İşportacı
Ezan sesinden sonra öğle namazını
kıldı. El arabasını hazırlarken kendi kendine “Ya Gülsen, yola koyul!” dedi,
içinden de “Keşke adım, Gülsen olmasaydı” diye hayıflandı. Merdivenleri, el
arabasından tutarak yavaş yavaş indi. Sokağa çıktı, yolun ortasından, arabalara umursamadan el arabasını peşi sıra çekerek yürüdü. Halitağa Caddesi’ne
geldi, her zaman otoparka bıraktığı katlanabilir tezgâhını aldı ve yolun karşı
tarafındaki kendine göre yeri olan alanda tezgâhını açtı.
Gülsen Hanım, yetmeyen emekli maaşı
ve kira derdi yüzünden işportacılık yapıyordu 65 yaşında. Tezgahını kurarken
iki oğlunu düşündü, biri evlenip gitmiş, ondan uzaklaşmış; diğeri ise
çalışmıyor yada çalışamıyordu. Oğullarını çok severdi ama genç yaşta dul
kaldığında, onları büyütmek ve yaşlandığında huzurlu günler görmek istemişti.
Oğulları hayırsız olmasalar da, para pul yönünden hayırsız çıkmışlardı; onlara
kızıyor ama elinden bir şey gelmiyordu.
Kendi yaşındaki kadınların giydiği iç
çamaşırı, etek, çorap, başörtüsü
v.s. elbiseleri satıyordu, malları tezgâha çıkardı. Geçen gün, zabıtanın “çok açma, açılma teyze”
lafı aklına geldi, yaşından dolayı zabıtalar biraz ayrıcalık tanıyor, görmezden
geliyorlardı ama arada baskı yapıyor, canını sıkıyorlardı. Küçük sandalyesine oturdu, yanına el işini de almıştı, satmak
için banyo lifi örüyordu, lif iyi satıyordu.
Bir süre sonra komşu geldi, ayaküstü
sohbet etmeye başladılar, komşu sütyenlere baktı, alacaktı ama kendi bedenine
uygun bulamadı, vazgeçti, sipariş verdi. “tamam” dedi Gülsen Hanım, haftada bir
gün, el arabasını alıp Eminönü’ne geçiyor, eksik veya siparişlere göre mal alıyordu.
Gün geçiyordu, ikindi oldu, dakikalar
geçti, biraz satış yaptı, yine mahalleden tanıdıklar geldi ve geçti; sohbet
ettiler, dertleştiler. Tezgâhını toplayana kadar el örgüsünü elinden hiç
bırakmadı, çevreyi ki daha çok arabalar geçiyordu, çok az izliyordu. Torunları
bir ara aklına geldi, 8 ve 3 yaşında erkek ve kız iki torunu vardı. Torunları, onun yaşama sevinci olmuşlardı ama büyük oğlunun Antalya’ya göç etmesiyle ayrılık
üzüntüsü ruhunu sarmıştı. Ufak kız torunun yaramazlıklarını, cadılıklarını
kendi kendine diline dolamıştı Gülsen Hanım.
Akşam olmak üzereydi, akşam ezanı
okunmadan evde olmak için tezgâhını toparlamaya başladı, toparlarken orta yaşlı
bir kadın geldi, eteklerden birini beğendi aldı, böylece son satışını da yapmış
oldu. Elbiseleri, el arabasına istifledi, tezgâhını tekrar otoparka bıraktı,
yavaş yavaş el arabasını çekip eve doğru yol aldı.
Eve geldi, hemen yaz sıcağını atmak
için duş aldı, abdest alıp akşam namazını kıldı. TV’yi açtı, hep izlediği Karadeniz kanalını buldu, yemeği pişirdi; mercimek çorbası ve bulgur pilavını yedi. Karadeniz türkülerini dinledi, toprağının sesini duymak ona iyi geliyordu. Diyabet ve tansiyon ilacını
içti Gülsen Hanım ve koltukta şekerlemeye başladı; Yatsı ezanı okunuyordu.
Kasım 2017
Kendi yaşındaki kadınların giydiği iç çamaşırı, etek, çorap, başörtüsü v.s. elbiseleri satıyordu, malları tezgâha çıkardı. Geçen gün, zabıtanın “çok açma, açılma teyze” lafı aklına geldi, yaşından dolayı zabıtalar biraz ayrıcalık tanıyor, görmezden geliyorlardı ama arada baskı yapıyor, canını sıkıyorlardı. Küçük sandalyesine oturdu, yanına el işini de almıştı, satmak için banyo lifi örüyordu, lif iyi satıyordu.