Üst Paleolitik Çağ’dan (M.Ö. 45 bin
ile 15 bin) itibaren Avrupa ve Sibirya
havzalarındaki çeşitli mağaralarda, arkaik yerleşim alanlarında yapılan
arkeolojik kazılar sonrası ortaya çıkan bir takım heykelcikler, kadın
temsilleri ve aralarındaki benzerlikler; Ana
Tanrıça kültünün günümüze ulaşan ilk verileri olarak kabul edilmiştir. (Paleolitik
Çağ Ana Tanrıça temsilleri hakkında detaylı bilgi için tıklayınız.) Fakat
bu keşiflerin sonucunda, ana tanrıça inancının arketip, evrensel olduğu
düşüncesi, –dil ve tarih öncesi döneme
ait yanlışlanamaz doğruluk verisi, fosil kanıtlar hariç pek mümkün olmadığı
için- sadece yüksek olasılık taşıyan bir teoridir. Aynı kazı alanlarında,
bugün için anlam verilemeyen, sınıflandırılamayan çok sayıda amorf figürler,
eril idoller de bulunmuştur. Peki, 15 bin öncesine ait “Neuchâtel Venüsü” isimli stilizasyona; ana tanrıça kültü diyebilmek için elimizde rasyonel veri var mı?
Neuchatel Venüsü - Kolye biçiminde, M.Ö. 14,000-12,000, 16 cm |
Neolitik dönemle birlikte -M.Ö. 10
bin ile 4 bin- Mezopotamya ve Anadolu toprakları üzerindeki ana tanrıça kültü, pagan
inanışın temelini oluşturmuştu; yazının icadı -M.Ö. 3500’ler- ile bugün, metinlerine ulaştığımız yaradılış
efsaneleri; özellikle Mezopotamya ve Mısır coğrafyasındaki çok tanrılı dünya içinde
güçlü bir Toprak Ana kültü, tapımı olduğunu göstermektir. Yakın
coğrafyaların eko-kültürel etkileşimine göre zaman içinde İnanna, Astarte ve
Kibele gibi değişik isimler alan Toprak
Ana, yaşamı mümkün kılan bereketi ve kızdığında insanları götürdüğü yeraltı
dünyası ile hayat döngüsünü sağlıyor ve insanlarda onun kutsallığına şükran
oldukları için hayvan, hatta erkek kurbanlar adıyorlardı.
Diğer kıta coğrafyalarında ise, tanrıça
inanç görünümleri daha karmaşıktır.
Çin ve Uzakdoğu’da Ana Tanrıça ibadetlerinin Üst Paleolitik dönemde görüldüğüne
dair zayıf iddialar olmakla beraber; asıl Japonya’daki Jomon döneminde (M.Ö. 4
bin ile 2 bin) tanrıça kültüne -Uzakdoğu kültür yapısına özgü karmaşıklarla- rastlanmıştır.
Latin Amerika’da ise Üst Paleolitik döneme ve inanç ritüeline
ait ciddi verilere henüz ulaşılamamıştır. Maya
ve İnka gibi medeniyetlerde belirgin Ana Tanrıça kültünün olmadığı; bunun
yerine ikili, iyiyi ve kötüyü içeren tek tanrının avatarları biçiminde ortaya
çıkan totemik eril-dişi figürler görülmektedir.
Kuş Görünümlü Tanrıça yada Kadın figürü - antik Mısır, M.Ö 3500, boyalı pişmiş kil |
J. Bachofen’nin ilkel klanlardaki
anaerkil yaşamı anlattığı “Analık Hukuku”
kitabı (1861), H. Morgan’ın Amerika’daki yerlilerin komünal düzenini incelediği
“Eski Toplum” eseri, tanrıça ile
onun etrafında varolan-ölen-yeraltına inen erkek tanrı döngüsünü anlatan J. Frazer’in
“Altın Dal” (1910) adlı çalışması, Ana
Tanrıça tezinin argümanlarını oluşturmuştur. Ana Tanrıça’nın evrensel olduğuna
dair genel eğilim, Neolitik dönem ve sonrasındaki Mezopotamya ve Anadolu’daki
tanrıça ibadetlerine, tapınak bulgularına dayanmaktadır. Böylelikle,
Avrasya Paleolitik ile Mezopotamya Neolitik bulguları arasında Ari-Sami
ırklarının inanç arketiplerine dair koridora ulaşıldığı düşünülmüş ve lojik
olmaktan çok mitolojik bir tarih oluşturmuştur.
Farklı Tanrıça yâda Kadın Figürleri
Yılanlı
Girit Tanrıçası yâda kadın heykelciği, iki elinde iki
yılan tutmaktadır. (M.Ö. 16. yüzyıla ait 29 cm yüksekliğindeki eser, Girit
Knossos’daki Minos Sarayı’nda bulundu) Neolitik
sonrası figürdeki tanrıçanın açık göğüsleri bereketinin; elinde tuttuğu
yılanlar ise doğaya hâkimiyetinin sembolü olarak yorumlandı. Toprak-bereket
tanrıçasından haz ve aşk tanrıçasına dönüşümün -İştar’dan Afrodit’e uzanan yol-
öncülü ve simgesi olduğu düşünüldü. Girit/Minos uygarlığının kullandığı
yazılı dile, kültüre ait önemli bulgular olsa da -ana tanrıçaya insan kurban etme ritüellerinin olduğuna dair işaretler
vardır- sembolik düzeninin tam olarak çözülememesi nedeniyle; yılan tutan kadının
tanrıça mı, rahibe mi, yoksa saray
mensubu bir kadın mı olduğuna dair hiçbir bilgi yoktur.
Yılanlı Miken Tanrıçası yada Rahibesi - 16. yüzyıl |
Knossos kazılarından parçalar
halinde bulunan çok sayıda tanrıça kadın figürü, yoğun bir restorasyon işlemi
sonucunda Ana Tanrıça kültü olarak lanse edilmişlerdi. Sonrasında Girit kültürü ve sanatı, sadece Antik
Yunan’a değil; Mısır’dan ve Mezopotamya’ya kadar uzanan -Baharat Yolu benzeri
bir geçiş- tarihi bir köprü olarak kabul edildi. Keşifler teknik, stil ve ikonografik
kompozisyon olarak sıra dışı idi; fakat birçok figür aslında modern dünyanın
izlerini, sahte eklemeleri taşıyordu. Zaman içinde bazı müzeler, sahte olduğu
anlaşılan Girit tanrıçalarını sergiden kaldırdı. “Our lady of the sports” adıyla bilinen sahte ürün, Karbon 14 testine göre
modern döneme aitti. Bu sahte Girit tanrıçası ifşa edilişinin üzerinden yüzyıl
geçmesine rağmen hala kitaplarda, ansiklopedilerde, arkeolojik araştırmalarda antik
keşif diye anlatılıyor.
Sahte Girit Tanrıçası |
Yılan
Kafalı Tanrıça yâda Kadın, Bebeğini Emzirirken idolü, Mezopotamya’daki Sümer uygarlığı
öncesi dönemden kalmadır. (M.Ö. 5.000 ile 4.500 yıl öncesine ait, kilden
yapılmış) Bu ilginç örnekteki - başka benzerleri de bulunmaktadır- yılan kafalı
kadının, Mezopotamya insanı için taşıdığı kült anlamı ve pratiği kesin olarak
bilinmiyor. Diğer yandan Neolitik dönem ve sonrası tapınmalarda; yaşam kadar ölümü de temsil eden, hem yeraltı hem de
yerüstü yaşam döngüsünün sembolü olan yılan; bazen belirsiz kötülüğün, dehşetin
bazen de kutsalın ve tanrıçanın imi olarak kullanılmıştır.
Yılan kafalı Tanrıça yada Kadın, bebeğini emzirirken |
“İlahi Kuş” adı ile bilinen Kuş Kafalı Tanrıça yâda kadın temsili, diğer
bir atipik bir idoldür. Kuş görünümü ile kadın formunu eriyik olarak işlenmiş
eser, M.Ö. 4.000’li yıllara aittir ve Nil civarında bulunmuştur. Totemik semboller ile tanrıça imgesi
arasındaki çetrefilli ilişki ve dönüşüm olarak yorumlanan eserde tanrıça yâda
kadın, dua eder ve göklere yakarır duruş içindedir.
Kuş Kafalı Tanrıça, "İlahi Kuş" - Antik Mısır, pişirilmiş toprak |
Ana Tanrıça Kültüne İtiraz
1950’lı
yıllarla birlikte tarihçilerin ve arkeologların bir kısmı, tarih öncesi ana
tanrıça kültüne dair yapılan genellemeleri eleştirip; tekil bazı verilerin
önemli farklılıklar gösterdiğini iddia etmişlerdi.
Muska olarak, mezar başlarına dikilen kadın heykelcikleri; bir ana tanrıçayı
değil, bizatihi öleni temsil ediyor olabilirdi. Amorfik, hayvan yüzlü Venüs
temsilleri de vardı. Cinsel organların göründüğü yâda abartıldığı temsiller,
evrensel dişi tanrı kültü için yeterli kanıt değildi.
Ana Tanrıça, kavramı da belirsizdi.
Yaratıcılığı, bereketi, ölümü ve şiddeti temsil eden Toprak Ana ile İnanna,
Afrodit ve Venüs’te gördüğümüz cinsellik, aşk tanrıçası arasındaki ilişkisi tamamen
farklı, farklılaşmış inançlardı. Paleolitik
çağlarından bugüne bulgular; kozmolojik, animalist, fetiş görünümler ve değişimler
içinde günümüze ulaşarak ilkel tek tanrı inancının coğrafyaya bağlı yaşadığı
kültürel farklılıkların sonucu ve yansıması olarak da yorumlanabilirdi.