Sinema, dil değildir ama “dil benzeri öğrenmeler” ile yapılanmış, gramer ve
ses-vurgu unsurlarıyla benzeşen görsel sanat dalıdır. Sinema, ilk ortaya çıkışından itibaren dil yapısına yönelmek,
konuşmanın benzeri olmak ve "miş gibi" yapmak istemiştir. 20. yüzyıl sanatı, "gerçeklik-hakikat arayışı" sorunsalını daha da derinleştirdi, tartışmalı kıldı. Aydınlanmacı görüşün yüceleştirdiği "akıl tek aracımızdır" şiarı, 20. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte eski gücünü ve güven verici iklimini kaybetmişti. “Akla veda" hissiyatı ile önemli sinemacılar, gerçekliğin çok katmanlılığı sorununu yöneldiler ve yeni biçimler ile farklı sinema dili yapıları oluşturmaya çalıştılar.
Gerçek tanımının eskisi kadar
güvenle yapılamadığı bir dünyada sinematografik imgelem, 1930 ve 1980 arasında -özellikle
Avrupa Sinemasında- önemli sinema pratikleri oluşturdu. Popüler ve sinematografik anlatı olarak önemli filmlerin üretildiği bu dönemin ardından, 1990’lı yıllarla birlikte sinema dili ve anlatı biçimleri, tüm dünyada bir çıkmaza sürüklendi. Doğrusal kurgu yerini daha çok sarmal kurguya bıraktı; dijital ve özel efektler, aksiyon ve gelişme içermeyen sahnelerin anlatıcısı, aksiyon üreticisi olarak mizansenlere eklendi. Sonuç olarak bu teknik varyetelerin, içkin bir sinema diline ve anlamına işaret eden örnekleri çoğunlukla üretilemedi.
Persona - by I. Bergman, 1966 |
Amarcord - by F. Fellini, 1973 |
Bazı filmlerin senaryo ve anlatımlarına baktığımızda gerçeklik, zaten simülakr (gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm)
biçimlerinde sinemaya yansımaktaydı. Simüle edilmiş gerçekliklerle, gerçek
olmayan şeyleri gerçek gibi sunan popüler sanat sinema, böylece 20.
yüzyılın ilk yarısındaki dışavurumcu, estetik ve belgesel gerçeklik deneyimi
özelliğini kaybederek; çoğunlukla kültür sisteminin çerçevelendirdiği alanda
yeniden ve yapay üretimlere dönüştü.
Au Hasard Balthazar - by R. Bresson, 1966 |
Şimdilerde, gerçeklik
üzerine kurulan sinema anlatılarının karşılığı performans rahatlığı olurken,
“gerçeklik kalmadı” diyebiliyor sinemacılar ve kendiliğinden oluşan mesnetsiz ama
yaratıcı kalıplar, yeni anlatım biçemleri olarak sunuluyor. Artık sinema, bir
önermeye veya izleğe bağlanmadan, dikey ve yatay olarak çok katmanlılığı
kullanıyor. Seyirci de, gündelik
hayattaki mobilite hızı karşısında elinden kayıp giden zamanın bir benzeri,
belirsiz ve hızlı görselliği adeta sarhoşlukla sinema salonlarında tadıyor.
Ahmet Usta
Sinematek dergisinde yayınlandı.