Babam'a Mektup


Sevgili babam (Bulut Usta), seni hiç hatırlamıyorum ve seni hatırlamamak bana hep iyi geldi. Yıllarca, sadece parasızlık olarak baba eksikliğini hissettim. Babamdan 3-4 gayrimenkul kalsaydı diye sinirlendim, hatta sana ana avrat küfrettim.

Zaman içinde, hakkında bilgi sahibi oldum. 1940’larda, 7 yaşında İstanbul’a gurbete çıkman, Rum bakkal ailenin yanında biraz çırak biraz üvey evlat büyümen, gemi işçisi yurtdışı gidişlerin, Paris’e çekilmiş bir işçi hatırası gibi tekli fotoğrafın ve en son kahvehane işletmeciliği öğrendiklerim. Bitmedi, en güzeli, 1960’lı yıllarda Beyoğlu çevresinde Torbacı olman, sonra cezaevine düşmen. Torbacılık mesleğini senden devralamadığıma hep hayıflandım, güzel iş ve parası iyi.

Esnaf lokantası işletirken yemekleri önce, beslediğin kedine tattırman ve kedine araba çarpıp ölünce, 1 hafta yemekten içmekten kesilmen duyduğumda bana çok yakın gelmişti.

Abimin dediği ‘eren gibi adamdı’ sözü zaten hep kulağımda kar suyudur; ama  seni, abim kadar sev-e-medim.

20’li yaşlarda sinema-tv okurken ve sinemacı, görsel anlatıcı olmak gibi büyük hayalin içindeyken; 60’lı yıllar Türkiye’si ile senin Beyoğlu’ndaki torbacı ve hayta hayatın arasında paralel anlatım kurmak, melodram ile minimal mizansen ortaklığında sinemada seni yeniden canlandırmak istedim. Yapamadım.

Abimin dediği ‘kızılacak şeylere kızmaz, kızılmayacak şeylere kızardı’ ifadesindeki o melankolik kişilik hala damarlarımda. Mizacının izini taşıyorum göğüs kafesimde. Zamanını öldüren ve hayata hayta olarak devam ediyorum.

Ruha inanmam, ölümden başka gerçek olduğuna dair kanıt, dahi olasılık yok. Ama yine de her şeye rağmen; bir gün bir yerlerde inorganik azot, karbon v.s. karşılaşmak dileğiyle, sevgiyle.
 
Şubat 2020
Erenköy Ruh ve Sinir Hastanesi Hastanesi Bahçesi