“Yeraltı” Filmi ve Türk Sineması'nda Dostoyevski İzi



“Yeraltı” filmi, Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” kısa romanının serbest uyarlamasıdır Türk sinemasında. 1864 tarihli adlı eserinde, birinci bölümü deneme, ikinci bölümü öykülemeden oluşan biçimde Yeraltı Adamı adlı karakteri anlatır Dostoyevski. Eser, varoluşçu felsefenin olduğu kadar psikanalizinde öncü metinlerinden biri kabul edilir hala. Yönetmenin kendi kişiselliğini, karanlık ortak sular noktasında edebiyat ve sinemayla bütünleştirdiği bir çalışmadır Yeraltı filmi. Yönetmen Zeki Demirkubuz, kendini ve insanı daha çok anlama izleği ile geliştirdiği hikâye ve mizansenlerinde kötülük, itiraf, kibir ve utanç hallerini araştırır sinema aracılığı ile. Dostoyevski’yi kendine referans olarak kabul eder ve Türk sinemasının melodram geleneğinin dokusunu derinlikli biçimlerde işleyen çalışmalarında, kişisel deneyim, merak ve korkularını mümkün mertebe beklenti sineması kalıplarının dışında kalarak ve minimalist biçimde ortaya koyar. Yıkıcı ilişkilerin ve arayışların hikâyesi Masumiyet ve devamında kendini yıkıma götüren aynı kişilerin gençlik dönemlerini anlatan Kader; gündelik çıkmazlar içinde kendilerine çıkış arayan insanları anlattığı Üçüncü Sayfa, Albert Camus’n Yabancı romanında serbest uyarlama, hiçlik duygusu içindeki kişinin muğlak yaşamını işleyen tartışmalı Yazgı, geçmişte yapılanların insan üzerinde yaratığı çatışmayı ihanet ve evlilik çatısı altında irdeleyen İtiraf, yönetmenin kendi sinemacı kimliği ile gündelik yaşamın çarpıklığını neredeyse yıllar sonrasına bırakılmış bir sosyoloji verisi biçiminde sunan Bekleme Odası, filmleriyle karanlık üzerine öykülerini anlatmıştır Demirkubuz.




Ankara’da yaşayan bir memurdur, Yeraltı filminin kahraman olamayan kahramanı Muharrem (Engin Günaydın) ve özel hayatı allak bulaktır; diğer insanlar kadar, hatta daha çok onaylanmak ve saygı görmek istemektedir, ama kendini çirkin ve berbat hisseder ayna karşısında bakarken. İnsanlara kendini kanıtlamak, sıradanlığının arkasında aklını, yeteneğini dile getirmek ve eyleme dökmek ister. Öfkeli, kindar bir insandır Muharrem; kötülüğün gücüne âşıktır ama beceremez; kendini daha da mağdur hisseder yapamayınca istediklerini. Kendisine yara olarak döner, narsistik kişiliğinin dış dünyadaki çıkışları. Akıllı bir adam, kendine karşı acımasız değilse gururlu da olamaz." sözde ilkesidir Muharrem’in ama ekseriyetle sözünün arkasında duran tavırları yoktur. Dünyaya bir amaç için gönderilmiş, fakat o amaca uygun yaşamadığı için öfkelenmiş gibidir; değişim ve değişiklik ister; isteklerinin ne olduğu tam olarak bilmese de olmalarını ister, sanki. Ne yaparsa yapsın hep sıkılır. Eve gelen gündelikçi kadının hayatını zindan eden yatalak komşu uluyan, megafonda sesi duyulan ama kendi görülmeyen delidir. Bu uluma, Muharrem’e zevk almak için ilham verir, o da ulumaya başlar hem de insanların önünde. Bu arada, kadına komşuyu öldürmesini tavsiye eder. Zorla kendini davet ettirdiği arkadaşlarının yemekli toplantıda hesaplaşmak ister, en çokta Cevat ile. Ona göre Cevat, başkalarının emeğini ve hikayelerini çalan bir yazar, yalancıdır. Yemeğin ortasında ayağa kalkarak ona ve yanındaki arkadaşlara kendine göre haklı öfkesini dile getirir Muharrem. İtiraf ve hakaret biçiminde devam eden it dalaşı sonunda, tartışma alevlenir. Fakat burada yönetmen bir sinema hilesine başvurur, aslında içinden geçenleri tam olarak söylemez Muharrem, söylemiş gibi gösterilir. Sonrasında içki ile kendinden geçer ve arkadaşlarını mat etmek için ayağa kalkıp nutuk atar, bu arada Dostoyevski’den alıntı yapar: “Gerçek, tüm egoların üstündedir.” Gecenin devamı onun için zehir olur, komik durumlara düşer hatta. Otel koridorlarında atarlanması ve “ hepinizden nefret ediyorum” diye bağırmasının karşılığında aldığı cevap, ayakları altından patates gibi ezilmektir güvenlik görevlilerinin. Arkadaşları ile buluştuğu akşamın ertesinde tanıştığı fahişe ile aralarında ilginç bir diyalog ve ilişki geçer, ki bu bölüm romanda çok daha uzun ve önemli yer tutar, ölümden ve ölüm korkusundan konuşular. Hırlayarak yüzüne baktığı seks işçisinden hazırladığı ufak oyuna katılmasını bekleyecek kadar delidir.

Dostoyevski’nin anlatı dünyası: Evrensel roman yazarıdır Dostoyevski. Evrenseldir çünkü neredeyse tüm eserleri insanlık halinin veçhelerini çok sesli karakterlerle ve derinlikli gerçekçi betimlemelerle sunar okuyucuya. Eserlerindeki temaları, yazar olarak kendi düşünceleri ile cevaplamaz; hayatın içinde olabilecek tüm kişilikleri, diyalojik söylem ve karşıt eylemleri ile gerçekliğin bütünlüğü içinde serimler. Modern dünyada insan ile Tanrı arasındaki ilişki, geçmişte kalsa olsa dahi ki bu, trajik olandır, trajedinin bitmeyeceğini anlatır bize, ontolojik düzlemde. Çoğunlukla, modern insanın trajik konumunu, dünyanın adaletsizliğini, daha ötesinde Tanrı’nın insanlığa karşı sessizliğini dert edinir Dostoyevski. Dostoyevski üzerine en önemli çalışmayı yapan Mihail M. Bahtin, Yeraltından Notlar’ın atipik kahramanı için şunları söyler: “Bir itiraf romanıdır. Yeraltı İnsanı’nın itirafı, aşırı ve keskindir. İç ses, hep öteki ile polemiğe girişir, diyalojik tersine dönüşler gerçekleşir. En korktuğu şey, insanların onun bir başkasına karşı kendisini küçük düşmüş hissettiğini, birisinden af dilediğini, kendi kendisini onaylamak için bir başkası tarafından kabul görmeye ihtiyaç duyduğunu düşünmeleridir. Ötekinin fikrinden korktuğunu düşüneceğinden korkar. Onlar hakkındaki her düşüncesinde seslerin, bakış açılarının savaşı vardır. Yadsımayla tam da yadsımak istediği şeyi onaylar ve bunu bilir. Kendisi ile uzlaşamaz ama kendisiyle konuşmaktan vazgeçemez de. Dolayısıyla kahraman, özbilinç ile söylemin sıkışıp kaldığı kaçınılmaz döngüde hapsolur. Söylem belirgin olarak siniktir, hesaplı olarak siniktir, ama kederlidir de. Saf budalayı oynamaya çalışır. Aynı zamanda ideologdur, dünyaya dair söylemi polemikçidir. Tıpkı bedenin kendi gözünde kesintiye uğramış bir şey haline gelmesi gibi, algıladığı haliyle dünya, doğa ve toplum onun tarafından kesintiye uğramış olarak algılanır.”

Yeraltı Filmi by Demirkubuz

Elalem ne der” duygusunun pençesine düşmüştür Muharrem, ötekinin sesi ve gözü altında ezilir, az çok hepimiz gibi, ama onun hali, daha keskin ve yıkıcıdır. Öteki olan elaleme karşı “buradayım ve haklıyım” demek ister. “Biz de buradayız, sen hiç değişmeyecek misin” benzeri yanıtlar alır; sonrasında becereksizlikleri karşısında kendine nereyse estetik bir çıkarım ararcasına, budalalığa verir ve elaleme güldürür kendini. Muharrem, film boyunca elinde patates tutar; Filmde patates, sadece patatestir. Sinemada bir şey, sadece bir şeydir. Metafor olarak düşünülürse patates, şekil olarak Muharrem’in amorf kimliğini yansıtır sanki. Fahişe kadınla görüşme ve benzeri bir dizi deneme ile Muharrem, fizik doyum yâda anlık gerginliğin geçiştirilmesinin mümkün olmadığını, şizoid haliyle bile idrak eder. Atomize olmuş benliği üzerindeki kaygı, hatta yas durumunu aşmak ister. Kibir ile aşağılık duygusu arasındaki benliği, kendini kendine oynadığı ip cambazlığı; döngüseldir. Muharrem’in benliği, iç-dış nesneler dünyası iletişiminde parçalanır, ama yine de yarılmış bilinci ile gerçekliğin oldukça farkında ve içindedir. Eylemsizlik hallerinde ulur, hırlar, garip sesler çıkarır Muharrem. Kendi başının belası olan gururuna yenik düşer, bocalar, çıkış aramakta daha doğrusu çıkış da aramayıp, yaşadığı gerçekliğe yenik düşer. Dünyanın anlamına, kendinin haline bir türlü vakıf olamayan benliği, doğal savunma mekanizması olarak bilincini ve dünyayı var eden dilin öncesine, ilkel ve ilkesel döneme gerileyerek ile bilmediği ama hatırladığı oral dönem benliğinin huzurunu imler. Bilmediği ama hatırladığı, kayıp nesnenin bilgisinin yeniden üretimini ulumak, hırlamak ve paranoid-şizoid performans ile gösterir. Hırlamak, onu dindirir.

Yeraltı Filmi by Demirkubuz

Film bir noktadan sonra, Muharrem’in algısı ile gerçekliğin mizanseni arasında, hangisinin gerçeklik olduğu noktasında seyirciyi muğlâkta bırakır. Yine de izleyici gözünde, filmin kurgusu, karakterin zihin bölünmesine ve izlenimine rağmen, epizodik kopukluklara dönüşmez ve mizansen edilen minimal gerçeklik kendini korur. Yönetmen, önceki filmlerinden farklı biçimde, ışık ve kurgu denemeleri ile ana karakterin karmaşık varolma çalışmasını, orada olma arzusunu bazen anlatı savrulsa da filmin sonuna kadar işler. Yönetmen izleyici beklentilerini, bir parça kenara koyup; gündelik hayat ve hiçlik duygusu arasında sıkışmış Muharrem’in habitatına olabildiğince sıfır noktasında yaklaşmak için, yeni teknikler kullanır. Yönetmen, kendi sinema ustalığını yıkarak; kendinin çırağı olmanın ahlaki-estetik özgürlüğünü ortaya çıkarır. İkiye bölünmüş bilincinin kendisi ile diyalogu halindeki iç sesleri; gündelik gerçekliğin etkisi mi, yoksa duygusal kopuş mu olduğunu, belirsiz ara bölgelere doğru evrilir. Gerçekliğini aşmak ya da bükmek ister ama beceremez; yavaş yavaş var olagelen gerçeği, yenik düştüğü için suçluluk duyar. Eski dostlarına öfkeyle patlayıp sırtlarına çıkmak isterken, güvenlikçilerin ayaklarının altında kalarak midesinin bulanması; yaşlı komşuyu öldürmesi için gündelikçi kadını azmettirmesi ama planın tepe taklak olması gibi dramatik aksiyonlar, karakterin gerçeklikle ilişki kurmaya çalıştığında tökezlemesini, tercihlerinin çıkışsız kalmasını gösterir.

Son sahnede, zulme uğrarcasına tecrit edildiği hissiyatındaki Muharrem görülür; kapı kapanma sesiyle film sonlanır ve filmin nihai amacı kışkırtma, estetik deneyim olarak finalde gerçekleşir. Sonunda Muharrem, ki en başında da öyledir aslında, Varlık’ın içine bırakılmışlığını değiştiremeyeceğini veya bir kaçış bulamayacağını kabul eder sanki. Zaten, esin kaynağı metin, ”Ben, hasta bir insanım… İçi hınçla dolu, berbat bir adamım.” itirafı ile başlar. 

Ahmet Usta
Psikesinema dergisinde yayınlandı.

Bilakis


mevsimsiz hale ve yansıyan ışık

çırakların bildiği uzak maviliklere

pazar anında dedin ki: ‘bilakis’

lakin ellerimi göğe açmadım.

 

Keyifsiz de severim ve bu satırlarda kalır

kimseye söylemem, söz

referansım su ile hayta giderken

ekseriyetle hafta içi ve sonu susarım.

 

surette mevcuda gelirken sen

umurunda değil ama azalıyorum

travesti şehir böylelikle üstümden geçiyor

merkezi atama kaderin cilveli hileleri

kuruntu/kurgu/kulp olmaya durur

şizoid yüreğime.

 

tirat atmaz 4. tekil şahıs

atılmışlığa kıyamaz

Şeytan fakir

hiç kadar güzel Şeytan

bir anı, boş bulunmuşluk işte

istersen sende benim sözlerimi

gözlerime bakarak çiğnersin. 


Mevsimsiz


türk oğlan evcimenin penceresinden tekilleri

bildiği yollar hala revize edilirken

yürümek ile pazartesi günü yeter sonbaharda.

 

beyaz geceleri duymuş ve heveslenmiş

içinden nehir geçen şehirlere karşı meraklanmış

mevcut olmayanlara öykünmüş, açımlanmak istemiş.

 

deney koşullarında ve köpeklerin

kutsal dualarında saftayım

kemik ve biraz ilik ben razıyım

taşıma suyu ile diner belki uyumsuz nöbetleri

hayali resimler, hacivatsız gölgeler

midede biriken endişelerim

senin ile dünyalıklar içinde endişelenmek isterim.

 

hicran ve takılıp kalmak

trajik olmayan komik işlikler

yaşamak istemenin

bizatihi kibir olduğunu 

unutmaya çalışmış

güzelleşmişiz tabi ki.


Schopenhauer'dan Fragmanlar


Arthur Schopenhauer'ın (1788-1860) temel eseri, "İrade ve Tasavvur Olarak Dünya" adlı çalışmadır. Felsefeyi gündelik hayatın içine taşımış, sosyal hayattan örnekler kullanmış, bazen hırçın bazen de mizahi, çokça da kibirli bir üslup yaratmıştır. Hegel'in soyutlama diline ve düşüncesine karşı, Kant'ın izinde ama ondan da ayrıdır felsefesi. Dili, son derece basittir ve az unsurdan meydana gelir.

Şopenhavr'a göre, Kainat, İrade'den ibarettir. İrade, içinde bulunduğumuz alemin, öncül ve asli varlığıdır. Ortaya çıkan her şey, varoluş; tasavvurda görülen ve bilinen her şeyin cevheri İrade dir. Hakikat, İrade dir. Varlık olarak İrade, oluş halinde bulunan zaman, mekan ve realiteye bağımlı değildir. Hakikat olarak İrade, bölünemez ve ebedidir; İrade, karşısında insan hiçtir. İrade, mutlak İde dir; zaman ve mekan içinde insan tekil varlık olarak görünüm kazanır; hakikatte var olan ise sadece Alem ve onun İradesidir .

İnsan iradesi, öznellik ile zekada gerçekleşir. Kişisel irade ile isteme ve cinsel yönelme ortaya çıkar. Zeka, İradenin insan iradesi üzerinden kendine oluşturduğu bir araçtır. İnsan bedeni ve akıl, İrade'nin gözle görülür hale gelmiş şahıslaşmasıdırŞopenhavr felsefesi, son kertede çelişkilerle dolu, yer yer sığ ve sinik, hayattan münzevi yaşadığı için aile, aşk ve kadın konularına düşman ve karamsardır; gündelik yaşama dair örneklerinin ve dilinin ilgi çekiciliği bir yana konulur ise, Kant Felsefesi ile karşılaştırıldığında, zaten felsefe değildir.

İrade ve Tasavvur Olarak Dünya'dan Fragmanlar

"Alem, benim tasavvurumdan ibarettir"
"Evrenin nedeni, İradedir. Çekme ve itme, birleşme ve ayrılma, doğadaki tüm kanunlar İrade dir."
"Dinlerin, Allah dediğine ben Yaşama İradesi diyorum."
"Üreme, Varlık olan İrade'nin insan zekasındaki son gayesidir. Çünkü sadece üreme ile doğanın kanunu İrade, kişileştiği insan üzerinden ölüme meydan okuyabilir."
"Alem, iradeden müteşekkil olduğu için, ıstırap kaçınılmazdır çünkü İrade, ihtiraslıdır. Tatmin edilmiş arzularının arkasında, yeni arzular belirir; bizler, iradenin nesnesi olduğumuz müddetçe, o bize saadet ve huzur vermeyecektir. çünkü İrade, aç iradedir."
"Tatmin, iradenin isteğidir ve her tahmin, kişiyi saadete değil, bedbahtlığa götürür. Çünkü, tatmin edilmiş her ihtiras, tam bir doyum vermeyecek, yeni bir ihtiras doğuracaktır. Doğanın kanunu İrade, hep aç iradedir ve insanı peşinde sürükler."
"Zeka, iradenin buyrukları karşısında yaşayacağı realitenin ısdırap olacağını düşünerek, kendine hakim olmalı ve saadeti değil; üzüntü ve sıkıntılardan uzak kalmayı tercih etmelidir."
"Hayat bir derttir; çünkü İradenin ortaya koyduğu doğa, rekabeti ister; hayat mücadelesi kazanıldığı zaman ise, İrade'nin insana vereceği şey, can sıkıntısıdır; Fakirlik, halkın baş belası ise; zenginlerin derdi de can sıkıntısıdır."
"Hayat bir derttir ve bilginin artışı kurtuluş getirmez; çünkü iradenin tezahürleri zeka üzerinde daha da belirginleştikçe, ıstırap o oranda artar ve felsefi, kültürel bilgi mutluluk vermez ve ölüm düşüncesi, ölümünü kendinden daha eziyetlidir. hayat genel anlamı ile bir dramdır; bazı anlarında eğlenceli olur."
"Ölüm Korkusu, felsefenin ve dinlerin doğuş nedenidir. Ortada kalmış insan, ölümü kabullenemez. Ve harikaların en büyüğü, ıstırap verici hayat iradesi içinde, dünya malını sahip olmak değil, az ile yetinmek ve nefsine hakim olmaktır. Saadet, kendi kendine yetenlerindir."
"Kısa boylu, dar omuzlu, geniş kalçalı, kısa bacaklı kadın cinsiyetine, Güzel demek; ancak cinsel iştaha boyun eğmiş erkeğin harcıdır."
"Bir erkek adale bakımından ne derece güçsüz ise, o derece güçlü kadın arar; kadın doğası içinde bu söz konusudur; herkes, başka şahısta kendi güdüsünde, eksik hissettiği şeyi arar ve buna Güzel der."
"İrade, her şeyi idrak eden ve hiçbir şey tarafından kavranılmayan sujedir."
"Sebep olgusu dört şekilde zorunluluk ortaya çıkarır. Mantıki, Fiziki, Matematik, Ahlaki zorunluluk. Ahlaki zorunluluk, her canlıda, insanda, doğuştan getirdiği motif üzerinden ve değişmesi mümkün olmayan hareket tarzı verir."
"İnsan hayatı, istemek ve ulaşmak arasında akıp gider. Fakat istemek, tabiatı itibariyle ıstıraptır; ulaşmak ise çabuk bıktırır. Elde etmek, yeni bir arzu, ihtiyaç doğurur; böyle olmaz ise, boşluk ve can sıkıntısı baş gösterir ki, bu da sefalet kadar ıstıraplıdır."
"Para, mutlak maldır; para kazanmaya adanmış bir ömür, o parayı zevk haline çevirmez ise, anlamsızdır."
"Müzik, diğer sanatlar gibi İdelerin değil, bizzat İradenin tasviridir; bu sebeple etkisi diğer sanatlardan daha kuvvetlidir. Bas seslerden tizlere gidildikçe, iradenin nesneleşmesi gelişir. Melodi, insanın İrade karşısında duygularını ifşa etmesidir."
"İntihar, iradenin inkarı olmayıp; iradenin kuvvetini tasdik etmektir. İntihar eden kişi bulunduğu konumda, iradenin şartlarını yerine getirmediği için ölüme sürüklenir, kendi bilinci ile değil."
"İnsan hayatı, tümüyle bakıldığında esasında bir dramdır; içinde parça parça eğlence, komedi sahneleri vardır. İhtiyaçlar dünyası içinde insanı, inadına yaşama sevgisi ile hayata bağlayan bizi, var eden kör iradedir."
"Hayatta en mühim rolü oynayan amil, cinsel arzu dur; üstüne örtülen bütün örtüler arasından daima bakan ve bütün icraatlarımızın görünmez merkez mıknatısı odur. Savaşın nedeni, barışın gayesi, ciddiyet ve mizahın temeli, taleplerin, sanatın ve rüyaların sebebi odur."
"Hak ve insan sevgisi faziletinin kökeninde Merhamet duygusu vardır; merhamet, insanın iradeye karşı duruşu ile ortaya çıkan şuur dur."
"Halis entelektüel bilinç, düşünce içindeki insan, daha hassas hale gelir ve bu hal, onu kalabalıklar içinde münzevi yapar."
"Tasavvur olarak alem, esas itibariyle ve birbirinden ayrılamaz iki bölümden oluşur.  Birisi nesnedir, onun formu zaman ve mekandır ve çokluktur.Diğeri Sujedir ki zaman ve mekan içinde değildir. Bunlardan birisi kaybolursa, tasavvur olarak artık alem mevcut olamaz, bu yüzden bu iki bölüm düşünce bakımından insanda birbirinden ayrılamaz. Çünkü birisinin varlığı, diğerinin zorunluluğudur."
"Kant'ın felsefesindeki terminoloji ile, İrade, vücudun a priori idrakidir. Vücut ve düşünce, İradenin a posteriori idrakinden ibarettir"
"Aşk Tutkusu, cinsiyeti kontrol eden İrade'nin bir yönlendirmesi olduğu için, birleşme gerçekleştikten sonra, duygusal kırılma yaşanır; kişi anlar ki, cinsi irade tarafından aldatılmıştır."
" Şuurun ve zekanın iradenin bağlarından kurtulması ve hakikati araması Sanatın görevidir; Sanat ile gelmiş, iradeden sıyrılmış bir bakışın doğurduğu tat kıymetlidir; iradenin uyarısı olmadan baktığımız şeyler, bizde yükselme, aydınlanma yaratır. Bizi iradenin saldırısından yükselten kuvvet sanat içinde en rafine olan düşünce, ritim ve yaratma şuuru taşıdığı için müzik dir."
"Üreme iradesine kafa tutacağımız, kadın güzelliğinin bir yalan ve ölümün en büyük iyilik sayılacağı bir zaman gelmeyecek midir?" 
"İradenin en yüksek şahıslaşması olan insan, en fakir ve en çok ihtiyacı olan varlıktır. Bu haliyle, bu aleme yalnız terk edilmiştir ve bütün insani hayatı, bu zaruret ve ihtiyaç emri altındadır."
"Kainat muammasının, felsefe ile çözümü için insan zihni ve düşüncesi yetersizdir."




İz

Nasıl başladı bu Cumartesi. 
Nasıl devam etti teneffüsler. 

Bende olan imge, 
hayal 
sonrası 
kuruntular.

Şimdi ortasındasın, 
birin bahçesinde. 

Yıllar geçiyor, aşkolsunlar arifesinde. 

Sen hareket halinde birden cümbüş iken,
ben
yumurtanın
yarısı
boşlukta
yuvarlanan
birden
ucube...

2010