Taş Devri Sanatı, Paleolitik Çağ Temsilleri


Eski Taş Devri (Paleolitik Çağ) günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlayıp 15.000 yıl önce son bulmuş; insanlık tarihinin en uzun çağıdır, evrim sürecidir. İlk insansı primat canlıların ve Homo Sapiens’ın ortaya çıktığı Paleolitik Çağ; anatomi ve beyin yapısının değişmesi, elin kullanması ve dil sürecinin ortaya çıktığı dönemdir. (İnsanın evrim süreci hakkında detaylı bilgi için tıklayınız
prehistoric ages
tarih öncesi çağlar 
1947 yılında Güney Amerika’da bir mağarada milyon yıl öncesine ait bir çakıltaşı keşfedildi. Çakıltaşının üzerinde insan yüzünü andıran bir figür vardı; figür, Hominid (insansı primat) fosil kalıntılarının yanında bulundu. Figür, insansı bir canlının emeği ile ortaya çıkan bir temsil biçimi olabilir mi?
face represented on the conglomerate, million years ago, found in South Africa in 1947
milyon yıl öncesine ait çakıltaşı üzerindeki yüz temsili

Taş Devri, kendi içinde üç bölüme ayrılır: alt, orta, üst Paleolitik Çağ. Taş Devri insanı, besin üretme bilgisine sahip olmadıkları için doğa koşullarının belirleyici etkisi altında ve birikim olanağının dışında, avcı-toplayıcı ve konar-göçer gruplar halinde yaşayan topluluklardı. Bazen mağara içlerini, bazen de açık havada derme çatma düzenekleri sığınak olarak kullanmış; iklim ve kıtlık koşullarının etkisi ile hareket etmişlerdi. 
Lion human of the Hohlenstein Stadel - Human with Feline Head, from Hohlenstein-Stadel in Germany, ca. 30,000-28,000 BCE
"Aslan İnsan" heykeli - 28-30 bin yıl öncesine ait, Almanya
Stone known as "Apollo 11 Cave" found Namibia, circa 26,300 and 24,400 BCE, charcoal on Stone, 5x4  inch
"Apollo 11 cave" adı verilen taş üzeri kömür boyama - 26-24 bin yıl, Namibya
Woolly mammoth figurine statuette - circa 35.000 BC, made in ivory, found Swabian Jura, Germany
Mamut figürlü heykelcik - 35 bin yıl, Swabian Jura, Germany

Alt Paleolitik insanları, vahşi doğada korunma ve avlanma için basit taş aletler ürettiler. Daha sonraki dönemlerde taş-yongalar ve iki yüzeyli basit el baltaları, kenarları inceltilmiş ve ucu kazıcı hale getirilmiş biçimlere dönüştü. Üst paleolitik, kendi içinde araç üretim kültürü üzerinden 4 bölüme ayrılır: Orinyasiyen (34-30 byö), Gravetiyen (30-22 byö), Solutreyen (22-18 byö) ve Magdalaniyen (18-11 byö) kültür. Orinyasiyen dönemde dilgi, kazıcı, kargı ve mızrak; Solütreyen dönemde ok ve yay; Magdalenyen dönemde tahıl toplanma için keskin dilgi ve balık avlamak için olta, zıpkın üretilmiştir. Magdalenyen dönemindeki çeşitlilik ile 100 yakın alet tipi ortaya çıkmıştır.

Horse Head of Mas d’Azıl Cave - famous sculpture of a horse head from Magdalenian culture, 16.000-14,000 BC, France
At Başı heykeli - 16-14 bin yıl, Mas d'Azıl mağarası, Fransa
Dolní Věstonice Mask - carved Mammoth Ivory face, from Dolní Věstonice in Czech, showing asymmetry of the face
Dolni Vestonice Maskı - fildişi oyma asimetrik yüz temsili, üst paleolitik dönem, Çekoslovakya
Venus of Brassempouy - ivory figurine earliest known realistic human face and mother goddess figurine, circa 25.000-22.000 BC, from, Gravettian period, discovered Cave of Brassempouy, France
"Brassempouy Venüsü" - En eski realistik insan yüzü temsili, 25-23 bin yıl, Fransa

Paleoltik Çağ ile Sanatın Doğuşu 

Üst Paleolitik Çağ ile birlikte (45.000-12.000 byö) insanlık tarihinde ilkel ve figüratif sanat başlamıştır. Tarih öncesi sanat ürünleri, taşınabilir sanat (portable art) ve mağara sanatı (parietal art) olarak ikiye ayrılabilir. Kalsit, limonit, hermatit ve kalsit kaya yüzeyler ve başta fildişi olmak üzere hayvan kemikleri figüratif amaçla kullanılmıştır. Kemiklerinden oyma figürler, kolye benzeri takılar, flüt benzeri basit müzik aletleri ve Venüs heykelcikleri olarak tanımlanan kadın temsilleri; taşınabilir ilk sanat ürünleri olarak kabul edilir. Mezarların yakınında bulunan Venüs heykelciklerinin, dünya ve ruhlar âleminin yaratıcısı ana-toprak tanrıça inanışının işareti, muska olduğu görülmektedir. Hayvan motiflerinin çokça kullanıldığı taşınabilir ve ufak objeler, arkaik insanın animalist inancının yansıyan görünümüdür. (Ana Tanrıça inanışı ve kültleri hakkında detaylı bilgi için  tıklayınız) 


Engraving of a Bison - found Mas d'Azil Cave in France, circa 17-14.000 BP
Bizon Gravür - 17-15 bin yıl,  Mas d'Azil mağarası Fransa
Lion or possibly Bear figurine carved from mammoth ivory - found at Vogelherd Cave in Germany. Approx 40.000 years BP, from upper paleolitic age
Aslan yada Ayı figürü - fildişi kazıma heykelcik, 40 bin yıl, Vogelherd mağarası Almanya

Mağara sanatı; kaya yüzeyinin özelliği, kullanılan kazıma aracı ve yapan kişinin yeteneğine göre farklı figürler ortaya çıkmıştır. Kaya üzerine yapılan mağara sanatı: boyama (peinture), alçak kabartma (bas-relief) ve sert kazıma (gravure) olmak üzere üç çeşittir. (Mağara sanatı hakkında detaylı bilgi için tıklayınız)
Female ibex and young ibex gravure - found cave of Roc-aux-Sorciers, France
Dişi ve Yavru Keçi Gravürü - paleolitik dönem, Sorciers mağarası, Fransa
Kilden yapılmış yüksek kabartma Bizon heykelleri - 15-12 bin yıl, Audoubert mağarası Fransa 
"Dansçılar" adı verilen kazıma mağara figürü - 20 bin yıl, Gönnersdorf mağarası Almanya 

İlk Müzik Aletleri

Şimdilik, insanlık tarihinin en eski müzik aletleri; Almanya’daki Hohle Fels mağarası, Ukranya’nın Mezine ve Slovenya’nın Divje Babe bölgelerinde bulunan ilkel flütler dir. Mamut, ren geyiği, ayı ve kuş kemiğinden üretilmiş flütlerin; Orinyasiyen dönem ve öncesine (35 ile 43 byö) ait oldukları tespit edilmiştir. İlkel insanlar müziği, animalist dünya görüşü içinde ve ritüellerinde şamanik dans, büyü ve esrime pratikleri için kullanmıştı. 

Bone Flutes from stone age - circa 43.000-35.000 BC, found Germany, Slovenia and Ukrania
Hayvan kemiklerinden yapılmış, taş devri flütler - 43 ile 35 bin yıl, Almanya-Ukranya-Slovenya
Females and Vulva figurines - Upper -Paleolithic rock shelter site, Magdalenian cultural , ca 14.000 BP, found 2008, at Cave of Roc-aux-Sorciers, France
Kadın ve Vulva figürleri - 14 bin yıl, Magdalaniyen kültür, Sorciers mağarası Fransa
 Fildişi Kazıma Heykel - 26-24 bin yıl, Dolni Vestonice Mağarası, Moldavya

Rüyanın Anlamı ve Belirsizlik


Rüya, bilinç-dil anlam çerçevesinin dışındadır; imgeler ve temsillerinden oluşur. Rüya, dilin sözdizimi ve özne-yüklem yapılanmasından farklı olarak; bilinçdışının doyum itkilerini yansıtan kendi içlerinde de bağımsız temsillerinden oluşur. 
Rüya ile üç farklı dil yapısı ortaya çıkar. Birincisi rüya sahibinin uykusunda görülen “rüyanın imge dili”, ikincisi rüya sahibinin rüyasını hatırlamak yada not almak için üretmek zorunda kaldığı “rüyayı anlatma dili”, üçüncüsü analitik terapi çalışmalarında serbest çağrışım tekniği ile ortaya çıkarılmaya çalışılan “rüyanın yorumlanması dili” dir. (Rüyanın evreleri hakkında bilgi için tıklayınız)

Birincil ve İkincil Süreç

Topografik açılımda rüya, bilinçdışı-bilinç öncesi/bilinç olarak ikili yapıdadır. Bilinçdışı, birincil süreç; bilinç öncesi/bilinç ise ikincil süreçtir. Birincil süreç içinde İd ruhsal enerji olarak engelsiz ve sınırsız tatmin etmek istemektedir. İkincil süreç ise, gerçeklik ilkesinin etkisi ile doyumların erteleyip; zaman-mekan formları ile neden-sonuç bağlantılarını üreten ve aktüel yatırım nesnelerini oluşturan bilinç alanıdır. İkincil sürecin amacı birincil sürecin sınırsız isteklerini, ekonomik-kültürel gerçeklik içinde bastırmaktır. Bu iki sürecin karşılaşması ve çatışması her gece rüyada gerçekleşmektedir. Rüya bir dizi temsil ve yer değiştirme ile arzularına tatmin ararken, ikincil süreç bilinçöncesi-bilinç eşiğinde ve uyku fizyolojisinin bekçiliğinde bu arzuların bilinç düzeyine çıkmasına engel olmaktadır.
Rüya imgeleri, mekân ve zaman formunun karmaşıklığında oluşur. Haz ilkesi ile hareket ettiği için hedefi; bilincin dışında kalarak tatmin olmaktır, uyku içinde doyum bulmaktır. Rüya, anılar kadar boşluklardan da oluşur.

Rüyanın Belirsiz Arzusu

Rüya, dilin gramer kurallarını altüst eder. Rüyalarda özne, özne olarak belirginliğini çoğu zaman kaybeder. Rüya, algı dilinin kullandığı eğer, şayet, o zaman, fakat gibi durum-şart edatlarını devre dışı bırakır. Rüya, imgeler arasındaki neden-sonuç ilişkisi görünür içerikle değil; gizli içerikle kurar.
Rüya, insanın yasa tanımaz arzularıdır. Rüyada çelişki ve mantık yoktur, arzunun tatmin arayışında her şey mümkündür. Arzu, geçmişteki tatmin arayışını şimdinin rüyalarında sürdürür ve zamansızlık içinde geçmiş, şimdi ve gelecek iç içe geçer.

Rüya Mekanizması: Yoğunlaştırma, Temsil Edilme, Yer Değiştirme, Sansür; Hatırlama ve Unutma


Rüya, kişinin güncel deneyimlerinin etkisiyle oluşan görünür içerikler ile geçmiş yaşantısının, dirençlerinin oluşturduğu gizli içeriklerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bütündür. Rüyadaki görünümler, bir dizi rüya mekanizması sonucu çarpıtılmıştır ve bu sebeple rüyanın anlamı ve yorumu görünür değil, gizli içerikte saklıdır. (Bilinçdışı dinamikler ve rüya hakkında detaylı bilgi için tıklayınız) Rüyanın gizli içeriğini dört evre belirler: yoğunlaştırma, yer değiştirme, temsil edilme, sansür: hatırlama ve unutma 

Yoğunlaştırma

Yoğunlaştırma ile rüya, gizli içeriğini ve temel dinamiklerini tek bir temsil içinde sunabilir. Bilinçdışının karmaşık arzularını tek bir temsil üzerinde yoğunlaştırması, geleneksel rüya tabirlerinde kullanılan “şu simge, kişinin şu hakikatini işaret eder” biçimdeki yorumlama tekniğini çoğu zaman yetersiz kılmaktadır. Bunun yanında kökensel fanteziler –cinsel fanteziler ve Jung’un terimiyle bilinçdışı arketipler- denilen içgüdülerin tatmin arayışını açık biçimde yansıtan rüyalar da yaygındır.

Yer Değiştirme

Yasa ve anlam tanımayan bilinçdışı, sansür engelini aşmak için rüyada temsilerini yer değiştirerek kullanır. Bu sebeple rüyada önemsiz yâda tutarsız görünen, içgüdünün asıl ifadesi olabilir. Hatta yer değiştirme sonucu içgüdünün doyum arayışı, temsillerin hiçbiri içinde yer almayabilir ve gizliliğini koruyabilir. Bu nedenle rüyayı gören kişinin “ne hissettiği” en etkin yorum aracıdır.

Temsil Edilme

Bilincin temeli olan nedensellik ve ardışıklık, rüya dilinde dönüşüme uğrar. Bilinçdışı, karmaşık imgelerin bir araya gelmesiyle oluşan kendine özgü temsiller üretebilir. Rüya dilinde nedensellik yoktur, ardışıklık üzerine kurulur. Kurulan ardışıklığın nedensellik bağları ise, gizli içerikte sakıdır. Temsil edilmenin bir başka görünümü, tersine çevirmedir. Rüya, uykunun kâbus ile sonlanmaması için doyumu bazen karşıt temsiller içinde arar.

Sansür: Hatırlama ve Unutma

Bilinç, hatırlama ve unutma ile sansür uygular. Hatırlama sürecinde rüyadaki boşluklar doldurulur, neden-sonuç bağları eklenerek temsiller bastırılır veya değiştirilir. Unutma ile bilinçdışı istek, bilinç düzeyinde tanınmaz olur. Bilinç, rüya gerçekliğinin tekinsizliği karşısında kuşkuyu da devreye sokarak, uyanma sonrası rüyayı önemsizleştirir.
Eğer sansür işlemez ise rüya, çelişkili ve anlamsız imgelerin hatırlandığı bir gerçeklik olarak bilinçte ortaya çıkacak ve kişiyi kaygılandıracaktır. Bu nedenle en sağlıklı rüya, uyanıldığı zaman hatırlanmayan rüyadır.

Buda, Budizm ve Budist Sanat



O hem hareket eder hem etmez,
O hem uzaktadır hem yakında,
O her şeyin içindedir,
Ve aynı zamanda her şeyin dışında.
Upanişadlar



Tarihsel Buda


Buda, tahminlere göre M.Ö. 563-483 yılları arasında Hindistan’da yaşar. Gerçek adı, Sidarta Gautama’dır ve Buda ismini sonradan alır. Buda, Sanskritçe'de "Uyanmış Kişi" anlamına gelir. Ayrıca prens olduğu için Siddharta, bilge kişi olduğu için Śākyamuni adıyla anılır. Bir başka güçlü iddiaya göre, Kuzey Hindistan’da yaşayan Sakyalar, Türk kökenli olduğu için; Budizmin kurucusu Buda, Shakyamuni Siddharta Gautama adlı Türk prensidir. Prens olan tarihsel Buda, 30 yaşına kadar sürdürdüğü saray yaşamını bırakıp; halkın arasına katılır, çilekeş yaşamı deneyimler. Kendisinde meydana gelen ruhsal değişimi ve aydınlanmayı yaşam öğretisine dönüştürür; ona eşlik eden öğrencileri olur. 
Footprint of the Buddha - from Khyber, circa 2nd–3rd c. AD - at Lahore Museum
       Buda'nın Ayak İzi Temsili - 2. yüzyıl, Khyber

Budizm

Hindu-Çin coğrafyasındaki daha eski inançlar, zaman içinde tarihsel Buda’nın öğretisi ile etkileşime girer. Budist öğreti, bölgeler ve rahiplerin yaşam pratiklerine göre evrilir. Tibetli rahibin ak dediğine, Taylandlı rakip kara der; kimisinin paraya dokunması bile yasaktır. Bazı bölgelerde ise ak ile kararının dengesi kurulur, Buda’nın ışıklanma çağrısına iştirak edilir. Yıllar içinde Kuzey ve Güneydoğu Asya'ya yayılan ve diğer dinlerle kaynaşan Budizm, kendi içinde kozmolojik ve tanrısal doğa güçleri ortaya çıkartır. Budizm’de aydınlanma yolunda olan kişiye Boddisatta (yada Boddhisatva) denir. Boddi, tarih içinde Budist rahiplerin genel ismi olur. İnsan ve tüm canlıların değişik varlıklar olarak (Samsara) yeniden dünyaya geldiği (Reenkarnasyon) inancı dolayısıyla Budistler, ölümden korkmaz. 

The life of Buddha
Buda'nın yaşamına dair resimler
Hinduizm göre, Vişnu’nun (Cennet ve Yeryüzü Tanrısı), yeryüzüne görünüm kazanan 10 avatarı olacaktır. Bazıları Buda’yı, Vişnu’nun 9. avatarı kabul eder. Tıpkı Mesih inancında olduğu gibi, Vişnu’nun 10. avatar henüz yeryüzüne gelmemiştir yâda Buda olarak tekrar gelecektir. Buda aydınlanmış insan anlamına geldiği için, Budizm’e göre çok sayıda Buda yaşamış ve yaşayacaktır. Böylece peygambervari dizge oluşur; Mahayana felsefesinden 20. yüzyıl Zen-Budizm’ine kadar geniş zaman diliminde tekâmül eden Budacılık, zaman içinde kişinin aydınlanması için geçirmesi gereken aşamalara, hatta masalsı anlatılara dayanan bir din pratiğine dönüşür.

Seated, Standing , Fasting, Head of Buddha - from Gandgara region, 2nd century AD

Coğrafya ve yerli inançlar ile Budist inanç değişir; Uygurlarda, Türk özelliklerinde ve yaşam biçimine sahip iken; Japonya’da Zen ile etkileşim ile Satori (şimdiki zaman) deneyimine dönüşür. Güney Asya’da Budist rahiplerin kendi yasak ve ahlakları ile şekillenirken; Çin’de neşesi ve serkeşliği ile bilinen yaşadığı dönemde insanları etkileyen neşeli ve şişman Gülen Buda kişiliği ile bilinir. Gerçek adı Milefo olan Gülen Buda, Bodhisattva rahiplerden biridir ve 10. yüzyılda Çin’de yaşar; iyimserliğin ve hoşgörünün temsilidir. Budist inançta Samsara, doğum-ölüm ve yeniden hayata dönüş çemberindeki sonsuz hayat enerjisidir, bengi dönüş dür. Aydınlanan insan artık Samsara'ya, yani dünyaya dönmez. Mahayana Budizm’de ise, tüm varlıklar, acı ve çile içinde yaşar ve aydınlanana kadar; yaşam-ölüm döngüsünde varlık alemine yani Samsara’ya dönmeye devam eder.  

Tek ve bütün gerçeklik Hinduizm’de Brahman dır. Brahman ölümsüz, dinamik, bütün, biçimsizdir. Budizm’de varoluşun nedeni Dharmakaya, Brahman’dan neşet eder. Budist aydınlanma, Brahman’ın tekliğinin ve bütünlüğünün farkındalığına ulaşmaktır. Bu deneyim gözlem ve sınırlı deneyim ile elde edilemez; kişinin tüm benliği ile gerçekleştirebileceği mistik deneyimdir. Budist aydınlanma deneyiminde istenç ve algı dünyasının itkileri aşılır, özne-nesne ilişkisi dengelenip aşılmaya çalışılır. Böylece karşıtlar dünyası, tekliğin sezgisi, dengesi deneyimine dönüşür.

laughing buddha
Gülen Buda heykelleri
Birth of Budha, Death of Buda relief

Greko-Budist Kültür: Gandhara

İndus Vadisi ve Hint Yarımadası’nda, milattan önce 300 ile milattan sonra 500 yılları arasında kurulan Grek krallıklar ve yerel Hindu yaşamın sentezi ile ortaya çıkar Greko-Budist kültür. Makedon Kral İskender, Doğu Seferi ile Mezopotamya ve Mısır’ı kısa zamanda işgal eder; kralın ölümünden sonra komutanları, işgal bölgelerindeki verimli alanlara yerleşir ve Hindu yerel yönetimle bütünleşir. Ortaya çıkan emperyal tahakküm ile Hindu bölgeler (Gandhara, Bactria, Khyber, Punjab, Hadda) dış akınların yönetimine tabi olur. ilk önce Bactrian Krallığı, arkasından Kushan Krallığı kurulur. 

Heracles protector of the Buddha, 2nd century AD, from Gandhara
Buda'nın koruyucusu olarak Herkül - Gandhara, 2 yüzyıl
Kushanlar göçebe yaşayan halktır; Grek basıncı ile Gandhara çevresinde yerleşik hayata geçerler. (Pakistan ve Afganistan) Neolitik Çağ’dan itibaren yoğun istila gören Gandhara, verimli ve atipik yerleşkedir. Kushanlar ile Gandhara, altın çağını yaşar. İpek Yolu'nun merkezindeki Kushanlar, kalıcı eserler üretir. Gandhara’daki sentezin belirgin örneği, Herkül dür. Grek söylencesinin yarı insan Tanrısı Herkül, Buda’nın koruyucusu olarak temsil edilir bazı eserlerde. Greko-Budist kültür, en verimli dönemini M.S. 50 ile 250 arasında Gandhara'da yaşar. 5. yüzyıla kadar varlığını sürdüren bu melez kültür, sonrasında istilacı saldırılar ve İslamiyet’in yayılması ile etkisini kaybeder.

Budist Sanat ve Buda Temsilleri

Buda, kimlerine göre peygamberdir. İlk dönem Buda inancında suret yasağı vardır. Buda’nın imgesi; Buda’nın Boş Tahtı, Bodhi (Hayat) Ağacı, Dharma Tekerleği, Buda’nın Ayak İzleri gibi suret içermeyen simgelerle yansıtılır. İnsan formunda Buda, Gandhara ile M.Ö. 1. yüzyılda ortaya çıkar. Ayakta duran ve oturan Buda heykelleri ve Buda’nın doğumu, öğretisi, meditasyonu ve ölümü temalı kabartma yontuları, Grek sanatının izlerini taşır. Budist tapınaklarda, kabartma ve işlemelerinde Korint tarzı süslü mimari de kullanılır. Hindu coğrafyasında incelmiş, hatta atletik hale gelmiş Buda yontularına karşıt olarak; kendi iç dinamiklerini asırlarca koruyan Çin havzasında, Tao inancı ile etkileşime giren Buda, dünyanın hayhuyuna karşı şişman ve gülen Buda formuna evrilir. Bir çok Budist tapınak, Stupa adıyla anılır ve iç ve dış alanlarında birçok Buda yontusu ve simgeler vardır.
Biggest Buddha statues
Büyük Buda heykelleri

Stupa at Sanchi ve Mahabodhi Temple
Mahabodhi Tapınağı ve  Sanchi Stupa 


Uygur Resminde Buda’nın İzi

Türk devleti Uygurlar (745-940) ve halkı, çoğunlukla Tengri inancına bağlı kalsa da, Bogü Kağan’ın (759-780) Mani dinini seçmesiyle ile değişim gösterir. Uygur şehirlerindeki mağara duvar ve kitap resimlerine, Grek, Çin ve Gandhara sanatının izleri yansır. Batı Türkistan’daki Pencikent, Varahşa, Afrasiyap (Semerkant) gibi önemli Uygur şehirlerindeki duvar resimlerinde Budist doku belirgindir. Uygurlar’dan kalma resimli yazmaların önemli bir kısmı, bugün Berlin müzelerindedir. Batı Türkistan’daki Kumtura ve Kızıl freskleri, farklı biçemleri yansıtır.
Budha in the Uygur wall painting
Buda'nın görüldüğü Uygur Duvar resmi
Birçok Uygur resimlerinde Buda’nın yüzü, bir Hintli yâda Çinli’den çok Orta Asyalı bozkır insanına, Türk’e benzer. Aşağıdaki Uygur duvar resmindeki Buda, bu etkiyi aşikâr biçimde gösterir. Doğu Türkistan bölgesinden kalma 7. yüzyıla ait eserde, Buda’nın başının çevresinde hale vardır. Başının üzerindeki at kuyruğu, Türk usulü düğümlüdür. Gövdesinde, bozkır insanı Türklerin en önemli yoldaşı at görülür. Sağ omzunda Güneş, sol omzunda Ay sembolleri ile Buda, Türk kozmolojisinin taşıyıcısı olur.
Uygur resim sanatında Buda temsili, Doğu Türkistan, 7. yüzyıl
Uygur Resminde Buda Temsili - Doğu Türkistan, 7. yüzyıl


Nirvana

Buda’nın öğretisine göre, asıl gerçek şöyle tarif edilir: Acı ve üzüntülerin nedeni  kuvvet,  neden-sonuç zinciri Karma dır. İnsanlar, acı ve hastalık ile yaşar. Bunun nedeni değişime kapalı olmaları ve Maya (hayali) etki ile değişmez biçimlere olan tutkularıdır. Maya nesne, kişi yâda his olabilir ve bunlar insanı acıya sürükler. Ama kurtuluş olanaklıdır; karma kuvveti kırılır,  sonsuz hareket çemberi Samsara’nın dışına çıkılır ise, mutlak özgürlüğe yani Nirvana’ya ulaşılır. Budist öğretide, Nirvana en üst seviyedir ve ulaşmak için doğruluk üzerinden sekiz basamaklı yol aşılmalıdır. Budist inanış; ahlak eylemi, söylence ve yaşam felsefesi ile semavi dinlerin çoğunlukla dışındadır.

Budizm, tüm varlıkların geçiciliği ve bengi dönüş ile saltık Hiçliğe yönelir. Veda Metinleri ve Upnisadlar ile Hindu-Çin inancını ve felsefesini şekillendiren Budizm, dürtü kontrolüne ve yaşamı olumsuzlamaya dayanır. Bu eylemsizliği nedeniyle, ekonomik ve kültürel yaşam dizgesinde, birçok krallık ve kültürde yasaklanır, yâda ehilleştirilerek Japonya’daki Zen kültüründe olduğu gibi uyumlu kılınır. Nirvana, aydınlanma ve huzur için, aklın ve bedenin tüm isteklerini (içgüdü, dürtü, sosyal ihtiyaç) yok etmektir. Modern gündelik düzlemde ulaşılması çok zor ontik deneyimdir ve bu hal Nihilist eylemi içerir. Armağandır ona ulaşanlar için, sadece ismini duyanların aklında ise müjde olarak kalır.

Vision of Buddha’s Paradise, from Khyber, 4th century AD
Buda'nın Cennet Visyonu - 4. yüzyıl, Khyber

Pergamon (Bergama) Antik Şehri, Tarihi ve Kalıntıları



Pergamon, İzmir ili Bergama ilçesi sınırları içinde kurulmuş antik şehirdir. Misya bölgesi yerleşim alanlarından Pergamon’un adı, M.Ö. 4. yüzyıla ait yazılı kaynaklarda geçer. Zaman içinde ekonomik ve siyasi gelişme gösteren şehir, M.Ö. 282-133 yılları arasında Pergamon Krallığı’nın başkenti olur. Başkent olması ile birlikte kentin çevresi surlarla çevrilir, saray ve yeni tapınaklar yapılır. Pergamon adı, efsaneye göre kahraman savaşçı Pergamos’tan gelir.

Helenistik dönemin başlarında ufak bir kale şehri iken, I. Attalos’un (M.Ö. 241–197) Galatları yenmesi ile gücünü ortaya koyarak krallığa dönüşür Pergamon. Zaman içinde diğer Ege şehirleri ve Yunan coğrafyası ile ekonomik ve siyasi rekabete giren Pergamon Krallığı, II. Eumenes (M.Ö. 197–159) ve II. Attalos (M.Ö. 159- 139) döneminde eko-politik birikimin yanı sıra, kültür, sanat ve sağlık alanında gelişir. Roma imparatorluğu ile kurulan iyi ilişkilerle Pergamon Krallığı, Anadolu’nun büyük bir bölümünün yönetimini Roma adına elinde tutar. Krallığın sonu, oldukça çarpıcıdır. Son kral III. Attalos (M.Ö. 139–133) ardından hiçbir bir taht miraçsını bırakmadan ölünce; krallık, vasiyetine uygun olarak Roma’ya devredilir. Böylece Pergamon, tarih sahnesinde kendiliğinden sona erer.

Asclepion, Temple of Dionysus, Theatre of Pergamon, Serapis Temple, The Red Basilica – from ancient city of Pergamon in Turkey

Bergama bölgesindeki şehir kalıntıları, rastlantı sonucu, Batı Anadolu demiryolu çalışmasında görevli Alman Mühendis Carl Humann tarafından bulunur. 1878’de başlayan üç farklı kazı ile Pergamon ören yerine ait birçok bulgu, Osmanlı İmparatorluğu meclisinin yetersizliği, eski eserler konusunda tek yetkili Osman Hamdi Bey’in beceriksizliği ve Frenk hayranlığı nedeniyle; Eski Eserler Yasası (Asar-ı Atika Nizamnamesi) ihlal edilerek, legal ve illegal yollarla yurtdışına çıkarılır. Bölgedeki kazı ve restorasyon çalışmaları, bugün hala devam etmektedir. Bergama, 2014 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine dâhil edilir. Hititlerden Osmanlı İmparatorluğuna kadar uzanan yerleşik yaşamla Pergamon, antropolojik açıdan çok katmanlı kenttir ve büyük bölümü kazılarla ortaya çıkarılmış ilkçağ şehridir. Bergama kalıntılarının büyük bölümü, Berlin Müzesi’ndedir. Bölgede kurulan Bergama Müzesi, Türkiye'nin ilk arkeoloji müzesidir.

Pergamon Akropolü

Pergamon Akropolü (yukarı şehir ve kutsal alan) bir zamanlar Bakırçayı’nın suladığı verimli ovaya bakan tepenin üzerine kurulur. Pergamon, dik ve yüksek bir tepenin üstünde kurulan yukarı yerleşim ile aşağıya doğru gelişen şehir mimarisinin arazi ile uyumlu biçimde işlevsel ve estetik olarak bir arada örgütlendiği antik kenttir. Bu nedenle, şehir planlaması olarak Helenistik ve Roma döneminin önemli örneğidir. 

Kentin yukarı bölgesi Akropol, çoğunlukla kral ailesi, yöneticiler, eğitimciler ve komutanların yaşam alanıydı. Çevresi kale biçiminde Akropol’ün ana kapısına yakın Heroon’un kalıntıları vardı. Heroon, antik Ege dünyasında şehrin kurucusu kahraman yâda yarı tanrı kişiler, krallar adına yapılmış ve çevresi sütunlu galeriyle çevrili kutsal alandı. Heroon’un içinde dini ritüellerin yapıldığı kült odası (Cella) vardı. Akropol’ün en önemli merkezi, kentin koruyucusu akıl ve savaş tanrıçası adına yapılmış Athena Tapınağı idi. 6x10 metre ölçülerinde ve sütunlu Dor düzenindeki tapınak, tiyatronun yukarısındaydı. Kazılar sonucu ortaya çıkan tapınak bulguları, Berlin’e götürüldü ve bugün Bergama’da sadece temelleri kaldı. Tapınağın kuzeyinde ise, Helenistik dönemin 3 büyük kütüphanesinde biri olan, ünlü Pergamon Kütüphanesi vardı. Mısır İskenderiye ve Efes Celsus ile antik dünyanın en önemli kültür hazinesi olan dört salonlu kütüphanede, Pergamon Derisi diye bilenen parşömen üzerine yazılmış 200 bine yakın kitap olduğu anlatılır. Roma komutan Marcus Antonius, kütüphanedeki kitapların tümünü, M.Ö. 41 yılında Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya armağan eder.
Temple of Athena and Temple of Trajan (Trajaneum) at the Pergamon in Turkey

Athena Tapınağı’nın güneyindeki terasta ise, Bergama Zeus Sunağı (Pergamon Altarı) vardı. Zeus Sunağı’ndan günümüze, sadece temelleri kalır. Sunağın güneyinde galerilerle çevrili Agora kurulmuştu. Gündelik hayatı ve ticareti yönlendiren Agora, aynı zamanda siyaset merkezi idi ve kuzeyinde Agora Tapınağı vardı. Akropol’ün en yüksek noktasına, Pergamon krallarının sarayları yapılmıştı. Sütunlu avlu çevresinde toplanmış odalarda oluşan saraylardan günümüze yalnızca zemin temelleri kalır. Hemen yakındaki diğer yapı, Trajan Tapınağı (Trajaneum) idi. Tanrılaştırılan Roma İmparatoru Trajan için yapılmış olan eser, Akropol’ün en yüksek terasıydı. Athena Tapınağı’nın batısındaki dik yamaca ise, Pergamon Tiyatrosu yapılmıştı; bir yanı uçuruma bakan tiyatro yaklaşık 10 bin kişilikti ve taşınabilir ahşap sahnesi vardı. Tiyatro terasının kuzeyinde ise, tragedya gösterilerine ve Diyonizak ritüele bağlantılı olarak Dionysos Tapınağı vardı. Göz alıcı konumu ile podyum üzerine kurulu İon düzenindeki tapınağın içinde kült odası vardı.

Egemen sınıf, Akropol alanında yaşarken; Orta Kent bölgesi, halkın serbestçe dolaştığı ve gündelik yaşamını sürdüğünü şehir alanıydı. Halka açık tapınakların, gençlik eğitim ve spor alanlarının (Gymnasion) yer aldığı Orta Kent’in inanç noktası, Demeter Kutsal Alanı idi. İki sütunlu anıtsal girişe (Propylaia) sahip kutsal alan, dikdörtgen bir yapıydı. Mekânın solunda tapınak, ortasında adak alanı vardı; sağda ise, Demeter ve Kore adına yapılan ritüellerin izlenmesi için 600 kişilik oturma alanı kurulmuştu. Pergamon Orta Kent’in en önemli ve büyük yapısı Gymnasion idi; aşağıdan yukarıda doğru üç farklı teras biçiminde inşa edilmişti. Gymnasion’un üst terası yetişkinlere, orta terası gençlere, alt terası ise çocuklara ayrılmıştı. Galerilerle çevrili orta teras; atletizm, güreş, uzun atlama, disk atma gibi spor eğitimlerinin ve yarışmalarının yapıldığı geniş bir alandı. Gençlerin eğitimi için binalar ve salonlar vardı; bu salonlardan biri, 1.000 kişilikti. Güney galerisinin altında üstü kapalı koşu yolu vardı. Koşu yolunun ilerisinde Hermes ve Herakles’a adanmış tapınaklar vardı; müsabakalarda başarılı olan gençlerin adları, tapınak duvarlarına yazılırdı.

Gymnasion’un batısında, Orta Kent’in sağlık ve inanç merkezi Asklepios Tapınağı vardı. Sağlık ve hekimlik tanrısı Asklepios adına kurulan tapınak (Asklepion), dini inancın ötesinde hastaların tedavi edildiği, araştırma ve deneylerin yapıldığı bir okul, hatta tıp fakültesi idi dönemi içinde. Asklepion, etrafı çeşitli yapılarla çevrili 110xl30 metre ölçüsünde açık bir alandı. Giriş bölümünün sol tarafında Asklepios Tapınağı yer alırken, diğer üç tarafı galerilerle çevriliydi; çeşmeler ve yıkanmak için havuzlar vardı. Asklepios’un ortasında kutsal kaynak yer alıyordu ve yanından geçit yoluyla tedavilerin yapıldığı daire biçimindeki binaya giriliyordu. Bitkilerden ilaçların üretildiği, su ve çamur banyolarının, kaplıcaların olduğu alanda ayrıca ameliyatlar yapılırdı; bunun yanında müzik, spor, eğlence ile birlikte telkin metoduyla tedavi uygulanırdı.

Şehrin Aşağı Bölgesi, Agora ve evlerden oluşurdu. Evler içinde dikkat çeken, sütun galerilerle çevrili Attalos Evi idi. Roma döneminde kentin kuzeyinde yeni yerleşim yerleri yapıldı; 30 bin kişilik tiyatro kuruldu; bugün “Viran Kapı” diye anılan kalıntı, bu tiyatrodan günümüze kalan kemerdir. Bir diğer önemli yapı, Hadrianus (M.Ö 117-138) döneminde yapılan Serapis Tapınağı idi. Mısır Tanrısı Serapis adına yapılan tapınak, kırmızı tuğladan inşa edildiği için Kızıl Avlu adı ile anılır. Tapınağın orijinal ismi, "Ne yerde, ne gökte" anlamına gelen Serapien idi. Bugün, Bergama yerleşimi içinde kalan Kızıl Avlu, İncil’de adı geçen yedi kilise arasında mekânı bilenen tek kilisedir. Roma’nın Hıristiyanlaşması ile kiliseye dönen Serapien, Kızıl Bazilika (Red Basilica) adını alır.

Bergama Sunağı (Pergamon Zeus Altarı)

Zeus Sunağı, M.Ö. 2. yüzyılda büyük olasılıkla kral II. Eumenes tarafından (M.Ö. 197–159) Galatlara (Kelt kavimleri) karşı kazanılan zafer sonrası yaptırılan dini ve anıtsal yapı idi. At nalı biçimindeki İon düzenli sunak (altar), yüksek taban (podium) üzerine yerleştirilmiş ve iki kanadı öne doğru çıkan sütunlu galeriden oluşmuştu. Akropol’deki sunağın mimari ve yontu işçiliğine bakıldığında, tam olarak bitirilemediği görülür. Dört bir yanı açık ve geniş merdivenlere sahip görkemli altarın sütunlu dış cephesi, 165 metre iken; ortasındaki kült alanı, 35x33 metre idi. Sunağın ön tarafındaki sütunlu galeri, Tanrılar ve Gigantların mücadelesini anlatan ünlü heykel kabartmalarla (friz) süslüydü. Galerinin avluya bakan iç kısmında Pergamon’u yöneten Attalos hanedanının efsanevi kurucu kralı ve yarı ölümlü tanrı Herakles’in oğlu Telephos’un hayatını anlatan daha küçük kabartma kuşağı yer almaktaydı. Portikli sütunların arkasında, kapalı bir avlu vardı; kurbanların kesildiği sunak, avlunun içindeydi.
The Gigantomachy frieze from the Pergamon Altar
Gigantomakhia Frizi - Bergama Sunağı
Olympos’lu Tanrılarla ve yeraltı Devleri Gigantların savaşının anlatıldığı sahne (Gigantomakhia Frizi), Bergamalılar ile düşmanları Galatlar arasındaki savaşları ve kazanılan zaferi simgeler. Sahnenin özgün planı, 135 genişliğinde, 2.30 metre yükselliğindeydi ve 120 panodan oluşmuştu; frizlerde çok sayıda heykeltıraş çalışmıştı. Yontular, izleyicide duygu ve ışık-gölge etkisi oluşturması için oldukça içe oyulmuştu; yaklaşık 30 cm derinliğindeydi. Tanrılar ile Devlerin (Gigantlar) mücadelesi, antik Ege dünyasında inanç ile eko-politik arasındaki ilişkinin temel motifi oldu. Devler, Toprak Ana Gaia’nın çocuklarıdır ve düzeni, Olympos’lu Tanrıların egemenliğini yok etmek isteyen tehlikeli yaratıklardır. Tanrılar, halkın ve yerleşik düzenin koruyucusu; insan biçimli ve davranışlı ölümsüz varlıklardır. Yeni Tanrılar, Zeus önderliğinde Kozmos’u ve yaşamı düzenlerken; Eski Tanrılar yani Gigantlar, Kaos’u, yeraltını, geçmiş tehlikeleri ve düşmanları temsil eder. Bu inancın alegorisi olarak Zeus Altarı’ndaki frizlerde, Tanrıların Gigantlara karşı kazandığı savaş; Pergamonluların konar-göçer ve saldırgan Galatlılara karşı kazandığı zaferi imgeler.

The Telephus frieze from The Pergamon Altar
Telephos Frizi - Bergama Sunağı

Tanrılar ile Gigantların alegorik yontusu ile Helenistik sanat ve antik Ege dışavurumu, gerçekçiliğin doruğuna ulaşır. Pergamon yontu işçiliği, Helenistik dönem Ege ve çevresindeki görsel üretimi şekillendirir; başta Mikelanj olmak üzere Rönesans sanatçılarını da etkiler. Gövdelerin biçimi, devinimlerin aldığı hal ve yön, bakışlarda duruluk ve aynı zamanda ölüm ile yaşam arasındaki duygusal gerginlik ile görenlerde bıraktığı duyu izlenim, “Helenistik Barok” adıyla anılır sonraki yıllarda. Ölümüne mücadele eden figürlerin yüz ifadesindeki patetik (elem dolu yaşam hissi) ifade, dramatik etkiyi arttırır. Friz panelleri arasında konular iç içe geçerken; devinimler çok canlıdır; figürler, hem güçlü hem de kırılgandır; figür yüz ifadeleri ölüm ve yenilgi anında kaygılı, acılı olduğu kadar tutku ve irade yüklüdür.
The Gigantomachy frieze from the Pergamon Altar
Gigantomakhia Frizi - Bergama Sunağı

Aziz Yuhanna’nın Vahiy’de bahsettiği Şeytan Tahtı’nın, Bergama Sunağı olduğuna dair yorumlar yapılmıştır. Bugün, Akropol’de yalnızca temelleri görülebilen sunağın mimari parçaları ve kabartma heykelleri; parça parça Almanya’ya götürülür ve müzenin de adı değiştirilerek, 100 yılı aşkın süredir Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde sergilenmektedir. Aslında Berlin’deki Zeus Sunağı, gerçeğini tam olarak yansıtmaz; kazı bulgularının yetersizliği sonucu; 1920’lerde alçı kopya, tuğla ve harç kullanarak yapılan eklemelerle yeniden oluşturulur. Şimdi, Bergama’daki sunaktan geriye kalan, sadece iki çam ağacı dır.

Pergamon Museum and Pergamon Great Altar orjinal location is at Bergama Now
Pergamon Muzesi ve Bergama Sunağı'nın bugünkü hali