Köle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Köle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hegel; İstek ve Özbilinç: Efendi - Köle Diyalektiği



İki özbilincin ilişkisi öyleyse, ölüm-kalım kavgası yoluyla birbirlerine kendilerini tanıtlamaları olarak belirlenir. Bu kavgaya girmelidirler, çünkü kendileri için olmayı, başkasında ve kendilerinde gerçekliğe yükseltmelidirler. Ve ancak yaşamın tehlikeye atılması yoluyladır ki, özgürlük kazanılır. Yaşamını hiç tehlikeye sokmamış birey, hiç kuşkusuz kişi olarak tanınabilir; ama bağımsız bir özbilinç olarak tanınmışlığın gerçekliğine erişmiş değildir. Her birey, kendi yaşamını tehlikeye attığı gibi, başkasının ölümünü de amaçlamalıdır; çünkü başkası, onun için onun kendinden daha değerli değildir.” (Tinin Fenomenolojisi – Hegel)




İstek ve Özbilinç

İnsan, öz olarak fizik duyumu aşamayan hayvandan, bilinci ile ayrılır. İnsan gerçekliği, zorunlu biyolojik doğanın içinde ortaya çıktığında, ilkin hayvansal isteklerle hareket edecektir. Ama hayvansal istek, fizik-duyum istek, bilinç ile ortaya çıkan insansal isteği karşılayamaz. Nesneler dünyasında belirmiş olarak var olan insan, ancak bir İstek (desir) yoluyla kendini benliğe dönüştürebilir. İnsan benliği, bir isteğin benliğidir.

İstek huzursuzlaştırır ve eyleme yöneltir. İstek, nesneyi olumsuzlamaya ve dönüştürmeye yönelir. Güdü istek, doyum için dönüştürmedir. (yemek isteği ve yiyeceği sindirme gibi). Aynı zamanda bilinç, olumsuzlamayı olumsuzlama ile nesneyi, kendi gerçekliğine dönüştürür. Eğer istek; benliği olmayan, özgürlükten uzak doğal bir varlığa, nesneye yönelir ise; olumsuzlamanın olumsuzlaması olarak insan isteği, karşısındakinin sadece belirmiş gerçekliğini dönüştüreceği için elde edilen doyum, sadece fizik-duyum olacak ve özbilince yansımayacaktır. Bu sebeple, özbilincin ortaya çıkması için insan isteğinin, fizik-duyum koşullarını aşmış bir canlıya, insana yönelmesi zorunludur. Doğal güdülerinden ayrışarak orta çıkan istek olarak istek, bir başka benliği isteyecektir.

Belirmiş nesneler ve doğa düzlemini aşan İstek, isteğin kendisidir. İsteğin isteği, aynı zamanda dolayımsızlığı içinde Hiçliktir ve mekânda değil, zaman ile oluşa gelir. Ve böylece Benlik, ne idiyse o olmamak için var olmak isteyecektir. Benlik, gelecek için geçmişin şimdi de olumsuzlanması yoluyla kendisini gerçekleştirmeyi ve özbilince kavuşmayı amaçlar. İnsansal istek, bir başka bilincin isteği olmak ve ona kendini kabul ettirmek, Tanınmak ister.

O halde insan gerçekliği, isteklerin yaşamda karşı karşıya gelmesiyle toplumsaldır. İstek olarak istek; kadın-erkek arasında, fizik-duyum isteği aştığı zaman; karşısındakinin isteğini elde etmek, istenilmek, sevilmek, arzu edilmek durumunda insansal istektir. Aynı zamanda nesneler, diğer insanların istemesi ile tarih içinde insani isteğe dönüşür. Yurt-toprak, bayrak, kutsal eşya, sanat eseri gibi nesneler; toplumsal içindeki insan dolayımı ile nesne olmaktan çıkar ve zaman kipinde kutsala, yüceye dönüşür. İsteklerin yarattığı eylemler ile Tarih, isteklerin tarihi olmuştur.


Efendi – Köle Diyalektiği



Efendi, özü kendi için olmak olan bağımsız bilinçtir.
Köle, özü öteki için yaşamak olan bağımlı bilinçtir.”
(Tinin Fenomenolojisi - Hegel)


İnsan doğasını tehlikeye attığı zaman, özbilinç kazanır. İnsan varoluşu, kendini kabul ettirme (Anerkennung) isteğidir. Efendi, kendisi için varlık olarak bağımsız bilinç iken; Köle, fizik doğasını henüz aşamamış bağımlı bilinçtir. Efendinin öz değeri, gerçekliğinin kendisi dışında bir insan tarafından kabul edilmesine bağlıdır. Efendi yâda köleden birinin ölmesi, kabul edilme isteğini yok eden mutlak olumsuzluk olduğu için çatışma, karşındakini öldürmeyi değil; onunla mücadele etmeyi gerektirir. Köle, çalışma ile şeyleri dolayımsız olarak dönüştürür; Efendi ise, şeyleri köle emeği üzerinden dolayım içinde tüketir. Efendinin isteğini sürdürmesi, kölenin emeği ile doğayı dönüştürmesine bağımlıdır. Köle hayatını tehlikeye atmadığı, efendi de çalışmadığı için aralarındaki diyalektik tam olarak kabul edilme değildir. Kölenin efendiyi kabul etmesi, efendi için yeterli değildir; çünkü köle özbilinç sahibi olmadığı için efendinin insan isteği doyumsuz kalmıştır. Köle, bağımlı bilinçtir ama emeği ile efendisine dolayımlı tüketim sunarken, efendiyi kendine bağımlı kılmıştır.

İki bilincin mücadelesi, “saygınlık kazanma” savaşıdır. Kölenin bilinci, özbilincin gerçekliği olacaktır. Dolayım ile tatmin olan efendinin çıkmazı karşısında, dolayımsız emeği ile doğayı dönüştüren kölenin, köleliğini aşması; toplumu meydana getirmiştir. İnsan emeği ve dönüşümüyle ortaya çıkan, Dünya Tini dir. Çalışarak doğanın efendisi olmaya doğru ilerleyen köle, efendiden kurtulacaktır. Efendi-köle arasındaki çatışma, özgürlüklerin karşılıklı olarak tanındığı ve sınırlandığı modern devlet ile aşılacaktır.

Ölüm korkusu, efendi ile bağımlıyı bir araya getirir. Bağımlı ölümden, olumsuzdan korkan; yaşamda kalmaya çalışan bilinçtir. Ölümle her şeyini kaybedecek bağımlı, korkuyla ölüm karşısında bakışını yaşama çevirir. Efendinin isteği ve amacı; kendisinin mutlak özgürlüğe erişmiş özne olarak, bir başka bilinç tarafından tanınmasıdır. Efendi, olumsuzla karşılaşmaktan çekinmeyen, yok olmak tehlikesini göze alan; en önemlisi, ölümün yüzüne, gözünü kırpmadan bakabilen bilinçtir. İnsan, özbilincine ancak çalışarak ve ölüm korkusunu aşarak ulaşabilir.

Mutlak özgürlük, her türlü korkuyu aşmış olduğumuzun herkesçe kabul edilmesidir. Mutlak özgür bilinç, artık korkmayan bilinçtir. İşte bu noktaya, bu uç noktaya değin ilerleyen bilinç, gerçek tanınmaya ulaşır, doygunluğa erişir. Mutlak özgürlük, hiçbir belirli varolan’a (orada olan-Dasein) bağlı olunmadığını, yaşama bağlı olunmadığını kanıtlayabilmektir.” (Tinin Fenomenolojisi – Hegel)

Yunan Tarihi ve Sanatı: İdea ve Güzel, Atina ve Altın Çağ, Apollo ve Dionysos


Logos ve Yunanlılar

Arkaik sanat, pagan inanışların ve özellikle kozmolojinin etkisinden neşet ederken; Antik Yunan sanatının oluşumu, mitos’dan logos’a doğru ilerlemeyle açıklanır genellikle. M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Ege havzasının aldığı evrimleşme ile mitik-pagan inanışlardaki değişim, temsil ve sanat pratiğine yansır. Ve devamında ayrılır, kutsal olan ile temsil. Logos dil, akıl ve bilim gibi birçok anlamı içermekle beraber, öncelikle derlemek ve kalıcı hale getirmektir. Kalıcı yapılar kurmaya yönelir Yunanlılar, güzelliği ortaya çıkarmak için. Göze gelen, beğenilen, estetik duyum olarak algılanan güzellik; Yunan insanı için ölüm ve doğa ile mücadele etmek hatta karşısında durmak hissine geldiği için önemliydi hayatında. Yunan kültüründeki sıçrama, hem teknik hem de estetik olarak özgündü ve tarihin sonraki dönemlerde birçok felsefe-sanat hareketleri, hep o dönemin yani Altın Çağ’ın biricikliğini anlamak, izini sürmek hatta yeniden kurmak istedi.
Afrodit'in doğuşunu gösteren heykel panel, "Ludovisi Tahtı" olarak da bilinir, M.Ö.460


Arkaik Yunanlılar Kimlerdi?

Yunanlıların kökenini oluşturan Neolitik çağ halklarının nereden geldiğine dair kesin bilgi yoktur. M.Ö. 2000’li yıllardan itibaren Asyatik-Germen kabilelerin, Ege’deki halklar ile karışıp üstünlüğü ele geçirdikleri düşünülür. M.Ö. 1400-1150 arasında istilacı Akhalar, yerleşik hayata geçerek kendilerinden önceki Girit medeniyetinin üzerine kendi şehirlerini, ticaret kolonilerini ve Miken krallıklarını kurar. Sonrasında yine kuzeyden gelen Dor kabilelerinin istilasıyla Akha Uygarlığı yıkılır. Savaşçı Dorlar, Sparta; İyonlar ise, Atina şehrini kurar. M.Ö. 11 ile 8. yüzyıl arası Ege bölgesi “Karanlık Çağ” olarak anılır ve bu döneme ait hiçbir yazılı belge bulunmamıştır, sadece çok az sayıda arkeolojik kalıntı vardır günümüze ulaşan. Akhaları (Miken) ataları olarak kabul eden Yunanlılar, “Kahramanlar Çağı” dediler onların dönemine.

"Mask of Agamemnon" - made in Gold, circa 1550-1500 BC
"Agamemnon Maskı" - altın, M.Ö. 1550-1500BC
Homeros ve Heredot’un tarihçilikten çok hikâyecilik, masalsılık ile anlattığı arkaik dönem;  İlyada, Troya Savaşı ve Kral Agemmemnon anlatısında işlenir. Ama Akhalar ve kahramanlık çağına ait bulgu değil, sadece mitos vardır aslında. Dönemin tarihi, yazı olmadan sözlü anlatılarla kuşaklara aktarıldığı için, Troya savaşı olmasa bile ona benzer bir savaş yaşamıştır sanki Akhalar. Kaybolan yazı, farklı kaynaklardan türetilerek, M.Ö. 750’ler de tekrar ortaya çıkar. Harflerini, yazı düzeneğini Asya’dan ve Fenikelilerden alan Yunanlılar, sesli harfler yaratarak geliştirir alfabeyi, yazı dilini. Karanlık Çağ’da Balkanların büyük kısmında bazen göçmen, bazen yerleşik hayat sürmüş Akhaların, proto-Türkler olduklarına dair yorum ve bazı bulgular görmezden gelinmektedir hala. Miken yazı-işaretlemesinin Fenike alfabesiyle alaşımı olan Yunan dilinde, Asyatik kökenli olduğu kanıtlanmış semboller, harfler vardır ve bugün Batılı akademisi, tarihi tarafından kapsam dışında tutulur. Ve daha çok Semitik dil-kültür içinde Mezopotamya ile Yunan arasındaki ilişki önemsenir Kıta Avrupası’nda. Sonuç olarak Yunanlılar ırk değil, sadece kültür olarak vardır antik dünyada.


Colossal Kouros of Samos - height 4.75 m, marble from Sanctuary of Hera in Samos Island,  Archaic Period, circa 590-580 BC
Samos Kouros'u - boy 4.75 cm, m.ö. 6. y.y.

Atina, Ganimet, Perikles, Altın Çağ, Köle, Artık Birikim

Antik Yunan kültürünün M.Ö. 776 yılındaki Olimpiyat Oyunları ile başladığı kabul edilir. Olimpiyatlar şehirlerin katıldığı birlik olma halidir aynı zamanda. M.Ö. 750'lerden itibaren Yunanlar şehir devletleri (polis), denizcilik ticareti ve hatta korsancılık ile güçlenir. Başta Atina şehri olmak üzere Yunanlıların ekonomik, refah koşulları oldukça ilerler ve M.Ö. 6. yüzyıla gelindiğinde Sparta, Korint ve Tebai şehirleri de Ege’nin diğer önemli merkezleri olur, fakat Atina ile Sparta arasındaki askeri-ekonomik rekabet nedeniyle sonu gelmez iç savaşların. Yunanlıların altın çağı, ticaret ve savaş ganimetleriyle oluşan birikimin, köleci eko-toplum düzen içinde maksimize edilmesidir esasında. M.Ö. 490 yılında Maraton Savaşı ile güçlü Persleri yenerler ve Ege denizinin tüm kıyıları Yunanlıların hâkimiyetine geçer; sonrasında Pers saldırılarına karşı koymak için, Atina`nın önderliğinde “Atttika-Delos Deniz Birliği” kurulur birçok şehrin katılımıyla. Birliğin hazinesi, Atina’ya taşınır ve sanat-felsefe alanında kalıcı eserlerini bu maddi zenginlik içinde üretir Atina. Batı Dünyasının kendisine milat kabul ettiği “Helen kültürü” bu dönemde yaşanır.

“Demokrasiyi Yunanlılar keşfetti” sözü bugün için anlamsızdır; çünkü antik Yunan’da Demokrat (demos-yurttaş) olmak sadece, çalışmayan ama gelir sahibi  özgür erkeklerin sahip olabileceği haktır ve bu haktan sadece nüfusun %10’u yararlanır. Antik Yunan kültürü, Oligarkların yani artık birikime sahip ailelerin düzenidir ve Platon, ideal devletini anlatırken meşrulaştırır sınıf ayrımını. M.Ö. 5. yüzyıl ve Komutan Perikles dönemien parlak günleridir Atinalıların, ekonomik kazanımlarını ve serbest zaman faaliyetlerini, mimari başta olmak üzere sanata ve felsefeye yöneltirler. Perikles döneminden sonra Atina ve Sparta arasında Peloponez Savaşı çıkar M.Ö. 431’de ve 27 yıl sürer; ardından Sparta, Attika’ya hâkim olur ama Makedon İskender’e kadar kaos bitmez Ege coğrafyasında. Modern Batı dünyasının öykünüp adına “Yunan Mucizesi” dediği dönemin (M.Ö. 520-430) temelinde; ekonomik birikim ve “mutlak özgürlük” kavramı vardı.  Yunanlılar için özgürlük, madden bağımsız olmaktı. Çalışmamak idi, özgürlüğün ilk şartı. Tarihte ilk köle pazarı, Sakız Adası’nda kuruldu aynı dönemde. Yunanlı özgür insan, çalışmayan ama çalışan kölenin emeğinden geçinen toprak sahibi idi ve şanslı ailelerin mensubu olarak toplardı artık birikimi. O, emekten ve topraktan uzaklaşarak kendine ayırdığı serbest zamanını; bilmeye ve sanata yöneltti.

Aydınlanma Çağı felsefesi ve özellikle Alman Romantik hareket, eserlerinde hayranlıklarını ifade etmişlerdi klasik dönem Yunan kültürüne. Schiller, Yunan estetiğinin ideal insanı sunduğuna inanır: “Sanatın bütün çekiciliğini, bilgelikle birleştiren Yunan tabiatı... Yunanlılarda akıl ne kadar yükselirse yükselsin, arkasından daima maddeyi istekle çekiyordu; onu ne kadar ince ve kesin olarak ayırıyorsa da asla parçalamıyordu.” Hegel’e göre, derin düşünme ile öz-bilincine doğru evrilen ve eyleme yönelen Yunanlılar, bitimli isteklerini aşarak insansı isteklerini yansıtmıştı heykel, tapınak ve tragedyada.

Apollo ve Dionysos

Apollo akıl, denge ve ışığın tanrısıdır. Işığın tanrısı, logos ile biçimi bir araya getiren sanatın da tanrısıdır. Nietzsche’ye göre Apollonik sanat bakışın, güzelliğin ve görünümün alanını sınırlar. Dionysos geçmişin etkisiyle acı ile coşkuyu bir araya getirir ve sınır-ölçü tanımaz çoğunlukla. Diyonizak sanat, aile-klan bağlarından, şiddet ve dürtü istençleri üzerinden insanı etkiler tıpkı şenliklerindeki müzik, dans, esrime ve ilahi gibi. Yunan sanatını şöyle açıklar Nietzsche: “Yunanlılar, kendilerine ve sanata kaynak olarak iki tanrı çıkarmışlardır; Apollo ve Dionysos. Bu inançlar, sanat alanında çatışırken ve yan yana yol alırken; sadece bir kez o da Hellen istencinin zirvede olduğu, Attika tragedyası denilen sanat yapıtında kaynaşmış üslup farklılıklarıdır.” Apollonik ve Diyonizyak olan; akıl ile içgüdü ve şehir ile kır hayatı geriliminde kombine olmuştur antik dünyada.


İdea ve Güzel Platon ve Aristoteles

Yunanlılar, başta Mısır medeniyetiyle olan eko-kültür bağlantılarını geliştirip zanaatçılıktan sanatçıya dönüşen kimliği ortaya çıkardı zaman içinde. Güzelliğin ideal yansımasının eşyada neşet etmesini istiyor, arıyordu Yunanlı sanatçı. Güzellik ve ışık, ontolojik zeminin izi olarak yontularda, tapınaklarda arandı. Arkaik dönemdeki hakikatin imgesinin, surete ancak izi ile yansıyacağını asla görülemeyeceğini söyleyen hâkim inancı yıktı YunanlılarGörünür olanın, hakikati yansıttığını düşündüler çoğunlukla. Bu sebeple güzelliği, görünür kılmayı hedeflediler yaşamın tam ortasında. Geçmişleri, kendileri ve zaferleri için övünç duyacakları tapınaklar yaptılar ve böylece ortaya çıktı Parthenon.
"Temple of Parhenon" at the Athens - from ancient Greek, circa 447-438 BC
Parthenon Tapınağı, Atina - M.Ö. 447-438 

"Discobulus" - original bronze statue by Greek Myron, circa 450 BC, after Roman copy
"Discobulus" Disk Atan Atlet - yontucu Myron, orginal M.Ö. 450

Platon’a göre güzel, sadece Güzel İdeası’nda vardıSanat eserlerini, mimetik (doğaya öykünen) taklit ürünü oldukları için idea formlarından uzak buluyor, hatta küçümsüyordu Platon. Güzel, bir başka nesnede ortaya çıkamaz, kendinden başka şeyde görünemezdi. Güzel ve onun güzelliği, mutlak ve kendinde kalacaktır İdea öğretisine göre. Aristoteles ise sanatın, idea’nın ideal dışavurumunu sağladığını söyler. Onun için bilgi gibi sanatında özü, dış dünyada ve doğadadır. Varolanların dışında aşkın ve kendinde ideaları değil; insan emeği ile şekillenen gerçekliği savunur ve sanat, iç nedenlerini dış koşullarına yansıttığı sürece, güzellik ortaya çıkacaktır. Sanatın öyküsünü ve amacını şöyle açıklar Aristoteles: “Yarım kalmış doğanın, ideal formlar ile tamamlanması

Bugün, Antik Yunan’da ortaya çıkan güzellik anlayışı ve sanata bakış, bir yönüyle dayatma olarak sürüyor modernite içindeSanat eğitimine  “güzel sanatlar” diyerek sınır çizen klasik anlayış, aslında ölümlülük ve çürüme gibi sanatı ortaya çıkaran ontolojik arayışları, işlikleri daha başından kendi biçim-içerik dayatmaları ile sınırlıyor çoğunlukla. Düşünce-deneyim, hala Yunan idealinin beğeni kasnağı içindeki biçemlerle anlaşılıyor, sıfatlarla yargılanıyor. Batı sanat sektörünün kabullendiği Yunan paradigması domine ediyor alttan alta sanatın pratiğini ve öncesinde imgesini. 


Sokrat, Platon ve Devlet


Sokrat Öncesi Yunan ve Platon

Sokrat öncesi Arkaik Yunan insanı için yaşam, geçmiş ya da gelecek değil, şimdinin deneyimi idi. Yaşadığı anının deneyimleri ile bütünleşen ve onları kendi bedeni karşısında nesne olarak görmeyen Yunan insanı, bugünkü anlamda özne olmamıştı. Sokrat sonrasında ise, Yunan insanı özellikle Platon’un idealist düşüncesinin etkisiyle değişime uğradı, gerçeklik ile ilişkisini düşünce ve onun tasvirleri üzerinden kurmaya başladı. Geç dönem Yunan kültüründe ortaya çıkan bu idealizasyon ile insan, beden-imge bölünmesi içinde ontik bütünlüğünü kaybetti.

Platon, yeryüzü fenomenlerinin form olarak “idealar dünyası”nın eksiltili birer yansıması olduğunu söylemişti. İdealar öğretisi’ne göre gerçeklik, nesnel veya öznel, idealardan doğan ve yansıyan eksik izdüşümlerdir. Platon’a göre doğayı (physis) oluşturan her şey, görünür veya hissedilir olmaklığı içinde neşet ettiği idealara doğru varoluşlarını tamamlamak amacıyla hareket etmektedir. Platon, “Devlet” adlı kitabında ideal bir toplum yönetimzinin ve devletin yapısının nasıl olması gerektiğini anlatmıştır. Sınıflı toplum yapısı içindeki insanların, “yurttaşlık bilinci” ile ideal devlet yönetimi altında bütünleşeceğini ileri sürmüştür. İdealar öğretisinin öngördüğü gerçekliğin, hakikat karşısında eksik olması; ütopik düşüncenin güncel ve gelecek üzerine projeler geliştirmesine temel kaynak olmuştur.

Antik Yunan, Polis, Demos, Köle

Arkaik dönem ile birlikte M.Ö. 800’lerden başlayıp, M.Ö. 300’lere kadar devam eden Yunan medeniyeti, siyası ve ekonomik olarak büyük ölçüde bağımsız site devletlerinden oluşmuştu. Yunan medeniyetinden günümüze kalan eserlerin büyük çoğunluğu, Atina ve çevresine dayandığı için genellemelerin ve tartışmaların ana kaynağı, Atina şehir devleti (polis) olmuştur. Atina şehri, “doğrudan demokrasi”nin tarihte etkin olarak uygulandığı ilk yer olarak kabul edilmiştir.

Yunanlılar zaman içinde Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz kıyılarını kolonize ederek verimli topraklara ve ticaret ağına sahip oldular. M.Ö. 5. yüzyıl, Attika topraklarının en verimli dönemi oldu ve tarihte “altın çağ” olarak anıldı. Atina demokrasisi, sadece “demos” adı verilen özgür erkeklerin (yurttaş) oluşturduğu bir yönetim biçimi idi. Demos, çalışmayan ve köle sahibi olarak toprak üzerinden “artık birikimi tüken” sınıf idi. Bu bağlamda, antik Yunan dünyasında özgür olmanın birinci şartı, çalışmamaktı. Kölelerin, kadınların ve Atina’lı olmayan insanların, Polis adı verilen şehir devletinin demokratik yapısında şehri yönetme, yurttaşlık ve oy hakkı yoktu. Atina'da nüfusun yaklaşık beşte dördü; köle, kadın, yabancılar ve çocuklardan oluşuyordu. Demos’un oluşturduğu halk meclisi (Ekklesia) toplam nüfusun %10’u civarındaydı.

Demos, topraktan ve temel ihtiyaçlardan bağımsızlaşmış “serbest zaman faaliyeti” içindeki erkekler topluluğu idi. Şehir devletlerinin özellikle Atina’nın gelişimini sağlayan temel etken, kölelerin beden gücünün “verimli” kullanılması idi. Köleler çoğunlukla dış bölgelerden, kolonilerden getirilmişti. Antik Yunan’daki özgür insanının temel özelliği, kölenin yaptığı biyolojik-yaşamsal gereklilik için çalışmaktan özgürleşip, serbest zamanını kendisi ve polis için kullanmasıydı. Antik Yunan insanı, böylelikle doğayı ve doğasını aşmak amacıyla eyleme geçmiş, tarihe kalıcı izler bırakabilmek adına politikaya, felsefe ve sanata yönelmişti. Modern dünyadaki siyaset ve demokrasi tartışmalarının referans noktası olarak kabul edilen Atina demokrasisi, demos olmayanları yok saydığı, değersiz kabul ettiği ve öteki olmaya tabi kıldığı için aslında totaliter bir yapılanma idi.

Meritokrasi: Liyakat Sistemi

Devlet yönetiminin bireysel özellikleri gelişmiş ve yetenekli kişilerin elinde olmasını savunan Meritokrasi, liyakat esasına dayanır. Likayat esası, ilk olarak Platon’un “Devlet” adlı eserinde detaylandırılmıştır. Platon, kurguladığı ideal devlet düzeninde yönetici kadroların meritokrasi ile oluşturulması gerektiğini savunmuştur; ona göre iyi devlet yönetimi için, yeteneğini ve bilgi birikimini ispatlamış insanların kamu yöneticiliği yapması zorludur. Ve devletin en üst noktasında yönetimi liyakat ile elde etmiş “bilge-filozof krallar” bulunmalıdır. Diğer yandan meritokrasi düşüncesi, aslında açık olarak seçkincidir. Ekonomik ve siyasal birikimi yüksek aile bireylerinin eğitim ve gelişim olanağının daha fazla olacağı düşünülür ise, “meritokratik sistem” içerisinde toplumun diğer kesimlerindeki gençlerin-bireylerin kabiliyetlerini ortaya çıkarma imkânları çok azdır. Bu sebep ile meritokrasi, zaman içinde kendisinden beklenen radikal demokrasiyi değil, oligarşik yapıları doğurmuştur.

Ütopyalarda Mülkiyet ve Emek

Platon’dan başlayarak ideal devlet amacı ile kurgulanan ütopyaların temel hedefi, özel mülkiyet sorunu olmuştur. Platon, “Devlet” adlı eserinde özel mülkiyeti, sadece yönetici sınıfa yasaklamıştır. Ona göre ideal yönetim için yönetici, kamu mülkiyeti dışına çıkmamalıdır. More, özel mülkiyetin temel sorun olduğunu düşünmüş ve eşitlik için özel mülkiyeti tüm vatandaşlara yasaklamıştır. Campanella’nın ütopik anlatısında da özel mülkiyet kaldırılmıştır. Devlet mülkiyetini temel alan bir yaşam kurgulaması nedeniyle klasik ütopyalar, açıkça totaliter anlatılardır.

Ütopyaların yöneldiği bir diğer çözüm projesi, emek ve çalışma süresi koşullarının iyileştirilmesidir. İnsanın “serbest zaman” faaliyetleri sorununa cevap vermek, ütopyacı düşüncenin temel dinamiklerinden biridir. Platon’un ideal devletinde sekiz saat, More’un anlatısında altı saat ve Campanella’nın hayalinde dört saat olan günlük çalışma süresi; keyifli bir yaşam için yeterlidir. Birçok ütopyada çalışma süresinin düzenlenmesi ile birlikte tembellik, suç olarak tanımlanmıştır. Modernite ve çalışma koşulları, ütopya metinlerini özel mülkiyet ve emek sorununu çözmeye yönlendirmiştir. Liberal ekonominin çözümsüz kaldığı emeğin doğası ve verimliliği, serbest zaman ve tam istihdam gibi konular modern ütopya ve distopyalarda çözüme kavuşturulur ya da çözümsüzdür.