Her aylak, aylak adam değildir. Sahih
aylak, kendisi ile münakaşa eder; irfan ile zımni ilişkisi vardır. Türkçesi ‘aylak
gezinen’ olarak Flanuer, şehir hayatının bilincimizdeki döngüselliğini işlemiş
W. Benjamin’den mirastır. Aylak ana cadde kalabalıklarda, cinslerin yoğun
olduğu yerlerde bulunur ama pek bakmaz, çokça seyreder. O, seyrederek yürür; Niçe
ve Kantvari yürüyüşe görünüş olarak tezat, içkinlik olarak uyumludur.
Benjamin’in dediği gibi aylak adam/flanuer
üçlü bağ ile neşet etti: şehir, kalabalık ve para ekonomisi. Dünyanın tüm
metropolleri, Tokyo’dan İstanbul’a aylakların evidir. Her biri özel isim alsalar
da, asgari müşterek halleriyle evrensel süre-durum içindedirler. Şehir, Georg
Simmel’in yüzyıl önce incelikle açıkladığı gibi, neredeyse tüm araç-ilişki-hal kroniklerini
mübadele eden mutlak somut ve de metafizik soyutlama gücüne ulaşmış paranın tezahür
alanıdır. Paranın mutlak olduğu metropolde, her kişi-kurum-durum talidir,
söylemdir, görecedir.
Yürüyüş içinde aylak manzara yerine
köşe başında, patika yerine bar-kafede dolanır. Kırsalda yürüyüş doğa ile hemdem
olmakken; şehirde yürüyüş kesinti, araz içinde devinmektir. Mevcudiyet meselini
hem kırsalda hem şehirde anlatan Yusuf Atılgan’ın ‘Aylak Adam’ romanı ve karakter
C, bir başka uzun aç parantez konusu.
Aylak da herkes gibi yalnızlıktan mustariptir
ama onun yalnızlığı ekonomik, cinsel handikaplardan önce ontolojik zeminden neşet
eder. Avuntu potansiyelidir dış çevredeki mimari ve ekseriyetle avuntunun da
avuntu olmadığı çığlığı ile yüz göz olur. O da popüler olmak ister, ki en kadim
arzudur, ama sahne kaygısı vardır.
Uyumsuz aylak, ötekilerin gözünde kıymeti
olmayan tuhaf yeteneklere sahiptir. Kamera-kadraj gözleri kayıt alır, şair
misali imge avcısı olur müzmin motivasyonu ile. Tek başına olmanın keyifsizliğinde,
parantez içine aldığını güzel, kahkahalı kılmaya çalışır.
Aylak, kafası müzmin karışık olandır;
kafasını dağıtmak için gürültülü, bitişik nizam yapılar içine sürükler kendini.
O kalabalık ile kendini sedasyon eder; ilişkiler ağına hem imrenir, hem de
sınır durumda iğreti gelir. Benjamin’in ‘genelleşmiş fahişelik’ dediği para eko-sistemi
içinde, o fahişeliğe heveslidir ama genelleşmeye isteksiz.
Avare değildir; bir nebze haytadır. İsmet
Özel’in şiirindeki gibidir bir parça: ‘Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar,
ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye.’ Evde sıkılıp, sokaklarda rehavet arar
aylak. Şehir tümeldir ve biz tekilleri işler belli belirsiz ilmek ilmek. O şehirde
değişik mahfilleri dener, dahil olmak ister. Birilerine arıza, çocuk ruhlu, dürüst
veya belalı gelebilir. Çeşitli oyunlar ve yüzler, hatalar, sonu tekin olmayan
karşılaşmalar ve çokça yanlış anlaşılmalardır onun bakiyesi.
Maziden gelen terk edilmiş olma hissi
ile, bilmediği bir karşılaşmayı umutla arar durur sokakta. Kendine biçare çarşı pazar dolaşırken, kendine dönüp yekpare zamanda baktığında, bir yanılsama da
olsa, ‘kendi neyse o olmanın’ verdiği kararlı irade ve/veya inat ile sükûn eder.
Kendine dalgın, eşik bekçisidir, atanamamıştır. Aylak, belki de bir derviştir,
artık metropolde kalmayan.
Kaynakça:
Pasajlar - Walter Benjamin,
yapı kredi yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder