Arkadaşların ev
eğlencesine gitmişim ama sadece ev sahibi adamı tanıyorum, o da yıllardır
görmediğim bir çocukluk arkadaşım. Nasıl çağrıldığımı bilmiyorum, ortalarda
dolanıyorum. Az sonra sarhoş olan tayfadan biri bana sarılıyor, bir ahbaplık
yaşıyoruz ama sıkılıyorum, mutfağa kaçıyorum. Mutfakta ise, sanki bir taziye
kabulü gibi helva-pilav tabakları var. Bu nasıl bir eğlence diye düşünüp,
kendimi sigara içmek için yan odaya atıyorum.
Odadaki dağınık yatakta
çok güzel melez bir kadın yatmış bekliyor, odaya girince bana bakıyor, sıra
sende gibilerinden elle işaret yapıyor. Sanki, elemanlar hem taziye ziyareti
kabul diyor hem de fahişeye turnike geçiyorlar. Turnikeye bende girerim diye
hevesleniyorum. Olayı tam anlamadığımdan duraksayıp, arkadaşa sormak için içeri
gidiyorum. Mutfaktaki arkadaşa kafa hareketi ile yandaki olayı işaret ediyorum.
“sende çok oldun” gibilerinden ters ters bakıyor. Hevesim kaçıyor, balkona
çıkıyorum.
3 katlı binanın üst
katındayım, balkonunda sigara içiyorum, gözüm karşı binanın girişindeki dükkâna
takılıyor. Çok tuhaf, dükkânın önünde çok güzel bir kız iç çamaşırı ile duvara
yaslanmış duruyor, yanına genç bir adam geliyor. Sevişmeye başlıyorlar. Erkek,
kızın memelerini ve kalçalarını avuçluyor. Şaşkınlıkla izliyorum, “böyle aleni
sevişmeler var mı” diye düşünüyorum. Erkek, kızı alıp hemen kapının önündeki
arabaya bindiriyor. Araba hareket ettiğinde gazını alamıyor, hemen ilerideki
binan girişi katına giriyor. Duvar, cam, pencere kırılıyor. Evin yıkılan duvarının
içinden 3-4 yaşlarında bir çocuk çıkmaya çalışıyor. Ortalık kalabalıklaşıyor,
gürültü patırtı artıyor.
Birden bulunduğum bina
sallanmaya başlıyor. Binanın sadece benim bulunduğum üst katı, içindeki
insanlarla birlikte hareketleniyor. Ama nedense, bu durumu olağan karşılıyorum. Aklımda şöyle bir bilgi
var: kaza-deprem gibi felaketlerde binaların üst katları gökyüzüne yükseliyor ve
bir yörünge içinde tur atıp, belli bir yükseklikten sonra tekrar eski yerine
monte oluyor. Böylelikle binanın zemini ve düzeni revize ediliyor, her şey eski
haline dönüyor. Nereden bildiğimi bilmediğim bu ön bilgi nedeniyle, korkmama
rağmen şaşırmıyorum. Bulunduğum kat içindekilerle birlikte hafif hafif hareket
etmeye ve göğe doğru yükselmeye başlıyor.
Aklıma, lunaparklardaki
tehlikeli ve ama güvenli tedbirleri alınmış oyun sistemleri geliyor. Balkon
demirlerini sıkıca tutmalıyım ve gözlerimi kapamalıyım, diye geçiriyorum. Yükseldikçe
hızımız artıyor, hava kararıyor. Karanlık içindeyim, kattaki diğer kişilerin
sesi gelmiyor, gözümü açmadan yanlarımdaki demirlere sıkıca tutunup,
gökyüzündeki geziye dayanmaya çalışıyorum. Sürtünme ve mekanik sesler
duyuyorum, sanki gökyüzünde bir vagondayım. İçinde olduğum düzenek
dengesizleşiyor, elimin kavrama gücü azalıyor, korkum gittikçe artıyor.
Yükselik artıkça dayanma gücüm azalıyor, sistemin dönüp eski yerine monte olmasına
kadar dayanamayacağım diye düşüp, ölümü düşünüyorum. Gökyüzün de değil, sanki
uzay boşluğundayım. Mekanik aksanın türbülans içinde sallanması gibi seslerin
dışında ses yok, yalnızım. Son gücümle demirlere tutunmaya devam ediyorum.
“hayatı hiç sevmedim
ama ölmekte istemiyorum” diye düşünüyorum. Geçmişimi düşünüyorum, kimseye özlem
veya merak duymuyorum. Sadece yaşamak istiyorum. Birden aklıma yeşil gözler
geliyor. Hangi yeşil gözler? Bilmiyorum, bilmediğim için ve belki de
karşılaşmadığım için kendime kızıyorum. Ölürsem bir tek karşılaşmadığım yeşil
gözleri isterim, keşke yapabilseydim, diyorum. Ellerim iyice güçsüzleşiyor,
demirleri tutmak çok istiyorum ama gücüm yetmiyor.
“Ölmemeliyim, o yeşil
gözlere merhaba demeliyim” derken, ellerim çözülüyor. Düşüyorum.
Kasım 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder