ütopya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ütopya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Doğu’nun Ütopyası


Uygarlığın ilk şartı kanun koyucunun, kendi koydu kanuna uyması olmuştur. Yasaya tabi olmadan, uygar olunamaz. Avrupa tarihinde iktidarın ilk paylaşımı, 1215 yılında Magna Carta ile İngiltere’de gerçekleşmiş ve kral bazı yetkilerinden feragat etmeyi, kanunlara uymayı ve hukukun üstünlüğünü kabul etmiştir. Batı kültürünün ilerlemeci ve seküler dünya görüşü üzerine inşa ettiği ütopik düşünce, Doğu toplumlarında yok denecek kadar az görülmüştür. Doğu toplumları, çoğunlukla değişmezlik ve iktidarın tek bir elde toplanması üzerine kurulu olmuştur. Müslüman toplumlarda ise, Kur’an-ı Kerim yaşamı tanzim eden tek kaynak kabul edildiği için, ütopik düşünceye dair eserler dünyayı değiştirmeye yönelik değil, daha çok destekleyici ve hatta süslemeci anlatılar biçiminde oluşmuştur. Müslüman coğrafyasının ütopik düşünce içeren metinleri olarak; Farabi’nin (870-950) Medînetü’l-Fâzıla (Faziletli Şehir), İbn-i Tufeyl’in (1106-1186) Hayy Bin Yakzan ve Şeyh Sadi'nin (1193-1292) Bostan adlı eserleri kabul edilmektedir.

Doğulu toplumların ütopya üretememelerini Ünsal Oskay şöyle açıklamıştır: “Devlet bürokrasisinin egemen olduğu ve yönetici ile tapınağın monistik yapı oluşturduğu Doğu toplumlarında, verili toplumun değiştirilmesi olanaksızdır, olanaksızlaştırılmıştır. Gelecek tasarımı Doğulu toplumlarda, bu toplumların değişmezliği esas alan yapılarından kaynaklanan kültürleri gereği, görülmemektedir. Yaşanmakta olan tarihi dönemi eleştirebilmek için yapılabilen tek uslamlama da, hali hazır bozuk durumu, bozulma öncesi sağlıklı durumla karşılaştırmaktır. Bu toplumların kültürlerinde, yaşanan hayattan ve toplumdan daha iyisi, toplumum mevcut durumunun yitirilmiş eski günlerdeki durumuna döndürebilmeyi vaat eden Sadi’nin Bostan’ı gibi regressive (geri yönsemeci) ve moralist esaslı kitaplar görülebilmektedir. Platon’un Devlet’inde tasarlanabilen ile Sadi’nin Bostan’ında tasarlanabilenler, semantik açıdan, bir ve aynı şeylerdir. Moralist oluşunun nedeni ise, “Şark’taki tek özne olan hükümdarın” siyasal iradesinin ancak bu iradenin sahibi olan öznenin kendi moral anlayışındaki düzelme ile sınırlandırılabilecek oluşudur. Bu iradeyi sınırlandıracak bir dışsal iradenin dinde ve siyasal kültürde meşru sayılmamasıdır. Çoğulcu (monistik olmayan) bir siyasal yaşamın ve böyle bir toplumun hukukunun bulunmayışıdır. Bu nedenle, Doğu düşüncesinden ütopya yoktur. Moralist ve regressive düşünceler vardır. Distopyalar vardır.” (Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım)                                               

Cinselliğin Kontrolü ve Totaliter Yapı


Çocuk,  Oidipal Travma, Beş Duyu  ve Dürtü

Dil öncesi bebek, sadece anne ile ilişki yaşar. Dünyayı kendi bütünlüğü ile duyumsayan bebek, memeden kesilme ve tuvalet terbiyesi öncesi sadece anneye yönelmek ister. Baba, ancak memeden kesilme ve tuvalet terbiyesi ile çocuğun yaşamına gerçeklik olarak girer. Çocuk için babanın varlığının anlaşılması, annesi ile arasında bir başka insanının var olduğunu öğrenmesi, dil sembolizasyonu ve pratiği ile gerçekleşir. Oidipal travma, bebeğinin sadece kendisine ait olduğunu sandığı annesinin yaşamında, bir başka erkeğin ve fenomenler dünyasının olduğunu öğrenmesidir. Dil, öğrenme ve oidipal travma sonrasında artık çocuk, anne ile bir bütün olmadığını kabullenmek ve karşılaştığı fenomenler ile büyümek zorundadır. 

İnsan, bebeklik döneminde annesi ile yaşadığı “beş duyu” organını içine alan bütünlüklü ilişkisinin benzerini tüm yaşamı boyunca arzular. İnsanın beş duyu ile bebeklikte yaşanmış “geçmiş” ilişkiyi, yeniden kurgulamak veya gerçekleştirmek arzusuna çoğunlukla “aşk” denmiştir. Çocukluk döneminde yaşanan yasaklamalar ve eğitim sonucunda içgüdüler farklılaşır ve çeşitli dürtüsel nesne seçimleri gelişir. Yasaklama ve engelleme olmadıkça, içgüdülerin kılık değiştirmesi olan dürtüsel zenginlik ve arzular oluşmaz, hayal ve imajinasyon ortaya çıkmaz. Arzu, yasaklara karşı oluşur.


Cinselliğin Kontrolü ve Eğitim

Ütopya “cinsel yaşam nasıl olacak ve kontrol edilecek?” sorusuna cevap aradığı için, aslında bir başka cinsel yaşamın yeniden inşasını hedefler. Platon, “Devlet” adlı eserinde devletin ve yurttaşlığın devamlılığı adına tek eşli cinselliği savunur. Birçok ütopik metinde, eğitim ile birlikte sistemin devamlılığının sağlanması için cinsel yaşamın düzenlenmesi gerektiği düşünülmüştür. Amaçlanan hedef doğrultusunda eğitim, gençlerin ve bireylerin gelişimi için sıkı biçimde denetlenir. Çocuk, erken yaşta ailesinden alınarak kamusal fayda ve amaçlar doğrultusunda beden ve zihin eğitimine tabi tutulur. Cinsellik, sadece üreme eylemi olarak kabul etmiştir.

Ütopyalar için kitlelerin zihnini kontrol etmek, bedeni kontrol altına almaktan geçtiği için farklı cinsel kimlikler sağlıksız olarak tanımlanır veya yasaklanır. Bunun yanında post-modern ütopyalar ile birlikte cinsellik, yaşamın yeniden düzenlenmesi için temel sorunsal olmuştur. 1960’lı yıllardan itibaren üretilen bazı ütopik metinler, örneğin Mülksüzler, insanların cinsel kimliğini ve yaşama biçimlerini regüle etmeyi amaçlamaz, kapsayıcıdırlar.

Tasvir, Tatmin ve Totaliter

Ütopya hedeflediği “ideal yaşam” kurgusunu anlaşılır kılmak için çeşitli tasvirler kullanmak zorundadır. Tasvirler aracılığı ile ihtiyaç ve imge arayışlarımıza cevap verir. Özellikle modern ütopyalar için tasvir, eko-politik dünyayı algılamak ve dönüştürmek için proje anlatısına dönüşmüştür. Ütopya metinleri varoluşçudur, ontik olana karşı verilen bir mücadeledir. Ütopya, ontik yoksunluk içindeki insanların, yaşamı ve gündelik hayatı anlamlandırma ihtiyacının tatmin edilmesidir. Tüm ütopyalar, dürtüsel bir heyecan ve tatmin ihtiyacının sonucunda hayal edilir.

Ütopya için gerekli ilk şey, özgürlükten vazgeçmektir. Alt ve üst yapı düzenlemeleriyle bireyin tek tipleştirilmesi amaçlanır. Ütopyalar dünyasında her şey, her şeye bağlıdır. Yaşlılara, sakatlara, psikozlulara ve en nihayetinde farklı olan insanlara ve de yaşama biçimlerine yer yoktur. Ütopya dünyayı topyekûn değiştirme arzusuyla hareket ettiği, gerçekliği tamamlamayı amaçladığı ve devamlılığı hedeflediği için aynı zamanda totaliterdir.

Sosyalist Ütopyacılar ve Paris Komünü


Ulus ve Millet

Ulus kavramı, Fransız İhtilali sonrası etkisini gösteren “nation” (doğmuş olunan yer) kelimesine dayanmaktadır. Ulus kavramına göre nerede doğdu iseniz, o toprağın vatandaşsınızdır. Ulus, doğduğu toprakların vatandaşı olan tüm halkları kapsamaktadır ama herhangi bir  "ulus devlet" içinde farklı etnik yapıların olması sebebiyle bu kavram, her zaman politik ve ekonomik sorunlar yaratmıştır. Millet kavramı ise, daha çok dini kökenleri tanımlar. Ulus, yurt ortaklığı üzerine kurulu iken; millet, din ortaklığı üzerinden insanları bütünleştirmeyi amaçlar.

Ulus-devlet yaratma projesi, kısmi bir ütopyadır. Ulus kavramı, hayali olarak yaratılır (imajinasyon) ve gerçeklik ile bağlantılı kılınıp, ütopya yapılmaya çalışılır. Ulus-devlet projeleri çoğunlukla; geçmişteki parlak bir zamana (Altın Çağ) dair özlemi ve kutsallığı hedef alır. Ulusların kurguladığı altın çağ, büyük oranda destanlara ve mitlere dayanmaktadır. Bu arkaik tarih ve türeyiş anlatıları içinde kısmi gerçeklik zemini olsa da çoğunlukla mitlere dayanır.

Yeni Kıtadaki Sosyalist Ütopyacılar

19. yüzyılda yaşanan ekonomik ve teknik gelişmeler, insanları ütopik yaşam alanları üretmeye sevk etmişti. Bu dönem içinde Robert Owen, Joseph Proudhon, Henri de Saint-Simon’un düşüncelerinden etkilenmiş olan sosyalist ütopyacılar, İngiltere'de ve yeni kıta Amerika’da eyleme geçtiler. Ve Amerika’da şehirler kurdular. Monogamik evliliği kaldırdılar, komün ekonomisi pratiklerini belli oranda gerçekleştirdiler. Sosyalist ütopyacılar, hedeflerini gerçekleştirmek için Amerikan yerli halkına soykırım dahi uyguladılar. Bu ütopya şehirleri, yaklaşık yüzyıla yakın varlıklarını sürdürmelerine rağmen zaman içinde yeterliliklerini kaybedip, Amerika’nın yeni oluşan eko-politik düzenine dahil oldular ve amaçlarına ulaşmadılar.

1871 Paris Komünü ve Gerçekleşmiş Ütopya

Paris Komünü, 1871 yılının bahar aylarında gerçekleşmiş ve 70 gün sürmüştür. Fransa’da 3. Napolyon cumhurbaşkanı seçilir ve Prusya’ya savaş açar. Prusya’nın başında, kutsal Roma-Germen imparatorluğunu yeniden kurmayı isteyen Bismarck vardır. Fransa savaşı kaybeder ve Prusya askerleri Paris’i işgal eder. 3. Napolyon şehri terk eder ve yeni hükümet (Ulusal Meclis) kurulur. Yeni Fransız hükümeti, Paris’in teslim olmasına karar verir ama Paris halkı, bu işgali kabul etmez. Paris halkı, tarihte görülmedik biçimde birleşir ve “Ulusal Muhafızlar” birliğini oluşturur. İşçiler ile milisler bir araya gelir, barikatlar kurulur. Paris halkı, Prusya birliklerine karşı altı ay boyunca direnir. Halkın direnişi sonucu, Prusya ordusu ilerleyemez. Halk yeni hükümeti kabul etmeyip, kendi komün hükümetini ve halk komitesini kurar. Ve şehir yaşamı yeniden düzenlenir.

Paris Komünü, 1871 baharı boyunca iki aydan fazla iktidarda kalmış “halk yönetimi” olmuştur. Çoğunluk sistemi ile doğrudan seçimler yapılmış, yöneticiler seçilmiş, işçiler üretim kararlarını ortak almış ve üretim araçları kamusallaştırılmıştır. Paris Komünü karşısında çaresiz kalan Versailles’daki Fransız hükümeti, Prusya devleti ile anlaşır ve ellerindeki 130 bin esir Fransız askerini geri alır. Hükümet bu askerleri, iç savaşta halinde olduğu Paris Komünü’nü yıkmak için kullanılır. Paris’e giren Hükümet askerleri ile Komün milisleri savaşır. “Kanlı Hafta” olarak anılan günlerde, sayı ve silah olarak Ulusal Meclis ordusu karşında zayıf olan Paris Komünü yenilir. Paris Komünü direnişi sırasında idamlarla birlikte yaklaşık 50 bin insan öldürülür. Paris Komünü, kısa süreli de olsa gerçekleşmiş ütopyadır.

Güneş Ülkesi ve Yeni Atlantis


Ütopya - Thomas More

Thomas More, İngiltere Kralı 8. Henry’nin önemli diplomatlarından biriydi ve kraliyet danışmanlığına kadar yükselmişti. Kral Henry, erkek çocuk sahibi olmak için yeniden evlenmek istemiş ama Katolik inanç ve Papalık buna karşı çıkmıştı. Bunun üzerine tarihte ilk kez bir kral, Katolik kilise ile bağlarını koparıp kendi ulusal kilisesini (Anglikan) kurdu. Thomas More ise Katolik teokrasiye ve Papa’ya olan bağlılığından vazgeçmeyip, Kral Henry’e olan bağlılık yeminini reddetti. Sonrasında ölüm cezasına çarptırıldı ve idam edildi. (1535) Henry’in ölümünün ardından yaşanan Protestan-Katolik çatışmasına dayalı iç savaşların sonrasında, tahta kızı 1. Elizabeth geçti.

Coğrafi keşifler, Rönesans hareketi ve Protestan teoloji ile modern dünyanın oluşumuna tanıklık eden Thomas More, “Ütopya adlı eserinde düşündüğü ideal yaşam biçimini anlatmıştır. (1516) Eser bir taraftan yaşamı tümden düzenleyen bir proje, bir yandan da edebi anlatı olarak fantazi ve hiciv içermektedir. Ütopya ülkesi, “ada” coğrafyası üzerine kurmuştur. Bütünlük ve fiziksel hâkimiyet amacı ile kurgulanan hayali ada coğrafyası, kendinden sonraki benzer ütopik metinleri de etkilemiştir. More’un ütopya adası aynı zamanda bürokratı olduğu dönemin İngiltere’sinin eleştirisidir. Thomas More, Platon’un “filozof-bilge yöneticileri” gibi liyakat sahibi insanların yönetimini savunmuştur. Ona göre toplumsal sorunların kökeni, özel mülkiyet idi. Tahayyül ettiği ütopya toplumunda parayı kaldırmıştır. Paranın yerini, emek makbuzları ve çalışma belgeleri alır. Bu yöntem ile eşitlikçi emek dönüşümünü öngörür. Fakat anlatıdaki biçimi ile paranın kaldırılması, özel mülkiyet sorununa gerçek bir çözüm getirmez. More’un geliştirdiği ekonomik-politik temsil, bugün için sadece fantazidir.

 

Güneş Ülkesi - Tommaso Campanella

Tommaso Campanella, arzuladığı yaşam biçimini “Güneş Ülkesi” (Civitas Solis) adlı eserinde anlatmıştır. (1602) Güneş Ülkesi’ndeki temel düşünce, “manastır” yaşamının fiziksel olarak genişlemesine dayanır. Campanella, farklı sosyal sınıf ve toplulukların fiziksel olarak merkezinde yer alan manastırın, merkezden çevreye doğru yayılmasını ve insanları sosyal ortaklık içinde bütünleştirmesini hedeflemiştir. Güneş Ülkesi, gelişmekte olan modern dünya yaşamına karşıt olarak geçmişe dönük (pastoral) ve Hıristiyani yaşamı savunur.

Güneş Ülkesi, Güney Denizi’nde yer alan ve yedi bölgeden oluşan bir ülkedir. Ülkenin başında Metafizikus (Hoh, Sol) adında dini bir lider bulunmaktadır. Güneş Ülkesi’ni en bilge kişi yönetmektedir ve Metafizikus bilgeliği nedeni ile seçilmiştir. Kendisinden daha bilge bir kişi çıkana kadar Metafizikus, kesin yetkilerle tüm ülke yaşamını tanzim etmektedir. Metafizikus’un kendisine yardımcı üç rahip yöneticisi Pon (güç),  Sin (bilgelik) ve  Mor (sevgi) vardır. Bu üç yönetici, askerlik, eğitim ve cinsellik üzerinden Güneş Ülkesi halkının yaşamını düzenler. Campenella anlatısında, More’dan çok daha fazla Platon’a bağlıdır. Güneş Ülkesi’nde aile, kurum olarak aşılmıştır. Campenella, aileye karşıdır. Kadın-erkek ve çocuk, aile ekonomisi için değil; toplumun genel refahı ve üretimi için var olmalıdır. Güneş Ülkesi’nde üretim ve paylaşım eşitliği olsa da, sınıfsal farklılıklar ortadan kaldırılsa da, tüm insanlar devletin sıkı kontrolü altındadır.

Paraguay Güneş Ülkesi

Campanella'nın ütopya metni, Platon ve More'a göre daha önemli pratik etkiler göstermiştir. Hatta Campenella, yaşadığı dönemin kötü yaşam koşularına tepki olarak Kalabriye Ayaklanması ile ütopyasını gerçekleştirmek istemiş, fakat başarılı olamamıştır. Campanella'nın ölümünün ardından “Güneş Ülkesi” eserinden etkilemiş Cizvit papazları, onun hayalini 1650’li yıllarda Paraguay'da gerçekleştirdiler. Cizvit papazları, Paraguay yerlilerini Güneş Ülkesi’ndeki anlatıya göre uygun biçimde örgütlediler. Bu ütopya pratiğinde Paraguay ülkesi, otuz bölgeye ayrıldı ve bölgeler, Cizvit papazları tarafından yönetildi. Tanrı, tek mülk sahibi idi ama topraktan elde edilen üretim tüm halkın idi. Çocukların eğitimine Cizvit teolojisi ile yön verildi. Ve düzenin devamlılığı için çocuklar, toplumun kabul edildi. 1760’lı yıllara gelindiğinde yaşanılan deneyimin huzur verici ortamı ile yakın bölgelerden Paraguay’a göçler gerçekleşti ve Güneş Ülkesi’nin nüfusu hızla arttı. Paraguay Güneş Ülkesi, uzun yıllar devam eden ütopya deneyimi oldu. Sonrasında Cizvit hareketi ve yeni yaşam deneyiminin çıkarlarına ters gittiğini gören İspanyollar, Cizvitleri bölgede asimile ettiler. Bir süre daha kendi yapılarını sürdürmeye çalışan Paraguay yerlileri, kolonileştirme hareketi karşısında çok fazla direnemedi ve böylece Campenella’nın Hıristiyani ütopya pratiği son buldu.

Yeni Atlantis - Francis Bacon

Rönesans hareketinin önemli düşünürlerinden Francis Bacon, tahayyül ettiği ideal yaşamı "Yeni Atlantis” (Nova Atlantis) ile anlatmıştır. (1624) Bilimin ve deneyin öncülüğüne inanan Bacon, ancak doğanın olanakları ile uyumlu bir yaşamın uygulanması halinde, “İnsan Krallığı”nın kurulacağını belirtmiştir. Ona göre skolastik felsefe ile özünden saptırılmış Aristoteles düşüncesinin temeli olan “Organum” yeniden kurulmalıydı. Tanrının inayetini bilim ve deney pratiğine yansıttığı zaman insan, cennetti yeryüzünde kuracaktı.

Yeni Atlantis, bir grup gezginci tüccarın yaptığı deniz yolculuğunu anlatır. Yolculuk sırasında aksilikler ile karşılan gezginler, Pasifik Denizi’nde hiç bilinmeyen bir adaya sığınmak zorunda kalır. Adaya ayak basan gezginler, daha önce hiç bilmedikleri bir bilim ve inanç dünyası ile karşılaşırlar. Adanın ismi Bensalem’dir. Bacon’a göre Bensalem, gelecekte kurulması gereken ideal yaşam dünyasıdır. Bilimsel eylemin gerekliliğine inanan Bacon, aynı zamanda geleceğin ideal düzenini evrensel Hıristiyanlık kapsamında düşünür. Adadaki yaşamın örnek teşkil ettiği bilimsel pratik ile Skolastik düşünce aşılmalıdır. Tanrı, Bensalem halkının doğaya uyumunun ana kaynağıdır. Bensalem halkı için doğayı bilmek ve Tanrı’nın inayetini bulmak bir ve aynı şeydir. Ada halkının bilim ve deney merkezi, yaşamı yönlendiren Süleyman’ın Evi’dir. Bu ev, ada halkının doğa araştırmalarını ve bilgisini geliştirmek için kurulmuştur. Evde bulunan deney koşulları ile halk, doğa bilgisini artırmakta ve yaşamlarını kolaylaştırıcı bir takım teknikler ve makineler üretmektedirler. Bacon’un Yeni Atlantis ütopyası bilginin, deneyin ve faydanın toplumun her kesimiyle paylaşıldığı bir yaşamı öngörür.

Sokrat, Platon ve Devlet


Sokrat Öncesi Yunan ve Platon

Sokrat öncesi Arkaik Yunan insanı için yaşam, geçmiş ya da gelecek değil, şimdinin deneyimi idi. Yaşadığı anının deneyimleri ile bütünleşen ve onları kendi bedeni karşısında nesne olarak görmeyen Yunan insanı, bugünkü anlamda özne olmamıştı. Sokrat sonrasında ise, Yunan insanı özellikle Platon’un idealist düşüncesinin etkisiyle değişime uğradı, gerçeklik ile ilişkisini düşünce ve onun tasvirleri üzerinden kurmaya başladı. Geç dönem Yunan kültüründe ortaya çıkan bu idealizasyon ile insan, beden-imge bölünmesi içinde ontik bütünlüğünü kaybetti.

Platon, yeryüzü fenomenlerinin form olarak “idealar dünyası”nın eksiltili birer yansıması olduğunu söylemişti. İdealar öğretisi’ne göre gerçeklik, nesnel veya öznel, idealardan doğan ve yansıyan eksik izdüşümlerdir. Platon’a göre doğayı (physis) oluşturan her şey, görünür veya hissedilir olmaklığı içinde neşet ettiği idealara doğru varoluşlarını tamamlamak amacıyla hareket etmektedir. Platon, “Devlet” adlı kitabında ideal bir toplum yönetimzinin ve devletin yapısının nasıl olması gerektiğini anlatmıştır. Sınıflı toplum yapısı içindeki insanların, “yurttaşlık bilinci” ile ideal devlet yönetimi altında bütünleşeceğini ileri sürmüştür. İdealar öğretisinin öngördüğü gerçekliğin, hakikat karşısında eksik olması; ütopik düşüncenin güncel ve gelecek üzerine projeler geliştirmesine temel kaynak olmuştur.

Antik Yunan, Polis, Demos, Köle

Arkaik dönem ile birlikte M.Ö. 800’lerden başlayıp, M.Ö. 300’lere kadar devam eden Yunan medeniyeti, siyası ve ekonomik olarak büyük ölçüde bağımsız site devletlerinden oluşmuştu. Yunan medeniyetinden günümüze kalan eserlerin büyük çoğunluğu, Atina ve çevresine dayandığı için genellemelerin ve tartışmaların ana kaynağı, Atina şehir devleti (polis) olmuştur. Atina şehri, “doğrudan demokrasi”nin tarihte etkin olarak uygulandığı ilk yer olarak kabul edilmiştir.

Yunanlılar zaman içinde Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz kıyılarını kolonize ederek verimli topraklara ve ticaret ağına sahip oldular. M.Ö. 5. yüzyıl, Attika topraklarının en verimli dönemi oldu ve tarihte “altın çağ” olarak anıldı. Atina demokrasisi, sadece “demos” adı verilen özgür erkeklerin (yurttaş) oluşturduğu bir yönetim biçimi idi. Demos, çalışmayan ve köle sahibi olarak toprak üzerinden “artık birikimi tüken” sınıf idi. Bu bağlamda, antik Yunan dünyasında özgür olmanın birinci şartı, çalışmamaktı. Kölelerin, kadınların ve Atina’lı olmayan insanların, Polis adı verilen şehir devletinin demokratik yapısında şehri yönetme, yurttaşlık ve oy hakkı yoktu. Atina'da nüfusun yaklaşık beşte dördü; köle, kadın, yabancılar ve çocuklardan oluşuyordu. Demos’un oluşturduğu halk meclisi (Ekklesia) toplam nüfusun %10’u civarındaydı.

Demos, topraktan ve temel ihtiyaçlardan bağımsızlaşmış “serbest zaman faaliyeti” içindeki erkekler topluluğu idi. Şehir devletlerinin özellikle Atina’nın gelişimini sağlayan temel etken, kölelerin beden gücünün “verimli” kullanılması idi. Köleler çoğunlukla dış bölgelerden, kolonilerden getirilmişti. Antik Yunan’daki özgür insanının temel özelliği, kölenin yaptığı biyolojik-yaşamsal gereklilik için çalışmaktan özgürleşip, serbest zamanını kendisi ve polis için kullanmasıydı. Antik Yunan insanı, böylelikle doğayı ve doğasını aşmak amacıyla eyleme geçmiş, tarihe kalıcı izler bırakabilmek adına politikaya, felsefe ve sanata yönelmişti. Modern dünyadaki siyaset ve demokrasi tartışmalarının referans noktası olarak kabul edilen Atina demokrasisi, demos olmayanları yok saydığı, değersiz kabul ettiği ve öteki olmaya tabi kıldığı için aslında totaliter bir yapılanma idi.

Meritokrasi: Liyakat Sistemi

Devlet yönetiminin bireysel özellikleri gelişmiş ve yetenekli kişilerin elinde olmasını savunan Meritokrasi, liyakat esasına dayanır. Likayat esası, ilk olarak Platon’un “Devlet” adlı eserinde detaylandırılmıştır. Platon, kurguladığı ideal devlet düzeninde yönetici kadroların meritokrasi ile oluşturulması gerektiğini savunmuştur; ona göre iyi devlet yönetimi için, yeteneğini ve bilgi birikimini ispatlamış insanların kamu yöneticiliği yapması zorludur. Ve devletin en üst noktasında yönetimi liyakat ile elde etmiş “bilge-filozof krallar” bulunmalıdır. Diğer yandan meritokrasi düşüncesi, aslında açık olarak seçkincidir. Ekonomik ve siyasal birikimi yüksek aile bireylerinin eğitim ve gelişim olanağının daha fazla olacağı düşünülür ise, “meritokratik sistem” içerisinde toplumun diğer kesimlerindeki gençlerin-bireylerin kabiliyetlerini ortaya çıkarma imkânları çok azdır. Bu sebep ile meritokrasi, zaman içinde kendisinden beklenen radikal demokrasiyi değil, oligarşik yapıları doğurmuştur.

Ütopyalarda Mülkiyet ve Emek

Platon’dan başlayarak ideal devlet amacı ile kurgulanan ütopyaların temel hedefi, özel mülkiyet sorunu olmuştur. Platon, “Devlet” adlı eserinde özel mülkiyeti, sadece yönetici sınıfa yasaklamıştır. Ona göre ideal yönetim için yönetici, kamu mülkiyeti dışına çıkmamalıdır. More, özel mülkiyetin temel sorun olduğunu düşünmüş ve eşitlik için özel mülkiyeti tüm vatandaşlara yasaklamıştır. Campanella’nın ütopik anlatısında da özel mülkiyet kaldırılmıştır. Devlet mülkiyetini temel alan bir yaşam kurgulaması nedeniyle klasik ütopyalar, açıkça totaliter anlatılardır.

Ütopyaların yöneldiği bir diğer çözüm projesi, emek ve çalışma süresi koşullarının iyileştirilmesidir. İnsanın “serbest zaman” faaliyetleri sorununa cevap vermek, ütopyacı düşüncenin temel dinamiklerinden biridir. Platon’un ideal devletinde sekiz saat, More’un anlatısında altı saat ve Campanella’nın hayalinde dört saat olan günlük çalışma süresi; keyifli bir yaşam için yeterlidir. Birçok ütopyada çalışma süresinin düzenlenmesi ile birlikte tembellik, suç olarak tanımlanmıştır. Modernite ve çalışma koşulları, ütopya metinlerini özel mülkiyet ve emek sorununu çözmeye yönlendirmiştir. Liberal ekonominin çözümsüz kaldığı emeğin doğası ve verimliliği, serbest zaman ve tam istihdam gibi konular modern ütopya ve distopyalarda çözüme kavuşturulur ya da çözümsüzdür.

Ütopyanın Tanımı ve Temelleri, Klasik Ütopyalar ve Modern Distopyalar



Kelime Olarak “Utopia”

Utopia kelimesinin kökeni, eski Yunanca’daki outopos (oυτοποσ) ve eutopos (ευτοποσ) kelimelerine dayanmaktadır. Outopos, olmayan yer anlamına gelirken; eutopos, güzel yer demektir. Bu iki kelimenin birleşimi sonucunda utopia, “hem güzel, hem de olmayan yer” anlamına gelir. Utopia kelimesini ilk olarak aynı adı taşıyan eseri ile Thomas More kullanmıştır. Ütopya düşüncesinin temel referansı, Platon’un “Devlet” (Politeia) adlı kitabıdır. 20. Yüzyıl ütopyaları ise, modern dünyanın sorunları neticesinde anti-ütopya (distopya) metinleri biçiminde ortaya çıkmıştır. Kısaca ütopya, bugün “var olmayan” ama gelecekte gerçekleşmesi arzu edilen “güzel” yerdir.

Klasik ve modern ütopyalar, edebiyat türü olarak metinlerarası özellikleri ile felsefeden teknolojiye, mitolojiden psikanalize kadar birçok farklı kaynaktan beslenir. Ütopya metinleri, yazıldıkları dönemin tarihselliği içinde gerçeklik ile bağlantılı iken; geleceğe dair arzuları ve beklentileri karşılamaya çalıştığı için fantazi, edebiyat ve kurgu ile iç içedir. Ütopya bugüne dair söylediği ile politik, geleceğe dair söylediği ile fantastik unsurlar içerir.

Klasik Ütopyalar:

Devlet - Platon
Ütopya - Thomas More
Güneş Ülkesi - Tommaso Campanella
Yeni Atlantis - Francis Bacon

Bazı Modern Ütopyalar/Distopyalar:
Biz - Yevgeniy İvanoviç Zamyatin
Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley
1984 - George Orwell
Fahrenheit 451 - Ray Bradbury
Damızlık Kızın Öyküsü - Margaret Atwood
Dişi AdamJoanna Russ
Zamanın Kıyısındaki KadınMarge Piercy
Ekotopya - Ernest Callenbach
Matrix Avcısı (Neuromancer) - William Gibson
TritonSamuel R. Delany
Mülksüzler - Ursula K. Le Guin

Ütopyanın Temelleri

Ütopya, yaşamı düzenlemeyi amaçlayan projedir. Ulaşılabilir en iyi yaşam sistemini kurup, onu düzenli ve değişmez kılmayı hedefler. Ütopya yeni bir toplumsal yapı için, var olan yaşamı tümden değiştirmeyi arzular. Öncelikli hedef, devletin yönetim araçlarını şekillendirmektir. Ütopya, kurguladığı yeni düzenin pratiği ve daha da önemlisi devamlılığı için; ekonomi, aile, cinsel yaşam ve eğitim alanında bir dizi uygulamalar geliştirmek zorundadır.

Ütopyaları cazip kılan, insanın gündelik ihtiyaçlarına, gelecek zaman kipi içinde çerçevelendirilmiş çözümler sunmasıdır. Ütopyacı hareket, ister tahayyül ister eylem sürecinde olsun, geliştiği koşulların sorunlarını çözecek tatmin arayışları ile güdülenmiştir. Bazen eko-politik, bazen de fantazi yolu ile insani dürtüleri harekete geçirmeyi amaçlar. Sunduğu çözümler gündelik gerçeklikten uzak dahi olsa, geleceğe yönelik olması ile heyecan ve umut vericidir. Ütopyanın ürettiği zaman ve mekan tasviri, mevcut yaşam koşullarını aşarak; emeğin özgürleştiği, bedenin erotikleştiği ve kaygının olmadığı bir yaşamı tahayyül eder.

Ütopya, çözüm vaat eder. Ütopik düşüncenin gerçeklik kazanması için yöneldiği konular; anayasa ve hukukun pratiği, emek ve özel mülkiyet, eğitim ve bilginin kullanımı, çalışma koşulları ve serbest zaman faaliyetleri, cinsellik ve aile, bireysellik ve tektipleştirme gibi temel sorunlardır. İkircikli olan yaşam koşullarını aşmayı hedefleyen ütopya, bu sebeple çoğunlukla totaliterdir.

 



Konuşmacı: Bülent Somay
Düzenleme ve Ekleme: Ahmet Usta