Altın Oran’ın Doğaya ve Sanata Yansıması



Altın Oran, doğadaki canlı ve cansız varlıkların formlarında bulunduğu varsayılan değerdir. Matematik ve geometri bilgilerine dayanarak doğa ile uyumlu biçimlerin oluşması, yapılmasıdır. Platon'a göre fiziğin İdea’sı, cisimleşen varlıklar dünyasında Altın Oran ile görünüm kazanır. Antik çağdan günümüze mimari yapılarda uyum, sanat eselerinde beğeni amacıyla kullanılan kuraldır Altın Oran.  


Keops Piramidi, Vitruvius Adamı, Parthenon Tapınağı
Keops Piramidi, Vitruvius Adamı, Parthenon Tapınağı


Altın Oran

Doğru parçası (AB) öyle bir noktadan (C) bölünmelidir ki; küçük parçanın (AC) büyük parçaya (CB) oranı, büyük parçanın (CB) bütün doğruya (AB) oranına eşit olmalıdır. Ortaya çıkan Altın Oran’dır: CB / AC = AB / CB = 1,618 dir ve sembolü PHI (Φ) dır.
.
Kim tarafından keşfedildiği bilinmese de, ilk kullanan M.Ö. 2500’lerde kadim Mısırlılar dır; Yunanlılarda Mısır bilgelerinden aldıkları bilgi geliştirirler; M.Ö. 500’lerde yaşayan Grek matematikçi Pisagor’un (Pythagoras) metinlerinde geçer Altın Oran; şöyle der: "Bir insanın tüm vücudu ile göbeğine kadar olan yüksekliğinin oranı, bir pentagramın uzun ve kısa kenarlarının oranı, bir dikdörtgenin uzun ve kısa kenarlarının oranı, hepsi aynıdır. Bunun sebebi nedir? Çünkü tüm parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın küçük parçaya oranına eşittir."  


last supper, Creation of Adam, Scholl of Athens
Son Yemek, Adem'in Yaratılışı, Atina Okulu


Keops Piramidi’nin yapımında Pi ve Phi oranı birlikte kullanılır. Klasik çağdaki bilinçli ve etkin kullanımı, Yunanlı mimar-heykeltıraş Phidias liderliğinde yapılan Atina’daki Parthenon Tapınağı dır. Rönesans sanatçıları, tıpkı ilham aldıkları antik çağ sanatçıları gibi, Altın Oran'ı resim ve heykellerde denge ve güzellik elde etmek için kullanır. Michelangelo’nun Adem’in Yaratılışı, Boticelli’nin Venüsün Doğuşu, Raphael’in Atina Okulu resimleri orana sadık eserlerdir. Latince karşılığını ilk defa Leonardo da Vinci ifade eder; hatta ona, İlahi Oran der. Leonardo, atomlardan oluşan dünyada insanı ve doğayı eserlerinde bütünleştirmek ister; Vitruvius Adamı, Mona Lisa, Son Akşam Yemeği resimleri oranın sanattaki yansımasıdır. Mona Lisa’nın yüzünde, Son Akşam Yemeği’nde İsa'nın ve havarilerin oturduğu masada, arka plandaki duvarda ve pencerelerde uygulanır. Türk mimarisinin yıldızı Mimar Sinan, Selimiye ve Süleymaniye Camii minarelerinde Altın Oran’ı kullanır.


golden ratio on nature
Doğada Altın Oran

Orta Çağ’ın İtalyan matematikçisi Fibonacci’nin çalışmaları (1200’lü yıllar) da Altın Oran ile ilişkilidir. Fibonacci Sayıları olarak anılan bu dizime göre ilk iki sayının toplamı, üçüncüyü verir (1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597.......) ve ardışık sistemde sayılar büyüdükçe Altın Oran’a yaklaşır; örneğin 377 / 233 = 1,618 dir. Aynı zamanda doğada, özellikle bitkilerde Fibonacci dizgesine benzeşik formlar vardır. Phi, doğa ve evren hakkında bilgi elde etmek için, özellikle Yeni Çağ ile birlikte daha çok ilham vermiştir. J. Kepler, Güneşin çevresindeki gezegenlerin yörüngelerinin eliptik yapısını keşfetmesi sonrası şunları söyler: "Geometrinin iki büyük hazinesi vardır; biri Pythagoras'in teoremi, diğeri bir doğrunun Altın Oran'a göre bölünmesidir."


Selimiye Camii
Selimiye Camii

Altın Oran’ı doğadaki canlılarda, insanın yüzünde ve organlarında, kristallerde, hatta DNA yapısında görebiliriz. Geometrik versiyonları, altın dörtgen, altın üçgen, altın spiral, Pentagram dır. Altın Oran, özellikle mimaride ve görsel sanatlarda en-boy ekseninde kullanıldığında uyumlu estetik sonuçlar verir. Kullanıldığı grafik-görsel çalışmaların daha kolay ilgi ve beğeni görmesini düşünürsek, Kant’ında belirttiği doğanın özündeki kuvvettin ideasını yansıtan form olduğu için, doğanın nedenselliğinin insan tarafından duyumsanmasıdır aynı zamanda bu dizge. Ez cümle göz var, nizam var demektir Altın Oran. 


Altın Oran, güzelliğin tecessüm edişinin zemini midir? Tabi ki, hayır. Çünkü doğadaki canlı ve cansız varlıkların çoğunluğunda bu oran yoktur; hatta güzellik izlenimi veren, beğeni duygusu geliştiren birçok şey, bu oranın dışında asimetriktır; oran ve orantıdan yoksundur. Modern mimariyi, sanatı ve endüstriyel tasarımları düşündüğümüzde, birçok tasarımcı ve yapı üreticisi çalışmalarında bu oranı dikkate almaz. İşlevselliğin baz alındığı milenyum yılları ürünlerinde, Altın Oran artık bir masaldır. Fakat göz ve beğeni üzerinde hala devam eden etkisi, geçmiş örneklerin bize verdiği ön kabulden kaynaklanır sanki.

golden ratio on human, golden sprial
Görselde, İnsanda, Matematikte Altın Oran

Helenistik Heykel Sanatı, Barok İz: Ölen Galatlı, Sarhoş Satyr, Milos Venüs’ü, Samotrake Nike’si



Hellenizim, 19. yüzyılda Almanlar tarafından uydurulmuş yapay bir kavramdır. Hellenistik, “Grek yaşam ve düşünce tarzını izleyen” anlamına gelir ve kendine Ari Irk modeli arayan Batı dünyasının eko-politik tarih kurgusudur; maalesef kavram olarak yer etmiştir. Helenistik sanat, gelişmeler sonrasında Ege havzasındaki birikimin Doğu coğrafyasıyla girdiği ilişkinin sentezidir ve Ön Asya sanatıdır. (Helenistik Dönem ve Sanat hakkında bir başka yazı için tıklayınız

Helenistik heykel, tapınak ve özel alandan çıkar; yaşamın tümüne yayılır; evin içine, agoraya hatta tarlaya girer. Asyatik etkiyle, gündelik yaşamı işler; figür ve anlatı biçimlerinde abartı ve grotesk ön plana çıkar. Klasik dönemdeki tanrısal ifadeler; yerini yaşamın gerçeğine, şiddetine ve neşesine bırakır. Yunan idealini temsil eden Apollon figürü yerini, yarı tanrı insan Herkül’ün İşleri anlatısına bırakır. Yontu bazen acımasız gerçeği, bazen de görülmeyeni yansıtır. Birbirine zıt eğilimler ve üsluplar ortaya çıkar.

Pergamon, Alexandria ve Rhodos, dönemin başlıca yontu üretim alanlarıdır. Rhodos Adası bronz heykel üretimi ve Lysippos’un okulu ile önemli merkezdir. Fakat Rhodos’a ait kolossal ve bronz yontular, bronzun dönüşümde kullanılması sonucu günümüze pek kalmaz; bu nedenle Helenistik sanat, daha çok Pergamon ve Zeus Altarı ile yorumlanır. Alexandria heykelleri, çoğunlukla gündelik hayatı taklit eden grotesk temsillerdir. Tüm bunların yanında atipik ve amatör yontular, idoller de üretilir. Bulguların az, antik kaynakçanın sadece Plinius’un ansiklopedik kitabı olması, önemli handikaptır.

Lysippos portre, grup ve Kolossal (devasa) heykel yapar, stilini ortaya koyar ve onla birlikte Barok üslup ortaya çıkar. Yontucular arasında ortak çalışma dönemi başlar, heykel ve kabartma atölyelerinde bir araya gelirler. Ön Asya sanatının başlangıcı kabul edilen Halikarnassos Mausoleum'u yapımında; ünlü yontu ustaları çalışır. Pergamon’da beliren Barok sanat, aslında yoğun Asyatik etki ile ortaya çıkar. Bergama Zeus Sunağı’ndaki Tanrıların Devler ile Savaşı frizleri, bu ekolün en önemli temsilidir. (Bergama antik kenti ve Zeus Sunağı hakkında bir başka yazı için tıklayınız) Diğer önemli eserler; Ağlayan Kadınlar Lahdi, Nereidler Anıtı ve İskender Lahdi dir. Lakoon ve Dirke (Farnase Boğası) heykel grubu, Rhodos ekolünün günümüze kalan izleridir. Halk sanatı, özellikle Terracotta (pişirilmiş toprak) heykelciklerle günümüze ulaşır.

Keltler ve Ölen Galatlı Heykeli

Konar-göçer ve istilacı Kelt kavimleri (Galatlar), Kuzey’in Barbarları olarak anılır geçmiş dünyada. Attika ve Anadolu’ya M.Ö. 8. yüzyılda gelen ve demiri iyi kullanan savaşçı Keltler, Akdeniz havzasındaki birçok savaşta paralı asker olarak yer alırlar. Keltler, krallık ve şehir kurmayıp haraç toplarlar; yerleşik hayata geçmeyip okuma-yazma öğrenmezler. Akdeniz’de yarı göçebe, korkusuz ve yağmacı kalırlar. Ön Asya’da kavimler halinde yaşayan Galatlar, ilerleyen çağlarda yerleşik yaşama karışır. Ölen Galatlı heykeli, M.Ö. 230’lu yıllarda Pergamonlular’ın Keltler’e karşı kazandığı zafer sonrası yapılır; fakat Roma replikası günümüze kalır. Ölmek üzere olan Galatlı savaşçının bedenindeki iradeyi yansıtır ve figür tüm yönleri ile kendini sunar. Asıl vurgu, görülmeyen ama Keltleri dize getiren Pergamonlular’ın gücüdür.
Dying Gaul statue, based orginal from Pergamon culture circa 2nd century BCE, that is Roman copy
Ölen Galatlı heykeli


Sarhoş Satyr Heykeli

Heykelin orijinalinin M.Ö. 2. yüzyılda Pergamon’da üretildiği sanılır; Roma replikası günümüze ulaşan Sarhoş Satyr (The Barberini Faun) sonrasında Hadrianus Mozolesi'ne taşınır ve orayı süsler. 1620'li yıllarda Roma’da bulunur; Kardinal F. Barberini sahiplenir ve onun adı ile anılır. Hasarlı olan sağ bacağı ve boyun kısmı restore edilir; bugün Berlin’dedir. Yunan mitolojisindeki Satyr, Roma’da Faun ismini alır. Satyr, söylencelerde ormanlarda dolaşan keçi görünümlü, insansı hayvandır; Dionysos’un esrimesini yansıtır. Sarhoş Satyr, antik stilin değişimini hatta modernleşmesini yansıtır; erotik simge kabul edilir.
Drunken Satyr (The Barberini Faun) statue, orginal form Pergamon in Anatolia, circa 2nd century BC, that is Roman copy
Sarhoş Satyr heykeli

Melos Venüs’ü Heykeli

1820 yılında Ege’deki Melos Adası’nda bulunur. 203 cm boyundaki heykel,  M.Ö. 1. yüzyıla aittir. Osmanlı topraklarında bulunan eser, Fransızlar tarafından kaçırıldığı için bugün, İstanbul’da değil; Louvre Müzesi’ndedir. Keşif ve taşıma sırasında kolları zarar gören Afrodit temsili, Praksiteles estetiğini yansıtır. Denge ve duruş ile Melos Venüs’ü, antik dönem ideal güzelliğin en yetkin formudur birçok kişiye göre.  
Venus of Melos statue - found island of Melos from Anatolia, circa 1st century BCE, Hellenistic period
Melos Venüs'ü heykeli

Kolossal Rhodos Heykeli

Rhodos’un kuşatılması karşısında kazanılan zafer sonrası, Lysippos’un öğencisi Chares’in liderliğindeki yontucular tarafından yapılır. Güneş tanrısı Helios’u temsil eden Kolossal’ın yapımına M.Ö. 290’lı yıllarda başlanır; on küsur yıl içinde tamamlanır, 13 ton bronz kullanır ve M.Ö. 230’lu yıllarda yaşanan büyük deprem ile yıkılır. Plinius’a göre, 32 metre (110 ayak-70 kubit) yüksekliğindedir. Rivayete göre, liman girişindeki heykelin bacaklarının arasından gemiler geçer; fakat o zamanki teknik birikimle bunun gerçekleşmesi çok zordur ama büyük bronz kaide bulguları, heykelin varlığını doğrular. Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri Kolossal Rhodos heykelinden günümüze bulgu kalmasa da, fantezi olarak birçok çalışmaya konu olur. 

The Colossus of Rhodes, sun god Helios, fantastic images
Kolossal Helios Rhodos, fantazi resimler

Samothrake Nike’si (Kanatlı Zafer Anıtı)

Günümüze ulaşan Helenistik yontular Roma replikaları iken, Samothrake Nike’si orijinaldir. Zafer tanrıçası Nike'yi işleyen Kanatlı Zafer Anıtı, Ege Denizi’nin kuzeyindeki Samothrake Adası’nda 1863 yılında bir tapınakta bulunur. M.Ö. 190’lü yıllara ait ve 328 cm yüksekliğindeki mermer yontuda, Perslere karşı kazanılan deniz savaşı sonrasında Rodoslular, zaferi müjdeleyen Nike’yi gökyüzünden geminin pruvasında inerken gösterirler. Samotrake Nike’si, parçalanmış halde bulunur ve birleştirilir; sağ kanat bulunamadığı için sol kanadın replikası alınarak sağda kullanılır; başı ve kolları eksiktir. Uzmanlar, heykelin orijinalinde Nike’ın sağ kolunu yükseltmiş ve zafer çığlığı atıyor gibi durduğunu söyler. Nike’nin üzerine yapışan pelerin elbisesi (khiton) rüzgârla geriye doğru havalanırken; öne doğru hamle yapan sağ ayağı, esnek kalçası ve sol kanadı ile ortaya çıkan asitmerik ritim göz alıcıdır. 
Nike of Samothrace (Winged Victory of Samothrace) statue found Samothrace in Asia minor, circa 2nd century BC, from Hellenistic period, height 328 cm
Samotrake Nike’si heykeli

İzleyiciyi karşısına alan; hatta temsili, izleyici bakışına üstün kılan Helenistik Barok; estetik arzuyu, belirmiş olana öykünmeye indirgediği için; bir yanıyla imge ile görünüm arasındaki kopuşun temeli olur.
heykelde Barok iz


Anti-Oedipus Üzerine Bir Mektup - Gilles Deleuze



Anti-Oedipus’un tüm bilgi aygıtından kurtulduğu söylenemez. Hâlâ pek akademik, fazlasıyla bilgecedir ve düşlenen pop-felsefe ya da pop-analiz değildir. Ama şuna şaşırdım: Bu kitabı zor bulanlar, fazla kültüre sahip olanlardır, özellikle de psikanalitik kültüre sahip olanlar. 

Onlar şöyle diyorlar: 'Organsız vücut beden nedir? Arzu makineleri ne demektir?' Bunun tersi olarak az şey bilenler, psikanalizin bozmadığı kimseler ise, daha az sorunla karşılaşıyorlar ve anlamadıklarına kaygısızca boş veriyorlar. 

Bu kitabı okumanın iki yolu vardır: Ya içerisine kapatan bir kutu olarak düşünürüz kitabı, o zaman gösterilenleri ararız. Ve sonrasında, daha da sapkın ve bozulmuşsak, gösterenin peşine düşeriz. Ve onu açımlayacak, yorumlayacak açıklamalar arar, kitabın kitabını yazarız, sonsuza kadar.

Ya da diğer yol: Kitap küçük bir "anlamlandırmayan makine" olarak düşünülür. Tek sorun şudur: ”Bu makine işliyor mu ve nasıl işliyor?" Ve size göre nasıl işliyor? Makine size göre işlemiyorsa, hiçbir şey olmuyorsa, o zaman başka bir kitap alın. 

Bu anlamda psikanalizin lümpen proleteryasından gelen güzel mektupları, eleştirmenlerin makalelerinden çok daha önemsiyoruz.

“Ben şuyum, ben buyum” diye düşünenlere ve ayrıca psikanalitik bir şekilde düşünenlere (çocukluklarına ya da yazgılarına gönderme yapanlara) karşı belirsiz, şüpheli sözlerle yaklaşmak ve düşünmek gerekir. Narsisist olmayan, Oidipusçu olmayan o kadar çok vazgeçilmez araştırma ya da deneme var ki. Sorun, insanlık içinde şu ya da bu oluş değil; daha çok bir insandışı oluş, evrensel bir hayvan oluştur.

Anti-Oedipus’un en sevdiğim cümlesi şu: "Hayır, asla şizofren görmedik."

Gilles Deleuze, 1973