Rüyam bir parkta başlıyor, öncesi belirsiz. Ne olmuş bilmiyorum, yanımda arkadaşım Mizan ve karşımızda iki tane 20'li yaşlarda kız var; parkın çimenleri üzerinde ya bir şeyi bitirmiş ya da devam edecekmişçesine duruyoruz. Sonbahar günü, hava kapalı ve puslu; kızlarla vedalaşır gibiyiz. Kızlardan biri, bana yaklaşıyor ve yanaklarımdan öpüyor; dayanılmaz tenin çekiciliğine kapılıp, hafif meyil vererek dudaklarının kenarından öpüyorum. O da davetkâr biçimde öpüşmeyi devam ettiriyor ve müthiş haz başlıyor. Sarılıyoruz birbirimize, elimi beline doluyorum. Yüz hatları çok orantılı, teni duru güzellikte; kumrala yakın esmer çekiciliği yüzüme vuruyor. Ortadan ayrılmış ensesine uzanan kısa ve düz saçları var. Burnu ve yanakları, yüzünün diğer hatları ile uyumlu. Dudakları kırmızı ruj ile daha ortaya çıkmış iştahlı ve ıslak ıslak değiyor dudaklarıma, sonra da dişlerime. Gözleri, mavi gözleri güneş gibi çekiyor beni.
Mavi gözlü kız, daha da ileri
gidiyor parkın orta yerinde, elini belinim altına indiriyor ve kamışıma atıyor;
derin derin okşuyor ve sertleşiyorum. Şaşkın ve çok mutluyum bu davete; icap
ediyorum. Malafatım karşıdaki palamut ağacı gibi, dimdik parkın ortasındayım. Sarılarak
birbirimize ve öpüşerek parktan çıkıyoruz tanımadığım seks öznesi ile...
Diğer
kız ile Mizan önden hızlıca yürüyorlar; arkalarından sarıla öpüşe biz
geliyoruz. Mizan, dönüp bana bakıyor, “bu temaşa bana uzak” gibilerinden
halimizi, donuk bakışlarla süzüyor.
Yokuş
aşağı inerken fark ediyorum ki, Galata Kulesi çevresindeki ara sokaklardan
aşağıya, Karaköy iskele meydanına doğru iniyoruz. Ama inerken, benim şehvetim
gittikçe yükseliyor; kalçalarını okşuyorum yanımdaki dilberin. Durduruyorum
yolun ortasında, yüzünü iki elimin arasına alıyorum; saçlarını okşayıp, minik
burnuna burnum ile dokunuyorum; orantılı yüz hatları ile çekiyor beni kendi
içine. Mavi gözleri, benim gözlerime amade bakıyor; işte efsane. Yine öpüşmeye
başlıyoruz ıslak ıslak, dudaklarından Tarçın tadı alıyorum tane tane.
Yokuştan
aşağı akıyoruz, kız “Ben burada oturuyorum, eve gitmem lazım” diyor, “Hayır, ayrılamayız; bir saat daha
benle kal. Baş başa kalacağız.” diyorum ısrar ve heyecanla. Mavi gözlerini ikna
ediyorum, daha sıkıca beline sarılıyorum,
bu kez de Galata yokuşunu çıkmaya başlıyoruz. Aklımda Taksim’e çıkmak
var. “bi palas vardı, tanıdık yer. Oraya gideriz, baş başa kalırız.” diye
içimden plan yapıyorum, hedef belirliyorum. Tenha bir sokakta tutkudan
dayanamayıp yere yatırıyorum Aşkım’ı ve yerlerde yuvarlanarak sevişiyoruz. Bir
ara, o benim üzerime çıkıyor; mavi gözleri ile üzerimde, kenarlardan açık
gökyüzü ve Bulut bana bakıyor. Bu güzel an, arabanın sokağa girişi ile bozuyor;
ayağa kalkıp hedefe doğru yürümeye devam ediyoruz. Yaklaşıyoruz bildiğim Palas’a
doğru, yine şehvet ile dudaklarını öpüyor, kalçalarını okşuyorum. Birden mavi gözleri,
gözümün önünde büyüyor; önümdeki dünya denen manzara onun mavi gözlerinden bir
denize dönüşüyor, arzularımın zirvesinde, düştüğüm gözlerde coşkuya
boğuluyorum.
Hazzın
içindeyim; ama birden, hiç istemeyeceğim şeyler oluyor. Önce mavi gözler,
kayboluyor önümde; sonra mekân ve zaman siliniyor göz perdemde. Öfkeleniyorum,
“Kahretsin, bitmemeli bu buluşma. Daha kavuşamadım sana Aşkım, tek parça
olamadık. Yoksa, bu bir rüya mı? Bitmesin, ne olur bitmesin!” diyorum panik
içinde kendi kendime. Aşkım, elimden kayıp gidiyor ve uyanıyorum.
30
Aralık 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder