Klasik Dönem (m.ö. 5-4. yy) Yunanlı Heykeltıraşlar: Myron, Polykleitos, Praxiteles, Lysippos


Klasik dönem Yunanlı heykeltıraş, mükemmel olanı kalıcı forma dönüştürmek için mermeri yontar. Eylemin bir anına, hatta herhangi bir anına yönelir; koşarken, koşmaya başlarken, yayını çekerken, dinlenirken; düşerken ve savaşta yaralanıp ölürken. Birçoğunun esası değil, benzeri kalır günümüze. Yunan istenci erkek bedenini, kalıcı kılar yontuda çoğunlukla. (Yunan Heykel Sanatı hakkında bir başka yazı için tıklayınız)

Kontrapost

İlk kez Yunanlılar tarafından mermer yüzeyinde aranır. Vücut ağırlığının bir bacağa bindirildiği, diğer bacağın dizden hafifçe kırılarak serbest bırakıldığı duruş şeklidir Kontrapost. Duruş ile kalça, omuz ve baş hafifçe eğilir, yontuya hareket katılır. Kontrapostta amaç, devinim içinde sükûneti göstermektir. Karşıtlık içinde denge aranır;  yakalanan bir “an”ın dinginliği ile somuta gelmesi arzulanır Tin’in. 
The Discobolus - original bronze by Greek Myron, circa 450 BC, Roman copy - at the Vatican Museum
The Discobolus

Taklit ve İmgelem

M.S. 1. yüzyılda yaşamış Apollonios, yontu sanatı üzerinden taklit ve imgelem arasındaki ayrışmayı şöyle açıklar: “Zeki ve mahir sanatçı, taklit etmekten (mimesis) fazlasını yapar. Taklit etme, yalnızca görüneni betimlemekten ibaret iken; imgelem (fantazia), görünenin ötesine işaret eden ideal tasavvuru yansıtır. İmgelemlerinin izinde ve el becerisi (tekhne) ile mermeri kazır Praksiteles veya Polykleitos.”

Myron ve Discobolus
M.Ö. 470’li yıllara ait Myron’un “Disk Atan Atlet” (The Discobolus) heykeli, klasik dönemin en önemli yontusudur; orijinali olmasa da Roma dönemi tıpkısı günümüze kalır. Myron arkaik dönem heykeldeki statik duruşu; devinime geçirir ve “mükemmel daire” şemasının izinde, eylemin özgün bir anında yakalanacak denge ile güzelliği yansıtmak ister yontuya. Aslına en sadık Roma replikasında baş bölümü eksiktir; gövdenin duruşuna uygun bir ekleme yapılır ama konu tartışma yaratır; acaba Myron, atletin kafa bölümünü nasıl yontmuştur? Birçok kişiye göre baş öne değil; arkaya yani fırlattığı diske bakmaktadır. İki mükemmel daireyi iç içe vurgulayan beti için, esas yontuda başın arkaya dönük olması yüksek ihtimaldir.

The Discobolus - original bronze by Greek Myron, circa 450 BC, Roman copy - at the Terme Museum, Rome
The Discobolus
Diski tutan kol arkaya doğru uzanırken, diğer kol önde boşta sallanır; gövde seyirciye dönükken, bacaklar profilden görülür; bacaklardan biri ağırlığı taşırken, diğerine ağırlık binmez; sağ ayağın parmakları yukarı doğru kıvrılırken, diğerinde alta doğrudur. Discobolus, bugün anatomi bilgisi ışığında incelendiğinde, atletin hareket ve kas dağılımının gerçekçi olmadığı da görülür; amaç zaten gerçekliği aşmak isteyen ideal’in yontusunu yakalamaktır. Atlet disk atarken uyum, asimetri üzerinden yansıtır yontuya. Attika’lı Myron, tekrarı olmayacak zaman parçasının, lâhzanın kalıcı izini sürer.

The Discobulus - original bronze by Greek Myron, circa 450 BC - at the British Museum
The Discobolus

Kanon

İnsan bedeni ve örgenleri arasında, tıpkı doğadaki gibi sayısal düzen olduğu düşünüldü, kural (kanon) geliştirildi; araştırma yapıldı antik dünyada. Sanatçı, insanın temsili için kanonlar üretti doğru yâda yanlış. Kanon vasıtasıyla ayak ve el uzunluğu, baş yüksekliği, bel genişliği için oranlar geliştirildi; proporsiyon (beden formu) arandı. 

Polykleitos ve Doryphoros

Çoğunlukla atlet heykelleri yapar Argos’lu Polykleitos (M.Ö. 460-420). “Mızrak Taşıyan” (Doryphoros) adı eser en ünlü yontusudur; eserine “Kanon” adını verir. İdeal güzellik arayışını oran ve simetri üzerinden kurmaya çalışanlardan biridir Polykleitos, Kanon yontusunda yaptıklarını, kurallarını yine Kanon adını verdiği bir kitapta toplar ama metin günümüze ulaşmaz.
The Doryphoros - Greek bronze original by Polykleitos, circa 5th c. BC, Roman copy after
The Doryphoros

Pythagoras, dünyayı ve varlıklar âlemini sonlu ile sonsuzun ahengi olarak görür ve sayıları, evrensel ilke kabul eder. Sanat, soyutlama üretirken bile sayı ve oranların bileşimdir bu düşünceye göre. Güzellik, ancak sayı ve orantı ile oluşur görünen şeyde. Pythagorasçı felsefenin matematik ülküsünü, yontuda arar Polykleitos. Ona göre: “Bu âlemde sadece şekil kazanmış olan tanınabilir, her varlığın sayısal bir özü vardır.Doryphoros’ta ilk göze çarpan; uzuvların karşıt dengesidir. Sağ bacak gergin yere basarken, sol bacak gevşek ve geri çekilir; kollar ve bel özgün bir dengeyi yansıtır. Bu duruş (kontrapost) sonraki dönemlerde yontu sanatçılarına okul olur; Rönesanslı Donatello ve Michelangelo’nun "Davud" yontularında belirgindir, onlar da Polykleitos'un izini sürerler.


Praxiteles: Knidos Afrodit’i ve Olimpia Hermes’i

Praxiteles (M.Ö. 400-330), klasik dönem denildiğinde ilk akla gelenlerdendir; hiçbir eseri günümüze ulaşamaz, replikaları kalır. Atinalı heykeltıraşın en ünlü eseri; Knidos Afrodit’i heykelidir. Knidos haklı için yapılan ve tapı değeri ile antik şehrin gözbebeği olan eserin günümüze benzerleri kalır; Knidos Afrodit’i antik dünyadaki ilk çıplak kadın figürüdür. Yontuda Afrodit, bir eli giysisini tutarken; diğer eli vulva bölgesini kaparken yâda işaret ederken görünür. Knidos Afrodit’i hala, yapılmış en güzel heykeldir birçok kişiye göre.
The Aphrodite of Cnidus - orginal marble Greek sculptor Praxiteles, circa 4th c. BC, Roman copy after
The Aphrodite of Cnidus

Praxiteles’e atfedilen diğer bir ünlü eser, “Olimpia Hermesi” olarak da bilinen “Çocuk Dionysos’u Taşıyan Hermes” yontusudur.  “Praxiteles’in heykellerindeki insan gövdesi, doğadan ve ölümlülükten kurtulmuş, rüyayı ve ölümsüzlüğü simgeleyen mükemmel formun görselleştirilmesidir.” Nietzsche’ye göre. 

Olympia Hermes, Hermes and Child Dionysus - original by Praxiteles. Parian marble, height 2.15 m, Roman copy
The Olympia Hermes


Lysippos: Apoxyomenos ve Yorgun

Klasikten Helenistik döneme geçişin önemli heykeltıraşı Sikyon'lu Lysippos (M.Ö. 395-310), Apoxyomenos heykeli ile tanınır; kral İskender’in saray heykeltıraşı olarak çalışır. Yüzlerce heykel yaptığı söylenir kimi kaynaklarda, fakat hiçbiri günümüze ulaşmaz; yontularından Roma dönemi benzerleri kalır.
The Apoxyomenos - Roman statue copy, bronze original by attributed to Greek Lysippos, circa  320 BC
The Apoxyomenos
Lysippos, kendine has orantı dizgesi, kanon geliştirir; baş bölümünü daha küçük, gövdeyi daha ince yontar; böylelikle figürü daha uzun boylu gösterir. Baş ve örgenlerin hareket yönünü farklı vererek; anın içinde hareketi zıt yönlere taşır. Yontuyu gündelik ve patetik unsurlarla harmanlar Lysippos, vücut oranlarını 1/6 dan 1/8 ye çıkarır; objeyi daha göz alıcı, zarif kılmaya çalışır. Ona atfedilen Kral İskender portre yontusu; buğulu bakışları, arkaya doğru taralı saçları ile yansıtır Helenistik dönemi.
Busts of Alexander - original attributed to Greek Lysippos - at the Glyptothek Munich
Busts of Alexander
Eros ve Hermes üzerine bir dizi yontu da Lysippos’a atfedilir. Bunların içinde “Sandaletini bağlayan Hermes” yontusu; teknik yönüyle onun işçiliğini çağrıştırır. Yontunun atipik yanı; Hermes’in bakışının mekân dışını işaret etmesidir. Hermes belirsiz bir yere bakmakta, bir ses ve çağrı üzerine başını oraya çevirmektedir sanki.
Hermes Fastening his Sandal 

"İnsanları oldukları gibi değil, bana göründükleri gibi yontuya vermek istiyorum" der Lysippos ve devasa heykeller yapar; Yorgun Herkül (Farnese Hercules) yontusu gibi. Özgün eserin Roma replikası bugün Napoli’dedir ve boyu 3.15 metre dir. Yorgun Herkül, Klasik dönem mimetik sanatın dışındadır.
The Farnese Hercules - height 3.15 m, orginal attributed to Greek sculptor Lysippos, Roman copy
The Farnese Hercules

The Farnese Hercules - height 3.15 m, orginal  attributed to Greek sculptor Lysippos, Roman copy
The Farnese Hercules
Lysippos atlet yontularında yine de mimetik unsuru elden bırakmaz; hatta canlı erkek modellerle çalışır. Apoxyomenos, idman yaptıktan sonra vücudunu temizleyen bir atletin yontusudur. Atlet, sükûnet içinde elindeki striglis ile kendini temizlemektedir; kol ve ayak daha uzun, gövde ise incedir. Atletin öne doğru uzanan eli ile yontunun tüm cephelerine getirilen devinim, izleyiciye tüm açılardan izlenim olanağı verir.
The Apoxyomenos - Roman statue copy, bronze original by attributed to Greek Lysippos, circa  320 BC
The Apoxyomenos

Orestia Tragedyası: Agamemnon, Ölü Sunakları, Eumenidler


Oidipus'un Oğulları: Tebai’ye Karşı Yedi Kişi

Aiskhylos'un Tebai'ye Karşı Yedi Kişi tragedyası, Oedipus'un ölümünden sonra iki oğlu arasındaki iktidar mücadelesini anlatır. Argos’tan harekete geçen Polineikes askerleriyle birlikte kardeşi Eteokles’in kral olduğu Tebai şehrine yedi kapısından saldırır. Savaş anında iki kardeş yüz yüze gelir ve birbirlerini öldürürler. İki erkek kardeşinin cesedi ile baş başa kalır Oedipus’un kızı Antigone ve bu bir başka trajik unsuru ortaya çıkardır: aile ve devlet bağı. Böylece Oedipus'un babası Laios'un haddini aşıp tanrıların belirlediği kadere karşı gelmesi ve sonrasında tanrılar tarafından lanetlenmesi ile başlayan kötü baht; önce Oedipus’u sonrada onun çocuklarını yıkıma sürükler. Oedipus efsanesi, İbranilerden Greklere uzanan kaderine veya verilmiş olana karşı gelenin başına gelecek gazabın bir başka veçhesi gibidir. (Oedipus tragedyası hakkında bilgi için tıklayınız)

Orestia Üçlemesi

Sofokles eserlerinde trajik hali, kahramanlarının dahi anlayamadığı sınır duruma taşırken; Aiskhylos, Atinalı demokratların ve Polis yaşamının savunucusu olmuştu çoğunlukla metinlerinde. Aiskhylos en önemli eseri Orestia trilogyasını (Agamemnon, Adak Sunucuları, Eumenidler) M.Ö. 458’de yazmıştı. Eser Atina şehir devletinin oligarşiden demokrasiye geçtiği dönemde ortaya çıkar. Bu sebeple, antik Yunanı ve değişimi en iyi yansıtan tragedya, Orestia üçlemesi dir. Orestia’nın çatışma ekseni; şehir dışı göçmen kavimler ile (Yunanlılar kendilerinden ve yerleşik olmayanlara “Barbar” demiştir) şehir devleti (polis) yaşamı arasındaki gerginlik üzerine kuruludur. Oedipus söylencesine kıyas ile Orestia, hem antik hem de modern yaşam hakkında bize daha fazla bilgi ve sorgulama olanağı verir gibidir. Orestia Üçlemesi:
1-     Agamemnon
2-     Ölü Sunakları (Khoephoroi -Adak Taşıyanlar)
3-     Eumenidler (Hayırlı Tanrıçalar)

Troya (Truva) Savaşı: İlyada ve Odysseia

Troya efsanesi, arkaik Yunanlıların ataları kabul ettiği Akhalar’ı anlatır; fakat gerçekliğine dair kesinlik yoktur.  Homeros, İlyada ve Odysseia destanlarında anlatmıştır Troya Savaşı’nı. Efsanede Troya'lı Paris, Sparta Kralı Menelaos'un karısı Helen'i kaçırır; sonrasında Yunanlılar Troya kentine saldırır. İlyada Destanı, on yıl süren savaşın son dönemini anlatırken; Odysseia Destanı, kral Odysseus'un Troya savaşı sonrası vatanı İthaka'ya dönüş yolculuğunu konu edinir. Troya'nın mitolojik bir kent olduğu düşünülürken, 1870 yılında Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından başlatılan kazılar sonucu, Çanakkale Boğazı'nın güney sahillerinde, bugünkü Hisarlık tepesinde dokuz tabakadan oluşan çok eski bir ticaret şehri bulunur. M.Ö. 15. ile 12. yüzyıla arasına ait olan 6. tabakanın, Homeros’un anlattığı Troya Savaşı dönemine (M.Ö. 1180’li yıllar) ait olduğuna dair iddialar vardır.

Agamemnon’un Hikâyesi

Orestia tragedyası, babasının katili olan annesinden intikam alan Orestes’i anlatır. Üçlemenin ilk tragedyası Agamemnon Truva Savaşından Argos şehrine dönen Kral Agamemnon’un, karısı Klyteimnestra ve aşığı tarafından öldürülmesini anlatır. Efsaneye göre Agamemnon, Troya savaşını kazanabilmek için öz kızı İphigeneia’yı kurban etmiştir. Agamemnon savaşı kazanmak, kendi krallığını ve iktidarını sürdürmek için çok kan dökmüş; en sonunda kızını dahi kurban vermiştir ama suçsuz insanın kan döküldüğünde Erinys’ler (yer altı, intikam tanrıçaları) doğanın sesi olarak harekete geçecektir. İntikam tanrıçaları, kraliçe Klyteimnestra görünümüyle sahneye çıkar. Kraliçe gizli aşığı Aigisthos ile birlikte Troya zaferi sonrası şehre dönen kral Agamemnon’u sarayda öldürür. Kralın ölümünden sonra saraydaki değişim, Argos şehrine özgürlük ve huzur getirmez. 

Kasandıra’nın Laneti

Troya Savaşı’nı kazanan Agamemnon, esire olarak Troya Kralının kızı Kasandıra’yı Argos’a getirir. Kasandıra, güzelliği ile Helen’i kıskandıracak çekicilikte bir kadındır. Kasandıra, aynı zamanda geleceği işiten kulaklara sahip kâhindir. Kasandıra, Apollon kâhinlerindendir ama Apollon tarafından lanetlenmiştir. Kasandıra’nın laneti, geleceği görmesine rağmen kimsenin ona inanmamasıdır. Agamemnon iki büyük günah işler; savaşı kazanmak için kızı İphigeneia’yı kurban eder ve Kasandıra’yı ölüme sürükler. Agamemnon ve Klyteimnestra trajik figür değildir; ikisi de tutkularına, iktidar hırslarına yenilmiştir. Kasandıra’nın trajedisi, kâhin olmasına ve geleceği bilmesine rağmen kimsenin ona inanmamasıdır.

Ölü Sunakları (Adak Taşıyanlar - Khoephoroi)

Özgür Yunalılar içi kadın, doğaya bağımlılıktı çoğu zaman. Yunan idealizmi kadına olan bağımlılığı, doğa tabi olmak kabul ettiği için aşmak istemişti, homoseksüel aşk bir yanıyla bu isteğin izdüşümü oldu. Aiskhylos, Orestia tragedyasının ikinci oyunu Adak Sunucuları’nda dünyadaki felaketlerin nedeni olarak kadınları gösterir sanki. Koro, eylemleri yorumlamanın ötesinde yönlendirir eseri, ama aynı zamanda trajik unsur karşısında kararsız ve muğlaktır. Kötü günler, artık bitmiştir ama eskiden kalan suçlar, henüz cezasını bulmadığı için felaketlerin sonu gelmemektedir. Kısasa kısas adaleti, yeterli midir? Aradan yıllar geçse dahi tarih, geçmiş yâda doğa kan istemektedir. Ölü Sunakları’nda Orestes, sürgündeyken babasının katili olduğunu bilmediği annesinin adağını, kız kardeşi Elektra’dan öğrenir ve intikam için Argos’a geri döner. Anne, oğlunun öldürüldüğünü sanmaktadır ve onu tanımaz. Orestes, babasını intikamını alır ve annesini ve aşığını öldürür.

Eumenidler (Hayırlı Tanrıçalar)

Orestia üçlemesinin sonuncusu Eumenidler ile Orestes’in trajik konumu belirginleşir. Orestes, annesi kraliçe Klytaimnestra ve aşığı Aigisthos'u, kız kardeşi Elektra'nın yardımıyla öldürmüştür ama peşine takılan Erinys'lerden dolayı oradan oraya  sürüklenir, kaçmak zorunda kalır. Erinys’ler anne katili Orestes’en öç almak ve doğa hukukunu yerine getirmek isterler. Sonunda Orestes için mahkeme kurulur. Eğer şehir yaşamı, sözleşme hukuku ve devletin bekası doğru ise; Orestes, babasının intikamını almak için annesini öldürerek doğruyu yapmıştır.  Fakat doğa hukuku, arkaik inanç ve ailenin bekası doğru ise; Orestes, annesini öldürmüştür ve ana toprağına karşı suç işlemiştir, kanı ile bedelini ödemelidir. Mahkemen sonucu, trajik unsur daha da keskinleşir, oylar eşit çıkar! Orestes’in suçlu olup olmadığına karar verilemez. Devreye mahkemeyi kuran tanrıça Athena girer ve oyunu Orestes’ten yana kullanır; Orestes suçsuz bulunur ve serbest kalarak Argos şehrine döner. Karara uymak zorunda kalan Erinys’lerde yeraltı ve intikam tanrıçaları olmaktan çıkıp, Eumenidler’e yani Hayırlı Tanrıçalar’a dönüşürler.

Doğmamış Tanrıça Athena

"Bir kadın doğurmadı beni, o yüzden tüm benliğimle erkeğin  yanındayım. Hiç de umurumda değildir benim, kocasını öldürdüğü için öldürülen bir kadın " diyen Athena oy hakkını Orestes'in aklanması yönünde kullanır. Athena’nın kararı, Yunan dünyasındaki dönüşümü gösterir; Atina yaşamında toprak ve doğa hukuku değil, seçkin demokratlarla gelen eko-politik belirleyicidir artık. Yunan şehir devletlerinin koruyucusu ve zafer tanrıçası Athena doğmamış tanrıçadır; Zeus’un başından çıkmıştır ve kadından doğmadığı için doğadan bağımsızlığın sembolü olmuştur. Athena, arkaik ana tanrıça inancına ve doğa hukukuna karşı, şehir düzeninin tanrıçasıdır. Athena hem aklı temsil eder hem de geldiğinde ahlakı, doğruyu hiçe sayar; şartlarına göre hareket eden yalancı, bezirgân Yunan insanına yol gösterir. 

Geçmişin Trajik Etkisi

Erinysler arkaik olanı, ana toprağını, doğa hukuku ve kan ile kısasa kısası isterken; karşısında yerleşik hayat ve köle ekonomisi ile sözleşme hukukunu savunan Demokratlar vardır. Orestia’nın yazıldığı dönem, Atina’da altın çağ olarak anılan Komutan Perikles dönemidir. Atina’da demokratik diktatörlük kuran Perikles sözleşme hukukunu, doğal hukuktan üstün tutar. Arkaik insanın kozmolojik bütünlüğünden kopuşu, sınıf tabanlı kent düzenin özgür olmayan insanlardaki yıkımı, buna rağmen sönmeyen ve hala geçmişten gelen doğal enerjisi; bilinmeyen güçler biçiminde Atinalı özgürleri, demokratları endişelendirmiştir. Orestia üçlemesi ile antik Yunan dünyasında en yüksek noktaya ulaşan tragedya, Sokrates ve Platon etkisindeki logos merkezli düşünce ile son bulur. İlerleyen dönemde trajik olanı değil, komediyi ortaya çıkarır yazarlar. Orestia üçlemesinin sonunda doğal hukuk, sözleşme hukuku ile aşılır. Şehir devletinin bekası için gerekir ise, anne öldürülmelidir; Atina demokrasisi bunu gerektirir. Şehir yaşamı ile soy bağı, kan bağı aşılır; arkaik-ilkel ve komünal olanın üstü kapatılır, bu medeniyet kafesini kuranlar ise çalışmayan toprak sahibi erkek (demos) Atina vatandaşlarıdır.


Konuşmacı: İskender Savaşır
Ekleme ve düzenleme: Ahmet Usta

Ağlayan Kadınlar ve İskender Lahdi


Lahit, ölünün defnedilmesine yetecek boyutta, 2-3 metre uzunluğundaki ceset koruyucu kaptır. Yunancada lahit, et yiyici” anlamına gelen “sarkophagos” dur; genellikle Helen dünyasında, ölümden sonra dünya inancı ile fizik beden arasında bağ yoktur; Atina’nın ünlü komutan yöneticisi Perikles M.Ö. 429’de öldüğünde bile anıtsal mezarı yapılmaz; diğer insanlar gibi Nekropolis’e (Ölüler Kenti) gömülür. 

Sidon Nekropol Kazıları

1887’de Osman Hamdi Bey’in yönetiminde yapılan Sayda (Sidon-Lübnan) Nekropolü kazılarında, yeraltı oda mezarları (hipoje) içinde 22 kral mezarı bulunur. Sonrasında Satrap Lahdi, Likya Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, İskender Lahdi ve Tabnit Lahdi isimleriyle anılan bu kral mezarları, bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedirler. Sayda Kralları’nın Mısır’daki gibi öteki dünya inancına sahip olduğu, ketene sarılarak mumyalandığı ve mezarlarına kişisel eşyalarının konulduğu görülür. Sayda kazılarında bulunan en eski mezar, M.Ö. 6. yüzyıla ait, siyah bazalttan yapılmış insan biçimli (andropoid) Tabnit Lahdi dir. Mezardan mumyalanmış iskelet çıkar; lahdin gövdesindeki Mısır hiyeroglifi yazıda ilk sahibinin Penephtah adında Mısırlı bir komutan olduğu; ayakucundaki Fenike yazısından ikinci sahibinin Sayda Kralı Tabnit olduğunu anlaşılır. Tabnit’in mezarı üzerinde mealen şöyle yazar: “Her kim olursan ol, bu tabutu bulan adam kapağını açmasın ve beni rahatsız etmesin, çünkü yanımda altın yoktur. Kapağımı açma ve beni rahatsız etme, Eğer kapağımı açarsan, hayatında soyun yürümez ve öldüğünde huzur bulamazsın.

abnit of Sarcophagus, Anthropooid, Sidonian King Tabnit, circa 600-525 BC, originally belonged to the Egyptian general Penephatah
Tabnit Lahdi ve İskeleti

İskender ve Ağlayan kadınlar gibi önemli lahitleri, İstanbul’a getirdiği için Türk müzeciliğini ve arkeolojisini başlatan kişi olarak yansıtılsa da; aslında, Osman Hamdi Bey, aileden bağlantısı ile Osmanlı’da yönetici olan, özünde Frenk hayranı bir ressamdır; Avrupalıların; Lykia, Bergama ve Efes’teki kazı bulgularını başta İngiltere ve Almanya olmak üzere yurtdışına kaçırmalarına, tarihi eserleri koruma kanunu olmasına rağmen, göz yuman yöneticidir. 

İskender Lahdi

İç içe geçmiş ama birbirini tekrarlamayan üç boyutlu betimleri ile Asyatik etkinin ünlü ve önemli örneğidir İskender Lahdi (M.Ö.310-280). Üzerindeki Makedonya kralı İskender tasvirinden dolayı onun adıyla anılan lahit, aslında kral İskender’e ait değildir. Mezar sahibinin, Sidon kralı Abdalonymos olduğu düşünülür. Nekropol alanı, yeraltı mezarlığı öncesinde soyulduğu için lahit dışındaki diğer kral birikimlerine ulaşılamaz. Mezar odası, özel konumu ile günümüze iyi durumda ulaşır; mermer üzerindeki boyalar ve kabartmalar hala göz alıcıdır. İskender, Mısır’da kendini Zeus’un oğlu ilan ettiğinde; Helen dünyası, ölümlü İskender’in kendini tanrı kılmasına tepki gösterir; diğer taraftan Doğu coğrafyası, İskender’in Amon kültüne bağlılığını çabuk kanıksar ve Sidon mezarlığındaki lahit üzerinde, aslan postu başlığı ile İskender, tanrı soylu olarak yansıtılır.

The Alexander-Sarcophagus and Lion Atacking scene
İskender Lahdi, Aslan postu ile İskender, Aslan avı

Tekne ve kapak olmak üzere iki parça olan lahit, kiremitlerle kaplı üçgen çatılıdır. Mahya girişi üzerinde kartal betimi, köşe ve tepe akroterleri üzerinde aslanlar, griphonlar yer alır; mor renkli zemin üzerine boyanmış sarı yapraklar vardır. Lahdin dört cephesinde ve üst alınlıklarında savaş ve av sahneleri işlenir. Uzun cephede, Persler ile Yunanlılar arasındaki Issos Savaşı anlatılır; başında aslan postu olan figür, kral İskender’dir. Diğer uzun cephede bir grup insan, aslan avındadır ve aslan, Pers savaşçısına saldırırken ona yardım eden, yine kral İskender olur. Kısa cephelerde, panter avı ve yine Persler ile Egelilerin savaşı işlenir; hatta bir sahnede Makedon-Grek askerler kendi aralarında dövüşmektedir; bu sahne, kral İskender sonrası komutanları arasındaki mücadeleyi yansıtır gibidir.

Macedonian and Persian soldier fighting at the Battle of Gaza, from The Alexander of Sarcophagus
Makedonlar ile Perslerin Savaşı, İskender Lahdi 


Ağlayan Kadınlar Lahdi

Sayda kazılarında bulunan ve adını üzerindeki kadın figürlerinden alan Ağlayan Kadınlar Lahdi (M.Ö. 370-350) bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’dedir. Yüksekliği 2,97 m, uzunluğu 2,54 m, eni 1,37 m'dir. Yer altı mezar odasında bulunan lahit tümü ile tapınak-mezar benzeridir; bir Sidon Kralına veya zengine ait olduğu düşünülür; lahdin içinde erkek kafatası bulunur. Şark etkisi belirgindir, sütunları ve üçgen alınları ile Ion düzenini yansıtır, mavi ve kırmızı tonlarda boya kullanılır. Üst kapağın iki tarafında cenaze merasimi, sütunları arasında ağlayan kadınlar, kaide çevresinde av sahnesi vardır. Kısa kenarlarda 3, uzun kenarlarda 6 tane olmak üzere toplam 18 kadın figürü yer alır. Kadınlar, farklı pozlarda ölü için yas tutarlar.

Mezopotamya’da ölüyü gömmek için mezar gidilirken, kadınlar kendilerinden geçer, esrime içinde kendini yerlere atar ve ağıtlar söyler; bazen onlara, tapınak rahipleri ve müzisyenlerde eşlik eder. Ölen kişinin ekonomik ve dini önemine göre, uzun veya kısa şiirler söylerler ve koro halinde haykırarak ağlarlar kadınlar. Yahudiler’in "ağlayıcı, şarkıcı veya hünerli kadınlar" adını verdiği bu işi meslek edinmiş kadınlar, ölünün arkasından yedi gün boyunca yas tutardı. (Tevrat’ta konu edilir bu ağıtlar) M.Ö. 10. yüzyıla ait Byblos Kralı Ahiram'ın lahdinde, göğüslerini döven, saçlarını yolan ve ağlayan dört kadın betimlenir. Yunan ve Roma dünyasında cenaze törenlerine katılan ağıtçı kadınlara, "Korainai" denir. Hatta Atina’da bu meslek o kadar sınırı aşar ki Solon, ölünün ardından yapılan abartılı yas törenlerine kanunla sınırlama getirir. Anadolu mezar taşlarında (stele) yaygın kullanılan bir figürün izidir, ağlayan kadın. Pudicitia; bir kolu karnında, eli çenesinin yanında, başını belli oradan örten giysisini kenarından tutan kadın tipidir. Pudicitia’nın en güzel örneği Ağlayan Kadınlar Lahdi’dir.

Sarcophagus of the Mourning Women
Ağlayan Kadınlar Lahdi 
Sarcophagus of the Mourning Women
Ağlayan Kadınlar Lahdi 
Ağlayan Kadınlar Lahdi ile ilgili iki görüş vardır; ilk görüş, Semitik-Ortadoğu dünyasında yaygın ritüel, meslek erbabı “ağlayıcı kadınlar” olduğu; ikinci görüş, tarihi kaynaklarda çapkınlığı ve kurduğu harem ile ünlü Sayda Kralı I Straton’un sevgilileri olduğudur. Ki kadınların, Attika’daki ideal kadın güzelliğine yakın naiflik ve örtünme ile gösterilmesi; bir yanı ile Helenleşmeye başlayan Semitik inançları ve o inancın tapınak rahibesi olarak kamuya çalışan işçi kadınlarının, daha sonrasında “Meryem Ana’nın İffeti” denilecek görünüş değişimine geçişinin prototipi olarak da yorumlanabilir; tabi ki bu, sadece hikâyeci bir yorum. Anadolu’nun modern dünyasında ise, Mustafa Kemal’in anısını baki kılmak adına Anıtkabir ve Atatürk Lahdi yapılır.
Symbolic Mausoleum of Atatürk, Anıtkabir in Turkey
Sembolik Atatürk Mozolesi ve Anıtkabir


Nazi Aryan Irk Yetiştirme Programı: Lebensborn Evleri


Lebensborn, Nazi Almanyasında Nasyonal Sosyalist iktidar tarafından uygulamaya geçirilen "Saf ve Sağlıklı Aryan Irk Yetiştirme" programının adıdır. Türkçesi Yaşam Kaynağı olan proje ile ıslah edilmiş Aryan Irk için, SS Heinrich Himmler'in liderliğinde, Lebensborn evlerinde çok sayıda çocuk dünyaya getirilir ve eğitilir.

Alman kanını ve şerefini koruma kanunu" 1935 yılında Nürnberg Yasaları ile yürürlüğe girer. Alman kanını temiz tutmayı amaçlayan yasaya göre, “Yahudiler ile Alman kanından veya akraba kandan gelen vatandaşlar arasındaki evlilikler ve evlilik dışı ilişkiler yasaktır.” Sonrasında, Yahudilerin değil, Musevi, Komünist ve Çingenelerin katliamı gerçekleşir ve arkasından İsrail Devleti'nin kurulması için gerekli  plan ve ortam sağlanmış olmuştur.

symbol of lebensborn
Lebensborn Amblem

Lebensborn ile seçilmiş kızların, yine seçilmiş erkekler ile çiftleşmesi ve isimsiz doğumlar yapılması sağlanır. Aryan Irk, İskadinavlar ve onların Almanya'daki kolu Germenler dir Naziler için. Doğan çocuklar, çoğunlukla SS üyesi subayların ailelerine evlatlık verilir. İlk Lebensborn evi (Heim Hochland), 1936 yılında Münih'te bir köyde kurulur. 2. Dünya savaşı ile işgal altındaki diğer Avrupa ülkelerinde de evler açılır. İdeolojik olmanın ötesinde askeri ve ekonomik amaçları da olan program ile, artan kürtaj ve doğum oranlarının düşmesi ile yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Kuzey Irkı'nın (Nordik-Germen) kurtuluşu ve ıslah edilmesi amaçlanır. Şöyle der Himmler: "Amacımız Alman kanını korumak olduğuna göre, kürtajı engellemek, en önemli görevdir.” Geleceğin Alman ordusunu yaratmak, böylece de Hitler'in Bin yıl sürecek Reich dönemi ile tüm dünyayı yönetecek üstün ırkı ortaya çıkarmak amaçtır.

Yaşam Kaynağı evlerinin sloganı basittir: "Führer için bir çocuk yapın!" Dönemin Almanyasında kürtaj yasaktır; kızlar, doğuma teşvik edilir; erkekler, SS subaylarıdır çoğunlukla. Savaş sonrası işgal bölgelerinden fiziksel görünümü ile ari ırkı taşıyabilecek ama Germen olmayan kadınlar da, programa dâhil edilir. Hedef, atletik, sarışın ve renkli gözlü yeni bir kuşak yaratmaktır. Asli hedef ise, 200 yıldır Yahudiler ve diğer halklar ile kaynaşarak genetik yapısını kaybetmiş Germen halkını, genetik ve kan soyu olarak ıslah etmektir. SS’lerin Irk ve Yerleşim Bürosu’yla iş birliği içerisinde yürütülen programın başındaki Heinrich Himmler, tüm şartları ve uygulamaları denetler.

Lebensborn home
Lebensborn Evleri

Damızlık genetik ile, çocuk, gerçek ailesi ile değil, seçilmiş ailenin evladı olarak Nasyonel Sosyalist çocuk yetiştirme tarzına göre yetiştirilir. Almayan'da 9 Lebensborn evi kurulur ve çalışmalara dair raporlamalar, sadece SS liderliğine yapılır. Evlilik dışı bebeklere, doğum sertifikası çıkarılır, hamile kadınların çoğu ari olduğu tespit edilen genç kızlardır. Daha önemlisi annelerin çoğu, yine bu evlerde çalışan ve yaşayan hemşireler dir. Savaşın sonlarına doğru, istenilen sonucun alınamayacağını anlayan SS yönetimi, bu evlerdeki tüm kayıtları yok eder.

Yaşam kaynağı evine kabul edilme şartları oldukça açıktır; Hitler’in partisi NSDAP’ye (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) bağlı olduğunu belgelemek; Kadınlar için ırk, genetik ve biyolojik açıdan Germen olduğunu rapor ettirmek (saf ırk testi); sarışın, mavi gözlü ve açık tenli olmak, sakat olmamak; kafatası ve boy ölçümü; hiçbir Yahudi ırkı özelliği taşımamak; Nazi doktoru tarafından verilmiş genetik uygunluk raporu almak. Erkekler için NSDAP üyesi veya yakınlarının üye olduğunun belgelemek. Ve biyolojik anne-babanın, doğan çocuğu seçilecek Nazi ailesine, rütbeli SS subayına vereceğini öncen kabul etmesi.

lebensborn evlerin bebek, çocuk bakımı
Lebensborn evlerin bebek, çocuk bakımı
lebensborn evlerin bebek, çocuk bakımı


Aryan ırk oluşturmak için ayrıca, çocuk devşirme yöntemi kullanılır. İşgal bölgelerinde ele geçirilen, ari ırk özelliğini en azından fiziksel olarak gösteren, Germen izleri taşıyan çok sayıda Polonyalı ve Rus çocuk, Lebensborn evlerinde "Almanlaştırma" adı altında bir dizi bakım ve eğitim sürecinden geçirilir. Ardından seçilmiş Alman ailelerine, evlatlık olarak verilir. Belgelerin çoğu ortadan kaldırıldığı için, tam sayı bilinmese de, binlerce çocuğun bu yöntem ile doğduğu ve on binlerce çoğun ise devşirildiği düşünülmektedir.

İşgal bölgelerinden kaçırılan çocukları yanı sıra, savaş sırasında Alman askerleri tarafından tecavüze uğrayıp hamile kalan bir çok Kuzey Avrupalı kadın, programa dahil edilerek, bu evlerde doğum yapar. Proje bir süre sonra, SS Subaylar için açılmış geneleve; asker tecavüzleri sonucu doğan çocuklar için  yetimhaneye dönüşür. Irksal felaket kabul edildiği için, sakat doğumlara ve çocuklara yaşama hakkı tanımaz. Naziler Döneminde yaklaşık 5 bin çocuğun toplama kamplarında ve hemşireler tarafından öldürüldüğü düşünülür. Hatta, sonradan ortaya çıkan fotoğraf belgelerde görüldüğü gibi, işgal bölgelerinden getirilen çocuklarda özellikle Polonyalılarda, büyüdükçe esmerleşme ortaya çıkınca, ultraviyole ışınları uygulanarak sarartılma yapılır.

Sadece Almanya'daki evlerde 8 bin çocuk dünyaya gelir. Almanya dışındaki ilk ev, 1941 yılında Norveç'te açılır. İskandinavlaştırma projesi olarak da anılan Üstün Irk yaratma faaliyetleri adı altında başta Norveç olmak üzere, Danimarka, Hollanda ve Belçika'da bazı yerleşkeler kurulur. Hedef, ari özelliğini kaybetmemiş ve diğer ırklar ile melezlenmemiş Kuzeyli ırkı yani Nordik halkı, Almanlaştırmaktır. Program ile belki de en çok doğum, Norveç'te gerçekleşir ve Lebensborn çocukları, zaman içinde büyür ve 2. Dünya Savaşı sonrası Nazi Hareketinin kötü izleri olarak kabul edilirler ve de "Savaş Bebekleri" olarak anılarak, hak etmedikleri biçimde toplumsal yaşamda horgörülürler. Norveçli anneler ile Alman babalardan doğma savaş çocukları; yıllar sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) kendilerine yıllarca ayrımcılık yapıldığı için başvururlar, fakat AİHM başvuruları kabul etmez.

Naziler ve Lebensborn Programı
Naziler ve Lebensborn Programı

Nietzsche ve Nasyonal Sosyalizm

Nietzsche (Niçe) modern dünyanın ekonomisi ve ahlakı ile ortaya çıkan nihilist, hiçlik dünyası karşısında, yeni bir aydınlanma hareketini savunur. Nazi hareketi ise, onun felsefe ve eylem öngörülerini kendi amaçları doğrultusunda çarpıtır. Niçe, üstün insanı (Übermenschsavunmuştur, onun göre modern dünyada değerler çökmüş, geriye geçmişin kurumları ve ahlakı ile insanın ruhunu saran mutsuz ve amaçsız yaşam kalmıştır, üstün insan, modern insanlığın aşılması ve uyanışın taşıyıcısı olmalıdır. Tabi özgürlük, gelecekte ortaya çıkacak bir olgudur, kendisi seçkinci olduğu için üstün insanın sosyal güncelliğini tam olarak açıklamayaz Niçe.

Nasyonal Sosyalist hareket ise, Niçe'nin kültür ve yeniden aydınlanma ile ortaya çıkacak üstün insanını, sadece gen-kan soyu üzerinden kurmaya çalışır. Niçe felsefesi de çelişkilerle doludur, çünkü felsefe eylemi ile pratik dünya işleri arasında bağ çelişkidir, bu bağlamda Niçe, Alman Ulusunun yaşadığı kültürel çöküşe karşı diğer uluslara ve Yahudilere cephe alır, ama bu karşı çıkış asla genetik, kan soyu ile mücadele değildir; güç istenci ile ile birleşmiş yeni bir ekonomi ve kültürün doğmasını istemektir. Nazi hareketi ise 1. Dünya savaşı sonrası Alman Halkının yaşadığı ekonomik-sosyal çileyi aşmak için, ırk ülküsünü harekete geçirmiştir. Niçe güç istenci ile yaşamın ve doğanın yeniden örgütlenmesini; insana içkin olan diyonizyak şiddet dolu yaratma yetisi ile de, yaşamın olumsuzlaması ve sanat pratiğini arzularken; Nazi hareketi, güç istencini Führer kimliği altında askeri birleşme; diyonizyak dürtüyü ise, Nazi estetiği gösteriler ve mimari olarak organize etmiştir. Niçe, antik Yunan benzeri bir kültür coğrafyası ile üstün insanı müjdelerken; Naziler, Alman ırkının yabancı halklardan ayıklayarak, yeni bir ulusal uyanış kurmak istemişlerdir. Niçe ile Nazi hareketi arasındaki tek ortak nokta, köksüzlük ve kök arayışıdır.

Nasyonal Sosyalizm ve Lebensborn Programı
Nasyonal Sosyalizm ve Lebensborn Programı