Ahlak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahlak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kant-Pratik Aklın Eleştirisi: Özgürlük İde’si ve Ahlak Yasası, Ödev ve İrade, Koşullu ve Kesin Buyruk



Nesneler dünyası ve bağlı olduğu yasalarla ilgilenen bilgi, ikiye ayrılır; biri doğanın yasaları yani Fizik, öteki ise özgürlüğün yasaları yani Ahlak dır. Kant, “Ahlakın Metafiziğini Temellendirme” ve “Pratik Aklın Eleştirisi” adlı eserlerinde özgürlüğün yasalarını inceler. Ahlak, güdü ve eğilimlere olan bağımlılığından kurtarılmalı; a priori evrensellik ile saf akılda ortaya çıkan yasasını; insana ödev kılmalıdır. Ahlak, yükümlülük nedeni insanın içinde bulunduğu dünyanın koşullarından almamalı, tersine a priori olarak doğrudan saf aklın kavramlarında bulmalıdır; Eğer deneyime dayanırsa, ihtiyaç ve çıkar ile ilgiliyse ahlaki buyruk; pratik kural olabilir ama hiçbir zaman genel-geçer ahlak yasası olamaz; der Kant. Ahlak metafiziğinin görevi, rastlantısal olmayan, deneyim ve güdülerine dayanmayan, saf aklın düşüncesinde ortaya çıkan idelerin, iradeye yansımasını araştırmaktır. Ahlak Yasası’na bağlanma ile meydana gelen yükümlük, saf aklın iradeyi yönlendirmesi olduğu için akıl sahibi varlıkta ortaya çıkan özgürlüktür. (Kant Felsefesinin Temelleri üzerine bir başka yazı için tıklayınız)

Özgürlük İde’si ve Ahlak Yasası

Özgürlük, fenomenler dünyasında bilgisi olmasa dahi, saf aklın özünde var olagelen diğer ide’leri -Tanrı, Ruh, Evren- a priori olarak “ben düşünüyorum” edimi içinde kavramamıza imkân veren önsel saltık ve biricik ide dir. Özgürlük idesi, saf akılda bulunmasının doğal zorunluluğu ile pratik akılda ahlak yasası’nın koşuludur; yâda olmalıdır felsefenin aktüeli dönüştürme edimi içinde, Kant’a göre. Özgürlük olmasaydı, aklımızda çelişkilerle ilerlese dahi, düşünülmüş ve buyruk vermiş ahlak yasası, varlık zemini bulamazdı. Saf akılın ide’leri, özgürlük idesi’nin zemininde imkân bulur; görüngüsü bilinmeyen ama düşünülen olmaları ile varlık kazanır. Ahlak Yasası; insanın doğal eğilimleri, duygulanışları, içgüdüleri ile değil; saf aklın kesin buyruklarını (kategorik imperatif) aktüel oluşlara yansıtan a priori yasalardır. Özgürlük idesi’nin nedenselliğinde ahlak yasası, duyu-üstü Varlık’ın olanağıdır.

Pratik Akıl ve İrade

Özgürlük yetisi, iradeyi doğrudan belirleyerek aklı, pratik kılar. Böylece, saf akıl -sentetik yargılarındaki çelişkilere rağmen- ahlak yasası ile ide’lerine nesnel gerçeklik veren pratik akla dönüşür. Ve saf aklın aşkın kullanımı, pratik akıl ile içkinleşir. İradeyi yönelten ahlak yasası ile ide’ler, nesneler dünyasına bağımlı özne için neden olur. Akıl, iradeyi belirlemiyorsa; irade ayrıca öznel koşullara, güdülere bağımlı ise; eylem, öznel olarak rastlantısal dır. Yalnızca akıl sahibi varlık, ilkelere (maksim) göre eylemde bulunma yetisine sahiptir. Yasalardan eylem türetmek için akıl gerekli olduğunda irade, pratik akıldır. İrade, algı ve duygu tasarımlarının karşılığı olan nesneleri yaratmak yâda nesneleri meydana getirmek üzere insanın kendini fenomenler dünyası içinde belirleme, ortaya koyma yetisidir. Arzulama yetisinin duygu-duyumlara bağımlılığı, eğilim dir. Eğilim, her zaman gereksinimler dayalı bir iradenin rastlantısal yönelimini verir. Eğilimlere bağlı aklın iradesi, ilgi dir. Pratik akıl, deneyden gelmeyen ama akılda var olan a priori buyrukları kullanarak, doğal iradenin isteklerini yönlendirir; aklın iradesine dönüştürür.

Koşullu ve Kesin Buyruk

İradeyi zorladığı ölçüde bir ilkenin tasarımına, aklın emri; formülüne buyruk (ımperativ) denir. Buyruk, iradeyi sorumlu kılar. Aklın buyrukları, gereklilik, “olması gerekir” ile dile getirilir. Buyruk, öznel değil, nesnel nedenlerle iradeyi belirlemesi gerekendir. Buyruk, koşullu (hipotetik) veya kesin (kategorik) olarak iki biçimde buyurur. Koşullu buyruk, insanın ulaşmak istediği şeye araç olacak mümkün bir eylemin zorunluluğunu ortaya koyar. Kesin buyruk, bir eylemi başka herhangi bir amaçla ilgi kurmadan, sadece kendisi için ortaya koyar. Buyruk, iyi iradenin maksimine göre eylemi belirleme formülüdür. Eylem bir amaç için araç olarak iyi ise, koşullu; kendi başına iyi ise, kesin buyruktur.

Ödev

Ödev, yasaya saygı gereği yapılan eylemin zorunluluğudur. Ödev, en yüksek ahlaki değerdir. İyilik yapmak, yapılabildiği yerde, ödevdir. Maksim, iradenin öznel ilkesidir. Eğilimlerden dolayı iyilik ediminde bulunması kişiyi ahlaklı yapmaz; bu eğilimler ben sevgisi ve çıkar nedenleriyle öznel, hatta yıkıcı olabilir. Sevgi, nefret gibi eğilimlerin etkisi ve yansısı; ahlak yasanın buyurduğu ödevden doğmaz. Ahlak yasasının eylemi, ödevden dolayı ve ödev sorumluluğu ile ortaya çıkar. Yasaya dayanan, gerçekten ödevden doğan ve kesinlik taşıyan bir ahlaklılık örneği verebilmek; deneyim ve kişisel eğilimlerin etkisi nedeniyle olanaksızdır. Kant, ahlaki eylemi, “ödeve uygun” ve “ödevden doğan” olarak ikiye ayırır. Ödeve uygun davranış, insanın ihtiyaçlarının ve isteklerinin güdümünde ortaya çıkar. Ödevden doğan davranış ise, ahlak yasasına ve saf akla bağlıdır. Örneğin, bir tüccarın müşterisine doğruyu söylemesi, ödeve uygundur ama ödevden doğan davranış olmayabilir. Çünkü tüccar, müşteri kaybetme ve hukuki yaptırım endişesi ile davranmış olabilir. Bunun karşıtında tüccar, kendi iradesine dış koşulların etkisinde kalmadan, hiç kimseyi aldatmaması gerektiği buyruğunu verebiliyorsa; bu davranış, aktüel olandan bağımsız ve ahlak yasasına bağlı ödevden doğandır. Ödevden doğan, şeylere olan ilgiyle değil; yasaya olan bağlılıkla değerdir.

Yasa’ya Saygı

Aydınlanma, insanın; insanlığı, kendi ve başkaları için hep bir amaç olarak görecek biçimde eylemde bulunmasıdır; Kant’a göre. Yasanın buyurduğu, “insanları, amaç olarak gör” ifadesi, aydınlanmanın ideal ve zorlu ilkesine çağrıdır. Sevgi veya nefret; içgüdüsel duygulanıştır, deneyim hisleridir ve ahlak yasasını içermez; bunla ilgili olarak intihar örneğini verir. İntihar, benliğe ve doğanın yasalarına aykırıdır. İntiharda irade, içgüdünün ve duyguların kontrolünde aklın yasasından vazgeçip, kişisel amaçlarına göre hareket eder. İntihar ahlaklı davranış değildir, çünkü kişiseldir, içgüdünün aracıdır, bencilliktir. Oysa ahlak yasası, doğanın yasasına uyum ile ortaya çıkar ve pratik aklın iradesinde insan, yaşamaya devam etmelidir. İnsanı, ahlak yasasına bağlayan ve amaca yönelten sebep, pratik yetisidir. Yasa ile insanlar arasında oluşması gereken şey sevgi değil, saygıdır. Saygının nesnesi, yalnızca yasadır.

Ahlak yasası ile Kant, fenomenler dünyası içinde felsefeyi ve aklı içeren eylemi umut eder ve şu kesin buyrukları geliştirir: “Öyle davran ki; insanlığı, kendinde ve bir başkasında, asla bir araç olarak değil, her zaman bir amaç olarak gör.” Ve devam eder: “Öyle davran ki, eylemlerinin maksimi, genel-geçer ahlak yasası ile uyumlu olsun.” Fakat Kant’ta kabul etmektedir ki, insan; doğası gereği pratik aklın ve arzuların çatışmasında çelişkilere ve daha çok ahlaksızlığa meyillidir. Geliştirdiği ahlak metafiziği, iyi niyetli buyruklar olarak kalmış ve pek fazla aktüel, hatta ideal olamamıştır. 


Kant: Mutluluk ve Ahlaklılık


Mutluluk ile ahlaklılık arasında kesin ayrım yapılamaz der Kant, Pratik Aklın Eleştirisi’nde. Özgürlük idesi, salt akılda düşünce olarak vardır ve ahlaklılığın, zorunlu belirme nedenidir. İde, ancak ahlak yasası aracılığıyla kendisini görünüşlere sunabilir, pratik aklın gerçekliğine dönüşebilir. Ahlak yasası, “yapmalısın” der. (Ahlak Yasası ve Özgürlük hakkında bir başka yazı için tıklayınız) Maksim, öznel ilkedir; yasa, nesnel ilkedir. Özne, duyumlarına ve eğilimlerine bağımlı iradesi ile maksimler ortaya koyar. Arzulama yetisi, doğanın iradesidir ve güdülerin bağımlılığındadır, özerk değildir. Ahlaklılık, iradenin özerkliğini şart koşar. Ahlaklılık, ahlak yasası’nın genel-geçer buyruklarına bağlı olarak maksimlerine yön veren akıldır. Pratik akıl, ahlaklılık ile maksimlerine irade koyar. Fakat ampirik olması, öznel iradeye bağımlılığı ve arzulama yetisinde ortaya çıkması, mutluluk konusunda belirsiz ifadelere sürükler Kant’ı.

Mutluluk isteği; duyular dünyasının, doğa yasalarının ve dürtülerin bağımlılığında (heteronomi) iradeyi belirlerken; ahlaklılık, doğanın yasalarından nispi olarak bağımsız (otonom) kişinin düşünülür dünyasında (anlama yetisi) kendi iradesini özerk kılan özgürlük idesinin tasarımında gerçekleşir. Mutlu olmayı istemek, arzulama yetisinin zorunlu belirme nedenidir. Arzulama yetisi, duyum ve ihtiyaçların sezgisi ile ortaya çıkar ve yaşamdan payını almak için doğal iradeyi yönlendirir. Ahlaklılık ise, akıl tarafından buyrulan ve bütün eylemleri ve şeyleri, kendisine bağlayan son ve mutlak amaca, İde’ye gereksinim duyar. Bundan dolayı “Ahlaklılık ile dünyanın bir parçası olan, bu yüzden de ona bağımlı olan bir varlığın, mutluluğu ile arasında zorunlu bir ilgi kurmak için hiçbir neden yoktur.” der Kant. Ödev, duygulara ve güdülere göre değil; yasanın amacına göre irade buyurmadır. Kendi başına amaçtır, ödev. Bir insanın yaşam kaygıları ile iyilik yapması, iyi insan olması; koşullu buyruk olabilir; çünkü eylemi eğilimlerin, ihtiyaçların ve benlik sevgisinin –bencillik- güdümünde koşullanabilir. Ahlaklılık ile iyilik yapmak, iyi insan olmak ise; yasasının kesin buyruğu ile aktüel fayda yâda araç gözetmeden, güdülerine bağımlı kalmadan, hatta deneyim olarak negatif etkisini dahi göze alarak, iradenin özerkliğinde yasaya bağlılık ve ona olan saygı ile ortaya çıkar.

Ödevden doğan davranışın maksimi, ahlak yasası’na saygı dır. Ödevden doğan, bitimli ve rastlantısal arzulama yetisinin maksimi ile çelişki içindedir. Pratik aklın diyalektiğini şu şekilde kategorize etmeye çalışır Kant: “Ya mutluluk arzusu, maksimlerin hareket ettirici nedeni; ya da ödevin maksimi, mutluluğa etkide bulunan nedendir.” Fakat buradaki tez ve anti-tez, birbirlerini yanlışlayacak içerik ve kapsama sahip değildir. Çünkü mutluluk, kavram olarak belirsizdir. Sonlu varlık insanın, kendinde beliren arzuları gerçekleştirmeye; doğanın (Kosmos) sonsuz edimi ve yasası karşısında, doğası gereği gücü yetmez. Bu nedenle tek başına mutluluk, nihai edim; hatta amaç olmaz. Doğal iradenin yönelimindeki fizik mutluluktan, ayrı olarak İnsan zihninde meydana gelen mutluluğu; erdem -kendinden memnun olma- olarak; ayrıştırır Kant. Erdem, görünümlere bağımlı iradenin doyumu ile meydana gelen mutluluk değildir; aksine aktüel olanın baskısından uzak, iradenin özerkliğinde hissedilen, düşünülendir. Ödev sorumluluğu, saf vicdandır ve bu sorumluluk, insanın iradesine yön vermesine, tercihte bulunmasına zemin oluşturur. Kant’a göre, ahlak yasası’nı ortaya çıkaran şey; insandaki özgürlük idesi’nin yansıması olan, saygı duygusudur. Saygı duygusu, salt akılda ve insanın varlığında koşullanmıştır ve nefret-acıma duyguları gibi öznel, deneyime bağlı değildir. İyi İrade, eğilimlerine akıl ile buyruk veren insanın seçimidir; seçimi olduğu içinde özgürlüğüdür. Eylemi, yasanın buyurduğu maksime göre amaç kılmayı gözetir iyi irade. Kaderin cilvesi ve adaletsizliği nedeniyle, amacını gerçekleştirmekte güçsüz kalıyorsa, harcadığı tüm çabaya rağmen hiçbir şeyi başaramıyorsa; yine de kendinde değer dir, iyi irade.

Fiziksel mutluluğu ve duyusal tatmini göz ardı etmeden ama deneyimden mümkün mertebe uzaklaşıp, kendinden hoşnut olmanın; değerini vurgular Kant ve şöyle der: “İnsanın kendinden hoşnut olabilmesinin nedeni, bilinçte bulunur. Orada her tür mutluluğu yakalayabilmenin ve hayat şartlarından bağımsız olarak hoşnut olabilmenin imkânı vardır. İşte bu sonuncusu, düşüncede meydana gelen entelektüel mutluluktur.” Ama yine de Kant, aktüel dünyanın duyumlanışı ile oluşan doğal ve bağımlı iradenin, özerkliğini koruyarak bu yetkinliğe ulaşmasının çok zor ve ideal olduğunu belirtir. Ahlaklılık, saf aklın pratik talebidir; Özgürlük, Tanrı ve Ruh idesi’nin varlığından doğar ahlak. İde’ler olmadan, yasa olamaz. İde'lerin kabulü olmaksızın ahlak yasası, boş bir kuruntudan ibarettir. En Yüksek İyi’ye (Tanrı) ulaşma yolundaki ahlaklılığın, mutluluğun da maksimlerini vereceğini savunan senteze ulaşır, nihayetinde Kant.


Kant: Tanrı, İde, En Yüksek İyi, Ahlak ve Din


İde

İde derken, nesneleri hiçbir deneyde verilemeyecek olan, zorunlu akıl kavramları anlıyorum.” der Kant. Ona göre saf aklın İdeleri, Tanrı, Ölümsüzlük ve Özgürlüktür ve de apriori olarak doğuştan akıldadırlar. İde’nin sonlu insanda gerçekleşmesi, deneyimi imkânsızdır. Tanrının Varlığı, ahlak yasası, erdeme layık mutluluk, son kertede aktüel, gündelik içinde belirmez; İdeal olarak kalır. (Kant Felsefesinin Temelleri üzerine bir başka yazı)

İdeler, saf akılda hiçbir imkânsızlık, çelişme içermedikleri için bilinmeseler dahi, pratik açıdan kabul edilir veya edilmelidir felsefe eyleminde. Ve bu nedenle Tanrı İdesi’ni gerçekliği bir yana, var olup olmadığını kesinlik olarak bilemeyiz, kavrayamayız. Tanrı ve ruhun ölümsüzlüğünün imkânı, pratik akıl için yalnızca zorunlu varsayımdır.

Din ve Kötülük

Din, doğal ve dürtü eğilimlerine bağımlı insanın, ahlak ödevlerini kendi özgürlük ilkesinden değil; Tanrı iradesi ve buyruğu üzerinden pratik etmesidir. Din, insan doğasında bulunan ve ontolojik kötülük sorunsalı üzerine, ahlaki buyruklar verir ve yasa koyar. Fakat doğasındaki kötücül irade karşısında insanın aşkın iradeye yönelmesi; onu kötülük eyleminden uzaklaştırılamaz ve çoğu zaman din yetersizdir. Çünkü insan, akılın iradesi tarafından verilmiş kesin buyrukların sorumluluğunu almadıkça, aklın saf Özgürlük İdesi’ne yönelmedikçe; kötülük, yer değiştirmelerle, kavramların çatışkısı, içgüdü ve duygulanım ile dini yaşam alanı içinde dahi, mümkün ve makul olarak kendini yeniden üretecektir. Saf akıldan gelen Ahlak Yasası ise, evrenselliği içinde ve önsel zorunluluk ile eylemin sonucunu amaç edindiğinde; kişiyi ahlaki eylemin hem öznesi, hem de nesnesi olarak araç kıldığı için başka öznelerin varlığını; iyiliğini gözetmekle yükümlü kılacaktır. Ve böylece, pratik aklın ahlak yasası: “Ben, başkası olandır.der Kant.

Gayeler Krallığı ve Fazilet

Kant'a göre insan, "Kendi başına gayedir" ve akıl sahibi varlıklar, "Gayeler Krallığı” (Kingdom of Ends) kavramını oluşturur. Buradaki krallık ile Kant, “Çeşitli akıl sahibi varlıkların ortak kanunlar vasıtasıyla kurulan sistematik birliğini" anlar. Her akıl sahibi varlık, bu krallığın hem üyesi, hem de kralı olabilir. "Evrensel kanun koyucu olarak bulunduğu ve koyduğu kanunlara kendisi de tabi olduğunda krallığın bir üyesi; kanun koyucu olarak başkasının hiçbir istemesine bağımlı olmadığı zaman da, kral olur". Fazilet ile mutluluk arasındaki ilişki konusunda, antinomi ile karşı karşıya kalırız. Pratik akıl bir taraftan fazilet ile mutluluk arasında zorunlu bir bağ ister. Oysa Fazilet, ne bu hayatta, ne de başka bir hayatta elde edilebilir. Fazilet, hayatta iken kazanılmaz ise, içinde onun kazanılabildiği başka bir hayat olmalıdır. Bu durumda ahlâk kanunu imkânsızı emreder gibi gözükür. Bu problemi Kant, Tanrı’nın Varlığı ile çözmeyi ortaya koyar: “En Yüksek İyiyi gerçekleştirmenin şartı olarak ruhun ölümsüzlüğünü postula olarak koyan ahlâk kanunu; fazilet ile mutluluk arasındaki zorunlu sentetik bir bağın şartı olarak da, Tann'mn varlığını postula olarak koymaktadır. Çünkü Tanrı'nın varlığını varsaymaksızın, En Yüksek Iyi'nin gerçekleşme imkanı yoktur. Ahlâk kanunu, mutlu olmaktan ziyade kendimizi mutluluğa lâyık hale getirmemizi emreder. Ama mutluluğu ümit etmeye; istemesi, yaratıklarının mutluluğa lâyık olmasını isteyen ve mutluluğu onlara verebilecek olan Tanrı vasıtasıyla hak kazanırız. Çünkü mutluluk ümidi, ilkin ancak din ile başlayabilir"


Özgürlük İdesi ve En Yüksek İyi: Tanrı

Özgürlük, deneyim bilgisi değildir. Özgürlük saf akılda belirmiştir ve “Yapmalısın, çünkü yapabilirsin” postulatını vermektedir. Akıl, duyusal koşullar ve dürtüsel maksimler altında kalmadan davranışlarını nesneye yansıtıyorsa; bu saf pratik aklın özerkliğinin ve özgürlüğünün iradeye biçim vermesidir. Duyumların, istek nesnelerinin değil de; özgürlüğün maksimleri tarafından biçimlendiği koşulda, ahlaklılık ortaya çıkar. En Yüksek İyi, saf aklın Özgürlük İdesi’nde var olagelen, ahlak yasasının pratik akıl ile gerçekleşmesinin, aktüel eyleme dönüştürmesinin sağlayıcısıdır ve onu tüm davranışlarımızın son amacı yapmak, Yasadan Doğan Ödev dir ve şöyle der “Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin.” 

Tanrı, bilgi alanın dışında, ama saf aklın özgürlük idesi sonucunda, düşünce olarak insanda doğuştan belirmiştir. Pratik aklın buyruğundaki Ahlak Yasası, bizi En Yüksek İyi’yi istemeye amaçlandır. En Yüksek İyi, Tanrının varlığıdır. Böylece ahlak yasası, bilgisi belirmese dahi, aklın pratiğinde Tanrının varlığını imkân olarak zorunlu görünür. Özgürlük idesi, Tanrı’nın varlığını ve Kozmosu amaçlar ve ona doğru ilerlemelidir. Özgürlük İdesi’nin akıldaki varlığı, diğer kavramların gerçekliğine zemin verir. Fakat pratik aklın özgürlüğünün, görünür dünya deneyimi her zaman sorunsaldır. Bu sebeple, Kant şöyle der: “Özgürlüğün ne olduğunu bilemeyiz; ama yine de bu ideye göre davranmamız gerekir; çünkü idenin yansıması ile hareket ettiğine göre insan özgürdür.” Ve şöyle devam eder: Özgürlüğün kendisine mutluluk denemez. Çünkü o, bir duygunun pozitif olarak katılmasına bağlı değildir; Kutsallık da değildir tam olarak, çünkü eğilim ve ihtiyaçlarımızdan tam bağımsız olmayı içermez.  Ama yine de en azından iradeyi belirlemesi ve duyumların etkisinden kendini uzak tutabilmesi bakımından, kutsallığa yakındır.

En Yüksek İyi, Tanrı, iki farklı anlamı taşıyabilir; En Üstün (Supremum) veya En Yetkin (Consummatum) olandır. En üstün, kendi koşulsuz olan koşuldur; en yetkin, bütünün parçası olmayan daha büyük bütündür. En yüksek İyi’ye erişilme gayesinin fenomenler dünyasında imkânsız olmasının yarattığı çelişkiyi çözmek için Pratik akıl,  akıl edilebilir ve akılda doğuştanlıkla var olan Tanrı İdesi ile iradesini tamamlamak, yasa koyutlamak zorundadır.

Tanrı’nın varlığının kabulü, pratik aklın kullanımın sonucu değildir, sonulu varlık için ihtiyaçtır ve “Umut, ilkin ancak din ile başlayabilir.” En Yüksek İyi’nin varlığını ve iyi niyeti mümkün kılan koyutlaması şudur Kant’ın: “Öyleyse en yüksek iyi için var sayılması gereken, doğanın en üstün nedeni, anlama ve irade aracılığıyla doğanın nedeni, bunun sonucu olarak da yaratıcısı olan bir varlık, yani Tanrı dır. Sonuç olarak en yüksek türetilmiş iyinin, en iyi dünyanın imkanlılığının koyutu, aynı zamanda en yüksek asli bir iyinin gerçekliğinin, yani Tanrı’nın varlığının koyutudur.” 

Kant'ın ahlâk felsefesinin merkezinde, Tanrı değil; pratik akıl ile insan bulunur. Ama, pratik akıl düzleminde Kant'ın ahlâkı, insanı ümitsizliğe düşürmektedir. Çünkü, Tanrı'ya inanmayan bir insan için, En Yüksek İyi’nin gerçekliği, pratik ve fikri zeminde yoktur. Bu çelişki karşısında Kant, yaşam pratiği alanında çıkış için metafizik olarak Tanrı kavramına bağlanır, Tanrı’yı umar. Çünkü, En Yüksek İyi’yi pratik olarak zorunlu kılacak ancak ve sadece Tanrı dır.