Rüya,
bilinçdışının dilidir. Psikanaliz öncesi eski zamanların
dini-mistik rüya yorumları, iki yönteme dayanıyordu. Bu yöntemlerden biri,
rüyadaki görünümü bir bütün olarak ele alıp; içeriğini bir başka anlama
yorumlayan simgesel yorumdu. Fakat bu yöntem; anlam bütünlüğü kurulamayan, kâbus
gibi sınır durum rüyaları yorumlamakta yetersizdi. Diğer bir yöntem şifre çözme
ise, rüyada görünenin bir başka gösterene çevrildiği yorumlama idi. Görünenin
bir başka şeye işaret etmesi olarak yorumlayan bu yöntem; rüyanın bütününü
değil de, sadece bir nesneyi-olayı-durumu yorumlandığı için yorumlanan
parçanın, rüyanın bütünlüğü ve dinamik unsurlarının anlamı açısından değeri ve
etkisi bulunmuyordu.
Freud, 1895 yılında “Irma’nın Enjeksiyonu”
adıyla bilenen kendi rüyasının analizini yayınladı. Nevrotik kişilerde rüya ile bilinçdışı semptomlar arasında ortaya çıkan
belirgin ilişki ve klinik çalışmalarda hastaların sıklıkla bir rüya anlatma
çağrışımına yönelmesi; Freud’u rüyalar üzerine çalışmaya yöneltmişti. Freud,
1900 yılında yayınladığı “Rüyaların Yorumu” kitabı ile rüyaların, bilinçdışının
ve terapi çalışmalarında aktarım sürecinin temel malzemesi olduğunu açıkladı.
Rüya
yorumu, rüyanın görünen ve daha çok da görünmeyen kısmının anlamını ortaya çıkarmayı
amaçlar. Anlamın ortaya çıkması; rüyayı görenin geçmiş ve şimdi
arasındaki benliği ile arzuları arasındaki bağlantıları, çağrışım yoluyla dile
getirme ve içgörü kazanma çalışmasıdır. Rüya,
bilinçdışı isteğin doyurulmasını amaçlar. Bilinçdışı istek -haz ilkesi olarak-
sınırız doyum arar. Bilinç ise; -gerçeklik ilkesi olarak-
yaşam koşulları, engellemeler ve deneyimler ile oluşmuştur ve haz ilkesinin sınırsız
isteğini dizginlemek, organizmayı düzenlemekle görevlidir. Bilinçte gerginliğini gideremeyen bilinçdışının haz istekleri,
rüyadaki temsili görünümler ile uyku gerçekliği içinde doyuma ulaşır.
Rüya,
“uykunun bekçisi” dir. Gece, bilince dönüşmeyen arzuların
temsili tatminini sağlayarak organizmanın uyku fizyolojisi içinde bir sonraki
güne uyumlu geçişini sağlar. Bu yönüyle, karabasan ve uykuyu bölen rüyalar,
bilinçdışı isteklerin şiddetli görünümler ile bilinç düzeyine gelmesi olarak uyku
sürecinin ve gerçeklik ilkesinin tehdit edilmesidir. Bu sebeple sağlıklı rüya; hatırlanmayan, uyku evresini
bölmeyen ve bilinçdışı isteklerin rüya deneyimi içinde tatmin edilerek
dindirildiği rüyalardır.
Rüyada
görünenler, aslında bilinçdışı isteklerin çarpıtılmış ve yer değiştirmiş görünümleridir. Çarpıtılmış ve yer değiştirmeye uğramış doyum temsilleriyle, organizmanın
psişik temeli ve fizyolojik devamlılığı bozulmadan tatmin gerçekleşir. Rüya, bilincin bir önceki gün gerçeklik
sorunlarıyla uyarılması, fizyolojik ihtiyaçlar ve alt katmanı çocuk geçmişi
olan tüm geçmiş deneyimler ile ortaya çıkar.
Rüya,
bilinçdışının arzusu olarak bilinç öncesi ve bilinç süreci içerisinde iki
müdahale görür: sansür ve bastırma. Birçok rüya uyanma
sonrası, bilincin gerçeklik ilkesi gereği kısa sürede bastırılmaya ve sansüre
maruz kalır. Egonun bütünlüğünü korumaya yönelik bu refleks nedeniyle rüyalar, ne kadar yazılıp-not alınıp
anlatılsa da, asla rüya görenin uykudaki deneyiminin bütünü yansıtamaz. Rüyanın
hatırlanmaya çalışılması; dönüşüme ve dil çerçevesine uymak zorunda kalır. Rüya,
zaman ve mekân gibi temel algı zorunluluklarının olmadığı mantıkdışı (dil ötesi,
dil öncesi) psişik deneyimdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder