Pergamon,
İzmir ili Bergama ilçesi sınırları
içinde kurulmuş antik şehirdir. Misya
bölgesi yerleşim alanlarından Pergamon’un adı, M.Ö. 4. yüzyıla ait yazılı
kaynaklarda geçer. Zaman içinde ekonomik ve siyasi gelişme gösteren şehir, M.Ö. 282-133 yılları arasında Pergamon Krallığı’nın başkenti olur.
Başkent olması ile birlikte kentin çevresi surlarla çevrilir, saray ve yeni
tapınaklar yapılır. Pergamon adı, efsaneye göre kahraman savaşçı Pergamos’tan gelir.
Helenistik
dönemin başlarında ufak bir kale şehri iken, I. Attalos’un (M.Ö. 241–197) Galatları yenmesi ile gücünü ortaya
koyarak krallığa dönüşür Pergamon. Zaman içinde diğer Ege şehirleri ve Yunan
coğrafyası ile ekonomik ve siyasi rekabete giren Pergamon Krallığı, II. Eumenes (M.Ö. 197–159) ve II.
Attalos (M.Ö. 159- 139) döneminde eko-politik birikimin yanı sıra, kültür,
sanat ve sağlık alanında gelişir. Roma imparatorluğu ile kurulan iyi
ilişkilerle Pergamon Krallığı, Anadolu’nun büyük bir bölümünün yönetimini Roma
adına elinde tutar. Krallığın sonu,
oldukça çarpıcıdır. Son kral III.
Attalos (M.Ö. 139–133) ardından hiçbir bir taht miraçsını bırakmadan
ölünce; krallık, vasiyetine uygun olarak
Roma’ya devredilir. Böylece Pergamon, tarih sahnesinde kendiliğinden sona
erer.
Bergama
bölgesindeki şehir kalıntıları, rastlantı sonucu, Batı Anadolu demiryolu
çalışmasında görevli Alman Mühendis Carl
Humann tarafından bulunur. 1878’de
başlayan üç farklı kazı ile Pergamon ören yerine ait birçok bulgu, Osmanlı
İmparatorluğu meclisinin yetersizliği, eski eserler konusunda tek yetkili Osman Hamdi Bey’in beceriksizliği ve
Frenk hayranlığı nedeniyle; Eski Eserler
Yasası (Asar-ı Atika Nizamnamesi) ihlal edilerek, legal ve illegal yollarla yurtdışına çıkarılır. Bölgedeki kazı ve
restorasyon çalışmaları, bugün hala devam
etmektedir. Bergama, 2014 yılında UNESCO
Dünya Mirası listesine dâhil edilir. Hititlerden
Osmanlı İmparatorluğuna kadar uzanan yerleşik yaşamla Pergamon, antropolojik
açıdan çok katmanlı kenttir ve büyük
bölümü kazılarla ortaya çıkarılmış ilkçağ
şehridir. Bergama kalıntılarının
büyük bölümü, Berlin Müzesi’ndedir.
Bölgede kurulan Bergama Müzesi, Türkiye'nin ilk arkeoloji müzesidir.
Pergamon Akropolü
Pergamon
Akropolü (yukarı şehir ve kutsal alan)
bir zamanlar Bakırçayı’nın suladığı verimli ovaya bakan tepenin üzerine
kurulur. Pergamon, dik ve yüksek bir tepenin üstünde kurulan yukarı yerleşim
ile aşağıya doğru gelişen şehir mimarisinin arazi
ile uyumlu biçimde işlevsel ve estetik olarak bir arada örgütlendiği antik
kenttir. Bu nedenle, şehir planlaması olarak Helenistik ve Roma döneminin önemli örneğidir.
Kentin
yukarı bölgesi Akropol, çoğunlukla
kral ailesi, yöneticiler, eğitimciler ve komutanların yaşam alanıydı. Çevresi
kale biçiminde Akropol’ün ana kapısına yakın Heroon’un kalıntıları vardı. Heroon, antik Ege dünyasında şehrin
kurucusu kahraman yâda yarı tanrı kişiler, krallar adına yapılmış ve çevresi
sütunlu galeriyle çevrili kutsal alandı. Heroon’un içinde dini ritüellerin
yapıldığı kült odası (Cella) vardı.
Akropol’ün en önemli merkezi, kentin koruyucusu akıl ve savaş tanrıçası adına
yapılmış Athena Tapınağı idi. 6x10
metre ölçülerinde ve sütunlu Dor
düzenindeki tapınak, tiyatronun yukarısındaydı. Kazılar sonucu ortaya çıkan
tapınak bulguları, Berlin’e götürüldü ve bugün Bergama’da sadece temelleri
kaldı. Tapınağın kuzeyinde ise, Helenistik dönemin 3 büyük kütüphanesinde biri
olan, ünlü Pergamon Kütüphanesi
vardı. Mısır İskenderiye ve Efes Celsus ile antik dünyanın en önemli kültür
hazinesi olan dört salonlu kütüphanede, Pergamon
Derisi diye bilenen parşömen üzerine yazılmış 200 bine yakın kitap olduğu anlatılır. Roma komutan Marcus Antonius, kütüphanedeki
kitapların tümünü, M.Ö. 41 yılında Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya armağan eder.
Athena
Tapınağı’nın güneyindeki terasta ise, Bergama
Zeus Sunağı (Pergamon Altarı) vardı.
Zeus Sunağı’ndan günümüze, sadece temelleri kalır. Sunağın güneyinde galerilerle
çevrili Agora kurulmuştu. Gündelik
hayatı ve ticareti yönlendiren Agora, aynı zamanda siyaset merkezi idi ve
kuzeyinde Agora Tapınağı vardı.
Akropol’ün en yüksek noktasına, Pergamon
krallarının sarayları yapılmıştı. Sütunlu avlu çevresinde toplanmış
odalarda oluşan saraylardan günümüze yalnızca zemin temelleri kalır. Hemen
yakındaki diğer yapı, Trajan Tapınağı
(Trajaneum) idi. Tanrılaştırılan Roma
İmparatoru Trajan için yapılmış olan eser, Akropol’ün en yüksek terasıydı. Athena
Tapınağı’nın batısındaki dik yamaca ise, Pergamon
Tiyatrosu yapılmıştı; bir yanı uçuruma bakan tiyatro yaklaşık 10 bin kişilikti ve taşınabilir ahşap
sahnesi vardı. Tiyatro terasının kuzeyinde ise, tragedya gösterilerine ve
Diyonizak ritüele bağlantılı olarak Dionysos
Tapınağı vardı. Göz alıcı konumu ile podyum üzerine kurulu İon düzenindeki
tapınağın içinde kült odası vardı.
Egemen
sınıf, Akropol alanında yaşarken; Orta
Kent bölgesi, halkın serbestçe
dolaştığı ve gündelik yaşamını sürdüğünü şehir alanıydı. Halka açık
tapınakların, gençlik eğitim ve spor alanlarının (Gymnasion) yer aldığı Orta Kent’in inanç noktası, Demeter Kutsal Alanı idi. İki sütunlu
anıtsal girişe (Propylaia) sahip
kutsal alan, dikdörtgen bir yapıydı. Mekânın solunda tapınak, ortasında adak
alanı vardı; sağda ise, Demeter ve Kore
adına yapılan ritüellerin izlenmesi için 600
kişilik oturma alanı kurulmuştu. Pergamon Orta Kent’in en önemli ve büyük
yapısı Gymnasion idi; aşağıdan
yukarıda doğru üç farklı teras biçiminde inşa edilmişti. Gymnasion’un üst terası yetişkinlere, orta terası gençlere, alt terası
ise çocuklara ayrılmıştı. Galerilerle çevrili orta teras; atletizm, güreş,
uzun atlama, disk atma gibi spor eğitimlerinin ve yarışmalarının yapıldığı
geniş bir alandı. Gençlerin eğitimi için binalar ve salonlar vardı; bu
salonlardan biri, 1.000 kişilikti.
Güney galerisinin altında üstü kapalı koşu yolu vardı. Koşu yolunun ilerisinde
Hermes ve Herakles’a adanmış tapınaklar vardı; müsabakalarda başarılı olan
gençlerin adları, tapınak duvarlarına yazılırdı.
Gymnasion’un
batısında, Orta Kent’in sağlık ve inanç merkezi Asklepios Tapınağı vardı. Sağlık ve hekimlik tanrısı Asklepios
adına kurulan tapınak (Asklepion),
dini inancın ötesinde hastaların tedavi
edildiği, araştırma ve deneylerin yapıldığı bir okul, hatta tıp fakültesi
idi dönemi içinde. Asklepion, etrafı çeşitli yapılarla çevrili 110xl30 metre ölçüsünde açık bir alandı.
Giriş bölümünün sol tarafında Asklepios Tapınağı yer alırken, diğer üç tarafı
galerilerle çevriliydi; çeşmeler ve yıkanmak için havuzlar vardı. Asklepios’un
ortasında kutsal kaynak yer alıyordu ve yanından geçit yoluyla tedavilerin
yapıldığı daire biçimindeki binaya giriliyordu. Bitkilerden ilaçların
üretildiği, su ve çamur banyolarının, kaplıcaların olduğu alanda ayrıca ameliyatlar yapılırdı; bunun yanında
müzik, spor, eğlence ile birlikte telkin
metoduyla tedavi uygulanırdı.
Şehrin
Aşağı Bölgesi, Agora ve evlerden
oluşurdu. Evler içinde dikkat çeken, sütun galerilerle çevrili Attalos Evi idi. Roma döneminde kentin
kuzeyinde yeni yerleşim yerleri yapıldı; 30
bin kişilik tiyatro kuruldu; bugün “Viran
Kapı” diye anılan kalıntı, bu tiyatrodan günümüze kalan kemerdir. Bir diğer
önemli yapı, Hadrianus (M.Ö 117-138)
döneminde yapılan Serapis Tapınağı
idi. Mısır Tanrısı Serapis adına
yapılan tapınak, kırmızı tuğladan inşa edildiği için Kızıl Avlu adı ile anılır. Tapınağın orijinal ismi, "Ne yerde, ne gökte" anlamına gelen Serapien idi. Bugün, Bergama yerleşimi
içinde kalan Kızıl Avlu, İncil’de adı geçen yedi kilise arasında
mekânı bilenen tek kilisedir. Roma’nın Hıristiyanlaşması ile kiliseye dönen
Serapien, Kızıl Bazilika (Red Basilica)
adını alır.
Bergama Sunağı (Pergamon Zeus Altarı)
Zeus
Sunağı, M.Ö. 2. yüzyılda büyük
olasılıkla kral II. Eumenes
tarafından (M.Ö. 197–159) Galatlara (Kelt
kavimleri) karşı kazanılan zafer sonrası yaptırılan dini ve anıtsal yapı idi. At nalı biçimindeki İon düzenli sunak
(altar), yüksek taban (podium) üzerine yerleştirilmiş ve iki kanadı öne doğru
çıkan sütunlu galeriden oluşmuştu. Akropol’deki sunağın mimari ve yontu
işçiliğine bakıldığında, tam olarak bitirilemediği görülür. Dört bir yanı açık
ve geniş merdivenlere sahip görkemli altarın sütunlu dış cephesi, 165 metre
iken; ortasındaki kült alanı, 35x33
metre idi. Sunağın ön tarafındaki sütunlu
galeri, Tanrılar ve Gigantların mücadelesini
anlatan ünlü heykel kabartmalarla (friz) süslüydü. Galerinin avluya bakan iç
kısmında Pergamon’u yöneten Attalos hanedanının efsanevi kurucu kralı ve yarı
ölümlü tanrı Herakles’in oğlu Telephos’un
hayatını anlatan daha küçük kabartma kuşağı yer almaktaydı. Portikli sütunların
arkasında, kapalı bir avlu vardı; kurbanların kesildiği sunak, avlunun
içindeydi.
Gigantomakhia Frizi - Bergama Sunağı |
Olympos’lu Tanrılarla
ve yeraltı Devleri Gigantların savaşının anlatıldığı sahne (Gigantomakhia Frizi), Bergamalılar ile
düşmanları Galatlar arasındaki savaşları ve kazanılan zaferi simgeler.
Sahnenin özgün planı, 135 genişliğinde, 2.30
metre yükselliğindeydi ve 120 panodan
oluşmuştu; frizlerde çok sayıda
heykeltıraş çalışmıştı. Yontular, izleyicide duygu ve ışık-gölge etkisi oluşturması için oldukça içe oyulmuştu; yaklaşık 30 cm derinliğindeydi. Tanrılar ile Devlerin (Gigantlar) mücadelesi,
antik Ege dünyasında inanç ile eko-politik arasındaki ilişkinin temel motifi
oldu. Devler, Toprak Ana Gaia’nın
çocuklarıdır ve düzeni, Olympos’lu Tanrıların egemenliğini yok etmek isteyen
tehlikeli yaratıklardır. Tanrılar, halkın ve yerleşik düzenin koruyucusu; insan
biçimli ve davranışlı ölümsüz varlıklardır. Yeni Tanrılar, Zeus önderliğinde Kozmos’u ve yaşamı düzenlerken; Eski
Tanrılar yani Gigantlar, Kaos’u,
yeraltını, geçmiş tehlikeleri ve düşmanları temsil eder. Bu inancın alegorisi
olarak Zeus Altarı’ndaki frizlerde, Tanrıların Gigantlara karşı kazandığı
savaş; Pergamonluların konar-göçer ve saldırgan Galatlılara karşı kazandığı
zaferi imgeler.
Telephos Frizi - Bergama Sunağı |
Tanrılar
ile Gigantların alegorik yontusu ile Helenistik sanat ve antik Ege dışavurumu, gerçekçiliğin doruğuna
ulaşır. Pergamon yontu işçiliği, Helenistik dönem Ege ve çevresindeki görsel
üretimi şekillendirir; başta Mikelanj
olmak üzere Rönesans sanatçılarını da
etkiler. Gövdelerin biçimi, devinimlerin aldığı hal ve yön, bakışlarda duruluk
ve aynı zamanda ölüm ile yaşam arasındaki duygusal gerginlik ile görenlerde
bıraktığı duyu izlenim, “Helenistik
Barok” adıyla anılır sonraki yıllarda. Ölümüne mücadele eden figürlerin yüz
ifadesindeki patetik (elem dolu
yaşam hissi) ifade, dramatik etkiyi arttırır. Friz panelleri arasında konular
iç içe geçerken; devinimler çok canlıdır; figürler, hem güçlü hem de
kırılgandır; figür yüz ifadeleri ölüm ve yenilgi anında kaygılı, acılı olduğu
kadar tutku ve irade yüklüdür.
Gigantomakhia Frizi - Bergama Sunağı |
Aziz Yuhanna’nın
Vahiy’de bahsettiği Şeytan Tahtı’nın,
Bergama Sunağı olduğuna dair yorumlar yapılmıştır. Bugün, Akropol’de yalnızca temelleri görülebilen sunağın mimari
parçaları ve kabartma heykelleri; parça parça Almanya’ya götürülür ve müzenin de adı değiştirilerek, 100
yılı aşkın süredir Berlin’deki Pergamon
Müzesi’nde sergilenmektedir. Aslında Berlin’deki Zeus Sunağı, gerçeğini tam
olarak yansıtmaz; kazı bulgularının yetersizliği sonucu; 1920’lerde alçı kopya, tuğla ve harç kullanarak yapılan eklemelerle yeniden oluşturulur. Şimdi,
Bergama’daki sunaktan geriye kalan, sadece iki
çam ağacı dır.
Pergamon Muzesi ve Bergama Sunağı'nın bugünkü hali |