Rüya Metni: Gölge Gövde, Karabasan

Garip yollardan geçip, Hoca’nın ofisine geliyorum. Şimdiki ofislerine benzemekle birlikte orası değil. Hoca ve ekip toplanmış, konuşuyorlar, bir başka odada yatak üzerinde tıklım tıkış uyuyan bir ekip daha var. Mutfağa geçince hocayla karşılaşıyoruz, kalabalık ve hareket akıyor, bilmediğim insanlar, yeni yüzler, görüyorum.

Hoca, holde “sandalyeyi al gel” diye bana sesleniyor, holün ampulünü değiştiriyor, yükseklik olsun diye sandalyeyi götürüyorum. Kalabalığın içinde dolanıyorum, hoca yine önümden geçip diğer bir odaya yöneliyor. Arkasından bakıyorum, şaşırıyorum, hocanın kalçalarının ne kadar ufaldığını görüp, kalçalardan yükselip tüm vücuduna bakınca hocanın değiştiğini, kadın olduğunu fark ediyorum. Hoca, elli yaşlarında, tanımadığım, kumral kısa saçlı sanki akademisyen bir kadına dönüşmüş. Kadın bana dönüp karşıya, Anadolu yakasına taşınacağını söylüyor, bana “çantan var mı yanında?” diye soruyor. Taşınma için yardım istiyor, “çantam yok ama yardım ederim” diyorum sonra boşluk oluşuyor, Karabasan başlıyor.

Sanki yine aynı ofis ortamındayım ama mekân, doğaya dönüşmüş. Boyumdan yüksek çalılar, fidanlar, filizler aralarında gövdesi kocaman ağaçlar. Gün ışığını kesen seyrek ama iri ağaçlar, mevsimi belirsiz bir orman ve tuhaf sesler. Yerde yatıyorum ya da yere yakın çömelmiş ne yapacağımı bilmeden, çevreyi kolaçan ediyorum, nerede olduğumu ve ne olduğumu anlayama çalışıyorum. İlerlerde bir aslan yavrusu görüyorum, vahşi ortam ama aslan yavrusu çok sevimli çevrede dolanıyor.

Mekânın renkleri yeşilin koyusuyla, sabah gün doğumu çığ mavisi arası koyu renkler ve sert tonlar. Dünya kasvetli ve ben tedirginim. Çevrede vahşi hayvan sesleri duyuyorum, bir yandan da bir ev rahatlığı ya da güvenini hissediyorum, görüntüsü tedirgin edici olsa da, sükûnetim var. Vahşi hayvanlardan bir tanesi görünmeden çevremde dolaşıyor, aklıma çakallar geliyor, bana saldırmak için hazırlanıyor, ne olduğunu anlayamıyorum, Çakal aranıyor.

Yere uzanmışım, bir şey bacaklarımda dolanmaya başlıyor ama göremiyorum.  Sadece bir silüet görüyorum. Dünya, artık gözümde renklerini yitiyor, ışık yoğunluğuna dönüşüyor. Açık ve koyu tonlarda ışık hareketleri görüyorum, renkler kayboluyor, nesnelerin sadece konturlarının hareketini görebiliyorum. Vücuduma temas eden şeyin, hayvan mı insan mı olduğunu anlayamıyorum, hareket edemiyorum, gövdelerimiz bu yabancıyla çakışıyor.

Kafamda ölüm korkusu başlıyor… Bir taraftan, “Bu bir karabasan ama bu sefer yenecek fizik gücüm var” diye biraz rahatım, ama vücudum yorulmaya başlıyor. Garip şey, üzerime abanıyor, bir kısmı sanki gövdeme giriyor, ellerimle itiyor, yumruk atıyorum. Sadece hareket eden bir silüet, garip bir form, bir şeye benzetemiyorum. Tüm vücudumda baskısı artıyor, nefesim kesilmeye başlıyor. Fiziksel acı yok ama gücüm azalıyor, boynundan ısırıyorum, ileri geri boğuşuyoruz, direncim azalıyor. Dövüştüğüm yabancı canlıdan, garip sesler geliyor, bir şeyleri vücudumun içine sızmaya çalışıyor, debelenerek çıkarıp atmaya çalışıyorum. Yaratığın sesi; uğultu, hırıltı, sevişirken inleme, ağlama, uluma ve böğürme benzeri garipleştikçe garipleşiyor. Bende, bu ucubenin çıkardığı tuhaf seslere benzer sesler çıkarıyorum. Ölümüne dalaşıyoruz.

Birden bu şekilsiz canlının, abim olabileceği aklıma geliyor, olabilir mi? Kafasını burkuyorum, artık onun da gücü tükenmeye başlıyor. Sonra, sınır nokta geliyor. Ucube vücudumun üstünde ve içime işlemişken can havliyle gücümü toplayıp, şekilsiz varlığı üzerimden fırlatıyorum, kurtuluyorum. Gölge gövdeyi üstümden fırlattığım anda, karabasandan kurtulup yatakta ter içinde uyanıyorum.
Aralık 2012