Pişirilmiş Toprak Figürinleri, Kil Heykelcikler



Terracotta, Latince terra (toprak) ve cotta (pişirilmiş) kelimelerinde türeyerek, pişirilmiş toprak anlamına gelir. Terakota ham maddesi, kil bazlı kahverengi-kızıl renkli topraktır. İnsanoğlunun ateşi keşfetmesi ile ilkel silah, araç-gereç üretme işçiliği başlar. Şimdilik, kilden yapılmış en arkaik insan üretimi betim, Fransa’nın Audoubert Mağarası’nda keşfedilir. Yaklaşık 12 bin öncesine ait bulguda, ham kil toprağa şekil ve kabartı verilerek iki bizon betimlenir. Neolitik Dönem ile birlikte ihtiyaçlar doğrultusunda, özellikle Akdeniz havzasında, kilden kap-çanak ve seramik üretimi gelişir ve çömlekçilik ortaya çıkar. Sonrasında pişirilmiş topraktan estetik amaçlı idol ve figurinlerin üretilmeye başlanmasıyla sanat gelişir ve heykeltıraşlık mesleği doğar.

Two Bison, made of Clay - reliefs in found cave of Audoubert, in France, ca. 12-10,000 BC
Ham Kilden yapılmış Kabartma Bizon betimleri, M.Ö. 12 bin yıl, Audoubert Mağarası 

Toprak Pişirme Tekniği 


Kırmızımsı kahverengi renkli kil, alüminyum silikat içeren toprak türüdür; su ile karıştırıldığında hamur özelliği kazanıp, şekillenmeye uygun hale gelir. Hamurlaşan toprak, 900 derece yüksek ısı ile fırında pişirilir; kırılgan ama kolay bozulmayan sert maddeye (kiremit, tuğla) dönüşür. Pişirilmiş toprak için döküm, yarı döküm, baskı olmak üzere üç farklı teknik kullanılır. Hamur toprağın fırın içerisindeki yeri ve pişirilme süresi, rengini ve dayanıklılık derecesini belirler. Pişirilme sonrası beyaz, kırmızı ve siyah astar ile sıvanır. Astar ile cilalanan yüzey, çivit (renkli toprak tozları) ile yağların karışımından elde edilen pigmentlerle boyanır. Kızıl renkli ve astarlı yüzey ile kontrast ve canlılık oluşturmak için beyaz, siyah, kırmızı, sarı, mavi, yeşil renkler kullanılır. 

Prehistoric Terracotta Figurine - Woman or Goddess, dated 4500 BC
                                   Milattan Önce 4500'lerden Kil Figurin - Kadın yada Tanrıça İdolü

Clay Figurine from Prehistoric Age
Kil Figurinler, Milattan Önce

Anadolu ve Mezapotamya’da Figürinler

Neolitik Çağ (M.Ö. 8.000 ile 5.000) ile tarıma ve ev tipi barınmaya geçen insan, Çömleksiz Neolitik dönemden sonra dünyanın her bölgesinde toprağa elle biçim verip, ateşte pişirmek için fırınlar yapar. Çanak-çömlek ile seramik, ziraat ve yerleşik hayatın temeli olur. Kap-kacak; saklama, taşıma ve ticari takas için elzemdir artık. Kilden seramik, yaklaşık 8 bin yıldır insan tarafından üretilir. Balçık pişirme becerisi, bilgi-birikim ve zanaatkârlık ile gelişir; farklı amaçlar adına nesneler üretilir. Gündelik ihtiyaç yanında, insanlık, iman ve ezel düşüncesi ile zaman ve farklı mekânlar içinde pagan imgelerinin temsili için de kil kullanır. Terakota, pagan mabetlerde kullanılır; mitleri yansıtan heykelcikler, tapınak kabartmaları ve kazımaları ve tapınak nişleri yapılır; bunlar mabet duvarlarına konur.

Neolitik dönem Anadolu’da, Çatalhöyük ve Hacılar bölgesine ait pişirimli toprak hayvan, erkek, kadın figürinleri ve yüksek kabartmalar (M.Ö. 6 bin) günümüze ulaşır. Anadolu Neolitik dönem yerleşkelerinde, çoğu evlerde ele geçirilmiş heykelcikler, bir ev kültünün varlığını işaret eder gibidir. Arkaik dönem figürinlerin birçoğu, zengin sınıf ve askerlerin siparişlerinden ayrı olarak, amatör istek ve kişisel dürtülerle üretilmiş Halk Sanatı izleridir. Günümüze ulaşanlar, tanrıça yâda kadın temsilleri, vahşi yâda evcil hayvan betileri, çok sayıda amorf objelerdir. Neolitik dönemden milattan sonraya onlarca asır içinde, çoğunluğu Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve Hindu coğrafyasına ait verilerde, asıl dikkat çeken animalist inancının yansımasıdır. Bugün, bizlere genelleme ve indirgeme yapmaya fırsat vermeyecek atipik buluntular, tanım-yorum dışı betiler çoktur.

Baked clay figurine form Anatolia, Neolithic Age
Anadolu'da Figürinler - Neolitik Dönem

Clay Figurine from Egypt, Mesopotamia, Indus area
Atipik Figürinler - Mısır, Mezapotamya, Indus bölgesinden

Halk Sanatı Figürinler

Çokça kullanılan diğer madde alçı, kil kadar doğa koşullarına dayanıklı olmadığı için yapılan yontuların çok azı günümüze ulaşır. Hellenistik ve Roma dönemini kapsayan yaklaşık 700 yıllık periyot içinde heykelcik üretimi, Attika Yarımadası ve Ön Asya İyon Bölgesi’nde çok gelişir. Boeotia (Tanagra), Myrina (İzmir), Tarsus ve Aleksandria (İskenderiye) şehirleri, halk sanatı heykelciliğin önemli merkezlerdir.
Folk Art Terracotta Figurines - from Tangra and Mysria in acient Anatolia
Halk Sanatı Figurinler -  Myrina (İzmir) ve Tangara'dan

Çömlek ve heykel zanaatçısı hatta halk yığınları, tapınak-saray-kışla çevresinde yer almadan, ucuz ve basit koşullarda inancına ve beğenisine uygun toprağa şekil verir arkaik dünyada. Çoğunlukla amatör, bazen yetersiz, kimileri de yarım kalır ama kil figurinler, heykelcikler halk sanatıdır. Bazıları güdüktür ama canlı anlatımlar, duygusal izler taşır. Anadolu ve Mezopotamya’da figurinler, tapınaklara adak heykelciği olarak sunulurken; evlerde tapınma putu (idol) olarak saklanır. Sadece pagan inanç değil; gündelik faaliyetler, sarhoşlukeğlence, oyun, seks, tarlada ve bahçede çalışma; hatta doğum ve ölüm döngüsü varlık bulur pişirilmiş topraklarda.

Baked Clay Votive statues and statuettes - found Temple of Ayia Irini at Cyprus, circa 700-550 BC
Adak Heykeli ve Heykelcikleri - Kıbrıs'ta bir tapınakta buldu, M.Ö. 650'li yıllara ait

Vicdan Üzerine İki Satır



Vicdan, önce ezilenlerin psikolojisi olarak Niçe’nin diliyle ‘köle’, Türkçe’de 'kara vicdan' var olageliyor. Kara vicdan, hocanın yüzmediği sularda gelişir çoğunlukla. Örnek olarak, çaresizlikten sosyal güdük kalma ile vicdanlı olanları; hoca ilke ve değer v.s. ile sorumluluk kıskacı olarak düşünüyor.

Vecd olarak vicdan, gündelik her şeyden vazgeçebilecek insan emeği bence. Ve ömrü hayatımda böyle bir insan görmedim, dahi duymadım.

Hoca benim de aklen katıldığım ‘vicdan, değil eylem düşünce olarak dahi özgürlüğü öldür.’ fikrini savunuyor. Ama onu tercih edilmiş hal sandığı, durum farklı.

İnsan, hele Anadolu insanı, hayatın enkazı içinde gayri ihtiyari vicdanlı olur. Vicdanlı olmayı seçmek, gerçekten seçim ve büyük yıkımdır. Doğanın yapısına uyumsuzluk olarak söndürülür v.s...


Yine De Sen, En Güzel’isin


üç kulhuvallah, lâkin bin bir elem 

genel-geçer olmamayı beklerim

uyumsuzun cümleleri diye bakma zekama

yalnızlık, allah’a mahsus değil mi/ki?

 

olursa değer, olmadı kader

birilerine yakamoz gelir geceler,

birilerine bedel

birileri,

birey olmadan değer ve geçer

maziden istikbale yığınlar,

değdi ve genel-geçti.

 

her, hem, hem de

zamanın yüklem olduğu 

tüm yargı mercilerini denedim

yine de sen, en Güzel’isin.

 

Laokoon ve Oğulları Heykeli, Efsanesi ve Sanata Etkisi


1506 yılında Roma’da bulunan Laokoon Heykeli’nin Rodoslu üç heykeltıraş; Agesandoros, Athenodoros ve Polydoros tarafından M.Ö. 1. yüzyılda yapıldığı tahmin edilir, boyu 242 cmdir yontunun. "Laokoon ve Oğulları" heykel topluluğu, Helenisti dönem ve özellikle Rodos yontu işçiliğinin önemli örneğidir ve bugün, Vatikan Müzesi’nde sergilenir. 

Laocoön and His Sons statue group - circa 1st century BC, Hellenistic period - at the Vatican Museum
Laokoon ve Oğulları heykeli

Heykel, Vergilius'un “Aineas” adlı eserinde de anlatılan rahip Laokoon efsanesini betimler. Öykü şöyledir: Apollon rahibi olan Laokoon, Troyalı’dır. Greklerin zaferini isteyen tanrı Apollon’a karşı gelir Laokoon ve içinde Grek askerlerin bulunduğu devasa bulunduğu Tahta Atı, şehre sokmamaları için Troyalı’ları uyarır. Troya'yı yıkmak isteyen başta Apollon olmak üzere diğer Tanrılar, felaketi engellemek isteyen Laokoon’u cezalandırmaya karar verir. Apollon, denizden iki boğa yılanını rahibe saldırmaları için gönderir. Yılanlar hem rahibi, hem de suçsuz iki oğlunu vücutları ile sıkıştırarak boğarlar. Bir başka anlatıya göre, Laokoon, Apollon Tağınağı’nda rahiptir ama bir gün tutkularına yenik düşer ve hata yapar; Apollon’un sunağı önünde karısıyla sevişir. Tanrı Apollon, kendisine yapılan bu saygısızlığa çok öfkelenir ve Laokoon’u iki oğluyla birlikte yılanlara boğdurarak cezalandırır.

Heykelde, rahip Laokoon’un gövde ve kol kaslarının gerginliği ve umutsuz çabası, Greek dünyasının anı bütünlüğü içinde yansıtan estetiğidir. Helenistik dönem ile yontu, klasik dönemin Apollonik idealini yansıtan denge formundan; şiddeti ve acıyı yansıtan ifadelere yönelir. Rahibin yüzünde, fiziksel acı ile çileli direniş bir aradadır. İki çocuğun kıvranışları, doğanın hükmü karşısında, adaletsiz tanrıların gazabı karşısında çaresizliği gösterir. Grek heykelinde gördüğümüz kontro-posto duruş, yontuda aşılır; yerini diyagonal (yılankavi) beden ifadesine bırakır. Tanrıların acımasızlığı karşısında insanın çaresizliği, patetik üslup işlenir. Laokoon ve oğulları, acı ile mücadele ederken; pahtos içinde çaresizdirler ve faniliğe boyun eğerler yılanların koynunda. Yontu, Helenistik dönem insanın yaşamının anıtsal yansıması gibidir; bir taraftan geçmişin konar-geçer günlerin tadı; diğer taraftan şehir ve köleci ekonominin basıncı ile arada kalmış ve mitik bütünlüğünden kopmuş, pathos içinde dünyanın şiddetini ve hazzını sınırda yaşayan insanlar.

Statue of Laocoön and His Sons - circa 1st century BC, Hellenistic period - at the Vatican Museum


Lessing’e Göre Görsel Sanat ve Laokoon’un Farkı

18. yüzyıl Alman düşünürü G. E. Lessing “Laocoon” adlı kitabında heykeli inceler ve görsel sanatların, edebiyata üstün olduğunu savunur. Lessing’e göre, görsel sanat, zamansallığın bir anı içinde doğayı yansıtan (mimesis) imgeleriyle; söz sanatından farklı ve üstündür. Söz sanatları, sözcükler ve nesneler arasında zaman-mekân etkileşimini değil, rastlantısallık ve kişiselleştirme öğelerini kullanır. Sözlü sanat, örneğin edebiyat, zamanı resim ve heykel gibi bir anı bütünlüğünde göstermez. Edebiyat, doğrusal yâda sarmal zaman hareket ilerleyen anlatıdır; görsel sanatlar, örneğin heykel, mekân-zaman birlikteliğini bütünlü ile vermek için hareketin sadece bir anını yansıtır. Görselin imgesi, sessiz ve durağan anın güzelliğine öykünürken; sözün imgesi, ses, kelime ve çağırışım ile olasılık içinde ilerler. Görsel sanatların, anın güzelliğini, çirkinliği ve ölümü de içeren bütünlüğünde yansıttığı için estetik olduğunu söyler Lessing ve Laokoon heykelinin buna iyi bir örnek olduğunu düşünür. Ona göre, daha ilk bakışta Laokoon heykeli, ruhsal enerjisini izleyiciye yansıtmaktadır. Laokoon, kendine hâkimdir ve acı içindeyken bile bağırmaz, çilekeştir. Böyle bir acı içerisinde Laokoon’un feryat etmemesinin nedeni; Helen sanatının güzellik anlayışından kaynaklanır Lessing’e göre, çünkü Helenli yontucular, acıyı değil, acı içinde acıya karşı direnen anı; yontuda kalıcı kılmak, düşünce düzlemine taşımak ve anıtlaştırmak istemişlerdir.


Laokoon ve Michelangelo

Laokoon heykeli bulunduğunda, bazı kısımları eksiktir. Restorasyon çalışmalarına katılan Michelangelo, heykelin Pergamon Ekolü yontuculuğuna uygun biçimde düzeltilmesini, eksik kolların omuzdan arkaya doğru eklenmesini önerir. Çoğunluk, yontudaki patetik unsurun geri plana çekip, Yunan-Roma kültürüne yakışan kahramanlık pozu, anıtsal jest içinde restore edilmesine karar verirler, böylece eksik uzuvların restorasyonunda anıtsallık ön plana çıkartılır, bugün görüldüğü haliyle.
The Bearded Slave of Prisoner - unfinished mable by Michelangelo, circa 1530-34, height 263 cm, - at the Gallery Academia in Florence
Sakallı Köle
Michelangelo, Bergama Ekolü yontusundan etkilenmiştir; bunların başında da Laokoon heykeli gelir. Bu etkiyi, Ölmekte Olan Köle (1516) ve yarım kalmış Sakallı Köle (1534) heykelinde görmek mümkündür. Michelangelo, Yunan ve Roma dönemi anıtsal tanrı-insan yontularını, estetik ve daha önemlisi duyusal bulmaz. O, insan-iskelet ve yaşam bütünlüğünde çok sayıda karşıt ve eriyik etkiyi birlikte yontulamak ister; tıpkı Laokoon gibi. Sonrasında Michelangelo, Pieta Heykeli ile kendi dehasının iç dinamikleri ile hareket ederek eserler ürettir. Pieta, hem klasik anlatımı aşan, hem de içinde barındıran yepyeni yontu estetiği kurar. Rönesans ile Laokoon’a dair etkileyici ve Barok temsil (1614), özgün desen anlayışı ile El Greco’nun olmuştur.
The Dying Slave - marble by Michelangelo, date 1516, height 218 - at the Louvre Museum
Ölmekte Olan Köle

The Laocoön -  by Greek artist and Spanish Renaissance painter Doménikos Theotokópoulos, known as El Greco ,oil painting created 1610 and 1614- at National Galery, Washington
The Laocoön -  by Greek  El Greco, 1614

Baba'nın Kaderini Taşımak


Laokoon, Yunan söylencelerinde sıkça rastlanan Tanrıların, ölümlü insana karşı acımasız ve duyarsız eylemlerinin öyküsüdür. Heykel, aynı zamanda geçmiş ile modern dünya arasında hala aşılmamış patetik unsuru belirginleştirir: Baba'nın kaderi yaşamak… Milattan önce de insan, babasından (aile) yansıyan kaderi taşımakta idi, tıpkı bugünkü gibi. Modern dünyanın, ulaşılabilir kıldığı birçok şeye rağmen, insan hala ve hala çoğunlukla babasının kendine sunduğu veya biçtiği kaderi, yaşamı kabul ya da ret etmek noktasındadır. Arkaik insanın imgesi ölümlülük kadar, babadan gelen yazgıyı aşmayı; trajik olanı yadsımanın yollarını aramıştı. Nefis, hala Baba’nın biçtiği kader rızaya düşmekte, şansın ve imkânsızın sınırında dolaşmakta, Laokoon’un çocukları gibi.

Altın Oran’ın Doğaya ve Sanata Yansıması



Altın Oran, doğadaki canlı ve cansız varlıkların formlarında bulunduğu varsayılan değerdir. Matematik ve geometri bilgilerine dayanarak doğa ile uyumlu biçimlerin oluşması, yapılmasıdır. Platon'a göre fiziğin İdea’sı, cisimleşen varlıklar dünyasında Altın Oran ile görünüm kazanır. Antik çağdan günümüze mimari yapılarda uyum, sanat eselerinde beğeni amacıyla kullanılan kuraldır Altın Oran.  


Keops Piramidi, Vitruvius Adamı, Parthenon Tapınağı
Keops Piramidi, Vitruvius Adamı, Parthenon Tapınağı


Altın Oran

Doğru parçası (AB) öyle bir noktadan (C) bölünmelidir ki; küçük parçanın (AC) büyük parçaya (CB) oranı, büyük parçanın (CB) bütün doğruya (AB) oranına eşit olmalıdır. Ortaya çıkan Altın Oran’dır: CB / AC = AB / CB = 1,618 dir ve sembolü PHI (Φ) dır.
.
Kim tarafından keşfedildiği bilinmese de, ilk kullanan M.Ö. 2500’lerde kadim Mısırlılar dır; Yunanlılarda Mısır bilgelerinden aldıkları bilgi geliştirirler; M.Ö. 500’lerde yaşayan Grek matematikçi Pisagor’un (Pythagoras) metinlerinde geçer Altın Oran; şöyle der: "Bir insanın tüm vücudu ile göbeğine kadar olan yüksekliğinin oranı, bir pentagramın uzun ve kısa kenarlarının oranı, bir dikdörtgenin uzun ve kısa kenarlarının oranı, hepsi aynıdır. Bunun sebebi nedir? Çünkü tüm parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın küçük parçaya oranına eşittir."  


last supper, Creation of Adam, Scholl of Athens
Son Yemek, Adem'in Yaratılışı, Atina Okulu


Keops Piramidi’nin yapımında Pi ve Phi oranı birlikte kullanılır. Klasik çağdaki bilinçli ve etkin kullanımı, Yunanlı mimar-heykeltıraş Phidias liderliğinde yapılan Atina’daki Parthenon Tapınağı dır. Rönesans sanatçıları, tıpkı ilham aldıkları antik çağ sanatçıları gibi, Altın Oran'ı resim ve heykellerde denge ve güzellik elde etmek için kullanır. Michelangelo’nun Adem’in Yaratılışı, Boticelli’nin Venüsün Doğuşu, Raphael’in Atina Okulu resimleri orana sadık eserlerdir. Latince karşılığını ilk defa Leonardo da Vinci ifade eder; hatta ona, İlahi Oran der. Leonardo, atomlardan oluşan dünyada insanı ve doğayı eserlerinde bütünleştirmek ister; Vitruvius Adamı, Mona Lisa, Son Akşam Yemeği resimleri oranın sanattaki yansımasıdır. Mona Lisa’nın yüzünde, Son Akşam Yemeği’nde İsa'nın ve havarilerin oturduğu masada, arka plandaki duvarda ve pencerelerde uygulanır. Türk mimarisinin yıldızı Mimar Sinan, Selimiye ve Süleymaniye Camii minarelerinde Altın Oran’ı kullanır.


golden ratio on nature
Doğada Altın Oran

Orta Çağ’ın İtalyan matematikçisi Fibonacci’nin çalışmaları (1200’lü yıllar) da Altın Oran ile ilişkilidir. Fibonacci Sayıları olarak anılan bu dizime göre ilk iki sayının toplamı, üçüncüyü verir (1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597.......) ve ardışık sistemde sayılar büyüdükçe Altın Oran’a yaklaşır; örneğin 377 / 233 = 1,618 dir. Aynı zamanda doğada, özellikle bitkilerde Fibonacci dizgesine benzeşik formlar vardır. Phi, doğa ve evren hakkında bilgi elde etmek için, özellikle Yeni Çağ ile birlikte daha çok ilham vermiştir. J. Kepler, Güneşin çevresindeki gezegenlerin yörüngelerinin eliptik yapısını keşfetmesi sonrası şunları söyler: "Geometrinin iki büyük hazinesi vardır; biri Pythagoras'in teoremi, diğeri bir doğrunun Altın Oran'a göre bölünmesidir."


Selimiye Camii
Selimiye Camii

Altın Oran’ı doğadaki canlılarda, insanın yüzünde ve organlarında, kristallerde, hatta DNA yapısında görebiliriz. Geometrik versiyonları, altın dörtgen, altın üçgen, altın spiral, Pentagram dır. Altın Oran, özellikle mimaride ve görsel sanatlarda en-boy ekseninde kullanıldığında uyumlu estetik sonuçlar verir. Kullanıldığı grafik-görsel çalışmaların daha kolay ilgi ve beğeni görmesini düşünürsek, Kant’ında belirttiği doğanın özündeki kuvvettin ideasını yansıtan form olduğu için, doğanın nedenselliğinin insan tarafından duyumsanmasıdır aynı zamanda bu dizge. Ez cümle göz var, nizam var demektir Altın Oran. 


Altın Oran, güzelliğin tecessüm edişinin zemini midir? Tabi ki, hayır. Çünkü doğadaki canlı ve cansız varlıkların çoğunluğunda bu oran yoktur; hatta güzellik izlenimi veren, beğeni duygusu geliştiren birçok şey, bu oranın dışında asimetriktır; oran ve orantıdan yoksundur. Modern mimariyi, sanatı ve endüstriyel tasarımları düşündüğümüzde, birçok tasarımcı ve yapı üreticisi çalışmalarında bu oranı dikkate almaz. İşlevselliğin baz alındığı milenyum yılları ürünlerinde, Altın Oran artık bir masaldır. Fakat göz ve beğeni üzerinde hala devam eden etkisi, geçmiş örneklerin bize verdiği ön kabulden kaynaklanır sanki.

golden ratio on human, golden sprial
Görselde, İnsanda, Matematikte Altın Oran

Helenistik Heykel Sanatı, Barok İz: Ölen Galatlı, Sarhoş Satyr, Milos Venüs’ü, Samotrake Nike’si



Hellenizim, 19. yüzyılda Almanlar tarafından uydurulmuş yapay bir kavramdır. Hellenistik, “Grek yaşam ve düşünce tarzını izleyen” anlamına gelir ve kendine Ari Irk modeli arayan Batı dünyasının eko-politik tarih kurgusudur; maalesef kavram olarak yer etmiştir. Helenistik sanat, gelişmeler sonrasında Ege havzasındaki birikimin Doğu coğrafyasıyla girdiği ilişkinin sentezidir ve Ön Asya sanatıdır. (Helenistik Dönem ve Sanat hakkında bir başka yazı için tıklayınız

Helenistik heykel, tapınak ve özel alandan çıkar; yaşamın tümüne yayılır; evin içine, agoraya hatta tarlaya girer. Asyatik etkiyle, gündelik yaşamı işler; figür ve anlatı biçimlerinde abartı ve grotesk ön plana çıkar. Klasik dönemdeki tanrısal ifadeler; yerini yaşamın gerçeğine, şiddetine ve neşesine bırakır. Yunan idealini temsil eden Apollon figürü yerini, yarı tanrı insan Herkül’ün İşleri anlatısına bırakır. Yontu bazen acımasız gerçeği, bazen de görülmeyeni yansıtır. Birbirine zıt eğilimler ve üsluplar ortaya çıkar.

Pergamon, Alexandria ve Rhodos, dönemin başlıca yontu üretim alanlarıdır. Rhodos Adası bronz heykel üretimi ve Lysippos’un okulu ile önemli merkezdir. Fakat Rhodos’a ait kolossal ve bronz yontular, bronzun dönüşümde kullanılması sonucu günümüze pek kalmaz; bu nedenle Helenistik sanat, daha çok Pergamon ve Zeus Altarı ile yorumlanır. Alexandria heykelleri, çoğunlukla gündelik hayatı taklit eden grotesk temsillerdir. Tüm bunların yanında atipik ve amatör yontular, idoller de üretilir. Bulguların az, antik kaynakçanın sadece Plinius’un ansiklopedik kitabı olması, önemli handikaptır.

Lysippos portre, grup ve Kolossal (devasa) heykel yapar, stilini ortaya koyar ve onla birlikte Barok üslup ortaya çıkar. Yontucular arasında ortak çalışma dönemi başlar, heykel ve kabartma atölyelerinde bir araya gelirler. Ön Asya sanatının başlangıcı kabul edilen Halikarnassos Mausoleum'u yapımında; ünlü yontu ustaları çalışır. Pergamon’da beliren Barok sanat, aslında yoğun Asyatik etki ile ortaya çıkar. Bergama Zeus Sunağı’ndaki Tanrıların Devler ile Savaşı frizleri, bu ekolün en önemli temsilidir. (Bergama antik kenti ve Zeus Sunağı hakkında bir başka yazı için tıklayınız) Diğer önemli eserler; Ağlayan Kadınlar Lahdi, Nereidler Anıtı ve İskender Lahdi dir. Lakoon ve Dirke (Farnase Boğası) heykel grubu, Rhodos ekolünün günümüze kalan izleridir. Halk sanatı, özellikle Terracotta (pişirilmiş toprak) heykelciklerle günümüze ulaşır.

Keltler ve Ölen Galatlı Heykeli

Konar-göçer ve istilacı Kelt kavimleri (Galatlar), Kuzey’in Barbarları olarak anılır geçmiş dünyada. Attika ve Anadolu’ya M.Ö. 8. yüzyılda gelen ve demiri iyi kullanan savaşçı Keltler, Akdeniz havzasındaki birçok savaşta paralı asker olarak yer alırlar. Keltler, krallık ve şehir kurmayıp haraç toplarlar; yerleşik hayata geçmeyip okuma-yazma öğrenmezler. Akdeniz’de yarı göçebe, korkusuz ve yağmacı kalırlar. Ön Asya’da kavimler halinde yaşayan Galatlar, ilerleyen çağlarda yerleşik yaşama karışır. Ölen Galatlı heykeli, M.Ö. 230’lu yıllarda Pergamonlular’ın Keltler’e karşı kazandığı zafer sonrası yapılır; fakat Roma replikası günümüze kalır. Ölmek üzere olan Galatlı savaşçının bedenindeki iradeyi yansıtır ve figür tüm yönleri ile kendini sunar. Asıl vurgu, görülmeyen ama Keltleri dize getiren Pergamonlular’ın gücüdür.
Dying Gaul statue, based orginal from Pergamon culture circa 2nd century BCE, that is Roman copy
Ölen Galatlı heykeli


Sarhoş Satyr Heykeli

Heykelin orijinalinin M.Ö. 2. yüzyılda Pergamon’da üretildiği sanılır; Roma replikası günümüze ulaşan Sarhoş Satyr (The Barberini Faun) sonrasında Hadrianus Mozolesi'ne taşınır ve orayı süsler. 1620'li yıllarda Roma’da bulunur; Kardinal F. Barberini sahiplenir ve onun adı ile anılır. Hasarlı olan sağ bacağı ve boyun kısmı restore edilir; bugün Berlin’dedir. Yunan mitolojisindeki Satyr, Roma’da Faun ismini alır. Satyr, söylencelerde ormanlarda dolaşan keçi görünümlü, insansı hayvandır; Dionysos’un esrimesini yansıtır. Sarhoş Satyr, antik stilin değişimini hatta modernleşmesini yansıtır; erotik simge kabul edilir.
Drunken Satyr (The Barberini Faun) statue, orginal form Pergamon in Anatolia, circa 2nd century BC, that is Roman copy
Sarhoş Satyr heykeli

Melos Venüs’ü Heykeli

1820 yılında Ege’deki Melos Adası’nda bulunur. 203 cm boyundaki heykel,  M.Ö. 1. yüzyıla aittir. Osmanlı topraklarında bulunan eser, Fransızlar tarafından kaçırıldığı için bugün, İstanbul’da değil; Louvre Müzesi’ndedir. Keşif ve taşıma sırasında kolları zarar gören Afrodit temsili, Praksiteles estetiğini yansıtır. Denge ve duruş ile Melos Venüs’ü, antik dönem ideal güzelliğin en yetkin formudur birçok kişiye göre.  
Venus of Melos statue - found island of Melos from Anatolia, circa 1st century BCE, Hellenistic period
Melos Venüs'ü heykeli

Kolossal Rhodos Heykeli

Rhodos’un kuşatılması karşısında kazanılan zafer sonrası, Lysippos’un öğencisi Chares’in liderliğindeki yontucular tarafından yapılır. Güneş tanrısı Helios’u temsil eden Kolossal’ın yapımına M.Ö. 290’lı yıllarda başlanır; on küsur yıl içinde tamamlanır, 13 ton bronz kullanır ve M.Ö. 230’lu yıllarda yaşanan büyük deprem ile yıkılır. Plinius’a göre, 32 metre (110 ayak-70 kubit) yüksekliğindedir. Rivayete göre, liman girişindeki heykelin bacaklarının arasından gemiler geçer; fakat o zamanki teknik birikimle bunun gerçekleşmesi çok zordur ama büyük bronz kaide bulguları, heykelin varlığını doğrular. Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri Kolossal Rhodos heykelinden günümüze bulgu kalmasa da, fantezi olarak birçok çalışmaya konu olur. 

The Colossus of Rhodes, sun god Helios, fantastic images
Kolossal Helios Rhodos, fantazi resimler

Samothrake Nike’si (Kanatlı Zafer Anıtı)

Günümüze ulaşan Helenistik yontular Roma replikaları iken, Samothrake Nike’si orijinaldir. Zafer tanrıçası Nike'yi işleyen Kanatlı Zafer Anıtı, Ege Denizi’nin kuzeyindeki Samothrake Adası’nda 1863 yılında bir tapınakta bulunur. M.Ö. 190’lü yıllara ait ve 328 cm yüksekliğindeki mermer yontuda, Perslere karşı kazanılan deniz savaşı sonrasında Rodoslular, zaferi müjdeleyen Nike’yi gökyüzünden geminin pruvasında inerken gösterirler. Samotrake Nike’si, parçalanmış halde bulunur ve birleştirilir; sağ kanat bulunamadığı için sol kanadın replikası alınarak sağda kullanılır; başı ve kolları eksiktir. Uzmanlar, heykelin orijinalinde Nike’ın sağ kolunu yükseltmiş ve zafer çığlığı atıyor gibi durduğunu söyler. Nike’nin üzerine yapışan pelerin elbisesi (khiton) rüzgârla geriye doğru havalanırken; öne doğru hamle yapan sağ ayağı, esnek kalçası ve sol kanadı ile ortaya çıkan asitmerik ritim göz alıcıdır. 
Nike of Samothrace (Winged Victory of Samothrace) statue found Samothrace in Asia minor, circa 2nd century BC, from Hellenistic period, height 328 cm
Samotrake Nike’si heykeli

İzleyiciyi karşısına alan; hatta temsili, izleyici bakışına üstün kılan Helenistik Barok; estetik arzuyu, belirmiş olana öykünmeye indirgediği için; bir yanıyla imge ile görünüm arasındaki kopuşun temeli olur.
heykelde Barok iz


Anti-Oedipus Üzerine Bir Mektup - Gilles Deleuze



Anti-Oedipus’un tüm bilgi aygıtından kurtulduğu söylenemez. Hâlâ pek akademik, fazlasıyla bilgecedir ve düşlenen pop-felsefe ya da pop-analiz değildir. Ama şuna şaşırdım: Bu kitabı zor bulanlar, fazla kültüre sahip olanlardır, özellikle de psikanalitik kültüre sahip olanlar. 

Onlar şöyle diyorlar: 'Organsız vücut beden nedir? Arzu makineleri ne demektir?' Bunun tersi olarak az şey bilenler, psikanalizin bozmadığı kimseler ise, daha az sorunla karşılaşıyorlar ve anlamadıklarına kaygısızca boş veriyorlar. 

Bu kitabı okumanın iki yolu vardır: Ya içerisine kapatan bir kutu olarak düşünürüz kitabı, o zaman gösterilenleri ararız. Ve sonrasında, daha da sapkın ve bozulmuşsak, gösterenin peşine düşeriz. Ve onu açımlayacak, yorumlayacak açıklamalar arar, kitabın kitabını yazarız, sonsuza kadar.

Ya da diğer yol: Kitap küçük bir "anlamlandırmayan makine" olarak düşünülür. Tek sorun şudur: ”Bu makine işliyor mu ve nasıl işliyor?" Ve size göre nasıl işliyor? Makine size göre işlemiyorsa, hiçbir şey olmuyorsa, o zaman başka bir kitap alın. 

Bu anlamda psikanalizin lümpen proleteryasından gelen güzel mektupları, eleştirmenlerin makalelerinden çok daha önemsiyoruz.

“Ben şuyum, ben buyum” diye düşünenlere ve ayrıca psikanalitik bir şekilde düşünenlere (çocukluklarına ya da yazgılarına gönderme yapanlara) karşı belirsiz, şüpheli sözlerle yaklaşmak ve düşünmek gerekir. Narsisist olmayan, Oidipusçu olmayan o kadar çok vazgeçilmez araştırma ya da deneme var ki. Sorun, insanlık içinde şu ya da bu oluş değil; daha çok bir insandışı oluş, evrensel bir hayvan oluştur.

Anti-Oedipus’un en sevdiğim cümlesi şu: "Hayır, asla şizofren görmedik."

Gilles Deleuze, 1973