyada ve Odysseia

Troya efsanesi, arkaik Yunanlıların ataları kabul ettiği Akhalar’ı anlatır; fakat gerçekliğine dair kesinlik yoktur.  Homeros, İlyada ve Odysseia destanlarında anlatmıştır Troya Savaşı’nı. Efsanede Troya'lı Paris, Sparta Kralı Menelaos'un karısı Helen'i kaçırır; sonrasında Yunanlılar Troya kentine saldırır. İlyada Destanı, on yıl süren savaşın son dönemini anlatırken; Odysseia Destanı, kral Odysseus'un Troya savaşı sonrası vatanı İthaka'ya dönüş yolculuğunu konu edinir. Troya'nın mitolojik bir kent olduğu düşünülürken, 1870 yılında Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından başlatılan kazılar sonucu, Çanakkale Boğazı'nın güney sahillerinde, bugünkü Hisarlık tepesinde dokuz tabakadan oluşan çok eski bir ticaret şehri bulunur. M.Ö. 15. ile 12. yüzyıla arasına ait olan 6. tabakanın, Homeros’un anlattığı Troya Savaşı dönemine (M.Ö. 1180’li yıllar) ait olduğuna dair iddialar vardır.

Agamemnon’un Hikâyesi

Orestia tragedyası, babasının katili olan annesinden intikam alan Orestes’i anlatır. Üçlemenin ilk tragedyası Agamemnon Truva Savaşından Argos şehrine dönen Kral Agamemnon’un, karısı Klyteimnestra ve aşığı tarafından öldürülmesini anlatır. Efsaneye göre Agamemnon, Troya savaşını kazanabilmek için öz kızı İphigeneia’yı kurban etmiştir. Agamemnon savaşı kazanmak, kendi krallığını ve iktidarını sürdürmek için çok kan dökmüş; en sonunda kızını dahi kurban vermiştir ama suçsuz insanın kan döküldüğünde Erinys’ler (yer altı, intikam tanrıçaları) doğanın sesi olarak harekete geçecektir. İntikam tanrıçaları, kraliçe Klyteimnestra görünümüyle sahneye çıkar. Kraliçe gizli aşığı Aigisthos ile birlikte Troya zaferi sonrası şehre dönen kral Agamemnon’u sarayda öldürür. Kralın ölümünden sonra saraydaki değişim, Argos şehrine özgürlük ve huzur getirmez. 

Kasandıra’nın Laneti

Troya Savaşı’nı kazanan Agamemnon, esire olarak Troya Kralının kızı Kasandıra’yı Argos’a getirir. Kasandıra, güzelliği ile Helen’i kıskandıracak çekicilikte bir kadındır. Kasandıra, aynı zamanda geleceği işiten kulaklara sahip kâhindir. Kasandıra, Apollon kâhinlerindendir ama Apollon tarafından lanetlenmiştir. Kasandıra’nın laneti, geleceği görmesine rağmen kimsenin ona inanmamasıdır. Agamemnon iki büyük günah işler; savaşı kazanmak için kızı İphigeneia’yı kurban eder ve Kasandıra’yı ölüme sürükler. Agamemnon ve Klyteimnestra trajik figür değildir; ikisi de tutkularına, iktidar hırslarına yenilmiştir. Kasandıra’nın trajedisi, kâhin olmasına ve geleceği bilmesine rağmen kimsenin ona inanmamasıdır.

Ölü Sunakları (Adak Taşıyanlar - Khoephoroi)

Özgür Yunalılar içi kadın, doğaya bağımlılıktı çoğu zaman. Yunan idealizmi kadına olan bağımlılığı, doğa tabi olmak kabul ettiği için aşmak istemişti, homoseksüel aşk bir yanıyla bu isteğin izdüşümü oldu. Aiskhylos, Orestia tragedyasının ikinci oyunu Adak Sunucuları’nda dünyadaki felaketlerin nedeni olarak kadınları gösterir sanki. Koro, eylemleri yorumlamanın ötesinde yönlendirir eseri, ama aynı zamanda trajik unsur karşısında kararsız ve muğlaktır. Kötü günler, artık bitmiştir ama eskiden kalan suçlar, henüz cezasını bulmadığı için felaketlerin sonu gelmemektedir. Kısasa kısas adaleti, yeterli midir? Aradan yıllar geçse dahi tarih, geçmiş yâda doğa kan istemektedir. Ölü Sunakları’nda Orestes, sürgündeyken babasının katili olduğunu bilmediği annesinin adağını, kız kardeşi Elektra’dan öğrenir ve intikam için Argos’a geri döner. Anne, oğlunun öldürüldüğünü sanmaktadır ve onu tanımaz. Orestes, babasını intikamını alır ve annesini ve aşığını öldürür.

Eumenidler (Hayırlı Tanrıçalar)

Orestia üçlemesinin sonuncusu Eumenidler ile Orestes’in trajik konumu belirginleşir. Orestes, annesi kraliçe Klytaimnestra ve aşığı Aigisthos'u, kız kardeşi Elektra'nın yardımıyla öldürmüştür ama peşine takılan Erinys'lerden dolayı oradan oraya  sürüklenir, kaçmak zorunda kalır. Erinys’ler anne katili Orestes’en öç almak ve doğa hukukunu yerine getirmek isterler. Sonunda Orestes için mahkeme kurulur. Eğer şehir yaşamı, sözleşme hukuku ve devletin bekası doğru ise; Orestes, babasının intikamını almak için annesini öldürerek doğruyu yapmıştır.  Fakat doğa hukuku, arkaik inanç ve ailenin bekası doğru ise; Orestes, annesini öldürmüştür ve ana toprağına karşı suç işlemiştir, kanı ile bedelini ödemelidir. Mahkemen sonucu, trajik unsur daha da keskinleşir, oylar eşit çıkar! Orestes’in suçlu olup olmadığına karar verilemez. Devreye mahkemeyi kuran tanrıça Athena girer ve oyunu Orestes’ten yana kullanır; Orestes suçsuz bulunur ve serbest kalarak Argos şehrine döner. Karara uymak zorunda kalan Erinys’lerde yeraltı ve intikam tanrıçaları olmaktan çıkıp, Eumenidler’e yani Hayırlı Tanrıçalar’a dönüşürler.

Doğmamış Tanrıça Athena

"Bir kadın doğurmadı beni, o yüzden tüm benliğimle erkeğin  yanındayım. Hiç de umurumda değildir benim, kocasını öldürdüğü için öldürülen bir kadın " diyen Athena oy hakkını Orestes'in aklanması yönünde kullanır. Athena’nın kararı, Yunan dünyasındaki dönüşümü gösterir; Atina yaşamında toprak ve doğa hukuku değil, seçkin demokratlarla gelen eko-politik belirleyicidir artık. Yunan şehir devletlerinin koruyucusu ve zafer tanrıçası Athena doğmamış tanrıçadır; Zeus’un başından çıkmıştır ve kadından doğmadığı için doğadan bağımsızlığın sembolü olmuştur. Athena, arkaik ana tanrıça inancına ve doğa hukukuna karşı, şehir düzeninin tanrıçasıdır. Athena hem aklı temsil eder hem de geldiğinde ahlakı, doğruyu hiçe sayar; şartlarına göre hareket eden yalancı, bezirgân Yunan insanına yol gösterir. 

Geçmişin Trajik Etkisi

Erinysler arkaik olanı, ana toprağını, doğa hukuku ve kan ile kısasa kısası isterken; karşısında yerleşik hayat ve köle ekonomisi ile sözleşme hukukunu savunan Demokratlar vardır. Orestia’nın yazıldığı dönem, Atina’da altın çağ olarak anılan Komutan Perikles dönemidir. Atina’da demokratik diktatörlük kuran Perikles sözleşme hukukunu, doğal hukuktan üstün tutar. Arkaik insanın kozmolojik bütünlüğünden kopuşu, sınıf tabanlı kent düzenin özgür olmayan insanlardaki yıkımı, buna rağmen sönmeyen ve hala geçmişten gelen doğal enerjisi; bilinmeyen güçler biçiminde Atinalı özgürleri, demokratları endişelendirmiştir. Orestia üçlemesi ile antik Yunan dünyasında en yüksek noktaya ulaşan tragedya, Sokrates ve Platon etkisindeki logos merkezli düşünce ile son bulur. İlerleyen dönemde trajik olanı değil, komediyi ortaya çıkarır yazarlar. Orestia üçlemesinin sonunda doğal hukuk, sözleşme hukuku ile aşılır. Şehir devletinin bekası için gerekir ise, anne öldürülmelidir; Atina demokrasisi bunu gerektirir. Şehir yaşamı ile soy bağı, kan bağı aşılır; arkaik-ilkel ve komünal olanın üstü kapatılır, bu medeniyet kafesini kuranlar ise çalışmayan toprak sahibi erkek (demos) Atina vatandaşlarıdır.


Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta